BEHDÎNAN- PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, Medya Haber TV’nin sorularını yanıtladı.
Kurdistan gençliğinin Önder Apo için daha aktif, daha radikal bir tutum içerisine girmesi gerektiğini belirten Ümit, “Başta Bakurê Kurdistan olmak üzere. Bu görevinden Bakurê Kurdistan’daki gençlik hareketi kaçamaz, kaçınamaz.” dedi.
Kurdistan gençliğini gerçekten daha yüksek bir cesaretle Önder Apo’ya sahip çıkan, onu savunan, bu temelde öz savunmayı örgütleyen, yani aktif radikal mücadele içerisine girmesi gereken bir kesim olarak görülmesi gerektiğini belirten Ümit, “Önderliği için gerekli cesareti, fedakârlığı göstermeyen bir gençlik, yarın aynada yüzüne bakamaz, birbirinin yüzüne bakamaz.” dedi.
Avrupa gençlik örgütünün tecride karşı mücadele kapsamında planladığı eylemler var, Ağustos ayının sonunda, yine Eylül ayında. Bakurê Kurdistan’da Özgürlük Okumaları etkinlikleri var. Mısır’da aydın, yazar, akademisyenler Önderliğin görüşlerini referans göstererek Demokratik Ulus dergisi çıkardı. Tüm bu gelişmeleri tecride karşı mücadele açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarihi İmralı direnişini bir kez daha saygıyla selamlıyorum. Önder Apo’ya, tüm yoldaşlarım adına özlemlerimizi, sevgilerimizi tekrar belirtiyorum. Tabii tecride karşı ya da İmralı soykırım sisteminin oluşturduğu, inşa etmeye çalıştığı gerçekliğe karşı yoğun bir mücadele vardır. Bu mücadelenin öncülüğünü de gerilla yapıyor aslında. Kurdistan Özgürlük Gerillaları mevcut İmralı sistemini yıkmak için savaşıyor. Bunu şunun için söylüyorum: Belirttiğiniz etkinlikler var. Yani Bakurê Kurdistan’da var. Hiç durmadı aslında. 25 yıldır da hiç durmadı. Sonuçta 42 aydır devam eden bir öncelikle mutlak iletişimsizlik. Hiç haber alamama hali var. Buna karşı sürekli bir eylemsellik var. Yine Avrupa’da var. Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinde var. Bunlar gerçekten önemli çalışmalar oluyor. Fakat İmralı tecridi ya da İmralı soykırım sistemi içinde bulunduğumuz savaş gerçekliğiyle çok yakından bağlantılı. Evet, bir şey oluyor, kendimizi bilinçlendirmiş oluyoruz. Önderliği sahiplenmiş oluyoruz. Bir taraf belirlemiş oluyoruz. Fakat İmralı soykırım sistemini ortadan kaldıracak gerekli duruşu topyekûn olarak açığa çıkaramıyoruz. Mesela önemli olan gerillanın öncülük ettiği hamleyi görebilmek, bu hamleyi doğru özümsemek ve nerede olursak olalım, ister toplumsal alanda olalım, ister siyasi alanda olalım, ister ideolojik alan çalışmalarında, basında, kültürde, başka yerde olalım. İsterse Kurdistan’da olalım, dünyanın başka bir yerinde Kürt, demokrat, aydın, insan olarak canlılığımızı devam ettirelim. Önemli olan bu gerçekliği görebilmek. İmralı soykırım sistemi ve var olan tecrit ile mevcut savaş ilişkisini görelim ve gerillanın tutumunu, halk savunma güçlerimizin duruşunu özümseyerek bu sisteme karşı mücadele edelim. İlk belirtmek istediğim husus budur. Özellikle gençliğin, gençlik hareketimizin gerek Avrupa’da olsun, gerek diğer Kurdistan parçalarında olsun, Önder Apo’ya dönük yürüttüğü faaliyetler önemli. Bunun iki boyutu var. Bir, Kurdistan gençliğinin gerçekten özgür bir çizgide gelişebilmesi ve geleceğini inşa edebilmesi açısından gerekli. Başka güçlerin etkisi altına girmemesi için gerekli. Gerçekten Kurdistan gençliğine dayatılan özel savaş politikalarını boşa çıkartarak yaşamını aydınlık ve temiz kılabilmesi için gerekli. Önder Apo gerçekliğinde yürüme, onun özgürlüğü için mücadele etme, fiziki özgürlüğü temelinde kendisini de özgürleştirerek toplumuna öncülük etme görevi var gençliğin. Buradan baktığımızda şimdiye kadar gençlik hareketimiz de çok yoğun aktiviteler geliştirdiler. Rojava’da mesela, Rojava gençliği de yaptı. Avrupa’daki gençlik hareketi hemen hemen her yıl uzun yürüyüşler yapıyor. Bu yıl da planlamış. Gerçekten güçlü katılmak lazım. Bunu hem Avrupa’da ses getirecek düzeyde dostlarla birlikte, enternasyonal çalışmalarla birlikte, sistem karşıtı hareketlerde gençlerle birlikte böyle etkili bir şeye dönüştürmek lazım.
‘DAHA RADİKAL TUTUMA GİRİLMELİ’
Genel olarak şunu belirtmek zorundayım.Gerçekten bu zorunluluğu hissediyorum. Kurdistan gençliğinin Önder Apo için daha aktif, daha radikal bir tutum içerisine girmesi gerekiyor. Başta Bakurê Kurdistan olmak üzere. Bu görevinden Bakurê Kurdistan’daki gençlik hareketi kaçamaz, kaçınamaz. Evet, Önder Apo’yu okuyalım. O anlamıyla bu çok önemli. Bir şeyi anlamadan uygulayamayız. Bilmeden onu temsil edemeyiz. Fakat anladığı kadarıyla da uygulayan, anladığı kadar da pratikleştiren, bunun duruşunu geliştiren bir tutum içerisinde olmak gerekiyor. Bu konuda zayıflıklar vardır. Kürt gençliği şunu bilmeli… Çok çeşitli yorumlar var Kurdistan gençliği üzerine. Deniliyor ki özellikle son on yılda teknolojinin gelişmesiyle birlikte Kurdistan gençliğinin sosyolojisinde ciddi değişimler oldu. Özellikle bu internet dünyasının etkisi altına girme çok fazlasıyla yaşandı. Gençlik daha fazla bireycileşti. Özel savaşın saldırılarına daha açık hale geldi. Böyle bir sosyolojik analiz yapan bir kesim var. Yüksek bir olasılıkla yani bu tür analizler biraz da Türk özel savaşının merkezleri tarafından da sürekli böyle empoze ediliyor. Böyle yani artık değişti, Kurdistan değişti, Kurdistan realitesi değişti, Kürt gençliği değişti, artık öyle direnmez, ona çok güvenmeyin. Böyle bir hava vardır. Biz böyle olduğunu düşünmüyoruz. Öyle olduğuna inanmıyoruz. Neden? Çünkü şu anki gençlik, Kurdistan’daki gençlik kırk yıldır yürüyen yoğun bir savaşın içinde büyüdü. Elli yılı aşan bir süredir Önder Apo’nun açığa çıkardığı bir mücadelenin etkisiyle şekillendi. Mesela bugün eğer Kürt gençliği ben Kürdüm diyebiliyorsa, Kürtçe konuşabiliyorsa bunu Önder Apo’ya borçlu. Eğer varlığından bahsedebiliyorsa bununla ilişkili. Hemen her ailede bir şehit, her ailede bir tutuklu, zindanda esir olan akraba, bir mahalle arkadaşından, bir iş arkadaşından, bir sokak arkadaşından, dağda gerillada yoldaş… Böyle bir Kurdistan gerçekliği var. Kurdistan gençliğinin silkelenerek biraz kendisine gelmesi ve görevlerine sahip çıkması gerekiyor. Çünkü çok kirli bir oyun var. Mesela geçenlerde bir görüntü yayımlandı, görüntüde bir korucu kızı genç kadın başka bir Kürt kızına uyuşturucu kullanması için baskı yapıyor. Tokat atıyor mesela. Durum bu raddeye gelmiş. Yani Kurdistan’da Kurdistan gençliğini çirkinleştirmek için, özgür yaşam arayışından koparmak için, özgür Kürtlüğünden, kimlik arayışından koparmak için yapılmadık şey yok. O yüzden ben Kurdistan gençliğini gerçekten daha yüksek bir cesaretle Önder Apo’ya sahip çıkan, onu savunan, bu temelde öz savunmayı örgütleyen, yani aktif radikal mücadele içerisine girmesi gereken bir kesim olarak görmemiz gerekiyor. Gerçekten Kurdistan’ın geleceği açısından bu çok önemli. Mesela biz normal bir zamandan geçmiyoruz. Normal bir zamandan geçsek, böyle olağanüstü bir süreç olmasa, normal bir süreç olsa, işte bazı etkinlikler olabilir, bazı spor etkinlikleri olabilir, kültürel etkinlikler olabilir, okumalar olabilir. Derdik ki Kurdistan gençliği kendisini bununla eğitiyor, yetiştiriyor, bir araya geliyor, toplumsallığını güçlendiriyor. Bu bir yere kadar kabul görebilirdi. Fakat şimdi bu kadar kader tayin edici bir dönemde, yani kendi Önderliği için gerekli cesareti, fedakârlığı göstermeyen bir gençlik, yarın aynada yüzüne bakamaz, birbirinin yüzüne bakamaz.
