HABER MERKEZİ
Kürtler, en başta Kürtlüklerini inkâr ederek, Kürt kültürünü, dilini, ruhsal şekillenmesini reddederek bir şey olabilirlerdi. Ama Kürt olarak bir şey olamazlardı. Ya Türkleşerek, Farslaşarak, Araplaşarak bir şey olunacaktı ya da Kürt kalmakta ısrar edilerek hiçbir şey olunamayacaktı. Kürtlükte, ulusal kimliğinde, kültüründe, dilinde ısrar edenleri bekleyen ise her şeyden önce açlıkla terbiye edilmekti. Yani işsiz bırakarak açlıkla terbiye etmek ilk uygulamaydı. O da olmazsa kovuşturma, işkence, zindan, sürgün, faili meçhul (belli) cinayetlere kurban gitmek dâhil yaşam hakkını yitirmekti. Ailesi, deyim yerindeyse yetmiş yedi sülalesi bu uygulamaların hedefi olurdu. Türk halkını da bu uygulamalara ortak etmek için özel savaşa her zaman büyük özen gösterilmiştir. Bunun somut örneklerinden biri Eski Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un Kürtleri tanımlamasında görebiliriz:
“Bunlara aşağı yukarı vahşi denilebilir. Hayatlarında hiçbir şeyin farkına varamamışlardır. Bütün bildikleri sema (gök) ve kayadır. Bir ayı yavrusu nasıl yaşarsa o da öyle yaşar. İşte Ağrı’dakiler bu nevidendir. Şimdi siz tasavvur edin; bir kurdun, bir ayının bile dolaşmaya cesaret edemediği bu yalçın kayaların üzerinde yırtıcı bir hayvan hayatı yaşayanlar ne derece vahşidirler? Hayatlarında acımanın manasını öğrenmemişlerdir. Hunhar, atılgan ve yırtıcıdırlar… Çok alçaktırlar. Yakaladıkları takdirde sizi bir kurşunla öldürmezler. Gözünüzü oyarlar, burnunuzu keserler, tırnaklarınızı sökerler ve öyle öldürürler!… Kadınları da kendileri gibi imiş…” (Mahmut Esat Bozkurt, 1 Eylül 1930 Akşam Gazetesindeki yazısından.)
Aynı bakan Türk olmayanların haklarını da şöyle tanımlıyor: “Benim fikrim şudur: Herkes, dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler. Türk bu ülkenin yegane efendisidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Biz dünyanın en özgür ülkesinde yaşıyoruz ve bu ülkenin adı Türkiye. Milletvekillerinin şahsi düşüncelerini ifade edebilecekleri daha uygun bir yer olamaz. Bu nedenle, fikirlerimi saklamayacağım.” (Milliyet, 19 Eylül 1930-İzmir-Ödemiş konuşması)
1930’larda Agirî isyanı kanla bastırılmış, on binlerce Kürt katliamdan geçirilmişti. Ardından Dersim ayaklanması dönemin devlet büyüklerince itiraf edildiği gibi “Mağaralarda fareler gibi zehirledik onları…” şeklinde anlattıkları yöntemlerle soykırıma tabi tutularak bastırıldı. Bütün Kürdistan yeniden işgal edildi. Köyler, mezralar bir daha asker potini altında çiğnendi. İrade kırımının örneği görülmemiş uygulamaları geliştirildi. Erkekler köy meydanlarında çırılçıplak soyularak organlarına ip bağlanarak kadınların eline verilip yerlerde sürüklendirilerek iradekırımı geliştirildi. Genç kız ve kadınların cesetlerine bile tecavüz edilerek hafızalara kazındı. Kürtlükte ısrar edeceklerin başına nelerin geleceğini göstermenin en adice örnekleri bolca sergilendi.
Milyonlarca insan yerinden yurdundan sürülmüştür. Balkanlardan, Sovyetler Birliği’nden getirtilen Türk göçmenleri Kürdistan’a yerleştirilmiştir. Birer askeri kışla işlevi gören yatılı bölge okulları açılarak Kürt çocukları daha 6-7 yaşlarındayken ana kucağından alınarak yatılı okullarda tam birer devşirme Türk olarak yetiştirilmiştir. 1970’lere gelindiğinde Türkiye genelindeki 70 kadar YİBO’nun altmış küsuru Kürdistan’daydı. Bebelere annelerinin yemeklerini çağrıştıracak yemekleri yemeleri bile yasaklanmıştı.
Özellikle Kürt erkekleri için asker ocağı tam bir anasından doğduğuna pişman ettirme, karılaştırma ocağı olarak işlev görmüştür. Askerliklerini yapanlar yıllarca orada gördükleri insanlık dışı uygulamaları anlatmaktan, bir virüs gibi yaymaktan alıkoyamazlardı kendilerini. Hiçbir halk kendisinin varlığını ispat etmek zorunluluğunda kalmamıştır. Oysa Kürtler yıllarca halk olarak varlıklarını kanıtlamak zorunda bırakılmışlardır. Varlığını kanıtlamak zorunda olmak, bazı yeteneklerini kanıtlamaya benzemez. Oldukça acılı ve insanı insanlığından utandıran bir durumdur söz konusu olan. Önder APO bu durumu şöyle özetlemektedir:
“Yahudiler yaşadıkları soykırım için ‘benzeri olmayan’, ‘biricik’ kavramını özenle kullanırlar. Kürtler için sadece uğradıkları soykırım açısından değil, varlık olmaktan çıkaran diğer tüm uygulamalar nedeniyle ‘biricik halk’ veya ‘toplumsal varlık’ tabirini kullanmak yerinde olacaktır.”
