HABER MERKEZİ – Devletçi uygarlığın toplumsal alanda yaratmış olduğu en büyük ve en çetrefilli sorun hiç kuşkusuz özgürlük sorunudur. Toplumsal tabakalaşma ve iktidarcı sistem inşası, özgürlük yitimi üzerine inşa edilmiş, bu şekilde toplumsal eşitsizlik oluşmuştur. Dar anlamda toplumsal ilişkiler bu biçimde alt üst, haklı haksız ikilemleri şeklinde ayrışmış, ezen ezilen, sömüren sömürülen, hükmeden hükmedilen biçiminde çelişik eşitsiz toplumsal sorunları yaratmıştır. Devletleşme olarak tüm toplumsal değerlere el koyma organizasyonu uygarlık denilen zorbalık ve hırsızlık düzenini yaratmıştır. Zor ve ideolojik ikna araçlarının birlikte kullanıldığı bu düzen inşa edilirken yeni toplumsal sistem dışında kalan milyonlarca insan katliamlarla düzene dahil edilmiş, sistem içerisinde ise üst sınıf daha ihtişamlı yaşayabilsin diye zalimce köleliğin türlü çeşitleriyle ölene kadar sömürülmüştür. Uygarlık denilen sınıflı devletçi sistem çarkı bu ilişkilere dayanarak toplumdan ve insandan özgürlüğünü gasp etmiştir. Kaybedilen özgürlük ile toplum dolayısıyla insan çetin bir varlık yokluk mücadelesi içerisinde kendisini bulmuştur. O nedenledir ki uygarlık tarihi kadar eski bir tarihe dayanan özgürlük sorunu günümüze kadar uğruna en çok bedel ödenen bir sorun olarak mücadele konusu olmuştur.
Zalimlerin ve zorbaların saltanat düzeni olarak devletçi uygarlık sistemi bütün aşamalarında yaratmış olduğu bu sorundan dolayı direniş ile karşılaşmıştır. Haksızlık ve eşitsizliklere başkaldırı şeklinde gelişen uyanışlarda, bu eşitsizlerin düzenini değiştirmek için büyük bedeller ödenmiştir. Bu düzenden en fazla muzdarip olan toplumsal kesim hiç kuşkusuz gençlik olmuştur. Sistem tarafından gücü, enerjisi kullanılmak üzere, üzerinde her türlü tasarrufta bulunulan kesim olarak gençlik, sistemin zorbalığından, eşitsizliğinden de en çok etkilenen kesim olmuştur. Bundan dolayıdır ki eşitsizliğe en fazla itiraz eden, başkaldıran, bu uğurda savaşanlar gençler olmuştur. Gençliğin karakter özellikleri olarak yoğun bağımsızlık duygusu, arayışçılığı, verili düzen ve ilişkilerle çelişikliği bu konuda etkili bir güç olmaktadır. Bunlarla birlikte özgürlüğe en yakın kesim olması, ideolojik olarak sistemlere karşı daha esnek bağlarla bağlı olması, bağnazlıklarının az olması, gücü ve enerjisi bakımından kendine güven duyması isyankarlığında etkili birer unsur olmuştur.
Sınıfsal, ulusal aidiyetleri yine ideolojik aidiyetleri, manevi inaçsal aidiyetleri ne olursa olsun gençler her yerde ezilen, cahil görülen toplumsal rol dağılımında yaşlı ve tecrübelilerin enerjilerinden faydalandığı araçsal konumdan çıkamamışlardır. Tarihsel olarak ‘’jerontokrasi’’ yani yaşlı ve tecrübeli olanın gençlik üzerinde hakimiyet kurmasına dayanan hiyerarşik yapılanma bu rol dağılımından ileri gelmektedir. Buna rağmen tüm toplumsal kesimlerde doğal olarak yer alan, tüm sınıfların içinde bulunan, inaçların ve ideolojilerin her birinin içinde olan gençlik en çok göz ardı edilerek nesneleştirilen kesim olmuştur. Her farklılığın içerisinde yer aldığı gibi tüm toplumsal kesimlerinde yaşadığı sorunların ilk elden parçası veya etkileneni olmuştur. Dolayısıyla bütün toplumsal tarih boyunca hem egemenlerin safında hem de ezilenlerin safında ulusları, kabileleri, aşiretleri, inançları vatanları, sınıfları, şehirleri, aileleri uğruna savaşmışlardır. Yine tüm uygarlık tarihi boyunca her şeyiyle en vahşi şekilde sömürülen, gücünden enerjisinden faydalanılan değersiz bir şekilde köleleştirilip satılan, tarlada çalıştırılan, savaşçı diye amaçsızca cephelere değersizce gönderilen hep gençler olmuştur. Herkes adına savaşmış ama sorunların ve sistemin ezilen bir kesimi olarak kendi kimliği ile var olmayı bir türlü başaramamıştır.