O yüzden Kurdistan gençliğinin bu temelde yapacağı tüm eylemlere böyle bir radikallik kazandırması mutlaka gereklidir. Derler ki yarını ertelemeden, hemen bugün, şimdi, hem toplumun savunmasını hem kendi öz savunmasını sağlayacak bir tutumun içerisine girmesi lazım. Önderliğin fiziki özgürlüğü çerçevesinde geliştirilecek hamleye de gençliğin bu temelde öncülük etmesi gerekiyor. Çünkü düşman ne yaptı, biliyor musunuz? Düşman şöyle bir noktaya getiriyor; dilini konuşamaz, Kürtçe konuş yeter. Biz bunları aşmışız, artık Kürt varlığı bir hakikat. Ne diyorlar ki, güneş yeniden doğdu. Bu hakikati kimse kapatamaz. Şimdi biz tekrar bununla avunamayız, bunları yeterli göremeyiz. O yüzden Kurdistan gençliğinin, Gençlik Hareketi’nin, başta Bakurê Kurdistan olmak üzere bulunduğu her alanda böyle cesur, öncü duruşa yeniden giriş yapması lazım. Evet, gözaltı olabilir, tutuklama olabilir, şehadet olabilir. Ama dikkat edin, hiçbir şey yapmasa da Kürt gençleri vuruluyor. Hiçbir şey yapmasa da Kürt gençleri yine zindana koyuluyor. Hiçbir şey yapmasa da ayaktaki ölüye çevrilmeye çalışılır. Bunların hepsi devletin Kürtleri terbiye etme mekanizması. Bundan hiçbir Kürt genci kaçamaz. Böyle de yapsa yine gelir kafasına bir şekliyle vurur. Elindekini alır, yine ona sömürge bir halk olduğunu, soykırım altındaki bir halkın çocuğu olduğunu hissettirir. Bu çok önemli bir konu. Yani içinde bulunduğumuz süreç gençlik dalgasının ayağa kalkmasını gerektiriyor.
Diğer konu, Mısır’daki aydınların hem Demokratik Ulus adı altındaki bir dergiyle sürece giriş yapmaları hem de bazı sempozyumlar, konferanslar da yapıyorlar. Daha önce yine sizin programınızda aslında şu konuyu biraz değerlendirmiştik. Önderliğe Özgürlük Hamlesi Avrupa’da Avrupa aydınları içerisinde en son işte 69 Nobel Ödüllü insanın da katılımı ile bir zirveye ulaştı aslında. Bir düzey kazandı. Fakat Önder Apo bir Ortadoğu önderi. Nasıl küresel, evrensel çapta bir çözüm sunuyor, bir sistem önerisi var, bir tezi var, sahiplenme düzeyi de öyle. Fakat köken olarak paradigmamız, demokratik modernite paradigması Ortadoğu kökenli. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bakın güncelde de Ortadoğu kaosu gittikçe derinleşiyor. Kan gölüne dönüyor. Savaş, Üçüncü Dünya Savaşı başta Kurdistan olmak üzere Ortadoğu coğrafyasının her yerine yayılıyor. Bir hegemonya savaşı, bir paylaşım savaşı yeniden gündemde. Halklar milliyetçilikle, dincilikle, cinsiyetçilikle ve modern bilimin geldiği son aşamayla böyle gerçekten ciddi bir kırımla, toplum kırım politikasıyla karşı karşıya.
Bunu ortadan kaldıracak, bu tabloyu değiştirecek çözüm önerisi ise bizde. Önder Apo’da, Önder Apo’nun paradigmasında, demokratik konfederalizm sisteminde. Fakat biz bu çözümü dillendiremiyoruz, halklara taşıramıyoruz.
Egemenler en tepede ittifak kuruyor ama halklarla ittifak, halklara bu çözümü taşırma, bunu tartıştırma. Bu temelde kapitalist moderniteye eklemlenen iktidarlarla kolektif mücadele. Şu anda her yerde savaş cepheleri kuruluyor, dikkat edin. İsrail’in arkasında bir savaş cephesi var, Amerika, İngiltere bilmem ne… Türkiye bir savaş cephesi kurmaya çalışıyor, Irak’ı yanına almaya çalışıyor. İran yine kendi ilişkilerini kurmaya çalışıyor. Egemenler bazında böyle. Peki halklar? Gerçekten bu 3. Dünya Savaşı’nın kaotik ortamında halklar çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya. O anlamıyla Mısır’daki bu çalışma çok önemli fakat bir adım. Yani bu adımın tüm Ortadoğu ülkelerinde, Ortadoğu halklarına, inanç kesimlerine, etnik yapılara, sadece Araplara değil. Evet, Arap toplumuna da taşırmamız lazım. Şöyle bir oyun var. Araplarla Kürtleri karşı karşıya getirmek isteyen bir oyun var yani. Buna Türk Devleti öncülük ediyor. Fakat sadece Arap halkı için de söylemiyorum. Bizim Ortadoğu insanlığın beşiği, toplumsallığın beşiği, çok çeşitli kültürel yapılara beşiklik etmiş. Etnik yapılar mevcut, ilk etnik yapılar bu coğrafyada şekillenmiş. Her coğrafyada sirkülasyon her zaman olmuş. O zaman demokratik ulus paradigmasını, devletçi ulus, ulus devlet sistemine karşı demokratik ulus paradigmasını, çizgisini, stratejisini gerçekten bıkmadan, usanmadan bir havari gibi anlatmak, kavratmak, bu çerçevede gerekli örgütlenmelere gitmek, cepheyi oluşturmak. Cephe belki biraz böyle askeri bir terim gibi anlaşılabilir ama yani Birinci Dünya Savaşı’nda da İkinci Dünya Savaşı’nda da savaşları aslında, savaşlardan halkların eğer biraz hani kazanımı olmuşsa, hep antifaşist cepheler, savaş karşıtı cepheler aslında bu sonuçlara yol açtılar. Şimdi Ortadoğu’da böyle bir şeye öncülük etmek gerekiyor. Ve Önder Apo’nun paradigması bunun için gerekli her türlü veriyi sunuyor.
GAZETECİLERİN KATLEDİLMESİ
Savaşın gerekçesi aynı zamanda tecrit ve yol açtığı sonuçlardan bir tanesi de Türk devletinin Başûrê Kurdistan’a dönük, diğer Kurdistan parçalarına dönük tehditleri ve işgal saldırıları. Süleymaniye’de Türk ordusunun SİHA’larıyla gerçekleştirildiği bir saldırı oldu. İki kadın, basın emekçisi, gazeteci kadının şehit düştüğü bir saldırıydı bu. Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn şehit düştü bu saldırı sonucunda. Öncelikle siz bu saldırı ve saldırı sonucu yaşanan şehadetleri üzerine neler düşünüyorsunuz?
Ben öncelikle Gülisan Tara, Hêro Bahadîn ve Rüstem saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Rüstem Ardin arkadaş gerillacılık yaparken şehit düştü. Fakat uzun yıllar özgür basın alanında çalışan arkadaşlarımızdan bir tanesiydi. Yaşam hikâyesini yayınlardan takip ettik.
Gülisan Tara ve Hêro Bahadîn gazetecilik mesleğini icra ederken katledildiler. Bu hakikati aslında hiçbir iftira, karalama gizleyemez. Çünkü KDP basını bu konuda çok özel çaba sarf etti. İlk dakikadan itibaren, özellikle K24, belli ki suç ortağı bunlar. Olay yerine hemen gidiyorlar, hemen veriyorlar. Hemen kim olduğunu netleştiriyorlar. Üç PKK’li diye veriyorlar. Silahlı oldukları söyleniyor. PKK yöneticisi oldukları söyleniyor. Bu tür iftiralar, karalamalar bu hakikati ortadan kaldıramaz.
