HABER MERKEZİ
Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırıları çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Devlet aklı Kürtlerin imhası üzerine kurgulanmıştır. Tamamen tasfiye etmeye odaklanmış bir savaş sürdürülmektedir. Savaşın boyutları her geçen gün artmaktadır. Hiç bir uluslararası hukuku tanımayan Türk devleti, en gelişmiş savaş teknikleriyle saldırılarını yoğunlaştırarak devam etmektedir. Savaşı yayarak, sınırlarının ötesine taşarak hakimiyet alanlarını genişletmeye çalışıyor. Kürdistan’ın kuzeyinde olduğu gibi Başur ve Rojava parçalarında da eş zamanlı bir saldırı söz konusudur. Başur’daki işgal genişleyerek ve şiddetlenerek devam ederken, Rojava’ya da girdi-girecek havasında baskı kurmaktadır. PKK’yi gerekçe göstererek bölgesel çapta bir savaş başlatmanın peşindedir.
Açıkça söylemek gerekirse bitişin eşiğine gelmiş AKP ve RT Erdoğan savaşa ihtiyaç duymaktadır. İhtiyaç duyduğu savaşı Kürtlere karşı vererek iktidarda kalmak istiyor. Türkiye gözüne kestirdiği alanlara girme histeriği güvenlik kaygılarını gerekçe göstermesinden kaynaklı bir durum değildir. Mevcut uluslararası dengelerin sunduğu avantajlar, bölge devletlerin zayıflığı ve operasyonlar karşındaki tavırsızlıkları Türkiye’nin savaş çıkarmasına zemin sunuyor. Erdoğan’ın Başur ve Rojava’ya dönük hamlesi, içerde ve dışarıda yaşadığı sorunların savaşla telafisi de dahil çok amaçlı kullanmaya dönük bir hamledir. Yürütülmekte olan savaşın bilinenden daha fazla tahripkar olacağını belirtmek gerekir. Şimdiden hesaplanamaz olumsuz sonuçlar doğuracaktır. DAİŞ ve uzantılarının bir şekliyle alana yeniden hakim olmasının önü açılmış olacaktır. Paralelinde olduğu radikal cihatçı örgütlerin zihniyetini bölgeye hakim kılacaktır. Mültecilerle tehdit ettiği Avrupa’yı bu sefer de cihatçı savaşçılarla tehdit edecektir. Askeri tehdit ve şantajla baskı kurup kendisine yol açıyor. Bunun için de Kürtleri ‘alt’ etmesi gerekiyor.
Kürtler beliren bu tehlikeyi fark etmeleri ve ulusal birlik içinde toplumsal muhalefeti harekete geçirmeleri gerekiyor. Söz konusu tehlike sadece PKK için değildir. İşbirlikçi Kürtler dışında tüm Kürtlerin onuruna, şerefine, namusuna, ulusal varlığına yönelik bir saldırıdır. Türk Devleti bölgede kalıcı olmaya başladığı andan itibaren hiç bir Kürt güven içinde olmadığını anlaması gerekiyor. Türk devletinin bölge işgaline karşı durmak sadece Kürtlere bırakılmayacak kadar önemlidir. DAİŞ’e karşı kurulan uluslararası koalisyon gücünü direk ilgilendiren bir meseledir. Çünkü DAİŞ’in yeniden hortlaması anlamına gelecektir ki, bir daha önü alınamaz boyutlarda tehlike ve tehdit unsuru olacaktır. Zorba bir gücün zorla egemenlik kurma sevdası bölgeyi yeniden kan çanağına çevirecektir. Bu tehlikeye göz yuman devleteler, Türkiye ile içine girdikleri ekonomik çıkar ilişkileri nedeniyle ses çıkarmayanlar, Kürtlere karşı gelişen imha savaşına seyirci kalanlar insanlığa karşı suç işlemiş olacaklardır. Kürtler DAİŞ barbarlığına karşı insanlık adına mücadele vermiş ve bu konuda ağır bedeller vermiş bir halktır. Daha DAİŞ tehlikesi ortadan kalkmamışken Kürtleri hedef alan saldırıların DAİŞ’e hizmet edeceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yoktur. Kürtlerin öz güçlerinden başka güçleri olmadığı bilinciyle hareket etmeleri ve dört parça Kürdistan halkının hareketlenmesi gerektiğini önemle vurgulamak durumundayız.
İlişki ve çelişki yumağında, kalıcı ilişkiler yerine, esintiye göre değişen dostluk düşmanlık ilişkileri duruma göre pozisyon almaktadır. Bizim için esas olan halktır. Halkların birlikteliği, beraberliği, insanlığın genel çıkarları, evrensel hukuk değerleri, demokrasi seçeneğini gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Kürtler bu seçeneğin savunucuları ve temsilcileridir. PKK bunun ideolojik, teorik, pratik-politik öncülüğünü yapmaktadır. Sahada bunu kanıtlamıştır. İnsanı merkezine koymuş böyle bir hareketi ‘terörist’ göstererek saldırı ve savaş gerekçesi yapan Türk devleti Kürtlere karşı açıkça suç işlemektedir. Hiç kimsenin bu suça ortak olmaması gerekir. Türk devletine verilecek her destek, zımni destek de dahil Kürtlere karşı suç işlemiş olacaktır. Çünkü Kürtler, Türk devletinin kıskacında ölüm kalım mücadelesi veriyorlar. Efrîn işgalinin geldiği boyut gözler önündedir. Sivil savunmasız halkı TC’nin ve tecavüzcü cihatçıların insafına terk edenler, göz yumanlar, işlenen suçlara ortaktırlar. Aynı oyun şimdi Fırat’ın doğusu ve Başur’da da sahnelenmek isteniyor.
Bu dönemi tam bir seferberlik ruhu ile karşılamak, Kürtler üzerindeki tehlikeyi savuşturmak için halk olarak bütün duyargalarımızı harekete geçirmeliyiz. Meşru müdafaanın her aracını ve her yöntemini kullanmaktan başka seçenek bırakılmamıştır. Kürt halkı birlik olmaları halinde her tehlikeyi bertaraf edecektir. Unutmayalım Kürdistan’a sefer olur ama zafer olmaz.
Rauf KARAKOÇAN/Yeni Özgür POLİTİKA