HABER MERKEZİ –
19.yy.da Osmanlı Kürt İlişkileri
Osmanlının kendini saran bunalımlardan çıkmak için ilk elden yaptığı şey, devlet kurumlarını yeniden düzenlemek olmuştur. Bu düzenlemelere halk için, açık demokratik, şeffaf yol ve yöntemler esas alınarak yaklaşılmamış, devlet içindeki kliklerin çıkarları, çatışmaları ve komploculukları damgasını vurmuştur. Örneğin II. Selim’in tahttan indirilmesi gibi bu yüzyılda yaşanan sultan tahta çıkarma indirme olayları, Yeniçeri ocağının kaldırılması, Ayanların devletle ilişkilerinin düzenlenmesi bir anlamda egemenlerin kendi içindeki çelişki ve çatışmalarının yansımalarıdır. Devlet içi düzenlenmelerin tümü iktidarın sağlamlaştırılması amaçlıdır.
Batıda yaşanan bilimsel, tekniki ve kültürel gelişme “gâvur icadı” adı altında halklardan uzak tutulmuştur. Katı dogmatik bir ideoloji ile halklarda “Müslüman milletlerin hassasiyetleri” körüklenmiştir. Dönemin emperyal güçleri, devlet içi değişikliklere müdahil olmuş, devleti amaçları doğrultusunda yapılandırmaya koyulmuşlardır. Bu devletler vergi kanunları, ticaret anlaşmaları, eğitim sistemi, askeri yapı, borçlar kanunu gibi alanlarda istedikleri değişiklikleri Osmanlılara yaptırmayı başarmışlardır. Diğer yandan da Ermeni, Asuri ve Rum halklarını misyonerlik faaliyetleri ile etkileyerek yapılan değişikliklerden yararlanmalarını, salık vererek kışkırtıp içerden destekleyici işbirlikçi unsurlar bulmaya çalışmışlardır. Batılı güçler tüm anlaşmalarda Osmanlının önüne Hıristiyan halkların siyasi, ekonomik taleplerini ve haklarını çıkarmış, ulus devlet paradigması ve milliyetçilikle bu halkları adeta zehirlemişlerdir. Bu durum karşısında Osmanlı devleti de “Müslüman halkların koruyucusu” argümanına sarılmıştır. Bunu fark eden başta İngiltere olmak üzere Fransa ve güçlü diğer Avrupa ülkeleri Araplardan başlamak üzere halkları milliyetçilikle etkileyip harekete geçirip, ayaklanmalar çıkarmaya başlamışlardır. Daha 1774’lerde Araplarda ulusalcı-milliyetçi Vahhabi Hareketi başlamış ve bu dönemden sonra Araplar ağırlıkta İngiliz ve Fransız politikaları etkisine girmiş, I. Dünya Savaşında İngilizlerle beraber Osmanlıya karşı savaşacak kadar anti Osmanlıcı olmuşlardır. Osmanlının bu dönemde geliştirdiği Osmanlıcılık, Panislamizm Kürtler dışında kimseyi etkilememiştir. Türklerde de giderek Jön Türklük, İttihat ve Terakki eliyle Turancılık, Pantürkizm kavramları ile ifade edilen milliyetçilik gelişmeye başlamıştır.
Bu dönemde yaşanan gelişmelerin Kürdistan ayağını üç boyutlu ele almak konumuzu daha anlaşılır kılacaktır. Birincisi; Kürtlerde ortaya çıkan gelişmeler, ikincisi; Osmanlının Kürt ve Kürdistan siyaseti, üçüncüsü; İngiltere, Fransa, Rusya gibi batılı devletlerin Kürtlere dönük politikalarının yol açtığı gelişmeler, sorunlar.
19.yy.da Osmanlının Kürdistan politikası yeni bir işbirlikçi sınıf yaratma amaçlı olmuştur. Bunun için siyasi, ekonomik olarak zorlanan ve değişimi kaçınılmaz hale gelen devletin yeni yapısıyla uyumlu olacak yeni bir tabaka ortaya çıkarmaya başlamışlardır. Bu dönem hakkında yeterince bilgi sahibi olmayanlar, bu gün AKP ile yapılanlara bakarak iki yüz yıl öncesini olduğu gibi anlayabilirler. T.C.nin bu gün yaptıkları 1808’de padişah tahtına oturan II. Mahmut ile start alan politikaların devamı, II. Abdülhamit politikalarının tekrarı gibidir.
