İSTANBUL – Kadın cinayetleri özellikle Kurdistan özelinde devletin kadınlara yönelik özel savaş uygulamaları nedeniyle görünür olması engelleniyor. Devletin Kürt kadınlarına yönelik uyguladığı özel savaş politikaları, Kuırdistan’da kadın cinayetleri ve kadına yönelik suçlarda artışı da beraberinde getirdi. Kurdistan’da kadına yönelik cinsel şiddet, cinsel taciz ve istismar vakalarında özellikle devlet güçleri ve çalışanlarının ilk sıralarda olması, kadın cinayetlerinde ise cinayetleri ‘töre’ ‘namus’ gibi kavramlarla tanımlamaları, Kürt kadınlarına yönelik saldırıları özellikle Türkiye’de görünmez kılmayı kısmi olsa da başardı.
Devletin Kürt kadın siyasetçilere yönelik saldırılarının görmezden gelindiği, Kürt kadınlarına yönelik saldırı ve cinayetlerin ise sıradanlaştırılmaya çalışıldığı bir ortamda, Kürt kadın kurumlarının kadına yönelik bu özel savaş politikalarına karşı tavır ve eylemleri Kürt kadınına yönelik saldırıları görünür kılmayı başardı.
TÜRKÇE BİLMEDİKLERİ İÇİN ŞİKAYETTE BULUNMUYORLAR
KAMER’in 2015 yılında yayınladığı bir rapora göre sadece Kürtçe bilen kadınlar, Türkçe bilen kadınlara göre üçte bir oranında daha az şikayette bulunabiliyor. Burada şikayet edecekleri devlet kurumlarında Kürtçe konuşmanın yasak olması ve devletin Kürtlere bakışı önemli bir yer tutuyor.
2007 yılında Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat tarafından Türkiye’de kadına yönelik şiddete dair yapılan bir araştırmada ise, Kürdistan’da kadına yönelik fiziksel şiddet oranın Türkiye geneline bakıldığında yüzde 63 olarak tespit edildi. Yaşanan bu şiddet olaylarının çoğu ise yargıya yansımadı.
TÜİK ise 2016 yılına dair açıkladığı verilerde, Türkiye genelinde en çok fiziksel şiddetin uygulandığı alan olarak Kurdistan illerini gösterdi. Bu veriler dışında devletin kolluk güçlerinin karıştığı yüzlerce olay ise kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet araştırma ve raporlarına yansımadı.
Bu saldırılardan bazıları şöyle:
* Ağustos 2022’de Şırnak’ta Firdevs Babat adlı 17 yaşındaki çocuk, korucu Ramazan Babat tarafından katledildi.
* 12 Kasım 2022’de Amed’de Meryem Sevim adlı kadın Musa Sevim adlı erkek tarafından katledildi
* 14 Mayıs 2022’de Şırnak’ta Sakine Kültür adlı kadın, Şırnak Özel Harekat Ocakları Şırnak İl Başkanı tarafından işkenceyle katledildi
* 16 Mayıs 2022’de Karakoçan’da Remziye Apaydın adlı kadın korucubaşı Nihat Can tarafından katledildi
* 8 Haziran 2022’de Rozerin Yıldız, boşanmak istediği bekçi Özcan Yıldız tarafından katledildi
* 17 Haziran 2022’de Amed’de MHP İl Başkanı Cihan Kayaalp, çocuğa tecavüz davasında delil olmasına rağmen beraat etti
* 26 Temmuz 2022’de 13 yaşında N.Ç. aralarında asker, korucu, devlet memuru, imamların olduğu erkekler tarafından uzun süre sistematik cinsel istismara maruz bırakıldı. İstismarın baş sanıklarından Şeyh Davut D. AKP ve devletin birçok etkinliğine özel davetli olarak katıldı.
ŞÜPHELİ ÖLÜM YOK, GİZLENEN ERKEK ŞİDDETİ VAR
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Amed Şube Eş Başkanı Gizem Miran ve Rosa Kadın Derneği Denetim Kurulu Üyesi Halime Akyol, Kürt kadınlarına yönelik saldırı ve cinayet girişimlerini ANF’ye değerlendirdi.
Kurdistan’ın sömürgeleştirmeyle yüz yüze kalan bir coğrafya olduğunu belirten Halime Akyol, yaşamın bütün alanında özel bir politikanın uygulandığını, siyasetten spora bütün politikaların özel bir yaklaşımla ele alındığını belirterek, “İntihar, kaza ya da yüksekten düşme gerekçeleriyle şüpheli kadın ölümleri ülkenin her yerinde artış göstermiş. Aslında şüpheli ölüm değil, gizlenen bir erkek şiddeti vardır. Özellikle Cumhurbaşkanlığının son kararnamesi ile erkek şiddetinin artarak devam ettiğini görmekteyiz” diye konuştu.