Gülisan Tara’nın yayıncılığını ben de takip ettim. Gerçekten şöyle söyleyebilirim: Çok rafine olmuş düşünce sistematiğine sahipti Gülisan Tara. Onu dinlediğimde böyle sadelikle, seçkinleşmiş bir düşünce dünyası gözlemliyordum. Belli ki neyi aradığını bilen bir karaktere sahipti. Özgür Basın hakikatin arayışçısı olarak işledi Gülisan Tara’yı. Ailesinin de konuşmaları vardı. Çocukluğundan itibaren hep bir arayış içerisinde olan bir karakteri var ve çok cesur.
O cesareti aslında onu hep savaş alanlarına taşımış dikkat ederseniz. Mesela nasıl Rojava direnişi gelişmiş gitmiş, orada gazetecilik yapmış. Şengal’e saldırı olmuş, gitmiş orada gazetecilik yapmış. Medya Savunma Alanları’nda savaş yoğunlaşmış gerillaya dönük. Fırsat bulmuş, gelmiş gerillalarla görüşmeler yapmış, gazetecilik yapmış. Yani Kürt gerçekliğini, Kürt hakikatini arayan gerçek bir yurtsever kadın. Mesela Gülisan tara deyince benim aklımda şekil dönen böyle bir karakter oluyor. Yaptığı yayıncılık ve yaşam pratiği gözümüze böyle bir karakter açığa çıkartıyor. O anlamıyla şunu söyleyebilirim. Hem Gülisan Tara hem Herabu Addin hem de Rosida Merdinşahsında tabii üçü de kadın dikkat ederseniz. Kurdistan’daki özgür kadın çizgisinin etkilediği kadınlar olduğu ortadadır. Bunu gazetecilik mesleği üzerinden yürütmeleri onların devrimciliğini eksiltmiyor. Onların yurtseverliğini eksiltmiyor. Tam tersine hatırlarsanız Erdoğan bir kere şey söyledi. Eli kalem tutan teröristler, dedi. Asıl tehlikeli olanlar onlar. Niye bunu söylüyorum? Gerçekten yani Süleymaniye’de gazetecilik yapan bu iki kadın niye böyle katledildiler? Niye bu kadınlar seçildi? İki gerçeklik söyleyebilirim bu konuda. Bir tanesi mevcut durum, mevcut savaş durumunda hakikatlerin, gerçeklerin topluma ulaşmasından duyulan korkunç bir korku var. Gerçekten Erdoğan rejimi, Bahçeli rejimi, faşizm ve KDP Gülistan Tara’dan korkmuştur. Hêro Bahadîn’den korkmuştur. Onların ortaya koyduğu hakikat yani belki de birçok savaştan çok daha, fiziki savaş anlamında söylüyorum, onların yaptığı her haberi, onların çektiği her programı bir eylem gibi görmüşler. Buna dönük bir saldırıdır. İkincisi de kadın gerçekliği. Şimdi her iki yapı da, hem KDP hem de AKP aslında gerçekten kadın düşmanıdır. Kadın özgürlüğüne düşmandırlar. Mesela KDP’nin kendisi zaten dikkat edin hepsi erkektir. Formalite icabı bile olsa KDP’de öne çıkan bir kadın var mıdır? Yani belki o medya kuruluşlarına koymuşlar süslü bebek gibi birkaç tanesini, süslü püslü bir şey gibi! Ama onun dışında siyasette mesela karar mekanizmalarında işte Barzani Ailesi’nin bütün üyelerinin adını bilirsiniz. Var mıdır böyle öne çıkan? Sabri Ok arkadaş bir anekdot anlatmıştı bu gerçekliğe ilişkin. Bu ulusal konferans çalışmalarında hatırlarsanız Önderlik Leyla Zana’yı, bir de Mesut Barzani’yi önermişti. Ne demişti biliyor musunuz? Demişti ki ‘bizde kadınları başkan yapma geleneği yoktur.’ Yani kadın yok hükmündedir. Şimdi mücadeleyle, mücadelenin etkisiyle hem Bakurê Kurdistan’daki mücadelenin etkisiyle hem genel gerilla mücadelesinin etkisiyle her alanda kadınlar kendi varlığını hissettiriyor. Basın alanı da öyle. Gülistan Tara, Hêro Bahadîn bunlar iradeli kadınlar. Ne yaptığını bilen kadınlar. Geri adım atmayan kadınlar. Her türlü kötülüğün, her türlü tehlikenin üzerine yürüyen kadınlar. Şimdi mesela düşünebiliyor musunuz? Gülistan Tara çalışmalarını yürütürken mevcut gerçekliği bilmiyordu. Böyle olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bu kadar bilinçli bir kadın farkında değil miydi acaba? Tehlikelerin, saldırıların her gün orada burada siyah saldırısı var 24 saat Süleymaniye’nin üzerinde keşif dolaşırken. Ama duruş böyle bir duruştur.
Özgür Basın camiasının başı sağ olsun diyorum. Gerçekten her üç kayıp. Mesela Rosida Merdin arkadaşı da buna dahil ederek söylüyorum. Çünkü o hem Azadiya Welat’tan başlayarak bir duruşu vardı. Geldi, Özgürlük Dağları’nda da çalışma yürüttü. Yollarımız kesişti, kişi olarak da kesişti. Her üç arkadaşın Özgür Basın çalışmalarının gelişmesinde emeği çok büyüktür. Bir de bu savaşın gerçekliğini anlatmada da rolleri çok büyüktür. Dikkat edin gerillayla ilgili, dağlarda yürüyen savaşla ilgili, Kürt halkının direnişiyle ilgili hiçbir şeyin çıkmasına tahammül yoktur.
İstiyorlar ki tek taraflı bir şey olsun. Hep onlar konuşsun, onların dediği hükümetsin. Bu arkadaşlar, bu gazeteciler adeta karanlığı yırtan yıldız gibidirler. Gerçekten biçim açısından da bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Şu çağrıyı yapmak istiyorum ben. Özgür Basın emekçilerinin yükü ağırlaşmıştır. Bu şehadetler önemli görevler yüklüyor her bir basın emekçisine, sizlere. Daha fazla çalışmayı, daha fazla sonuç almayı, daha fazla hakikatleri aydınlatmayı, daha fazla anlatmayı, doğruyu, hakikati, gördüklerinizi daha fazla anlatmalısınız. Şöyle bir şey yok, hiç kimse kendisini aldatmasın, objektif basıncılık, böyle bir dünya yok, böyle bir basın dünyası da yok. Dünyanın hiçbir yerinde yok. Objektivizm denilen şeyin bir safsata olduğunu aslında, modernist paradigmanının, bilim paradigmasının çöküşüyle ilan etti dünya. Dünyanın filozofları bu gerçekliği söylediler, böyle bir gerçeklik yoktur. O anlamıyla bundan ziyade hakikati doğru yansıtacak, bir taraf olarak da yansıtacak. Nerede durduğunu bilerek, halkın yanında mısın, iktidarın yanında mısın, Kürtlerin yanında mısın, soykırımcıların yanında mısın, sınıf düşmanları, ezilenlerin yanında mısın, yoksa egemenlerin yanında mısın, kadınların yanında mısın, yoksa erkek egemenliğinin yanında mısın, faşizmin yanında mısın, yoksa demokrasinin, insan haklarının, özgürlüklerin yanında mısın? Değerler dünyasından azade bir medya olamaz, bir basıncılık olamaz, bir gazetecilik olamaz.
Bu anlamıyla bu felsefede derinleşerek özgür basın yayın geleneğinin, kendisini daha güçlü örgütlemesi mutlaka gerekli, daha etkil hale getirmesi mutlaka gerekli, kendisini büyütmesi gerekli. Biz eğer bugün özgür basın geleneği 3 şehit arkadaştan bahsediyorsa, Gülistan Tara’nın artık şehit olduğundan bahsediyorsa, onun yerine 100 genç kadın mutlaka bu saflarda yerini alabilmeli. Ben genç kadınlara da, genelde gençliğe, genelde toplumumuza çağrı yapıyorum.
Özgür basına katılsınlar, özgür basın kurumlarını büyütsünler, gönüllü muhabirlik yapsınlar, profesyonelliğe adım atsınlar, mücadele, bilinçlensinler. Bu da bir havarilik, bu da bir söz taşıma, bir sözü taşısınlar yani. İnandığımız değerleri dünyaya taşıralım, halkımıza taşıralım, gördüğümüz hakikatleri taşıralım.
