HABER MERKEZİ
İnsan denilen varlık, moral değerlerinden koparsa her şey olabilir, herkese de her şeyi yapabilir.
Moral değerleri insanı insan yapan değerlerdir. Bir çok yerde moral değerleri ahlak ve etik olarak ifade edenler de vardır. Bir insan ahlaki değerlerden koparsa, orada yaşanacak olan sadece ve sadece güdülerdir. Güdüleri ile hareket edip yaşayanların ise, insanlıklarından düştüklerini ise söylemenin gereği bile yoktur.
Ahlaki ölçülerden kopmanın bir yolu söz ile eylemi arasına farkın girmesidir. Söz başka eylem başka ise orada, ahlaktan ciddi manada bir kopuş yaşanmaya başlanmıştır.
Tüm kutsal kitaplar her şeyden önce söze değer verirler. Sözün ağırlığına, sözün kutsallığına verilen değer, insan olmanın en temel özelliklerindendir. Söz derken, söze bağlı yaşanması gereken yaşamı kutsal kitaplar kutsamışlardır. Söz ile yaşam duruşu yani söz ile eylem bir olmamış ise orada kutsal kitaplar, münafıklıktan söz etmişlerdir. Münafıklık söz ile eylemin çelişik olmasıdır. Sözü başka yaşamı başka olan kişilikler, özü itibariyle iki yüzlü kişiliklerdir. İki yüzlü kişilikler ise ahlaki değerlerden kopan kişiliklerdir. Ahlaki değerlerden kopan insanlar ise esasta insanlıktan kopmuşlardır. Böyle olanları kutsal kitaplar hem kabul etmemekte hem de mücadele edilmesi gerekli olan insanlar olarak görmektedir.
Evet, söz ile eylem birliği yoksa orada çok ciddi bir şekilde bozulmuşluk söz konusudur. Bu bilipte yapmama anlamına gelen münafıklığın da tam kendisidir. Siyasal literatürde buna oportünizm de denilmektedir.
Yine bir gün böyle diğer gün başka olan kişilikler vardır. Böyle olan kişiliklere omurgasız denir. Bugün böyle yarın başka olan kişilikler ilkesiz kişiliklerdir. İlkesi olmayan, ilkelere göre yaşamayan insanlar ise en tehlikeli olan insanlardır. Böyleleri alavere dalavereci kişiliklerdir.
”Omurgasızlık bir hastalıktır. Ancak salt fiziki bir hastalık değildir bu. Fiziki hastalıklara çağımızda çeşitli yol yöntemlerle çözümler bulunabilmektedir. Lakin daha büyük bir tehlike ise omurgasızlık hastalığının siyasal olanıdır. Kimisi buna omuriliksizlik diyor. Siyaset dilinde ise bu hastalığa oportünizm deniliyor.
Toplum, oportünizmi münafıklık olarak ele alıyor. Bu tanımlama belirtildiği gibi İslamiyet’in bir kavramlaştırmasıdır ve anlamlıdır. İslamiyet, toplumu ilgilendiren birçok hususta değerli isimlendirmelerde bulunmuştur. Bu kavramların başında münafıklık gelir. Zındıklık, haram, takkiyecilik başka önemli kavramlardır.
Ahlak toplumu var eden önemli bir toplumsal normdur. Toplum savunmasız bırakıldığında, onun ahlaki ölçüleri aşındırıldığında çok da uzun olmayan bir zaman diliminde o toplum ya da toplumlar çöküşü yaşar. Ahlaki bağları çözülmüş bir toplum ise zıvanadan çıkarak her türlü suç pratiğine gireceği gibi insan olmanın en asgari gerekliliklerini de yerine getirmemiş olacaktır. Özcesi ahlakı yitirilmiş bir toplum kaybetmiş bir toplum olarak, insanlığın başına bela haline gelecektir.
Erdoğan ahlak ölçülerini yitiren bir bireydir. Ahlaklı olmak dürüst olmayı. Samimiyeti ve özlü olmayı gerektirir. Lakin Erdoğan hem İslamiyet’in kavramlaştırmasıyla münafık yani sahtekâr, hem zındık yani dürüst olmayan ve inanmayan, hem haram yiyici yani hırsız, hem de takkiyeci yani özlü olmayıp bir yalancıdır.
Ve ilginç olan bu omurgasızlık yani omuriliksizlik siyaseti salt bir Erdoğan karakteri olmuyor. Hayır, tümden bir sahtekâr, aç, sonrada görme, yeni yetme Rus mafya tarzı, boşluklardan yararlanarak, her tarafını pazara sürmüş kendini satan ve süren bir kesim gözü dönmüş insanın, Ali Cengiz oyunuyla oluşturulmuş sözde ılımlı İslam diye geçinen ve ancak İslam’la alakası olmayan bir güruhun karakter yapısı ve mayasıdır. AKP bunun partileşmiş halidir. İsmi ak ancak kendisi kara, sözde Müslüman ancak özde kâfir, diliyle imanlı özüyle dinsiz ve imansız bu ekibin ortak bir yanı vardır; o da karaktersiz ve kişiliksiz olmalarıdır. Bir psikanalistçi bilim kadınının deyimiyle “insansal kimyaları bozulmuş bir topluluk!”
Bu AKP’nin daha doğrusu Erdoğan’ın en büyük numarası nedir diye sorulacak bir soruya verilecek en iyi cevap, iyi bir bukalemun ya da iyi birer bukalemun oluşlarıdır, olacaktır. Yani her renkten her renge giren, aynı anda, aynı mekanda hemen çark eden, sözünü daha sarf ederken duruma göre kızarmadan, bozarmadan değiştirme yeteneği gösteren kişilik ve kişilikler oluşlarıdır.
Bunu görebilmek için Soysuz ismindeki kişinin dün söyledikleri ile bugün söylediklerine bakmak yeterlidir.
Bunu görebilmek için Erdoğan ismindeki kişinin son yıllarda söylediklerini yan yana getirip analiz etmek de yeterlidir.
Erdoğan ismindeki münafık, zındık, takkiyeci, haramzade, hırsız, bukalemun kişiliğin geçmişine inmeden en son; ”Türkiye’de Kürdistan diye bir bölge mi varmış?” sözleri, dile getirmek istediklerimizi en iyi bir şekilde ifade etmektedir. Kardeşlikten, Kürtlere yapılanlardan derken Kürdistan’dan bolca söz eden bir Erdoğan’dan, ”Türkiye’de Kürdistan diye bir bölge mi varmış,” gelinmesi, omurgasızlığın, ahlaksızlığın, bukalemunluğun, takkiyeciliğin, münafıklığın nasıl bir şey olduğunu göstermesi açısından son derece öğreticidir.
Ve daha öğretici olan bir durum ise, güya Kürt olupta Erdoğan’ın yanında yer alan, Erdoğan’ın Kürtleri ne kadar da kardeş gördüğünü iddia edipte kendi ihanetlerini kamuflaj etmeye çalışan ve de kendilerini bir kaç kuruş için satan kişiliklerin görülmesidir.
Kürtleri ve Kürdistan’ı yok sayan bir Erdoğan’a kendi ihanetleri ile meşruiyet sağlayan bu kişiliklerin bundan böyle daha iyi görüleceğinin umuduyla, Kürdistan’ın neresi olduğunu öncelikli olarak bu kişiliklere ve münafıklara önümüzde duran seçimlerde gösterilmesi umuduyla…
Kasım Engin/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi