HABER MERKEZİ
Eğer bu gün nefes alıp verebiliyorsak bunu neolitik kültür devrimine borçluyuz, insanın olağan üstü bütün özelliklerini şekillendiren, kültürleşen bu günkü yaşamın prototipini yaratan ana kadının yurdunda insanlaştık ve insan olduğumuz için kültürleştik, bu bizim toplumsal diyalektiğimizin ta kendisi oluyor. Kendine anlam katmasını bilen ve anlam yaratan varlık olmanın biricikliğini tarihsel kültür sayesinde yaşıyoruz. Anlam yaratan tanrıçasal güç insanda vuku bulduğu için kültler sonsuzlaşır, yayılır ve her kesin olur. Tanrıçasallık hiçbir zaman yok olmak istemez bu yüzden yılmadan yaratım sahibi olur. Kendini tanımlamak ve çoğalmak için kültürleşen insan, suretinde kutsallığı taşır. İçinde fikir olan hiçbir şey bitmek istemez, çünkü düş yeteneği yaşamın gayesini ifade eder.
İnsandaki kök hücrenin en temel özelliği sonsuzluk peşinde olmasıdır. Kültürel doğamızın ısrarı bundan kaynaklanıyor, kendini kültürel olarak çoğaltmayan insan anlamsal olarak tükeneceğini biliyor. Diğer canlılardan farkımızın dilde, zekâda, ahlakta, kültürleşmede olduğunu bilmek bize yetmiyor birde insan anlamlaşmak istiyor buda insanın kutsallık arayışını ifade ediyor.
Bu arayış insanı tarihin başına kadar taşıyor, tarihi hissetmeden, canlılığını sezmeden insanın karakterini çözmek zor bir iş gibi görünüyor. On binlerce yıl öncesini hissetmek ve bütün hücrelerinde tarihi duyumsamak vefa borcumuzdur. Bu gün elimizde taşıdığımız sepetin nasıl oluştuğunu, ilk halinin nasıl olduğunu bilmeden eşyanın özüne damlayan insansı anlamı çözemeyiz. Kadının zihinsel örgüsü bütün insanlığın düşünme ve eyleme becerisine dönüşünce insanın mükemmel işleyen doğası farkını da ortaya koymuş oluyor. Fikir ve zikrin birleşme noktasında insan doğanın harikası olarak özgünlüğünü ortaya koymuş oluyor. Deneyimlerin toplamı olan toplumsallık, milyonlarca insanın yaşamını kaybetmesi pahasına bu gün bu kadar görkemli yaşayabiliyoruz. Bu gün hala yaşamımızı taşı eline alan ilk insana borçluyuz diyemiyorsak tarihi bilincimizde bir sorun var demektir.
Tarihin derinliklerinde yerini alan ilk kaşifleri anarken çoğunlukla ilkel yada barbar denir ama unutmamak gerekir ki bu gün bile kullandığımız aletlerin % 90’nı ilkel yada barbar diye anılan dönemlere aittir. Aslında bilmek gerekir ki eski insanlar kendi dönemlerinin çağdaşları ve uygarlarıydı. Günümüzde bizim olamadığımız kadar uygar ve çağlarının çağdaşları oldukları kesindir. Bunca deneyim ve birikime rağmen şimdiki zamanlarda bu kadar sabit fikirli olmamız, tutucu ve ketum olmamız yaratıcılığımıza devlet ve iktidar gemlerinin vurulmasından kaynaklıdır. Bu anlamda doğal toplum insanı bizden daha yaratıcı, bizden daha özgürdüler diyebiliriz. Onlar bizim gibi egemenlikli kültürel dayatmalar tanımadı, çok uzun yıllar özgür yaşadı, karmaşalarda kendi kültürlerini kaybetmedi. Ya bizler… Biz ve onlar, dün ve bu gün kıyaslamasına gitmemiz bile ne kadar parçalandığımızın göstergesi oluyor kanımca.
Gerçekçi yaklaşır ve kapitalist modernitenin zihinsel kalıplarından biraz uzak düşünmeyi başarabilirsek göreceğiz ki biz kendimizden öncekilerin bıraktığı mirasa çok fazla bir şey eklemişiz sayılmayız. Ama ısrarla içinde yaşadığımız çağın tanrıları geçmişi inkâr edip her şeyi devşirerek kendimize mal etme bireyciliğini daha doğrusu hastalığını yaymaya çalışıyor. Fakat bilinmelidir ki insan geçmişi olmadan bir hiçtir, çünkü insan geçmişiyle, toplumsallığıyla insandır. Bu anlamda neolitik kültür, kendinde evrensel özellikleri öldürmeyen insanın zihinsel devrimidir. Yine insan vicdanının sesi o tarihsel kültürleşmede saklıdır dersek abartmış sayılmayacağız hatta yeterince hakkını vermemiş bile olacağız. İnsanın ilk kültürleşme evresine tanrıça kültürü evresi demek belki de daha yerinde bir gerçekliği ifade edecektir.
Annemiz bize çok şey öğretir diye biz annemizi kutsal görürüz, öyle düşünün ki neolitik kültürde bütün insanlığın annesi gibidir. Biz insanlar tarım kültürüne tarihsel anamız yada gerçek hafızamız dersek hiçte yanılmış sayılmayız. Oysa şimdilerde kapitalist sistem onca yaşanmışlığı inkâr etmemizi buyurur, bununla da yetinmez her birimizi emeksiz miras yediciler yapmaya çalışır. Unutmamak gerek ki üretmeyen insan geçmişini yiyerek yaşar ki bu gerçek anlamda yaşamak değildir. Geçmişini inkâra yönelen ilk başta kendini inkâr eder. Zaten ilk ayrılma ve tarihsel yarılmada böyle başlar, her şeyin ikiye bölündüğü, karşıtını doğurduğu zamana doğru geldikçe, insanlığın bir tarafı devletçi hırsızlıkla, bir tarafı komünal toplum değerleriyle, bir tarafı tanrıça kültürü, bir tarafı tanrı kültürüyle sarmalanır. Bir tarafta hiç yitmeyen doğruluk ve hakikat algısı, diğer tarafta yalan dolan erkek kültürü baş gösterir. Barbar iktidarcıların insanlık uygarlığına saldırı ve istilası büyük zihinsel bölüşmenin yaşandığı zamana tekabül eder.
Medya DOZ
Devam edecek