Böyle ısrarla Kürtlük, özgürlük, özgür insan ve özgür kadınlık yokmuş gibi böyle onu bastırmaya çalışan, bu 3. Dünya Savaşı ortamında bunu ortadan kaldırmaya çalışan, bu ne diyorlar, çağın tanrılarına baş kaldıralım. Bu temelde ben özgür basın geleneğinin büyütülmesi gerektiğini bir kez daha söylemek istiyorum. Böyle de olacağına inanıyorum.
Hakikatin gücü her zaman daha fazladır. Kötülük, yalan, iftira, karalama, kendisini çeşitli baskı araçlarıyla, çeşitli imkânlarla, çeşitli teknik bilmem imkânlarla ne kadar donatırsa donatsın, gerçek kadar güçlü olamaz. Gerçek her zaman güçlüdür.
O yüzden bizim gerçeğe tutunmamız lazım. Ben o yüzden tekrardan vurgulamak istiyorum, özgür basın geleneği, özgür basın yapıları karar almalı ve bu şehadetlerden sonra her alanda daha güçlü örgütlenmeli, büyütmeli. Sayı olarak, nicelik olarak da büyütmeli yani kendisini.
İŞGAL SALDIRILARI VE GÖRKEMLİ DİRENİŞ
Savaş kapsamında mücadelenin verildiği öne çıkan alanlardan birisi de Medya Savunma Alanları ve özgürlük devletlerinin direnişi, siz de belirttiniz. Soykırımcı sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun KDP’nin işbirlikçilik kapsamına sunmuş olduğu zamanlar rağmen geriyle karşısında bir çıkmaz yaşadığı yıllardır gözler önündeydi. Bu sebepten dolayı kimi diplomatik girişimler vardı, devam ediyordu. Irak Merkezi Hükümeti’nin de bu çerçevede savaşın içerisine çekme girişimleri vardı. En son Irak Merkezi Hükümeti, Türk devleti ve KDP arasında, Barzani Ailesi arasında bir mutabakat varıldı.
15 Ağustos tarihinde Fuat Hüseyin ve Hakan Fidan’ın birlikte açıklama yaptılar. Siz bu mutabakatı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine Merkezi Irak Hükümeti’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Mesela bugüne kadar Türk devleti ile egemenlik hakkının ihlali çerçevesinde ele aldığı kim fiili sorunlar vardı. Başika’da hem KDP’nin işbirlikçiliği ile işletilen bir askeri üssün kullanımı gibi. Şimdi bu mutabakatla artık bu tür geçmişte sorun gördüğü meseleleri artık normal karşıladığı, kabul ettiği çektiği görülüyor. Siz Irak Merkezi Hükümeti’nin bu mutabakata dahiliyetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce gerilla direnişini tabii her alanda sergilenen; Bakur’dan Zap’a, Avaşin’e, Amediye’ye, Xakurkê”ye, Xinêrê’ye, her alandaki arkadaşları sevgiyle selamlıyorum.
Tarihin gördüğü en görkemli direnişlerden bir tanesi gündemdedir. Öyle basit bir direniş değildir, böyle basit bir savaş değildir gerçekten. Söyle söylenebilir yani, nasıl ki İsrail ile Hamas arasındaki çatışma ya da orada yürütülen savaş bir hegemonya savaşıysa, yani İsrail hegemonyasının bölgeye kabul ettirilme savaşıysa aslında Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın Türk egemenlerine karşı, Türk soykıncı sistemine karşı yürüttüğü direniş de halkların özgürlük savaşı yani halkların var olma savaşı karakterini taşıyor.
Böyle iki uç Ortadoğu’da mücadelesini sürdürüyor. Gerillanın direnişinin anlamı sadece bir işgale karşıtlık da değil. Bölgenin geleceğini, dünyanın geleceğini, halkların geleceğini belirleme anlamında çok önemli bir yerde duruyor. Bu anlamıyla tabii bu direniş sürecek, devam edecek. Çünkü şöyle bir şey değil, bir alan tutma mücadelesinden bahsetmiyoruz.
Gerilla şöyle bir güç değil, gerillacılığı biliyoruz. Gerilla tarihte ezilenlerin her zaman direnme tarzı olmuş, mücadele etme tarzı olmuş. Egemenlere, zulmedenlere, zalimlere karşı halkların ayakta kalma biçimi olmuş. Bu günümüzde de Kurdistan Gerillası şahsına devam ediyor. Zaten dünyada da başka böyle bu şekilde direnen güç neredeyse kalmadı. O anlamıyla tüm insanlığın birikimi gerillada daha fazla ifadeye kavuşacak, daha fazla etkisini gösterecek.
3. Dünya Savaşı tartışmaları bağlamında ben birkaç şey söylemek istiyorum. Bu İran’da Haniye’ye dönük saldırı olmadan önce Hakan Fidan bir açıklama yaptı. Dedi ki işte 3. Dünya Savaşı olabilir, dedi. İşte Erdoğan’a bu yönlü sorular sordular. Aslında 3. Dünya Savaşı tespiti biliyorsunuz, Önderliğimizin tespitidir ve bunun çeşitli aşamalarını da tanımlamıştır. Uluslararası Komplo’yu da aslında uluslararası güçlerin yani kapitalist modernist güçlerin bölgeye dönük müdahalesinin bir ön aşaması olarak tanımlamıştır ve bunun da başladığını aslında ifade etmiştir.
Yaklaşık şöyle söylenebilir, Uluslararası Komplo’dan günümüze 25 yıl ama eğer işte Körfez Savaşı’ndan başlatırsak da yaklaşık 30 yıldır bir dünya savaşı bölgede giderek yoğunlaştırılarak sürdürülüyor. Bu savaşın birkaç nedeni var. Bir nedeni İsrail hegemonyasını alanda etkili hale getirebilmek. İsrail hegemonyası şahsında da ulusüstü sermayeyi etkili hale getirmek. Bir nedeni bu. Böyle bir savaş yürütülürken hareketimizin, özgürlük mücadelesinin, çizgisinin etkili olmasını istemiyorlar. Biliyorsunuz 1. ve 2. dünya savaşları sonrasında alternatif sistemler çıktı kısmen. Sonra başarılı oldu, başarısız oldu bunlar tartışılabilir. Ama işte büyük Ekim Devrimi bu temelde gelişti. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ulusal Kurtuluş Hareketleri önemli sonuçlar aldılar. Ezilen halklar bir şekliyle kendi sorunlarını çözüme taşıdılar. Bazıları ulusdevletleşti, bazıları kendi kimliklerini kabul ettirdiler. Şimdi bu tablodan Kürtlerin temsil ettiği özgürlük çizgisi etkili olmasın. İkincisi de Kürtler etkili olmasın istiyorlar. Özetle söylüyorum bunları. Arayanlar detaylarını Önder Apo’nun savunmalarında bulabilirler.