Daha önce karşılıklı uzlaşma temelinde yürüyen Osmanlı, Kürt Emirlikleri ilişkileri, devletin merkezileştirilmesi, yeni vergi toplama ve askeri sistem oluşturma ve Hıristiyan halklara verilen kimi haklarla provoke edilmeleri sonucunda değişmeye başlamıştır. Bu süreçte tek taraflı yapılanlardan kaynaklı İdris-i Bitlisi ile Yavuz Selim arasında yapılan ve Kürt beylerinin ekseriyetinin kabul ettiği anlaşma esasları ile ilişiklerin devam etmesi mümkün olamazdı. Bunu fark eden Kürt beylikleri 1806’da Süleymaniye merkezli Babanzade ayaklanması ile tepkilerini ortaya koyarak, aleyhlerine bozulan gidişatı düzeltmek istemişlerdir. Böylece ardı arkası kesilmeyen isyanlar süreci devreye girmiş ve onlarca irili ufaklı isyan yaşanmıştır. 19.yy.da kapsam ve etkileri itibarıyla bu isyanlardan özellikle dördü üzerinden -Babanzade, Mir Muhammed, Bedirxan Bey ve Ubeydullah isyanları- 19.yy Kürdistan’ını belli boyutlarda anlamak mümkündür.
Osmanlı devletinin II. Mahmut ile başlattığı merkezileşme süreci içinde en büyük zararı Kürt halkı ve Türkmen halkı gördü. Direkt saraya bağlı çalışan vergi memurlarının keyfi ve yerel beyleri kayıran yaklaşımları, rüşvet almaları, sömürgeci, talancı ve soyguncu davranmaları halklar üzerinde yürütülen zulmü katlayarak artırdı. Halkların birkaç yere vergi vermesi durumu yaratıldı. O güne kadar yerel beylerin hâkimiyetinde olan Türkmenler ve Kürtler bu uygulama ile üç zalimin zulmü ile yüz yüze kalmaya başladılar. Türkmenlerde halk deyişi olan “…kaltak Osmanlı, ekende biçende yok, yemede içmede ortak Osmanlı” özdeyişi tek başına olup bitenleri anlatmaya yeterlidir. Kürt halkı arasında da “Roma reş” sözü bu dönem Osmanlı politikalarına duyulan tepki ile Osmanlıya verilmiş bir isimdir. Kürtler aynı zulmü T.C. döneminde de gördükleri için bu ismi bugün T.C. için de kullanmaktadır. Ekonomik olarak zenginliklerini yavaş yavaş kaybeden yerel iktidar güçleri, bundan rahatsızlık duymaya başlamıştır. Bu uygulamanın Kürdistan ayağı ise Kürt mirlikleri ile Osmanlı arasındaki ilişkilerin tümüyle bozulmasıdır. Kürt beyliklerinden vergi almak ve asker talep etmek, eski otonom yapılarını ortadan kaldırıp direkt Osmanlıya katmak anlamına gelmektedir. Kürt beyliklerinde asıl kabul görmeyen bu uygulamalardır. İsyanları tetikleyen de Osmanlı hanedanlığı ile Kürt emirlikleri arasındaki bu çelişkilerdir.
Dolayısıyla Kürt beyliklerinin veya bu sınıfın özelliğini taşıyan her kalkışma, eskiye dönüş talebi olan çıkışlar olmuştur. Kürt üst sınıflarında, Yunanlılar, Sırplar hatta Arap aşiretler düzeyinde görüldüğü gibi Osmanlıdan kopuşu sağlayarak siyasi bir yapı oluşturma amaçları ya olmamıştır ya da bu tam net ifade edilmemiştir. Bir kopuşa göre olabilecek iç ve dış ittifaklar yaratılmamıştır. Başta Soran (Mir Muhammet) ve Botan beyliği (Bedirxaniler) olmak üzere 19.yy.da gelişen isyanlarda dönemin gelişme düzeyleri verilirken ifade edilen askeri hazırlıklar, Kürt ve Kürdistan söylemleri daha önce kısmen Osmanlının kabul etmek zorunda olduğu 1500’ler statüsüdür. Yenilik olarak silah yapma dışında çok ciddi bir isyan hazırlığını yapmadıklarını söyleyebiliriz. O günkü durumları biraz da KDP’nin Irak’ta General Abdülkerim Kasım’ın (14 Temmuz 1958 darbesi generali) kabul ettiği siyasi hakları aşan taleplerinin olmamasına rağmen, sürekli Irak devleti ile çatışma içinde olmasına benzemektedir. Ancak burada sömürgecilerin eski sözlerinde durmayarak Kürtlerle yaptıkları anlaşmaları bozmalarının etkisi de vardır. Aslında sömürgecilik var olan anlaşmaları bozmuşsa veya bu anlaşmaların geçerliliği kalmamış ise siyaseten yapılması gereken yeni talepler ile mücadele etmek olmalıdır. İşte o dönem Kürt beylerinin anlayamadığı, anlamışlarsa da uygulayamadıkları budur. Dünyada ulus devletler çağı almış başını gidiyorken eski otonom, özerk statüyü istemek teslim olmaktır. Yaşanan da bu olmuştur.
19.yy. İsyanlarının ana eksenini oluşturan bu mantık olmuştur. Bundan ötürü Osmanlı da bu fırsatı başkaldıran Kürtleri ezme, teslim alma, devşirerek kendisine bağlı yeni kesimleri ortaya çıkarma temelinde kullanmıştır. Bütün isyan önderliklerini İstanbul’a çağırıp ikna etmeye çalışması veya sürgün etmesinin altında yatan yeni dönem işbirlikçiliğine razı etmek, olmuyorlarsa da yerlerine yenilerini çıkarmaktır. Zaten Babanzadeler ve Bedirxanilerin isyandan sonraki durumlarına baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz. Bedirxanilerden, Yezdanşêr isyan esnasında işbirlikçi yapılmıştır. Bedirxan Beyin kendisi isyandan sonra sürgüne gönderildiği Girit’te Osmanlıya karşı çıkan halk ayaklanmasını bir Osmanlı paşası gibi bastırmıştır. Yine Osmanlıdan maaşının artırılmasını isteyen dilekçeler vermiştir. 1878 yılında Bedirxan Beyin iki oğlu Osman ve Hüseyin Paşalar Osmanlı ordusunda paşadırlar. Aynı şey Babanzadelerde de mevcuttur. Mir Muhammet isyanı devam ediyorken İstanbul’a padişahın yanına gitmiş, paşalık ünvanlıyla geri dönerken tam anlaşılmayan bir biçimde yolda öldürülmüştür. Bunun gibi sıralayabileceğimiz bol sayıda örneklerle kimin kime karşı ayaklandığını ve ayaklananların gerçekten ne istediklerini anlamak oldukça zorlaşmaktadır. Kuşkusuz bu emirliklerin tüm fertleri aynı derecede sömürgeciliğe hizmet etmemiştir. Örneğin Celadet ve Kamuran beylerin Kürt kültürüne sınırlı da olsa hizmetleri olmuştur. Siyasi hareketler içinde yer almaya çalışmışlardır. Bu muğlaklık içinde talepler, yürütülen savaş, çekilen acılar, verilen çabalar siyaseten önemsizleşmektedir.
Osmanlının Arazi Kanunnamesi ile getirdiği yenilik Kürdistan’da “ağalık” denilen yeni bir kesimi ortaya çıkarmıştır. Arazi Kanunnamesi ile devlet tüm arazinin direkt işletme sahibi olmuştur. Bu kanunla artık bir beye bağlı bir bölge veya mıntıka kabul edilmemektedir. Devlet istediğine toprağının işletme hakkını vermektedir. Bu politika ile Kürdistan’da bugünkü işbirlikçilerin ortaya çıkarılması dönemi ve adımı atılmıştır. 1858’de çıkarılan kanunla, Osmanlı kendi adına birçok kişiye topraklarını işletme hakkı verip, karşılığında vergi vermesinin önünü açmıştır. Bununla amaçlanan üretimi artırmaktır. Bu biçimde toprak sahibi kılınmış kişilere bağlı çok sayıda köy oluşturulmuştur. Köyler bu biçimde parsellenmiş, köylüler bu yeni türeme ağalara ‘maraba-xulam’ olarak çalışmak zorunda bırakılmıştır. Daha önce beylerin, aşiret ağalarının hakimiyeti altında yaşayan halk, çıkan isyanların başarısızlıkla sonuçlanmasından doğan ölüm ve açlık korkusundan dolayı bu devlet ağalarının arazilerinde çalışmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu ağaları aşiret reisleri ile karıştıramamak gerekir. Aşiret reisleri aşiret tarihi ve kültürü içinde toplumsal bir kategoridirler. Ancak yeni ağalar devletin kendisi için yarattığı memurlardır. Bunlara atanmış ağa da denebilir. Bugün AKP’nin KOBİ’ler geliştirmek (Küçük Orta Boy İşletmeleri), teşvik kredileri ve destek fonları vermek gibi ekonomik politikalarıyla yaratmak istediği yeni işbirlikçi burjuva kesimlerin 19.yy.daki karşılığıdırlar. Aşiret reisi, meşruluğu olan Beq’dir, Mir’dir. Cömert, koruyucu, sorun çözücü gibi aşiret topluluklarının demokratik kültürünü temsil ettikleri oranda kabul gören meşru kişilerdir. Ancak yaratma ağalar, halk arasında kabul görmüş, otoritesi olan Kürt beylerine karşı geliştirilmiş, direkt ajan bir tabakadır. Bunların devletle ilişkileri 1500-1800 arasındaki beylerin ilişki düzeyinin çok çok gerisindedir. Osmanlı Kürt beylerine muhtaç olduğu için kendileri ile anlaşmış, çıkarları doğrultusunda kullanmak istemiş ve bu karşılıklı yürütülmüştür. Ancak Arazi Kanunnamesi ile Osmanlının atadıkları Osmanlı’ya daha sonra da T.C.ye muhtaçtırlar. Bunun için direkt ve dolaylı ajan bir tabaka olarak ortaya çıkarılmışlardır. Rıha, Dilok, Amed, Dıhok, Qamışlo gibi önemli yerlere yerleştirilen bu kesimler, Osmanlının II. Mahmut’la başlattığı süreçten sonra dağıtılan sosyal yapının, yeniden Osmanlıya bağlanacak şekilde yeni kesimleri olarak hazırlanıp halka dayatılmışlardır. Tehlikeli olan bu kesimler Kürdistan’da halen T.C.nin ayakları olarak tutulmaktadırlar.
DEVAM EDECEK…