HABER MERKEZİ
Tarihte karşımıza çıkan temel gerçeklerden biride kadının ekim işiyle, erkeğin ise avcılıkla uğraştığına yöneliktir; bu anlamda kadın eken, yetiştiren, büyüten ve toplayan, erkekte avlamak için pusu kuran, tuzak hazırlayan, kurnazca komplolar kurup öldürme eğilimine girişen oluyor. Kadının evcilleştirip beraber yaşamaya çalıştığı hayvanı, erkek ise avlıyor. Kadını yerleşip bahçede kurumlaşırken, erkek uzak ve göçebeliğe yol alıyor, bu elbette iki farklı kişilik ve kültür yapılanmasına yola açıyor. Kadın toplumun öğretmenidir, en güzel yanı ise doğadan öğrenmesidir ve bu öğretiyi kolay unutmamasıdır. Bu tarihsel gerçeklik her iki cinsinde maddi şekillenmesini, yaşam algısını oluşturmuş bulunuyor, bu hakikati bu gün bile görmek mümkün… Erkeklerin hepsi kadının çocuğu olduğunu unuttu ve büyük kıyamet böyle koptu. Ayrışmalar böyle başladı.
Marduk-Tiamat öyküsünde bu gerçeklik çok canlı anlatılır. Bu öykü sadece ayrışmayı anlatmaz, kadının erkek karşısında yaşadığı kesin yenilgiyi de öyküleştirir. “Bu öykünün yaşanmasından sonra kadının baş aşağı gidiş tarihi başlar. Marduk-Tiamat öyküsünde dile gelen mücadelenin özü, kadın-erkek kültürü arasındaki savaştır. Çünkü keskin çizgilerle bir dönem, bir kültür bitmiş, zıddı bir kültüre geçilmiştir. Bu, kadının kölelik, erkeğin kadın köleliği üzerinden egemenlik tarihidir. Tarihin akışı bundan böyle farklı olacak, yaşanan karşı devrim gerçeği salt kadını değil, insanlığı ve doğayı da vuracaktır. Çok sesli yaşam yerine tek sesli, tek renkli, mat bir yaşam geçecektir.” Duygusal aklın yerini analitik akıl alıp toplumsal olarak da ayrışmalar yaşayacaktır, toplum ve doğa karşıtlığı bu şekilde ortaya çıkacaktır. Tarih bu öyküden sonra erkek zihniyetinin ürettiği yalanlarla dolu olarak yürüyecektir.
Kültürel farklılıkların oluşması, insanın doğayla kurduğu ilişki biçiminden doğar gerçeği yine karşımıza çıkmış bulunuyor. Doğayı sürekli gözlemleyen kadın, doğadaki oluşumları da anlamaya çalışır. Her keşif, kadında bir ilkin gerçekleştirilmesine neden olur. Tohumu bulma, toprağı kazıma, ekme ve ürün elde etme faaliyetleri kadının duygusal ve analitik zekâsı ile gelişim gösteriyor. Kadının yaratıcılığı, üretkenliği ile gelişen ekin ekme kültürü zamanla büyük bir tarımsal mucizeye dönüşüyor. Maddi alandaki bu yeni gelişmeler, insanları doğalında yeni araçlar üretmeye yöneltiyor. Her keşif yanında onlarca toplumsal proje açığa çıkarıyor, her proje topluma düşünsel devrim yaşatıp, üretimde yaratıcı olmayı koşulluyor. Kadının kültürel her yaratımı toplumsallaşarak evrensel karakter kazanıyor.
Erkek ise, avcılık kültürü ile edindiği kurnazlıklarla kendisini üstün kılma arayış ve çabasına yöneliyor. Avcılık ve savaş erkeğin karakterinde şiddet eğilimlerinin gelişip, güçlenmesine yol açıyor. Bu nedenle erkeğin algısı kadar, duyguları da gittikçe bir başkalaşıma uğruyor. Duyguları kadına göre fazla gelişmeyen erkek, şiddet yanının güçlenmesiyle gittikçe bireyci-bencil bir bilinç ve duruşa sahip oluyor… Avcılık hep öldürme ve kan dökmeye dayalı gelişiyor. Hayvanları öldürmek için aletler yapıyor ve bu durum erkeğe bir benlik duygusu aşılıyor. Bu duygu zamanla hükmetme duygusunu da geliştirdiğinden, giderek bireyciliğe ve kendini üstün görmeye yol açıyor.
Belki kadının içe, erkeğin dışa dönük, kadının sakin, erkeğin hırçın olması bu sebepten. Bu anlamda devletin erkek aklın ürünü olup tüketimi esas aldığı tesadüf olmasa gerek. Kadın karakterinin ise üretken toplumlara, halklara çokça benzetildiği bilinir ve iktidar odaklarının istilasına uğramaları da mubah görülür. Kendini uygar gören devletçi zihniyet, sözde barbar diye addettiği toplumlara saldırırken, gerçek barbarlığını saklamaya çalışır. Bu hakikatte gösteriyor ki tarihte ikiye bölünmüşlük var. Bir yandan erkek zihninin doğurduğu iktidar kültürü, diğer yandan iktidarın her şeyiyle yöneldiği kadının komün kültürü bulunuyor. Burada bilince çıkarmamız gereken temel husus; insan zihninin saf halinin bir kırılma yaşadığı ve bu kırılmanın iki ayrı tarihsel kültür ortaya çıkardığına yöneliktir. Tarım kültürünün karşısına çıkan avcılık kültürü tarihi olarak ikiye ayrılmışlığı ifade eder, egemen olan erkek kültürü maddi gücüne güvenir, ezilmeye layık görülen kadın kültürü ise manevi inancına sarılarak yaşar. Ama her iki kültürde vardır ve yeryüzünün en acımasız çelişkileriyle de varlıklarını sürdürürler.
Medya DOZ