Şimdi bu 15 Ağustos’taki şey nedir? 15 Ağustos’taki mutabakat nedir? Türkler, Türk Devleti geleneğinde şöyle bir şey var. Böyle günleri özel seçiyorlar. Dikkat edin 15 Ağustos bizim tarihi hamlemizin, büyük atılımımızın, toplumumuzun, ulusal direniş gününün bir şey yıldönümüne denk getirildi. Bununla ne mesaj veriliyor? Demiyor ki ya işte 15 Ağustos Büyük Atılımı bu topraklarda Başurê Kurdistan’da planlandı ve buradan hamle başlatıldı. Biz sizi orada bitireceğiz. Verilmek istenen bir mesaj budur. Biz bu mesajı alıyoruz. Bu kadar yıllık siyasi geçmişimiz var. Hedef budur. KDP zaten yani o zaman da böyle bir uğursuz rolünü oynadı. Yani 1984 atılımının gelişmemesi için en fazla çalışan, en fazla engellemeye çalışan, bunun için konflolar kuran, geriye çeken, işte o dönemki gerilla hazırlıklarını baltalayan, gerilla adaylarının aklını çelmeye çalışan bir rolü o zaman da oynadı. Şimdi gelinen noktada aslında yani işte 40 yıllık mücadele tarihimiz boyunca da hep şundan rahatsızlık duydu. KDP, Barzani Ailesi özelde Kurdistan’ı kendi çiftliği gibi görüyor. Kendi mülkiyetinde görüyor. Başka hiçbir düşüncenin, hiçbir gücün var olmasını istemiyor. Dikkat edin, çeşitli basın kuruluşları yayınlıyor. Arada siz de ifade ettiniz. Yani arada sizin de verdiğiniz örnekler oldu. Mesela çeşitli batı gazetelerinde de yayımlanan şeyler oldu. Onların mal varlığından tutalım. Yani böyle Kurdistan’a böyle yaklaşıyorlar. Öyle bir hani bir ulusallık diyelim, bir Kürtlük diyelim, bir Kürtlük değil. Bunların hepsi perde. Yani mesela şeyi bile yani aslında şöyle var oldu KDP yıllardır. PKK, Kurdistan Özgürlük Mücadelesi güçlendikçe, daha etkili hale geldikçe KDP’ye daha fazla alan açıldı. Uluslararası alanda açıldı. Daha fazla para aktı. Daha fazla muhatap alınır hale geldi. Aslında PKK’yi ya da Kurdistan Özgürlük Hareketi’ni, Kurdistan’daki mücadeleyi pazarlaya pazarlaya var oldu. Ve şimdi de yani başarıyla Kurdistan başta olmak üzere KDP’nin hiçbir etkisi yoktu. Ne bir düşünce gücü vardı, ne topluma vadettiği bir gelecek vardı, ne bir Kurdistan hayali vardı. Referandumda, referandumun sonrası yaşananlara bir dikkat edelim diyelim. Sanki Kürt toplumunun içinde böyle var olan, Kurdistan’ın var olması, umudunun kırılması için yapılmış gibidir. Onca uyarıya rağmen çok zamansız bir şekilde referandum açıklaması yaptı. Ondan sonra saldırılar oldu, Türkiye tavır koydu, Amerika geriye çekildi falan filan vesaire. Oradaki rolü bile, sözde işte argüman şuna dayalı. Yani o referandum şeyini ilan ederken bile amaç şuydu, ya bakın PKK devletten vazgeçti. Biz daha radikaliz, biz Kürtle daha fazla şey istiyoruz. Bunların hepsinin oyun olduğu, MİT tarafından, onun da MİT tarafından planlandığı, bu şekilde yani Kürtlerin geleceğe dair var olan tüm umutlarının kırılmasının hedeflendiği açığa çıktı. Şöyle, tek yol teslimiyet. Teslim olursan, soykırımcıyla, sömürgeciyle yaşayabiliriz. KDP’nin çizgisi budur. Yani bunu öyle de örtbas etmeye çalışıyorlar. Ama yani bu ayyuka çıktı, bunu kimse gizleyemez yani.
Kurdistan adına, doğru mu yanlış, çizgisine katılırsın katılmazsın, direniş içerisinde olan, kimliğini savunan bir kesime, bir gruba, bir partiye, bir harekete bu kadar düşman olmak neyle izah edilebilir? KDP’nin PKK’ye düşmanlığı neyle izah edilebilir? Yani demiyoruz ki KDP kendisini fesletsin. Farklı çizgiler olabilir Kurdistan’da. Kurdistan’da da çeşitli toplumsal kesimler var, sınıflar var, onlar da var olabilirdi.
‘KDP’NİN KÜRTLERE VERECEĞİ TEK ŞEY ZARARDIR’
Fakat onlar, KDP ve Barzani Ailesi’ni kastediyorum, hiçbir güçleri olmadığı için, ideolojik olarak hiçbir güçleri yok, hiçbir düşünce güçleri yok, hiçbir bilimsel paye yok, her şey para ve iktidar üzerine kurulu olduğu için, neyi seçiyorlar? Pazarlanmayı seçiyorlar, çünkü amaç para. Şimdi Türkiye ile kurdukları ilişki bu düzlemdedir, bu düzeydedir. Hepsinin yurt dışında, mesela Neçirvan Barzani için diyorlar ki dünyanın sayılı zenginlerindendir. Senin halkın halen toprak damlı evlerde, küçümsemek için söylemiyorum, öyle evlerde yaşamayı biz isteriz, bu ayrı bir şey. Halen yokluk içerisindedir. Maaşını ödemediği öğretmenler var. Halkın ekonomik sorunları var, sosyal sorunları var. Ama böyle bir gerçeklik var. Bu anlamıyla KDP’nin konumu böyle bir lanetli konumdur.
Ne Kürttür, ne Kürtlüğü temsil ediyor, ne de Kürtlere verebileceği bir şey vardır. Sadece zarar veriyor.
Irak, bu üçgende, KDP’yi anladık biz artık, KDP’nin rolünü anladık, en seçkin Kürt gençlerini katlettiriyor. Yani şöyle söyleyebilirim, eğer Kürtlerin bir aydınlık yüzü varsa bu PKK’dir. PKK’ye hep aydınlık olan, güzel olan, özgür olmak isteyen, hep iyiye akan, yani hep gelişmeye açık olan akmıştır. KDP’ye de, KDP’nin kendisi de Kurdistan’ın karanlık yüzü duruyor. Karanlık, tehlikeli, çirkin, geri. Böyle bir diyalektik kurabilirim. Böyle bir şey söyleyebilirim. Irak, yani ben şöyle söyleyebilirim, hani evet, Türk devleti oyunları var bölgede, ittifaklar kurmaya çalışıyor, Arap egemenleriyle. Şöyle yapıyor aslında, alttan alta Kürtlere şu mesajı veriyor Türk devleti, diyor ki, aslında diyor, bizim Kürtlerle sorunumuz yok, esas tehlike Araplar diyor. Ama Türk devleti Kürt varlığını kendisi için esas tehlike olarak görüyor. Özünde budur.
Şimdi Irak’la, işte Beşar Esad’la, yapabilirse İran’la, bu temelde Cezayir Anlaşması vardı geçmişte, bunu böyle dönem dönem hep güncellediler, bir dönem işte Suriye ile Adana mutabakatı imzaladılar, anlaşması yaptılar. Şimdi böyle biz yürüttüğümüz mücadele bu Cezayir Anlaşması’nın şeyleri ortadan kaldırdı aslında büyük oranda, parçaladı. Bu bölge savaşının yarattığı fırsatları görerek yeniden bakın diyorlar, eğer biz şey olmazsak, Türkiye açısından söylüyorum, Türk devleti Irak’a şunu söylüyor, diyor ki bu Kürtlere karşı bir şeyler yapmazsak, bak sen işte Başûrê Kurdistan’daki petrolden faydalanamıyorsun, Beşar Esad’a diyor ki sen oradaki tahıldan faydalanamıyorsun, bilmem neydi bak yani bu, şöyle söyleyeyim… Ortadoğu’da iktidarlar Gılgamış’tan günümüze kadar, Gılgamış, Sargon, ilk hegemonu da Sargon’dur zaten, günümüze kadar iktidarların bir karakteri tekçi olmasıdır. Hep tekleşmek ister. Şöyle bakıyor, diyor ki mesela eğer Kürtlerin bir özellikli alanı olursa, bir özellikli yönetimi olursa, bir kendiliği olursa yani paylaşacak, var olan imkanları daha demokratik olacak. O yüzden Arap egemenlerinin iştahını kabartacak şeyler yapıyor, tahrik ediyor. Şimdi mesela Iraklı aydınlardan, muhalif toplumsal kesimlerden gelen tepkiler var Sudaniye’ye karşı, diyorlar ki sen kendi hükümetin için Irak’ı TC’ye sattın. Gerçekten de öyle olmuştur. Bakın son 20-25 yıl açısından söyleyeyim, Türkiye-Irak ilişkileri hiçbir zaman böyle yakınlaşmadı. Bu yani Türk gazetecilerin yazılarında da var, onları da inceledim ben programdan önce. Onlar da diyorlar ki aslında Türkiye en sıcak ilişkilerini Saddam döneminde kurdu. Ondan sonra hep inişli çıkışlı oldu ve aslında Irak, ABD’nin de etkisiyle, Koalisyon güçleri, ABD vardı. Yine bölgedeki karışıklık ve istikrarsızlık nedeniyle çok giriş yapamadı Irak’a. İnsan şunu söylüyor, Sudan Saddam’ın rolüne soyunmuşlar. Yani içinde KDP’nin olması kimseyi yanıltmasın. Mevcut işte federe yönetim diyorlar ya, Federe Kûrdistan statüsünü ortadan kaldırmak isteyen bir gerçeklik var. Bunu Erdoğan söyledi, dedi ki biz o zaman yaptığımız hatayı şimdi Rojava’da yapmayacağız. Onu hata olarak görüyorlar. Fırsat bulduğunda da onu ortadan kaldırmak istiyorlar.
Mesela Kerkük’teki kavga onun üzerinedir. Kerkük’te niye bir Kürt vali seçilmiştirim kavgasını yürütüyorlar? Irak’ın bu düzeyde Türkiye’ye teslim olacağını düşünmüyordum. Yani Irak’taki yapılar nedeniyle düşünmüyordum aslında. Irak’taki mevcut muhalif yapılar açısından düşünmüyordum. Ama gelinen aşamada Sudan’ın hükümeti, yine Irak toplumu tepkilidir. Ben hani bu çok ciddi bir açıklamalar var. Çeşitli kesimlerden, örgütlü kesimlerden var. O anlamıyla böyle bir tepki var. Fakat yani mesela düşünün on bin asker var şu anda Irak sınırlarının içerisinde.