Gençlik bir kimlik olmasına rağmen diğer sosyal sınıflar için bir geçiş ve hazırlama yine yaş aralığı olarak ele alınmış, bu çağda uygarlık sistemine elverişli bireylerin inşa edildiği bir aşama olarak tanımlanmıştır. Bu açıdan sağlıksız toplumlar ve inşası tamamlanmamış, toplumsal çarpıklıkların nedeni bir anlamda gençlik denilen olgu olmuştur. Tüm sistemler gençlik ile gelecek toplumsal inşalarını gerçekleştirdikleri için genel olarak gençliğe yönelim çok erken yaşlarda ve zamanlarda başlamıştır. Uygarlık sistemi bu gerçeklikten hareket ile inşa edilirken gençlik başat rol oynamıştır. Egemenin ve ezenin elinde ve buyruğu altında eskiyi yıkıp yeniyi inşa eden güç olmuştur.
‘’Tüm toplumsal gerçeklikler insan eli ile inşa edilmiştir.’’ gerçekliğinden hareketle devletçi uygarlık sistemi ve onun tüm maddi ve manevi yapısallıkları tanrı vergisi olmayıp sonradan inşa edilmişlerdir. En despot sistemlerden, en bağnaz zihniyet yapılarına kadar yine en demokratik oluşum ve kurumlaşmalara kadar hepsi insanlar tarafından inşa edilmişlerdir. Devletçi uygarlık sistemi de doğal toplumdan yaşanan bir sapma olarak gelişmiş, beş binyıllık tarihiyle insanlığın başına bela olmuştur. Hiyerarşik devletçi bir düzen olarak oluşan bu sistem uzun bir tarih boyunca toplumları boyunduruğu altına almak üzere kanlı bir katliam ve zorbalık döneminden sonra aşamalar kaydederek kapitalist çağa kadar gelmiştir. Zorbalıklar, zalimlikler, savaşlar, katliamlar gasp ve hırsızlık yoluyla sömürü tekellerini oluşturmak, bunun ideolojik meşruiyet araçlarını inşa etmek, siyasal kurumlaşmalarını sağlamak üzere tüm toplumsal yapılarda hâkimiyet oluşturmayı hedeflemiştir. Bütün bu sistemin inşa edilmesi, savunulması ve devam ettirilmesinde temel güç olarak gençliğin enerjisinden ve gücünden faydalanılmıştır. Kapitalist modernite de ise bu durum bambaşka bir aşamaya ulaşmıştır. Bir yandan bu sistem için savunma gücü, bir yandan da enerjisinden faydalanılan işçiler ordusu, aynı zamanda bir tüketim nesnesi olarak sistemin devam ettirilmesinde her zaman için sistem tarafından ihtiyaç duyulan bir kitledir. Denetlenip kontrol edilmesi, manipüle edilerek yönlendirilmesi gereken bir kesim olarak değerlendirilmeye faydalanılmaya çalışılması gençliğin karakterindeki özgürlük arayışçılığı ile ironik bir tezatlık yaratsa da sistemin en çok ihtiyaç duyduğu, onsuz yapamadığı bir olgudur.
