HABER MERKEZİ
Bu tanışma faslı boyunca iki çizgiyi de günümüze dek bulabilmek mümkündür. Sümer uygarlığına direnen kabileler özgür yaşamda ısrar edip, öz-kültürünü sürdürmüşlerdir. Direnemeyenler ya köleleşmiş ya da benzeşmişlerdir. Üst aristokrat sınıf, yenemediği uygarlığa benzeşmiştir. Gudea Hanedanlığı, Hurriler açısından ilk benzeşme örneğidir ve Med’lere dek kimi özgün yanlar siyasi yönetim sistemine yansısa da benzeşme, sınıflaşma süregelmiştir. Kürt dilinin ve kültürünün yoğun Aryenik etkileri, günümüzde yaşayan kimi neolitik yaşam ve inanış şekli kısmi değişimlere uğrasa da varlığını sürdürmüştür. Bunun altında yatan bir neden de Kürtlerin de tarihte devlet olabilmeleri değil, Kürtlerin de özgürlüğünde ısrar etmeleri ve devletleşen üst aristokratik kesime rağmen, direnen kabile gerçeğidir.
Med’lerin döneminin en güçlü imparatorluk olmasını sağlayan, oluşan aşiret konfederasyonunun önceki dönemkilere oranla zayıf bağlarla değil, daha güçlü birlikler oluşturmasında yatar. Bunun da nedeni, kabile ve aşiret kültürünün ideolojik bir dayanağının olmasıdır. Dönemin ideolojik dayanağı inançlar ve dinler olmaktadır. Med’lerin ideolojik dayanağı da Zerdüşti inancıdır. Zerdüşti inancı Aryen kültürü taşıdığı için Kürt aşiret yaşam tarzında ifadesini bulabilmiştir. Zerdüşti inanç yaklaşık 3 bin yıl önce belirse de, M.Ö. 600’lerde (Med’lerin çıkışına denk gelir) daha etkili hale gelir. Zerdüşti inanç toplum için ahlaki ve politik bir devrim niteliğindedir. Magi rahiplerin bu yönlü toplum üzerinde büyük etkisi vardır. Bu durum toplum açısından, özellikle Kürt geleneği açısından daha üst düzeyde bir bilinç şekillenmesini ifade eder. Öte yandan İran saraylarında Zerdüşti inancın içi boşaltılmıştır. Mag rahipleri, Zerdüşti inancın toplum arasında birlik oluşturan, hükmü kabul etmeyen, doğayla iç içe yaşayan öğretileriyle; iktidara direnen, demokratik ve öz değerleri koruyan tarikatlar oluştururken; Pers ve ardı sıra Sasani saraylarında kalan rahipler ise olumsuz rol oynamıştır. İktidarla işbirliğine giren Zerdüşti Rahipler, İran krallıklarında toplum karşıtı etkileriyle, gelişen felsefik, ahlaki derinliği geriye çekmeyi başarmışlardır. Medlerden yüzyıllar sonrasında, Sasani saraylarında Mag rahipleri (iktidara bulaştırılmış Zerdüştilik) Mani’yi de idam ettirmiştir. Eğer gelişecekse toplumsal açıdan ve Ortadoğuyu ileriye taşıma yönünde büyük etkisi olacak düşünce öğretisi olan Maniciliğin, Mani’nin idam edilmesiyle etkisi kırılır.
Kürt toplumsallığında önemli bir etkisi olan Zerdüşti inanç, merkezi uygarlıklarla işbirliğine girmeyen kesimde etkisini güçlü bir şekilde sürdürmüş ve hem Zerdüşti inanç direnen Kürt gerçekliğinde özünü korumuş hem de Kürt geleneği bu inanca dayalı olarak öz kültüründe ısrar ederek direnmiştir. Günümüzde Zerdüşti geleneğe dayalı veya o etkileri taşıyan Êzidi, Alevi, Kakai ve Yarsanların kültürlerini sıkı sıkı koruyan, egemenlik kabul etmeyen yanları bu tarihsel gerçeklikle bağlantılıdır.
Totemik dinlerden İbrahimi dinlere geçişte ara halka rolünü Zerdüştilik oynamıştır. İbrahimi gelenek ise Semitik kültüre dayanır. Hz. İbrahim’in çıkışı da kabile birliğini ifade eder. Pek çok kabilelerin putlarından, kabile birliğini ifade eden tek ve herkese eşit uzaklıkta tek tanrı inancını geliştirir. Bu inanç Mısır ve Babil Uygarlıklarındaki tanrı-kral inanışının çöküşünde önemli rol oynar. Sonrasında gelişen İbrahimi din olan Yahudilik inancı İbrani kavmiyetçiliğin gelişmesinde etkili olmuştur. Yine Yahudilik inancı da özellikle Babil sürgünün ardından (Tevratın da yazıldığı yıllardır) Medlerle kurduğu ilişkilerde Zerdüştilikten büyük oranda etkilenmişlerdir.
İnançların, kültürlerin karşılıklı etkileşimi tarih boyunca gözlemlenmektedir. Bu nedenle sosyolojik şekillenmeyi tek bir kültür ve uygarlık etkilenmeleri olarak ele almak, bizi olguculuğa götürür. Toplumlara, ayarlanmış makine sistemi gibi bakmak veya üzerinde mühendislik yapılabilecek bir olgu olarak bakmanın kaynağı bu yanılgılı görüşten kaynaklıdır.
İbrahimi ve Zerdüşti etkileşimler ardılları şeklinde gelen din, inanış ve mezhepler arasında da sürmüştür. Anadolu’da ve Kürdistan’da yaşayan farklı inanışlardaki halklar da aynı şekilde birbirini etkilemişlerdir. Med döneminden İslamiyete dek Kürtlerin genel inanışı Zerdüşti olmuştur. Ancak bu inanç, hem Medlerin tutuculuğundan hem İran iktidarının bu inanışın içini boşaltmasından hem de iktidarlaşan ve daha katı hüküm koyan karakterde olan Hıristiyan ve İslamiyet dinin etkileriyle, günümüze gelene dek Kürtler?in genel inanışı olmaktan çıkmış ve ancak kimi etkileri kalmıştır. Yine bu nedenle Zerdüşti inanca dair kaynaklar yakılıp, yok edildiği için çok azdır.
Milat dolaylarında (miladi takvim, İsevi takvimdir) çıkışını gerçekleştiren İbrahimi din olan Hıristiyanlığı Helenler, Ermeniler, Süryaniler ilk kabul edenlerden olmuşlardır. Bu halkların ana yurdu, Dicle-Fırat arasıdır, Kürdistandır, Anadoludur. İslamiyetin doğuşuyla birlikte yayılan ve Kürdistan’a dayanan diğer bir kültür de İslamlaşan Arap, Türk ve Fars milliyet ve halk gerçeğidir.
Kürtlerin genel inanışı İslamiyete kadar Zerdüştilik olmuştur. Çok az bir kesimi Hıristiyanlığı ve Yahudiliği inanç olarak benimsemiştir. Özellikle Emevi hanedanlığı sürecinde Kürtler katliamdan geçirilmiş; zor, baskı, zulümle karşı karşıya kalmışlardır. İslamiyet’in bu şekilde Kürdistan’a girişiyle birlikte Kürt kültürü Arap kültürünün ve dilinin asimilasyonuna maruz kalmıştır. O dönemde kurulan Kürt haedanlıklarının (Eyyübi, Mervani vb.) İslam devleti olmaları bu nedenledir. Kürt aşiret ve kabilelerin üst sınıf-aristokratik kesimi kendilerini Sasani, Bizans imparatorluklarına bağlamışlardı. Onların gerilemesiyle ve Araplaşmasıyla, bu kesim İslamiyeti ilk elden kabul eden, direnmeyen güçler olmuştur.
Alt kesim ise ya İslamiyet’in farklı bir mezhebi şeklinde kendi inanışları ve kültürleriyle bir sentez oluşturmuş ya da kendi inanışlarını baskı ve zulme rağmen dağlara çekilip, direnerek korumuşlardır. Dağ kesimi bu şekilde varlığını korurken, Arap asimilasyonculuğuna direnen ovalık alanlarda yaşayan Sûni mezhebini kabul eden alt kesim Kürtlük ise ahlaki öğretiye dayalı tarikatları, tasavvufi geleneği geliştirerek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Öte yandan bireysel inanç ve moral değeri olarak İslamiyet inancını sürdüren yoksul tabaka kesimi, Emevi-Abbasi egemenliğinin asimilasyonculuğuna karşı direnen kesimi oluşturmuştur. İslamiyet’in Kürt gerçekliğinde bu dört farklı tarzda kabul edilişi veya kabul edilmeyip direnilmişliği bugüne dek gelen iki çizginin ana hattını oluşturmaktadır. O dönemin işbirlikçi aristokrat Kürdü, bugün Kürtlüğü bitirmek isteyen noktaya varmıştır; bunun dışında İslamiyet?i kabul etmeyen veya kabul edipte iktidara karşı olan İslami mezhep, tarikat ve düşünüşleri benimseyen kesim ise halklaşmıştır.
