HABER MERKEZİ-Dımdım Kalesi ya da Kürtçe’deki adıyla Kela Dimdimê; Doğu Kürdistan’da, Urmiye Gölü’nün batısında, Urmiye kentine 18 km uzaklıkta bulunan bir tepenin üzerinde kuruluydu. Kalenin üçte ikisi bir uçurumun kenarındaydı, bir tarafı ise Dımdım tepesine yaslıydı.
Kürt yazar Ereb Şemo, 1966 yılında kaleme aldığı “Dımdım Kalesi” isimli kitapta kaleyi ve etrafını şöyle anlatır:
“Beroderan Aşireti’nin yerleştiği Dımdım dağları, Kürdistan’ın büyük dağlarındandı. Bir tarafı Musul’a; yani Mezopotamya’ya, bir tarafa Van’a; yani Osmanlı’ya, diğer tarafı da İran sınırına bakıyordu. Bu dağ baştan başa meşeyle kaplıydı. Burada derin vadiler ve dümdüz ovalar uçsuz bucaksızdı. Pınar suları şırıl şırıl akıyordu. Meralar ve çimenler vardı. Bahçelerinde meyveler yetişirdi. Bazı yerlerde büyük göller dikkati çekerdi. Kıyılarında kuş ötüşleri eksik olmazdı. İnsanı hayran bırakırdı bu sesler. Göllerin içindeki adacıklarda ve kıyılarda ördek, turna, kırmızı yabani turna, yaban kazları ve diğer birçok kuş türünün yuvaları vardı. Kıyılarında kuş ötüşleri eksik olmazdı. İnsanı hayran bırakırdı bu sesler.
… Yaz ve kış aylarında, her gün karanlık çökünceye kadar mutluluk ve neşe vardı. Bazen de başka diyarlardan; Bağdat, Basra, Beyrut, Şam, Halep ya da İstanbul’dan Kale kentine tüccar kervanları gelirdi. Develerin boynundaki zil sesleri şehirde yayılırdı. Yeni Kürt ozanları Hakkari, Diyarbakır, Süleymaniye, Cizre ve diğer yerlerden gelir, burada saygı görürlerdi. Son savaştan önce Dımdım Kalesi’nin bütün kahvehanelerinde, çarşıda, hayvan pazarında, odalarda, kısaca her yerde şenlikler vardı. Sazlar çalınır, kasideler ve ezgiler okunurdu. Bazen kahvehanelerde, İran ve Osmanlı padişahlarına karşı defalarca savaşmış dedeler sohbet eder; Kürtlerin işgalcilere karşı nasıl kahramanca çarpıştıklarını anlatırlardı.”
KÜRDİSTAN ŞANDAN YOKSUN KALMASIN
İslamiyet’in Kürdistan’a gelişinden önce inşa edilen bu kale, 1609 yılının başında Bradost Emiri Emirxan Lepzerin (Altın Elli Han) tarafından elden geçirilerek tamir edildi. Kimi kaynaklarda adı “Xanê Çengzêrin” Emirxan’ın başında bulunan emirliğin yönetimi, 1603-1618 yılları arasında vuku bulan Osmanlı-Safevi Savaşı sırasında Safevilerce tanındı. Emirxan, Urmiye Gölü civarında bulunan Tergever, Mergever ve Biradost’ta kısa sürede sınırlarını genişleterek İran’ın egemenliğine başkaldırdı.
Yüzyıllarca Dımdım Kalesi etrafında cereyan eden olayların türkü ve kilamlara dönüşerek dengbêjlerce aktarılan anlatıma göre İran şahı Abbas, Kürt emirine “Tanı benim tacımı, tanımazsan yok ederim seni” diyerek tehdit etti. Emirxan ise “Varsın yiğitler ölsün ama Kürdistan şan ve şereften yoksun kalmasın” cevabıyla İran şahına kafa tuttu.
Kürt emirliğinin bağımsızlık girişimi karşısında İran orduları, 24 Kasım 1609’da kaleyi kuşatmaya aldı.
Aylarca süren kuşatma ve saldırılara rağmen direniş kırılmıyor, Kürtler teslim olmuyordu. Ancak her ne kadar Kürt emirliği hazırlığını yapmış da olsa halk büyük bir açlıkla karşı karşıyaydı.
Destanda halkın bu durumu ve adı “Xano” olarak geçen Emirxan’ın tavrı şöyle anlatılır: “Birkaç aydır mağduriyet yaşayan kadın, çocuk, dede ve nineler kaleye kıstırılmıştı. Kaledeki ekmek stoku tükenmek üzereydi, açlık baş göstermişti. Xano bazen dolaşır, insanların açlıktan gevşediklerini zar-zor yürüyebildiklerini görürdü. Buna rağmen hiç kimseden ‘teslim olalım’ sözünü duymadı.”
