HABER MERKEZİ – Direnenler fiziki ölümden çekinmediler. Beyin ölümünü yaşamaktansa, direnerek şehitliğe ermek onur dediler. Kürdistan’da yaşam, ancak direnmekle olur.
Ölüm kimine göre zamansız, kimine göre de hakikate ulaşmış bir ömrün toplamıdır. Bu kavramı belirleyen iki hece (ö-lüm) olsada, kuramını belirleyen İnsanın anlam arayışı veya diğer adıyla kendini bulma mücadelesinde yaşama atfettiği kutsallıktır. Şimdi hakikat bilincimizin altında yatan Ölüm nedir? Ölümü sadece ruhun maddi dünyadan ayrılmasıyla ele alabilir miyiz.? Eğer böyle ele alınacaksa yaşayan toplumsal ölüler dünyasına ne diyeceğiz.
Kavram olarak fiziki ölüm, hücrelerin bedenden ayrışmasıyla gerçekleşiyor, fakat kendi toplumsal hakikatinden kopuşta diğer bir ölümü ifade ediyor. Ölümün iki çeşide tekabül etmesi bundan dolayıdır. Fakat farkındalığın açığa çıkardığı toplumsal hakikat ise, biri anlam yitimini, diğeri ise anlamın yaşamsallığını ifade ediyor. Biri maddi ve manevi yaşamı gelecek için vaad ediyor, diğeri madde ve manevi yaşamın ölümünü gerçekleştiriyor. Mesela Gözünü kırpmadan dar ağacına çıkan Seid Rıza “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim. Bu bana dert oldu. Bende sizin önünüze diz çökmedim. Bu da size der olsun” belirlemesi, ölümü anlamlı ve onurlu kılan felsefik bir arayışın açığa çıkardığı toplumsal bir hakikattir. Aslında insana direnç ve irade azmi kazandıran da bu hakikattir. Bu hakikata ters düşmek, kendi celladı karşısında diz çöküp eyvallah etmek, ölümün ve onursuzluğun bir diğer adıdır. Kimileri bu yaşam dışındaki bir yaşama yaşamak diyebilir. Maddi yaşamın arzu ve isteklerini bunun üzerinden tatmin edebilir. Fakat şereflice bir ölümün bile yaşamın en onurlu ifadesi olduğu, Kürt halk gerçeğinde defalarca kanıtlanmış, vazgeçilmez bir hakikata dönüşmüştür.
Hakikati öğrenme ve kendini keşfetme arzusu her insanda aynı düzeyde açığa çıkmaya bilir, verili olana karşı direniş geleneğine dönüşmeye bilir. Fakat direniş realitesi bir hakikattır. Ezilen her insan bu hakikata tabi olmakla mükelleftir. insan olmak; kendi toplumsal anlamsallığından kaçıp başkaları tarafından tanımlanmış düşler, yalanlar ve yüzeysellikler dünyasında yaşamayı değil, tersine büyük acı ve zahmetlere yer vererek kendini toplumsallığının hakikatiyle bütünleşmektir. Yoksa diğer türlüsü hakikatsizliğin gırdabında, maddi dünyanın yaşayan ölüleri olmaktan öteye gitmeyecektir. Dolayısıyla Kimin öldüğü, kimin yaşadığı, kimin zincirlendiği, kimin Özgürleştiği, hakikatsizliğin mekanlarını terk etmekle kesinlik kazanacaktır. Ölümsüzlüğün ortaya çıktığı, bağımlılık zincirlerinin kırıldığı, özgürleşmesinin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı tek yol hakikatsizliğin mekanlarını terk etmek olacaktır. Hakikatsizliğin bu türden mekanlarını terk etmek, hakikat arayışında Özgürleşmektir. Kendin toplumsallığının hakikati ile bütünleşmektir. Nitekim “Hakikat toplumsal varlığın özgürleşmesidir… Özgür olmak, anlamlı ve hakikatli olmakla mümkündür. Özgürlüğü olmayanın kimliği, dolayısıyla anlamı ve hakikati de olmaz. Hakikat gerçek olmayıp, gerçeğin bilince varmış halidir. Hakikatsiz gerçek, uyuyan gerçekliktir. Uyuyan gerçekliğin sorunu yoktur. Hakikat, uykudaki gerçekliğin uyandırılmış halidir.”
Toplumsal hakikatin uyandırılmamış hali, bilincin maddedeki erezyona uğramış hali gibidir. Çünkü ölü veya diri olmak sadece nefes alıp vermekle kanıtlanamaz. Bilinci idrak hakikatine götüremez, enerjinin akışını sağlayamaz. Bir arayış söz konusu olsada bireysellikten öteye götüremez. Bu açıdan toplumsal bilincin uyandırılmış hali, bilinmeyeni bilince çıkarma, süreklileşen bir özgürlük mücadelesine kavuşturma, ancak uykudan uyanmış bir hakikatin enerjisiyle mümkün kılınabilinir. Bu gerçekleşmediği müddetçe yaşayan ölüler topluluğundan kendimizi kurtaramayız.
Bu açıdan direnenler fiziki ölümden çekinmediler. Beyin ölümünü yaşamaktansa, direnerek şehitliğe ermek onur dediler. Kürdistan’da yaşam, ancak direnmekle olur.
Yeni Özgür Politika – Deniz ARARAT