Bu anlamda Kürt halkının ne Emevi, Abbasi dönemlerinde ne de Safevi, Osmanlı dönemlerinde yanı başlarında ve beraber yaşadıkları (Helen, Ermeni, Süryani, Pontus, Gürcü, Yahudi, Arap, Fars, Türk?) halklarla ciddi çatışma ve sorunları olmamıştır. Farklı özellikleriyle ve geliştirdikleri alanlarla birbirini tamamlayan kültürler olmuştur. Asıl çatışan iktidarlar, hanedanlıklar ve üst kesimlerdir. İktidar güçleri, halkları da mezhepsel, dinsel ve kültürel farklılıkları çelişki haline getirip çatıştırmak istemişlerdir. Çünkü halkları zayıf kılmadan hâkimiyetlerini geniş alanlara yayıp, güçlendiremezler.
Dikkat edilirse, tarihte iç içe yaşayan halklar, halk olarak silahlanıp başka bir kültüre zulüm etmemişlerdir. Kimi kışkırtmalarla halkları birbirine çatıştırma yaşanmışsa da hiçbir halk hareketi veya ayaklanması bir kültüre, inanca karşı olmamıştır. Tüm halk ayaklanmaları iktidara, sultanlara, krallara karşı olmuştur.
19. ve 20. yüzyıllara geldiğimizde ise kendini milliyetçiliğe, dinciliğe, cinsiyetçiliğe ve bilimciliğe dayandıran kapitalist modernite ideolojisi, halkları en çok birbirine küstüren, kırdırtan hatta toplumun içinde kutuplaşma yaratarak, çatışmaları gerçekleştiren sistem olmuştur. Bu yüzyıllar Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin katledilmesi, kırıma uğratılmasıyla bilinen yıllardır. Kapitalist modernite, ulus-devlet ayağıyla iktidar ve milliyetçiliği toplumların içinde yaygınlaştırmıştır. O döneme dek saray/iktidar ve bunun dışında kalanlar arasında keskin bir ayrım ve mesafe varken, kapitalist moderniteyle birlikte bu ayrım muğlaklaştırılmıştır. Önceden devlet krallara ait görülüp ve belli bir hukuk çerçevesinde halklar o devletle bağ kurarken; ulus-devletle birlikte devlet sanki halkınmış ve her ulusun bir devleti olmalıymış gibi bir düşünce şekli oluşturulmuştur. Böylece suni çelişkiler daha rahat açığa çıkmıştır. Arap, Fars, Türk, Yahudi (diğerlerinden farklı olarak 2. Dünya Savaş’ından sonra) milliyetleri, devletleştirilerek bunlara hâkim ulus olma rolü verilirken diğer halklar eritilmeye çalışıldı.
19. yüzyılda, karşı karşıya kaldığımız dünyanın çok farklılaştığını gözlemlemekteyiz. Merkezi Uygarlığın Avrupa?ya kaymasıyla -ki bu kez klasik uygarlık değil, doğuş yapan kapitalist modernite gerçeğiyle (bu gerçeklik tarih boyu dışlanan tefeci-tüccar kesimin hegemon güç haline gelmesi ve sistemleşmesidir)- birlikte zayıflayan Osmanlı, egemenliğini kaybetmemek için Kürtlerle belli bir ittifak temelinde sürdürdüğü ilişkiyi zora, baskıya, zulme, işgale çeviriyor. Öte yandan Kürdistan’da hâkimiyet kurmak isteyen İngiltere ve Rusya; Süryani ve Ermeniler’in(Hıristiyan olmaları üzerinden politika oluşturarak) burjuvazi kesimine destek sunarak güç vaat edip Kürt halkını sıkıştırıyor. Rusya, İngiltere ve Osmanlı’nın Kürdistan’ı paylaşım çabası sonucu 19. yüzyıl Kürt isyanları, Babanzade (1806 Güney Kürdistan/Soran bölgesi) isyanlarıyla patlak veriyor. Bu yüzyılda Bedirhan Bey İsyanı, öncekilere göre en kapsamlı isyan oluyor ve son olarak o da bastırılıyor. 20. yüzyılda ise artık Şeyhlik Kurumu öne çıkıyor. İsyanlara Kürt şeyhleri öncülük ediyor. Kürtler bu iki yüzyıl boyunca Emevi döneminden daha ağır katliamlardan ve korkunç bir soykırımdan geçiriliyor.
Devam Edecek…
KOMÜNAR