Türk askeri yüz elli tane üst kurmuşlar. Yüz elli üst, on bin asker yani bu çok basit bir rakam değil. Kendi verdikleri rakamları söylüyorum.
Peki bu işgal ve ilhak değil de nedir? Ya bunun bir şeyle alakası olabilir mi yani? Ben şu güvenlik nedeniyle işte oradan saldırı geliyor da… Böyle bir şeyi İsrail bile uygulayamadı yani. Buna cesaret edemedi. Evet, vuruyor, yıkıyor. Oradaki yaşanan da bir katliam. Yani ben hafifletmek için söylemiyorum. Yöntem itibarıyla söylüyorum yani. İsrail ile Türkiye’nin yöntemleri arasında çok yakın benzerlikler var. Ama İsrail bile Türkiye gibi böyle bir soykırıma, böyle bir işgalciliğe yönelemiyor. Türkiye’deki, ama Irak hükümeti tam bir iradesizlik, tam bir basiretsizlik örneği gösterdi. Bu, bence ileride Sudan hükümeti ve o hükümette yer alanlar açısından bir kara leke olarak sayfalarına girmiştir. Ben önümüzdeki günlerde Irak toplumundan da, Başûrê Kurdistan’dan da tepkilerin daha fazla açığa çıkacağına inanıyorum. Çünkü her gün, mesela geçen gün Amediye’de bir sivil araç vuruldu. İçinde Arapların olduğu bir sivil araç vuruldu. Gerçekten böyle bir ülkenin başbakanı mı, cumhurbaşkanı mı, başbakanı mı Sudani? Böyle bir ülkenin yani.
Bizim Irak’la, mesela şimdi son mutabakatta demişler, tehlike arz eden örgütler, bizi de içine yasaklı örgüt olarak koyuyorlar. Bizim Irak’a hiçbir zararımız olmamıştır. Faydamız olmuştur, zararımız olmamıştır. Bu KDP’nin ağzına, KDP’nin propagandalarına bu kadar kanmak, herkesi, yani onların peşinden gidenlerin hepsini kötü bir çukura düşürecektir yani. Çünkü KDP diyor, PKK Kürtlere zarar veriyor, PKK bilmem nereye zarar veriyor. PKK var diye saldırı oluyor. Ne alakası var? PKK var ki Kürtlük var. PKK olmasa kimse Kürdüm diyemeyecek.
Hiçbir yerde PKK’li ya da değil, Kürtlük tartışılamayacak. Kendileri eğer Hewler’de oturabilirse PKK sayesinde oturuyorlar. PKK karşılığı sayesinde, tersinden oturuyorlar.
‘KDP BİR KÜRT PARTİSİ DEĞİL, ONA KARŞI AKTİF EYLEMLER İÇİNDE OLMAK LAZIM’
Her şey bu kadar açıkken KDP açısından, tüm yolsuzluklar, işbirlikçi pratikler, Kürt halkının ulusal haklarını ortadan kaldıracak ortaklıklar bu kadar açık ortadayken, onurlu yurtsever Kürtlerin, hem başta Başûrê Kurdistan olmak üzere, hem Kurdistan’ın dört parçasında, hem de yurt dışında, Avrupa’da yaşayan onurlu yurtsever Kürtlerin buna karşı tutumu ne olmalıdır? KDP’yi teşhir için nasıl bir mücadele yöntemi, yol, duruş izlenmelidir?
KDP kendisini bir Kürt partisi, işte bir sözde tarihinde de direniş olan bir parti olarak tanımladığı için, Kürt toplumunun kafası biraz karışıyor bu konuda. Ezilen toplumların psikolojisinde bu vardır. Hani şey de olsa, derler ya, yetersiz de olsa bizimdir, gibi böyle bir sahiplenme duygusuna yol açıyor.
Fakat her şeyden önce bu konuda netleşmek lazım. Yani KDP bir Kürt partisi değil. Bu özelliğini çok uzun süreden beri yitirmiş durumdadır. Bunu kesinlikle ifade etmek lazım ve KDP’ye karşı aktif eylemler içerisinde olmak gerekiyor. Yani şöyle, genellikle toplumumuzun kaygısı şu, yani bunlara bunu yaptıran, bu cesareti veren, bu gücü veren esas da soykırımcı sistemdir. Soykırımcı sistem zayıflarsa, işte faşist rejim kaybederse, yenilirse, bunların da sesi çıkmaz şeklinde, böyle bir genel yaklaşım var.
Fakat dikkat edelim, bunlar böyle bir maşa konumuna geldiler. Yani böyle birebir ya bizim katliamımıza yer alıyorlar. Artık böyle şey değil, böyle haberler de geçiyor. Diyorlar ki, işte istihbarat bilgisi oradan çıkıyor. Vallahi birçoğunda kendileri birebir yer alıyor. Şimdi böyle çok somut ifade edemeyebilirim, belge sunamayabilirim ama, yani mesela şöyle değil, mesela özellikle Başûrê Kurtistan açısından söylüyorum, MİT’in bu kadar etkin olması, propagandasının altında aslında şey var, yani Parastin bunları yapıyor, kendisi üstlenemiyor mu? Kendisi üstlenemiyor, evet MİT’le ortak yapıyorlar ama, yani esas da Parastin’in üyeleri yani KDP, KDP istihbaratın üyeleri bunun içerisinde yer alıyor.
Birebir içindedir yani. Böyle bir gerçeklik var. bunu herkesin bilmesi lazım. O yüzden de KDP’ye karşı daha aktif bir mücadelenin içerisinde olmak lazım. Kürt toplumuna hiçbir şey vermeyen ve bir kan emici gibi sömüren bu kesimi küçültmek lazım, yok etmek lazım. Kürt toplumu beslenebilsin, kurumları güçlensin, diğer yapıları güçlensin.
Bu Türk İstihbaratı Süleymaniye’ye hedef gösteriyor. Diyor ki işte YNK, YNK’li yöneticiler, işte PKK ile iş birliği yapıyor… Niye böyle yapıyorlar biliyor musunuz? KDP istiyor bunu. Çünkü KDP, KDP ile YNK arasındaki çelişki tarihseldir. Biliyorsunuz YNK KDP’den koptu, ona muhalif olarak koptu. Farklı bir çizgide gelişim gösterdi. Biraz daha yurtseverliğe dayandı. YNK’nin yurtseverliği daha fazla öne çıktı. Şimdi bu yurtseverlik özünü ortadan kaldırarak, işte ona diyemiyor PKK gibi, PKK diyor işte bilmem nedir, teröristtir diyor, bilmem nedir diyor. Öyle suçlayarak, düşmanı öyle yönlendiriyor. Şimdi MİT’i deSüleymaniye’nin, YNK’nin başına saran yine KDP’dir. Mesela dikkat edin, Kerkük’te işte bir Kürt değil mi vali olduğu, YNK’ye yakın olduğu için seçilen vali, onu kabul etmiyor.
KDP de kabul etmiyor. Türkmenler kabul etmiyor, Arap Cephesi kabul etmiyor, KDP de kabul etmiyor. Yani kendi dışında bir şeyi kabul etmiyor. Süleymaniye’deki saldırıların da kaynağında KDP vardır. Bu kadar Türkiye’yi buralara sokan KDP’dir. O anlamıyla KDP’ye karşı başta Başûrê Kurdistan olmak üzere her yerde ciddi sesin yükselmesi lazım, bir yerde durdurulması lazım.
Halen böyle çok açıktan şeye giremiyorsa da bu, yani Kurdistan toplumunun o şeyinden korktuğu içindir. Artık bu dediğim hakikatler, gerçekler açığa çıkacak diye giremiyor. O yüzden hem Avrupa’da hem Başûrê Kurdistan’da her yerde KDP’ye gerekli mesajlar verilebilmeli.
Gerekli mücadele duruşu gösterilebilmeli. Mesela onlara ait yayın kuruluşları izlenmesin. Ben öneri yapıyorum tüm yurtsever Kürt halkına, tüm Başur halkına öneri yapıyorum.
Başta da o az önce ismini andığım kanal olmak üzere. MİT kanalıdır. Tam bir MİT kanalıdır. Rudaw aynı şekilde. Mesela gazeteci arkadaşların şahadetinden sonra Süleymaniye’de basın açıklaması yapanlar onları sokmuyorlar. Çok iyi yapıyorlar. Ama bunun da ötesine geçerek yani gerçekten bir tutum tavır olmalı. Bu yayın kuruluşlarına da kesinlikle tavır koyulmalı.