DIMDIM KALESİ’NİN KADIN TABURU
Dımdım Kalesi’nin direniş günlerinde Kürt kadınlar, büyük bir cesaret ve kahramanlık örneği sergiledi. Ayrı bir tabur kurarak bu direnişte yerlerini alan kadınlar, kalenin askeri meclisinde de temsil edildiler.
Dımdım Kalesi’nin direnişinde ismi geçen kadınların başında Zadîne Xatûn, Perîzad Xatûn ve Guher Xatûn gelir. Ereb Şemo’nun Rus kaynaklardan ve dengbêjlerin anlatımından derleyerek kaleme aldığı romanda kadın taburu ve komutanı Zadine Xatûn şöyle yer alır:
“Xano, köylerden gelen halkın arasından çıkıp askerlere doğru ilerleyince, onların bulunduğu yerin daha da aşağısında, bir tabur kadın askerin ellerindeki ok ve yaylarıyla bir uçurumun kenarında beklediklerini gördü. Birkaç adım beride orta yaşlı bir kadın duruyordu. Hamza Çavuş’tan eğitim almış gibi dimdik duruyorlardı. Kadın, Xano’ya bakıyordu. Sağ kolunda ok ve yay, sol tarafında kısa ve güzel kılıç asılıydı. Xano onlara biraz yaklaştığında önce bu kadın, sonra da bütün kadınlar aynı anda başlarını eğerek temenna ettiler.
Malarinda kabilesinden Zadîne hanım iri yarı bir kadındı. Saçları kıvırcıktı, yeni doğmuş bir oğlağın tüylerine benziyordu. Saçını bağlamasına karşın, iki kalın ve uzun örüğü görülüyordu. Yüzü, yazın sıcağında biraz yanmıştı. Şakakları elma gibi al al olmuştu. İri ve hayta gözlere sahipti. O gözlerle baktığında, yayından çıkmış ok misali karşıdakini vururdu. Burnundaki hızmayı, o ara yüreği buruk olduğunda çıkarmıştı. Ama hala yerleri belliydi. Biçimli bir etek vardı üzerinde. Uzun eteğini katlamış, ata rahatça binebilsin diye arkasını dikmişti. Önünde geniş ve pileli bir peştemal vardı. Bunu da kolayca ata binebilsin diye önüne asmıştı.”
Dımdım Kalesi’nin bir başka kadın direnişçisi Guher Xatûn ise Emirxan’ın annesiydi. Oğluyla birlikte kalenin yönetiminde söz sahibi olan Guher Xatûn, 1610 yılının Mayıs ayında halk açlık ve susuzluktan kırılınca, kalenin ele geçirilmemesi için kalenin içine daha önce döşediği barutları patlatarak kalenin büyük bir kısmını yerle bir eder. Çünkü Safevi orduları, kaleye giden gizli bir su kanalını keşfedip kapatınca, kale halkı susuzluktan kırılmakla karşı karşıyadır ve Guher Xatûn’un başka seçeneği yoktur.
Her ne kadar 14 Mayıs 1610’da halkı büyük bir kıyımdan geçiren İran askerleri, kaleyi geçirmiş olsalar da Dımdım Kalesi etrafında gelişen Kürtlerin direnişi 7 yıl boyunca sürdü. Şüphesiz bu direnişte de kadınlar önemli bir rol oynadı.
1616 yılında Perîzad Xatûn dışarıdan bir grup askerin desteğiyle Dımdim Kalesi içinde bir direniş örgütler. Fakat 12 günün ardından direniş bastırılır ve kale halkı bir kez daha katliamdan geçirilir.
KALENİN KADINLARINDAN DİLBER…
Dımdım Kalesi’nde yaşayan kadınların kendine has giyim tarzları da vardır. Ereb Şemo’nun kaleme aldığı romanda yer alan kadınlardan biri Dilber şöyle tarif edilir: “İnce, uzun bir vücudu vardı ki bir flamingonunkini andırıyordu. Ay gibi parlayan yüz, yuvarlak bir çehresi vardı. Saçlarını her zaman yirmi dört ayrı örük yapar, beline kadar uzatırdı. Saçının örgüleri dağılmasın diye kırmızı kurdelelerle nazar boncukları bağlardı. Nazara karşı tılsımlı Kuran ayetlerinden muskalar yaptırmış, bu örgüleri asmıştı. Belinde altın ve gümüşten bir kemer vardı. Başında da gümüşten yapılmış ve etrafı da gümüşten püsküllerle süslü bir kep vardı. Şakaklarından uzattığı lüleler boynundaki yuvarlak takılar, boncuklarla ve diğer güzel süsler göğsünü örtüyordu. Burnunun sağ tarafında püsküllü bir hızma sarkıyordu. Püsküller öyle uzundu ki neredeyse sırtına kadar iniyordu. Hatta bilezikleri bile püsküllüydü. Ayağına hep Van işi kundura giyerdi.”
Kaynak: ANF