Bütün toplumsal sistemler ve yapılanmalar aynı kalma ile değişim arasında sürekli bir çelişki ve çatışma halindedirler. Varoluşun doğal akışı içerisinde değişim ve dönüşümler normal olan iken yerleşik alışkanlıkların teolojikleştirilmesi aynılığı dayatır. Çatışmaların temel sebebi olarak bu değişimsizlik hali doğal akışa aykırı olarak statüko oluşturmaktadır. Kapitalist aşamada toplum liberal tahakküm biçimine, rekabetçi tüketim ilişkilerine, egemen sınıf çıkarlarına hizmet eden devletçi bürokratik kurumlaşmalarına dayanarak örgütlenir ve toplumu işgal eder. Bu durum doğal akışı bozarak sapma yaratır ve toplumsal kriz ve bunalımlar baş gösterir. Siyasal literatürde ‘’düzen’’ veya ‘’sistem’’ olarak tanımlanan toplumsal alanın bu sürekli kriz durumu olan kapitalizm ancak köklü devrimci müdahaleler ile tekrardan rayına oturtularak doğal olana dönüş yapılabilir. Bunu yapabilme cüretini gösterebilen ve tarihe yön verenler devrimcilerdir. Bu anlamda tarihe yön veren, yeni toplumsal sistemlerin kuruluşunda öncülük yapan, toplum içerisinde birçok yeniliğe damgasını vuran tarihsel kişiliklere baktığımızda, gençlik dönemlerinde mevcut olandan kopup yeni olanı geliştirmeye başladıklarını görürüz. Bu gençliğin temel sosyolojik özelliğidir. Mevcut sınıflı-devletli toplumsal sistemler gençliğin bu özelliğini kendileri açısından bir tehlike olarak görmüş ve gençliğin bu özelliğini köreltmek, denetlemek veya kendi toplumsal sistemine bağlamak için çeşitli tedbirler almışlardır. Gençliğin eğitiminin her toplumsal sistemde en temel çalışma olması bu gerçeklikten kaynaklanır. Çocuklukta verilmeye başlanan “aile terbiyesinden” başlayarak devlet okullarında ezberletilen resmi ideoloji dogmalarına, askerlik kurumunda katı bir disiplinle irade kırıp mevcut sisteme itaat ettirmeye kadar gençliğin bu özelliği köreltilip, gençlik mevcut sistemle uyumlu hale getirilmeye çalışılır. Gençliği kendine bağlayan, kontrol edebilen sistemler kendi geleceklerini, varlıklarını garantiye almış olurlar. Bunun karşıtı olarak gençlik arayışı, yeni bir toplumsal sistemin örgütlendirilmesinde de temel dinamiktir. Mevcut toplumsal sistem kalıplarını kırabilen, özgür düşünme gücüne ulaşan, yeni toplum ütopyalarını gerçekleştirmenin yol-yöntemini geliştirebilen gençlik kurulu düzeni, alaşağı edip yenisini kurmanın da öncü gücüdür. Bu yönüyle diyebiliriz ki gençlik özellikle toplumsal değişimlerin kendini dayattığı tarihsel dönemlerde bir savaş alanıdır. Bir değişimin olup olmayacağı ya da nasıl olacağını, gençliğin nerede yer aldığı belirler. Bundan dolayı hem mevcut toplumsal sistemler hem de yeniyi yaratma adına ortaya çıkan mücadele güçleri gençliği kazanmaya, kendi saflarına çekmeye çalışır. Gençlik üzerinde adeta bir savaş yürütülür. Çünkü üretimin sürdürülmesinden tutalım, saldırılar karşısında kendini savunmaya kadar toplumun temel işlerinde gençlik vazgeçilemez bir dinamiktir. Kendini hakim kılmak isteyen her toplumsal sistemin ilk yöneldiği toplumsal kesimin gençlik olması bu gerçeklikten kaynaklanır.
Kapitalist modernite, bu hedefi gerçekleştirmek için en temel silah olarak hiç kuşkusuz ideolojik ikna gücünü kullanır ve bu biçimde liberal ideoloji yoluyla kafaları bulandırır. Bunun için gayri meşru bir gasp ve hırsızlık organizasyonu olan devlet mekanizması aracılığıyla, ulus ve yönetim maskesini de kullanarak topluma sızması ve toplumun en saf ve en temiz beyinlerini ve yüreklerini işgal etmesini sağlamaktadır. Bu şekilde toplumun bütün çocuklarının ve gençlerinin eğitilmesi işinin ele geçirilmesi ideolojik inşa için büyük bir fırsat olmaktadır. Çağdaş rahipler sınıfı tarafından gençliğin bu yol ile ele geçirilmesi ideolojik olarak ilkokuldan başlayarak dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, bilimcilik olgularıyla özgür düşüncenin önü kapatılarak yorum gücü olmayan ezber yoluyla bağnaz bir gençlik yaratılmaktadır.