Konuşulmamalı mesela. Onların mikrofonla konuşma olmamalı. Yani bu kadar kendilerini meşru, böyle meşrulaştırıyorlar. Toplumumuzun iyi niyetine dayalı olarak. Gerçekten toplumumuz iyi niyetli olarak değerlendirme yapıyor, konuşuyor. Bu şekilde meşrulaşıyor bu kurumlar, bu kesimler.
KDP’ye karşı daha net tutum her alanda alınmalı. Toplantılarına gidilmemeli. Etkinliklerine katılım olmamalı. Mücadele edilmeli daha yoğun biçimde.
Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşanan son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir sene sonra, yaklaşık bir sene sonra, tekrardan aşiretler üzerinden devreye konmaya çalışılan bir provokatif girişimin, yönelimin olduğu görülüyor. Sizce bu gelişmelerin arkasında hangi güçler bulunmaktadır?
Aslında takip ediyoruz, anlamaya çalışıyoruz ne olduğunu. Bu bölgedeki aşiretler açıklamalar yaptılar. Mesela arkadaşlar dediler ki yani biz QSD’nin yanındayız. Bu anlamıyla böyle aslında Türk medyası ve çeşitli işte Suriye, Arap medyası, onlar üzerinden şöyle bir yansıtma var. Sanki böyle oradaki Arap aşiretleriyle yani QSD arasında bir sorun varmış gibi. Böyle aşiretlerle şey arasındaymış gibi. Etnik bir çatışma gibi verilmiş. Öyle verilmeye çalışılıyor. Sanki böyle hani Araplarla Kürtler arasında varmış gibi. Kürtler zaten oradaki özerk yönetim her şeyi tek elden yürütüyor ve katılımcı değil. Böyle Araplar da başka bir sistem istiyorlarmış gibi. Böyle bir yansıtmaya çalışıyorlar. Fakat geçen yılki olayda da böyle açığa çıktı. Şimdi de anlayabildiğimiz kadarıyla bazı gruplar böyle tahrik ediliyor. Tahrik edilmiş gruplar var. Şöyle bir sorun var tabii. Mesela Rojava’daki sistem, özerk sistem, demokratik özerklik, demokratik özerkliğin inşası, demokratik ulusun buna dayalı olarak inşası henüz çok yeni. Mesela şöyle bir geçmiş, çok uzun bir geçmişi yok. O anlamıyla demokratik ulus paradigmasını taşıma, halklara buna uygun mesela toplum modelleri, örgütlenme modelleri geliştirme, toplumu yönetme, aktif katma konusunda eksiklikler yaşanıyor olabilir yani. Fakat sorunun bundan kaynaklandığını düşünmüyoruz. Bize gelen bilgiler de öyle değil. Yani ağırlıkta çeşitli güçlerin, yani bölgedeki ulus devletlerin kışkırttığına dönüktür. Bir de şuna denk geldi, siz de belki dikkat etmişsinizdir. Böyle Türk devletinin Beşar Esad’la görüşme isteğinin olduğu bir döneme geldi yani. Bunlar tesadüf olamaz. Tekrar hatırlatmak isterim Beşar Esad’a ya da Esad yönetimine, mevcut Suriye rejimine. Yani şu günümüz açığa çıktı. IŞİD saldırılarının esas amacı Suriye’nin etkinliğini kırarak İsrail’i bu bölgede daha etkili hale getirmekti. Bunun için çeşitli güçlerin çalıştığı ve böyle nasıl işit denilen bir yapıyı açığa çıkardığı da anlaşıldı. Böyle sönümlenmesi de onunla bağlantılı.
Fakat şimdi mesela Özgür Suriye Ordusu, El Nusra ya da çeşitli isimlerde devam eden bu IŞİD varlığı Türkiye’nin himayesi altındadır. Türkiye bunlara kol kanat gerdi ve koruyor. Türkiye bunları koruyor. Aslında Suriye’nin mevcut tablosundan Türkiye sorumlu. Yani IŞİD’le Erdoğan’ın ilişkileri aslında biliniyor. Nasıl yönlendirdiği de biliniyor. Yani Kobanê’ye nasıl yönlendirdi bu güçleri? Orada ne yapmak istedi? Bunların hepsini aslında hareketimizin yönetimi açıkladı. Yani Şam’a gidecekken DAİŞ güçleri birden yönlerini Kobanê’ye verdiler. Kim verdi bunları? Niye Kobanê’ye verdiler mesela? Amaç neydi? Yani biraz böyle şey gibidir gerçekten. Nasıl ki Hamas, İsrail’e saldırıya böyle kışkırtıldıysa benzer bir şekilde aslında DAİŞ’in yönünde böyle şeye vererek yani Kürt soykırımına böyle yol açma istemi vardı. Çünkü DAİŞ’in en güçlü döneminde bunlar yaşandı.
Kısacası yani mevcut Suriye tablosunun mimarı Türkiye’dir. Uluslararası güçlerin planları çerçevesinde. Şimdi bu yani mevcut konjonktürü fırsat bilerek başta Suriye rejimi olmak üzere yani Arap milliyetçiliğini böyle kaşımaları, harekete geçirmeleri onların çıkarına olmaz yani.
Bunu söylemek istiyorum ben. Çünkü yapılan bu. Yani Arap milliyetçiliğini böyle kışkırtmak, yani Kürtlere karşı ayağa kaldırmak işte yapabiliyorlarsa zaten yani şunu istiyorlar. Gerçekten aşiretleri böyle bir bütünü halinde. Aşiret liderleriyle yapılan görüşmeler, toplantılar bu çerçevede yapılıyor. Bunu hem Suriye rejimi yapıyor, hem İranlılar yapıyor, hem Türkiye yapıyor. Diğer güçler yapıyor, uluslararası güçler yapıyorlar. Aşiretleri kendi yanlarında tutmak istiyorlar. Bu gerçeklik görülerek gerçekten Suriye’nin geleceğinin yani demokratik özel bir Rojava gerçekliği, yani Kurdistan gerçekliği, demokratik ulus.
Suriye’nin bütünlüğü içerisinde demokratik ulus çerçevesinde şekillenen bir Suriye aslında geleceğini güvenceye alacak ve mevcut saldırılara da karşılık verebilecek duruma geliyor. O yüzden bu tür oyunlara karşı yani durmak lazım. Yani böyle hiç Türkiye’ye de öyle güvenmemek lazım.
Nasıl ki bundan 12-13 yıl önce Erdoğan rejimi Esad’ı sattı, yarın da satar. Çıkar meselesi. Ama halklar, birlikte yaşayan halklar birbirlerine sıkı sıkıya bağlanırlar.
Bu temelde yaklaşmak ve demokratik konfederal temelde, demokratik özellik temelinde, demokratik ulus inşası temelinde Suriye’yi güçlendirmek, korumak, savunmak mümkün duruyor.
‘BAKUR VE TÜRKİYE’DEKİ MÜCADELE YETERSİZ’
Son olarak Bakurê Kurdistan ve Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi güçlerinin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Süreç takip ediliyor. Meclisteki faşist ittifakın vekilleri muhalefet milletvekillerine, özellikle DEM Partili ya da TİP gibi partilerin vekillerini neredeyse gün geçmiyor ki linç etmeye kalkmasın. Yine kendince hedef belirlediği gruplara, kişilere, nazilere özenir tarzda saldırı gerçekleştirmeye çalışan gençler, nazi gözentisi içerisinde bulunan gençler… Kurdistan’da bunun aldığı bir biçim var. Özel savaş kapsamında en ahlaksız, en rezil yöntemlerle yürütme durumu var bu gerçekliğin. Şimdi gerçeklik buyken, Türkiye’de demokrasi ve özgürlük güçleri sizce yeterince mücadele verebiliyor mu?
Hemen söyleyeyim, veremiyorlar. Gerçekten Türkiye’deki ortam, siyasi, toplumsal ortam çok kötü bir durumda. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Böyle bir umutsuzluk olsun o açıdan da söylemiyorum. Fakat bakın, Türkiye’de ekonomik sorunlar, sosyal sorunlar, kültürel, ahlaki sorunlar çok arttı. Yani korkunç bir kriz toplumu var karşımızda.
Türkiye toplumu bir kriz toplumu. Günlük olarak krizlerle yaşıyor. Bir cinnet toplumu. Üreticilerin tarım köy toplumu. Aslında o coğrafya, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası bir kır toplumu. Yani çiftçi toplumu, öyle bir toplum. İzlemişsinizdir herhalde, kamyon kamyon döktüler böyle yolun ortasına ürünlerini. Hem de bu yokluğun ortasında, hem de bu ekonomik krizin ortasında. Yani çok ciddi sorunlar var.