Kurdistan’da yaşanan kadın cinayetlerine yönelik ‘töre’ ve ‘namus’ kavramlarının kullanılmasına da değinen Halime Akyol, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kadın cinayetlerini ülkenin doğusu ya da batısı olarak ayrıştırmak doğru bir yaklaşım olmadığı gibi Kürt kadınının özgürlük mücadelesini kırmaya dönüktür. Oysa kadın cinayetleri politiktir.”
Erkek egemenliğinin uygarlık inşasında gösterdiği fiziki gücün avantajıyla başladığını belirten Halime Akyol, gelinen noktada ise kadını ‘terbiye edilmesi’ gereken, erkeğe de özgürlük sorunu olmayan, kurtulmuş cins olarak görmesini sağlayan bir algının oluştuğunu vurgulayarak, “Mevcut iktidar, hem söylemleriyle hem de uygulamalarıyla bu algıyı desteklemiştir. Bu sebepten erk zihniyetin erkek bedeninde vuku etmesine sebep olmuştur. Gücünü iktidarlardan alan erkeğin kendini yaşamın kaynağı olarak görmesi ve yaşamın her alanında hissettirme ısrarı kadında güçlü bir biçimde cins çelişkisini sorgulatmaya başlamıştır. Kadının yaşama daha çok katılma isteğini uyandırmıştır. Kadını kendi varlığını ispatlama pozisyonuna bırakmak bir faşizmdir” dedi.
KÜRT KADINLAR TÜM KADINLARI ÖRGÜTLEYECEK GÜCE VE DENEYİME SAHİP
Kürt Özgürlük Mücadelesinin kadın özgürlük mücadelesine katkısının aşikar olduğunu, tüm baskı ve yıldırma politikalarına rağmen Kürt kadınının ahlaki ve politik özün gelişimine katkı sağlayarak ‘Jin Jiyan Azadi’ felsefesiyle yeni bir zihniyet oluşturduğunu belirten Halime Akyol, “Erk faşizmine karşı enternasyonal bir kimlik kazandırmak için örgütlü gücünü ve ısrarını haklılığından alarak cesurca mücadele etmeye devam ediyor. Binlerce yıldır oynanan kadın kimliğine karşı cesur direngen ve örgütlü oluşu elbette ki bazı güçleri korkutuyor. Özellikle Kobanê sürecinde gücünü erkeğin kasları ve kasıklarından alan erk zihniyete karşı, Êzidî kadınlara yapılan taciz-tecavüz ve köle pazarlarında satılmasına tepki gösteren Kürt kadınının “Dayak atmak için gelen erkeklere dayak atması” mevcut anlayışa karşı bir meydan okumaydı.
Yine İran’da zorunlu baş örtüsüne karşı çıktığı için ahlak polisleri tarafından nezarethanede katledilen Kürt kadını Jina Emînî’nin cenaze töreninde “Jin Jiyan Azadi” sloganı ile başlayan protestoların dünyanın her yerine yayılması kadının gücünü bir kez daha gösterdi. Bu Kürt kadınının tüm kadınları örgütleyecek güce ve deneyime sahip olduğunun bir göstergesiydi. Erke faşizmine karşı kendini ispatlamak zorunda bırakılan kadınlar hep var olacaklar” diye konuştu.
Son dönemde HÜDA-PAR’ın yeniden ortaya çıkmasına da değinen Halime Akyol, şu değerlendirmelerde bulundu, “Hizbulah’ın uzantısı olan HÜDA-PAR gibi yapıların tekrardan ortaya çıkması 90’larda yaşanan işkence ve ölümleri hatırlatıyor. O dönemde Kürt kadınların özellikle yüzlerine kezzap attıklarının tanığıyız. AKP’nin söylem ve uygulamalarıyla ‘dizginleyemedikleri’ kadınlara karşı HÜDA-PAR üzerinden bir mahalle baskısı yaratıp bu örgütlü gücü, korku kültürünü tırmandırarak dağıtmak mı istiyor acaba dedirtiyor.”
DEVLET ARGÜMANLARIYLA BASINA YANSIYOR
Kurdistan’da yaşanan kadın cinayetlerine ilişkin bazı STK ve devlet kurumlarının cinayetlerin sebeplerine ilişkin ‘töre ve namus’ kavramı kullanılmasının sebeplerinin ulus devlet anlayışının temelinde olduğunu belirten Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Amed Şube Eş Başkanı Gizem Miran, sözlerini şöyle sürdürdü: “Öncelikle köklü bir bakış açısını oluşturan özellikle ulus devlet anlayışının da temelini oluşturan kadının cinselliğinin denetimini amaçlayan ahlaki değer ve kurallardan oluşan bir namus kavrayışı, devlet argümanlarıyla basınının gündeminde namus cinayetleri çerçevesinde taşınmaktadır. Basın aracılığıyla ataerkil kodlarından sıyrılmamış topluma yeniden bu kodları güçlendirecek besleyecek yayınlar yapılmaktadır.
Bu kavram (namus cinayeti) çoğu zaman Türk aydınları tarafından da devletin resmi ideolojisini beslemek maksadıyla, cinsiyete ve etnik kökene dayalı bir ayrımcılık olduğu görmezden gelinerek uzun yıllarca kullanılmış, kadın mücadelesiyle gerilemiş olsa da hala bazı sivil toplum kuruluşlarınca kullanılmaya devam etmektedir.”