Kapitalist çağda bilim üretme ve öğretme misyonuyla kurulan üniversiteler dahi, gençliğin kafasını bilimsel gerçekler adına dogmalarla doldurup, düşünmesine, sorgulamasına fırsat vermiyor. Kapitalist modernitenin hakim olduğu çağımızda orta çağdaki kadar bile felsefe, bilim, sanat alanlarında çığır açan filozof, düşünür ve sanatçıların çıkmaması sistemin eğitim kurumlarında gençliğin öğrenme yeteneğinin iğdiş edilmesinden kaynaklıdır. Yoksa iletişim, teknik ve araştırma imkanlarının bu kadar gelişkin olduğu bir yüzyılda sadece belirli insanlar değil herkes özgür düşünce, bilim ve sanat üretebilirdi. Ancak mevcut modernist eğitim sistemi buna yol açmaktan çok, kendi gemisini kurtarmaktan, yanındakini sollamaktan başka amacı olmayan, hakikati bulmaktan çok, yaşamı güzel, iyi yaşamanın sistemin dogmalarını en iyi ezberlemekten geçtiğine inanan bir genç tiplemesi yaratıyor. Yani eğitim sistemi ile ilk başta zihin, düşünce tutsak ediliyor. Böylece her türlü yaşam alışkanlığına, yönlendirilmeye açık bir gençlik yaratılıyor. Eğitim, kapitalist modernitenin kendini üretmesinin, yerleştirmesinin sadece bir ayağıdır, toplumsal yaşamın her alanı aynı şekilde işgal edilip, modernist ölçüler temelinde yeniden şekillendiriliyor.
Bu anlamda kapitalist modernite sisteminde eğitim ve bilim tamamen özel ve psikolojik savaş silahıdır. Özellikle sömürge toplumlara karşı ahlaksızca kullanılan bir araçtır. Dünyanın birçok yerinde sömürge halkların asimile edilerek soysuzlaştırılması için yıllarca kullanılmıştır. Çarpıcı bir örnek olarak eğitim kurumları Kürdistan’da on yıllardır faşist soykırımcı tc devleti tarafından Kürt çocuklarının asimile edilmesi, kimliksizleştirilmesi için çirkin bir biçimde kullanılmaktadır. Çocuklar Kürt kimliğini unutması, ulusal bilincini kaybetmesi için daha küçük yaşlardan başlayarak Türkleştirmek için eğitilmektedirler. Gençliğin Kürt olarak yetişmemesi için tüm devlet imkânları kullanılmakta, Türklük kimliğini benimsemesi için her türlü imkan sağlamakta, kandırılmakta; kanmayanın ise iradesi kırılarak sindirilerek baş kaldıramaz hale getirilmektedir. Kürdistan da gençliğin ulusal mücadelelerini, işgal altındaki ülkelerini tanımaması için bunca şarlatanlık yapmaları, türlü hokkabazlıklara başvurmaları bundandır. Dikkat edilirse tc Kürdistan gençliğinin Kurdistan özgürlük gerillasını tanımaması ve bu saflara yönelmemesi için tüm eğitim sistemlerini seferber etmiş durumdadır. Tüm okullar birer ordu kışlası gibi, öğretmenler ise birer başçavuş gibi gençliği değerlerinden uzaklaştırmak, robotlaştırmak, Türklük zihniyetine sokmak ve Türklük yalanlarıyla kandırmak için seferber olmuş durumdadır. Kuşkusuz bu politikaların tümü kapitalist modernist paradigmanın tüm dünyadaki ezilenlere uyguladığı bir politikadır. Bu uygulamalar çağdaşlık, ilericilik kılıfıyla yapılmakta ve liberalizmin sahte özgürlük, sahte demokrasi ve eşitlik yalanlarıyla maskelenerek saklanmaktadır.
Kapitalizmin dayandığı temel zihniyet bireyciliktir. Bu yüzden birey adına ve toplumu yönetmek, kontrol etmek adına var olan tüm toplumsal değerlere pervasızca saldırır. Bunun altındaki temel neden kapitalizm gibi gayrı meşru bir sistemin ancak toplumsal örgütleri dağıtarak kendini yaşatabilecek olmasıdır. Bundan dolayı toplumun karşısına ahlak, düşünce, inanç ve diğer tüm toplumsal değerlerden koparılmış bir birey çıkarılmaktadır. Bununla toplum dağıtılıp savunmasız hale getirilmekte, toplum olmaktan çıkarılıp kalabalık bireyler yığını oluşturulmaktadır. İşte kapitalizmin gençliğe biçtiği temel misyon bu noktada çok çarpıcıdır. Gençlik toplumu dağıtmada koç başı olarak kullanılmaktadır. Gençlik üzerinde pervasız bir bireycileştirme projesi uygulanarak bu yapılmaya çalışılıyor. Her taraftan insanın toplum olma, toplumsal bir varlık olma eğilimine karşı saldırılar geliştiriliyor. Bu saldırılar özelde de gençlik üzerinde uygulanıyor ve daha çok sonuç almaya odaklanılıyor.
Devam edecek…
Kaynak: Serxwebûn