Başka ekonomik kriz olmak üzere. Peki Türkiye’de gündem nedir? Türkiye’nin gündemi nedir? Mesela siyaset demek, gündem belirlemek demektir. Gündemi kim belirliyorsa siyasetin yönünü o belirliyor demektir. İran, İsrail’i vurdu mu vurmadı mı? Hizbullah vurdu mu vurmadı mı? Bu mevcut işte Ortadoğu’daki savaşı, Türkiye’deki toplum kırım politikalarının üzerine örten bir perde haline dönüştürdüler. Yani şu anda ne yaptılar biliyor musunuz? Bakın dünyada savaş var.
Böyle bir savaş ortamında tek lider gerekli. Tek lider de kim? Yani bir tek bu ülkeye liderlik yapabilen işte Erdoğan’dır! Herkes onun arkasında birleşsin. Safları birleştirin. Aç mısınız? Aç kalın! Hava budur. Bütün sosyal aktiviteler savaş gösterisi. Olimpiyata gittiler. Yani kötü bir şey ama başa hiçbir şey alamadan geldiler. Alsalardı kıyamet kopacaktı. Nasıl dünyayı fethettiklerini anlatacaklardı. Yani çok barışçıl bir faaliyet olan olimpiyatın kendisi, olimpiyat oyunlarının kendisi.
Yani barışçıl bir etkinlik olarak açığa çıkmış etkinlikler. Tarihsel kökeni böyledir. Böyle bir etkinliği bile yani bir savaş zeminine hemen çevirebilirler. Toplumu savaşa angaje eden, ona yönlendiren. Yani böyle görüntüler yayınlanıyor. İnsan insanlığından utanmıyor.
Yani bir kadını artık eşi midir, sevgilisi midir, demirle hamile bir kadını çocuğunun gözü önünde döve döve döve. Yani neredeyse öldürecek yani adam. Oradaki toplumdan hiç ses yoktur.
Onun dışında 18 yaşındaki bir genç kız bir yerde çalışıyor. 10 tane böyle kas yığını adam. 10 tane bir genç kadının karşısında onu dövmeye gidiyor.
Yani tırnak içerisinde yani ne diyorlar erkeklik mi? Mertlik, yiğitlik. Yani geldiği düzey budur ya. Annesi diyor ki o bir kızdır 10 kişi niye gidiyorsunuz? Niye bunu söylüyorsunuz? Bu savaş yani militarizmden beslenen.
Türkiye’de erkek egemenlikçi, cinsiyetçi, iktidarcı, tekçi. Bunların hepsi kızılcık kıyametin yani demokrasi güçler açısından söylüyorum. Kadın hareketler açısından söylüyorum.
Ekolojik boyuta hiç değinemiyoruz bile dikkat edin. Türkiye’deki ekolojik yıkım o kadar ağır ki. Gerçekten güzelim memleketi.
Gerçekten güzelim Türkiye’yi. Türkiye coğrafyası çok güzel. Yani ben gerçekten hayran olduğumuz bir coğrafyadır yani. Ne hale geldi. Her yer kelleşti. Bütün ormanları yaktılar. Maden ocakları bilmem işte yeraltı kaynaklarına inmek ve işte savaşa daha fazla ekonomi akıtmak adına ceplerini daha fazla doldurmak adına ve bazı şirketleri daha fazla palazlandırmak adına yani böyle bir ekolojik kıyım Türkiye’nin denizlerinin halini görüyorsunuz. Her gün yani balık ölümleri diyorlar. Vuruyor karaya.
Nereye el atsanız onu demek istiyorum. O yüzden böyle ayrıntı edelim biraz uzuyor ama. Peki Türkiye’deki? Türkiye’de kendisine demokratim diyen, devrimciyim diyen, faşizme karşıyım diyen, çoğulcuyum diyen. Bakın ölçüyü daha da geriye çekiyorum. Aydınım diyen, insanım diyen, ya ben bu memleketin yurtseveriyim diyen. Kesimler ne yapıyor? Yani hiç mi kalmadı? Memlekette hiç mi böyle insan kalmadı? Dikkat edin yani. Gerçekten korkmaya gerek yok. Ölüm hep olacak yani. En fazla ne yapabilirler yani? Daha aktif eylemsellikler, kitlesel tepkiler, bir araya gelmeler, toplumu savunmalar, kendi toplumsallığını, değerlerini savunmalar. Yani adaletten bahsedemiyoruz. Emine Ana Meclis’in önünde, gerçekten kahroluyoruz yani. Ben mesela, eminim ki tüm arkadaşlarım da öyle, eminim ki Kürt toplumu da öyledir. Ya Emine Ana tek başına oturuyor merdivenlerde, Emine Şenyaşar’dan bahsediyorum. Gerçekten insan dayanamıyor. Ya Sarya arkadaşın annesi, kızının kemiklerine ulaşamıyor. Avukatlardan yardım istemiş, onu da bir de yayımlıyorlar. Marifet gibi. Yani şunun için söylüyorum, yani zaten o anamızın yanında olmak lazım ki, yani niye bu anne yardım istesin? Zaten o, yani onunla birlikte mücadele etmek lazım.
Böyle olamaz. O yüzden, yani evet Mecliste yumruklaşmalar oluyor, şeyler oluyor, ona ben bir şey demiyorum. Öyle mücadele yürütülemez yani.
Mecliste gitmişsin, bir AKP’nin ağzını burnunu kırmışsın… Önemli olan, sen toplumunla birlikte misin? Toplumunla mücadele ediyor musun? Onun sorunlarına derman mısın? Onun için sen siyaset üretiyor musun? Onun için her türlü bedeli göze alıyor musun? Almıyor musun? Yani böyle biraz ölçüyü böyle koymak lazım. Yoksa, yani evet biz de biliyoruz faşizm var Türkiye’de.
Biz de biliyoruz muhalefetin üzerine nasıl gelindiğini. Herhalde yani bizden daha ağır bunun bedellerini ödeyen hiç kimse yok. Ne diyorlar, sürekli bombardıman altında, kimyasal, nükleer, taktik nükleer bombalar, suikastler, yani herhalde bundan daha sert bir yönelimde kimse karşı karşıya kalmıyor.
Bu düşman gerçekliğini biliyoruz. Diyarbakır zindanından doğduk geldik yani. Oradan çıktık. Şimdi mesela şöyle denilemez, faşizm var, çok saldırı var. Yani bıçak kemiğe dayandı ya herkes bunu artık fark etse iyidir. Yani bundan bir adım ötesi insanlığını kaybetmektir. Fiziki olarak yaşayabilirler ama insanlığın kaybolur. Kimliğin kaybolur.
O yüzden, başta yurtsever kadınlar olmak üzere, kadın öncülüğü olmak üzere, gençleri ve toplumun tüm ilerici kesimlerinin aydınlarını, yurtseverlerini yani gerçekten sürece sahip çıkmalarını, bir savaş içerisinde olduğumuzu görmelerini, buna göre pozisyon almalarını, üzerlerine düşen görevlerini yapmalarını yönetebilirim. Yani halkımıza bu fedakarlık da vardır. Bu inanç ve bağlılık da vardır.
Önderliğine bağlıdır bizim halkımız. Gerillasına bağlıdır. Türkiye’de çok önemli bir devrimci, demokratik gelenek vardır. Yeni gelişen gençlik öyle hiç boyun eğmeci değildir. Gençliğe de güvenelim yani. Gençliğin önünü açalım.
Böyle olursa, yani biz bu önemli süreçte, AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratırsak, inanın bana, gelecek çok daha, önü açılacak. Demokratik modernite paradigmasının önü açılacak, özgürlüklerin önü açılacak. Gerçekten, bu kırıldığı anda, bu gerçekliği yıktığımız anda, hem Türkiye hem Kurdistan ve genel anlamda Ortadoğu, yeni bir döneme adım atacak.
Böyle bir sürecin içindeyiz. Herkesin bunun ağırlığında, ciddiyetinde, sorumluluğunda davranması gerektiğini belirtebilirim. Bu da sadece, böyle bir sorumluluk da sadece gerillanın üzerine yıkılamaz.
Sadece gerilladan beklenemez. Devrimci halk savaşı dedik. Halk savaşından bahsediyoruz. Halklar birlikte, bir antifaşist cephe, bir antifaşist duruş açığa çıkartabilirse, savaşı durdurabilir. Yani 1 Eylül’ün de mesajını böylelikle vermiş olalım.