Amerikalı bir Kızılderili “siz hiç beyazların kendilerine beyaz dediklerini duydunuz mu?” diye sorar ve devam eder. “ama beyaz adamlar başkalarına çeşitli adlar takarak onları bölerek kendisini hâkim kılar. İsim taktıklarına ise öyle olmadıklarını ve kendilerinin de beyaz adam gibi olduklarını kanıtlamak zorunda olmayı dayatır”
Beyaz Türklerin Türklüklerini bu denli abartılı ve sürekli tekrarlamalarının altında Anadolu ve Kürdistan’da yaşayan halkların bilinçaltına da Türklüğü yerleştirme, nakşetme kadar, kendilerini de özbeöz Türk gösterme istemi de vardır. Türk’ün öyle bir komplekse girmesine gerek yoktur. Türk olmayanlar kendilerini hastürk, öztürk gibi gösterme ihtiyaçları duyarlar. Dünyada bir başka örneğine rastlamak zordur sanırım.
Uygulayıcılarının süreklileştirdikleri bu amansız ve aralıksız Türkleştirme stratejisinin başarıya ulaştığını düşündükleri böylesi bir süreçte Önder APO ve PKK ortaya çıktı. Bu süreçte bizim tüm diğer gruplarla temel tartışma konumuz Kürtlerin özgürlüğü sorunundan çok, Kürtlerin halk ve ulus olarak varlığı konusuydu. Bu süreci Önder APO şöyle değerlendirmektedir:
“1970’ler sonrasında Kürt sorununu özgürlük sorunu olarak ele almak bir yönüyle doğru olsa da, diğer bir yönüyle önemli bir eksikliği beraberinde taşımaktadır. O da Kürtlerin varlık (ontolojik) sorunudur. Kaldı ki, varlığı imhayla karşı karşıya olan bir gerçekliğin ilk sorunu özgürlük değil, öncelikle varlığını korumak ve bu mümkün olduğu ölçüde iç içe özgür kılmaktır. Varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz. Özgürlük ancak varlıkla mümkün olabilir. Çağdaş Kürt ulus gerçekliğindeki özgünlük buradadır. Yine yakın tarihlerde yaşanan Ermeni ve Yahudi soykırımlarından farklı olarak (Bu soykırımlarda fiziki imha ön plandadır), Kürt soykırımında kültürel (kendilik olmaktan zihnen vazgeçiş) boyut ön plandadır. Kendilik olmaktan çıkmış bir kültür grubu, ister fiziki ister zihni olarak gerçekleşmiş olsun, soykırımdan geçmiş veya soykırımı gerçekleştirilmiş demektir. Kürtlerin dört parçalı bölünüşü ve her parça üzerinde varlığına yönelik değişik tasfiye uygulamaları nedeniyle süreç (soykırım) farklı işlemiş, her parça değişik düzeyde soykırımdan nasibini almıştır. Tabi tutulduğu soykırımın karakterinden ötürü bu süreç halen devam etmektedir. Bu yönüyle işgal, sömürgecilik, asimilasyon ve soy tükenişiyle karşı karşıya olan Kürt gerçekliği böylesi bir süreç kapsamında değerlendirilmelidir: Ulusal kimlik olmaktan çıkarılmaya çalışılan bir gerçeklik!”
Bu süreçteki temel gerçeklik Kürt halkının anlam, zihniyet ve estetik yitimine, kimlikkırım, dilkırım, benlikkırıma uğratılarak yok oluşun eşiğine getirilmiş olduğudur. Halk aş ve iş dışında bir şey düşünemez duruma getirilmiştir. Kendisi olmak, geleceği üzerinde söz ve karar sahibi olmak, onu inşa etmek ve yön vermek gibi düşüncelerin zerresi bile bırakılmamıştır. Kürt toplumu anlam, zihniyet ve estetik yitimine uğratılarak kendisi olmaktan çıkartılmış, Türklere benzetilerek yok edilmenin eşiğine getirilmiştir. Aslında her Kürt kendisinden başka bir şey olmaya çalışmanın dayanılmaz ağırlığını, eşine ender rastlanan hafiflik yaklaşımlarıyla dayanılır kılmaya çalışmakta, kendisini mazur görmenin yol ve yöntemlerini geliştirmek çabası içine girmektedir. Kürtler için tam bir kendini kandırma oyunudur oynanan. Aslında öyle olmadığımız, olamayacağımız çok iyi bilinmesine karşın, kendimizi kandırırsak karşımızdakini de kandırabiliriz gibi bir yanılgıyla bu hala da sürdürülmektedir. Kürtlerin haini bu denli bol bir toplum olmasının altında yatan nedenlerden biri de budur.
Abdullah ÖCALAN Sosyal Bilimler Akademisi
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/22/kulturel-soykirima-karsi-son-isyan-apocu-dirilis-ve-pkk-i/
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/23/kulturel-soykirima-karsi-son-isyan-apocu-dirilis-ve-pkk-ii/