‘NAMUS VE TÖRE’ KAVRAMLARI, KADINLARIN HAKLILIĞINI GİZLEMEK İÇİN ÖNE ÇIKARTILIYOR
Kürt kadınlarına yönelik saldırı ve cinayetler için kullanılan ‘namus ve töre’ kavramlarının ‘Kürt halkının özellikleri’ olarak vurgulanmasına ve tartışılmasına karşı çıkan Gizem Miran , bu tartışmanın bilinçli bir şekilde çıkartıldığını belirterek, “Kürtlerin maruz kaldığı devlet baskısının, kadın yönelik şiddet kadın cinayetleri dâhil birçok şiddet türünün kaynağı olduğu görmezden gelinerek namus cinayetlerini ataerkil yapının ürettiği bir şiddet türü olarak tartışmak yerine, “Kürt halkının özelliklerinin” bir sonucu olarak tartışmayı bilinçli olarak tercih etmektedir. Zira bu yöntemle Kürtlerin en temel demokratik haklarını talep etmeleri ulusal ve uluslararası kamuoyunda ‘hak’ görülmesinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Özet olarak söylemek gerekirse gayet bilinçli bir tercih olan bu kavram seçimi kadını feodal ilişkiler içine sıkıştırmaya çalışırken aynı zamanda devletin Kürt sorununa bakışını ortaya koymaktadır” ifadelerini kullandı.
Kurdistan’da şiddete uğrayan kadınların ana dillerinde başvuracakları bir mekanizma olmamasına değinen Gizem Miran, zaten normal şartlarda da kadının şikayette bulunmasının zor olduğunu dile getirerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Aslında kadına yönelik şiddetin mağduru olmuş kadınlar yargı mekanizmasının en alt biriminde bulunan kolluğa veyahut savcılığa gidip şikayette bulunma kararını bile zar zor alırken kendi ana dillerinde başvuracakları bir mekanizmanın olmaması da kişileri harekete geçmede zorlayıcı bir etken olarak karşımıza çıkmakta. Şiddete maruz kalan kadınlar veyahut kadın cinayetleri sonrasında mağdur olan aile üyeleri ancak bu alanda çalışan kadın kurumlarına veya biz hukuk kurumlarına başvurabildiğinde ya da bizler medya aracılığıyla durumdan haberdar olup kendilerine ulaşabildiğimizde etkin bir hukuk mücadelesi içine girebilmekteler. Çünkü hukuk sisteminin her bir aşaması kendi içinde erk bariyerlerle dolup taşıyor. Her bir mekanizmanın süreci mağduru daha da yormakta, çıkardığı güçlüklerle ikincil bir mağduriyete daha sebebiyet vermektedir.”
ERKEKLERE İNDİRİM BAŞKA YOLLARLA DEVAM EDİYOR
Kadın cinayetlerine yönelik erkeği savunan hukuk sistemine de değinen Gizem Miran, 2003 yılında kaldırılan TCK 462. Maddenin, yürürlükten kaldırılmış olsa da halen benzer maddelerle uygulandığını dile getirdi. Miran konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı: “Bilindiği üzere eski Türk ceza kanununda yürürlükten kaldırılmadan önce TCK 462. maddesi, ‘namus cinayetlerinin’ ilgili maddesi olarak anlaşılıyordu. Yürürlükten kaldırılan ve kanun metinlerinde “zina halinde yakalanma, özel ağır tahrik” altbaşlığı16 ile yer alan bu madde kadın cinayetlerinde özel tahrik ve indirim sebebi olarak uygulama alanı bulmuştur.
Kadın hareketlerinin mücadelesi ve AB uyum süreci içerisinde 2003 yılında Temmuz’da yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak yasa metninden her ne kadar kalkmış olsa da erk devlet sisteminin bir parçası olan erk yargı tarafından hala kadın cinayetlerinde bu durumun indirim sebebi olarak kullanıldığı fail erkeklerce de en başta başvurulan bir savunmaya dönüştürüldüğünü görmekteyiz. Kadınlar birlikte oldukları ya da boşanmak istedikleri eşleri, partnerleri, ilişki istemedikleri bir yabancı, ağabeyleri, babaları, en yakınlarındaki erkekler tarafından şiddete uğramakta veya katledilmektedirler.
Bunun en son örneklerinden biri 13 Kasım 2022 tarihinde fail Musa Sevim tarafından uzun süre duygusal birlikteliğe zorlanan Meryem Sevim’dir. Merve Sevim, kendisiyle birlikte olmak istemediğini belirtmesine rağmen sistematik olarak psikolojik şiddete maruz kalmış ve failin evlenme teklifini reddetmesiyle katledilmiştir. Musa Sevim uzun bir süre sonra kurumların gündemde tutması ve baskısıyla tutuklanabilmiştir.”
Kaynak: ANF