HABER MERKEZİ
31 Mart yerel seçimleri Türk devletinin kaderini belirleyecek niteliktedir. Erdoğan ve faşist ortağı Bahçeli de bunu beka sorunu adı altında dilendirmektedir. Burada Türklerin halk olarak değil devlet olarak kaderi belirlenecektir. Seçimler, bu iki faşistin kadrosu olduğu devlete demokratik dönüşümü dayatacaktır. Yapmazlarsa da sonunu getirecektir.
Türk devletini iyi tanımak gerekir. Bu devlet değişmez ve sabit bir örgüttür. Bu örgüt ulus devlet sisteminin oturduğu Avrupa ve Amerika gibi değildir. Buralarda devlet siyasi partiler eliyle yürütülür. Değişmeyen devlet çekirdeği siyasi parti adıyla iktidara gelmiş ekiple uyumlu çalışır. Yer yer onun denetimine girer. Muhalefette baskı uygulamaz. Stratejik çıkarı için doğru bulduğu çizginin güçlenmesine destek olabilir. Türkiye’de ise devlet tüm kurumları düzenler. Her birisine bir iş verir. Bunu siyasi partiler içinde yapar. Türk devletine göre siyasi partiler, demagojik liderler eliyle halkı denetimde tutmak, devlete bağlamak, toplumdan asker ve işçi devşirmek, zenginleri daha zengin etmek vb. görevleri yerine getirir.
Türk siyaset geleneğinde hizmet etmek, sorun çözmek yoktur. Verilmiş görevi yerine getirmek vardır. Çok partili sisteme geçildikten sonra A. Menderes, Erbakan, Demirel, Ecevit, Baykal, Özal kendilerine verilmiş görevi en iyi yapanlar olmuştur. Türkeş, Mesut Yılmaz, Murat Karayalçın ve Çiler gibi tipler ise devletin siyasi partileri tümüyle devre dışı bıraktığı dönemin temsilcileri olmuş faşist militanlardır.
Bilindiği gibi Atatürk liderliğinde kurulmuş milliyetçi-laik devlet, 1980’lerden sonra derin bir kriz içine girmiştir. Krizin birden çok nedeni olsa da temel sebep Anadolu ve işgal ettiği Bakur Kürdistan kültürel ve sosyal yapısına ters olan tekçi milliyetçi politikalarıdır. Krizin derinleşmesinin de birden çok sebebi vardır. Emperyalizmin ılımlı İslam projesi ve reel sosyalizmin akıbetinin belli olması bu sebepler arasında sayılabilir. Ancak burada da tetikleyici mesele Kürt halkının PKK öncülüğünde yeni bir Newroz sürecine girmesidir. Çünkü laik milliyetçi devlet stratejisi Kürtleri Türkleştirmek ve Kürdistan’ı Türk yurdu yapmak üzerine kurulmuştur. Bunu başaramazsa yıkılacağını çok iyi bilmektedir.
Laik milliyetçi devlet doksanların ortalarında Kürtler karşısında yenilmiştir. Yani Kürtleri Türk, Kürdistan’ı da Türk yurdu yapamayacağını anlamıştır. Bu gelişme devletin yeni bir takım kararlar vermesini gerektirmiştir; Birincisi parçası olduğu sistemin NATO, BM gibi kurumlarından haddini aşan destek talep etmek. İkincisi bu konuda istediğini elde edemezse kendini sistemden kopartarak çete devleti olmak. Yaşananlar bu iki kararın içiçe yürütüldüğünü göstermektedir. Türk devleti doksanlardan sonra hemen her şeyini Kürtlere karşı savaşta destek bulmak için peşkeş çekmiştir. KİT’leri özelleştirmesi, fahiş bedellerle ihaleler açmak, yabancı bankalara borçlanmak vb. sadece neo-liberal politikalar gereği olmadı Türkiye’de. Sisteme ekonomik olarak borçlanması emperyalistlerin işine gelmiştir. Ancak devletin çeteleşmesi sistem için tehlikeli olduğundan, buna karşı kapitalist sistem Gülen Cemaati eliyle tedbir almak istemiştir. Doğrusu Gülen Cemaati uluslararası sisteme öncülük eden güçlerle uyumlu TC devleti demektir. Rol ve misyon itibarıyla ikinci CHP de denebilir.
Tüm bu gelişmelerin gündemden düşmediği süreçlerde de laik milliyetçi devlet PKK’yi tasfiye etmeye odaklanmıştır. Kürtlerle savaştıkça altının oyulduğunu fark eden bu devlet doksanların ortalarından itibaren Milli Görüş üzerinden tedbir almaya başlamıştır. Mili Görüş ile Gülen Cemaati arasındaki çelişki ve düşmanlık belirttiğim bu nedenden kaynaklanmıştır. Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki Refah Partisi laik milliyetçi devletin üzerinde çalıştığı temel parti olmuştur. Çünkü kapitalist sistem ılımlı İslam ile evrensel bir proje geliştirmiş ve Gülen Cemaatiyle de Türkiye’ye müdahale etmiştir. Bunun için Milli Görüşü biçimlendirilme sürecine alınarak koruma kalkanı yaratılmak istenmiştir. 28 Şubat da dahil birçok hamle ve RP içinden yenilikçiler adıyla bir gurubun çıkarılması bu amaçladır. Çoğumuzun bildiği bu yakın dönem gelişmeleri şu gerçeği ispatlar niteliktedir; Demek ki Erdoğan laik milliyetçi devletin bir kadrosudur. Ya da süreç içinde devşirilmiştir. Bu devletin siyasi partilere verdiği görev demagoji yap, halkı devlete bağla, asker ve işçi devşir işini, en az Demirel ve Özal kadar iyi yapıyor olması bunu göstermektedir. Erdoğan’ın temel görevi İslamcı görünerek Gülen Cemaati devletini tasfiye etmek, Kürtlerden bir kesimi aldatarak devlete bağlamak olduğu kesindir.
Peki bu iki görevi ya da birini başaramazsa ne olacak? Hanedanı ile birlikte sonu çok trajik olacak. Gülen Cemaatini oyuna getirerek etkisizleştirmesi uluslararası sistemi, Kürtleri yenememesi de devleti ona düşman etmiştir. O da kendini kurtarmak için varını yoğunu ortaya koyarak 31 Mart yerel seçimlerinde kazanmak istemektedir. Mitingden başka iş yapmaması bundandır. Soylu’nun ve MHP’nin desteği devletin halen yanında olduğunu göstermektedir.
Devletin hep yanında olması Kürt ilerindeki başarısına bağlıdır. Bunun için asker ve polis oyları ile bazı Kürt il ve ilçeleri, korucuların ve para ile ayarladığı oylarla bazı beldeleri ele geçirerek ömrünü uzatmak istemektedir. Türkiye’de büyük bir yenilgi alacaktır. Yine Kürdistan’da başarılı olduğuna kimse inanmayacaktır. O da seçimden sonra inandırmak için Kürdistan’da aldığı oyları Çin’de seçim kazanmış gibi propaganda edecektir. Laik milliyetçi devleti kendi kafa yapısına göre ayarlamak için dış destek aramaya başlayacaktır. Bu destek ittifaklarıyla ve devletle arasını açacaktır. Bu işini çok daha zora sokacaktır. Hem Türkiye’deki olası yenilgisi hem Kürdistan’daki sahte başarısı Kürt direnişi sonucudur. Bu da onun için büyük tehlike demektir. Ve tam böyle bir dönemde Kürtler Kawa’nın gürzünü kafasına indirecektir. Qendîl ve Amed başta olmak üzere 2019 Newroz’u Kürtlerin Erdoğan’ı Dehak gibi kafasını ezerek bitireceğini göstermiştir. Uçaklarla sağa sola saldırması belirlenmiş ecelini engellemeyecektir.
Cihan Eren