Kürtler açısından 1992 çizgisini temsil edenler Güney Kürdistan’ı merkez alarak kendilerini kurumlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu açıdan ihanet ve işbirlikçilik kişiler üzerinden değil de bir ruhsal ve yapısal ikilik üzerinden ele almak daha yerinde olur. Bu devlet Enkidu ruhunun bedenidir. Dikkatle bakıldığında sömürgecilikle işbirliği halindeki tüm kesimlerin yönlerini KDP’ye çevirdikleri hemen görülür…
HABER MERKEZİ – “Kürt aristokratik geleneğini değerlendirirken Avrupalılarla, hatta dünyanın herhangi bir köşesindeki örneklerle karıştırmamak ve karşılaştırmamak gerekir. Bu konuda kendine özgü bir konumlanma geliştirilmiştir. Bu aristokratik tabakanın rolü, Kürdistan ve Kürtler üzerinde ulus-devletlerin tahakkümünü ve kapitalist sömürü tarzlarını geçerli kılmada araçsal bir konuma indirgenmiştir. Bu konumlanma son iki yüz yılda özenle, başta şiddet ve zorlama yoluyla, giderek tüm toplumsal alanların tahribini hedefleyen ‘özel ve örtülü soykırım’ yöntemleriyle Kürtlüğün tasfiye edilmesinde temel araç olarak değerlendirilmiştir.” ‘Kürt’ hainlerinin tanımadığı sınır, Kürt soykırımında tamamlanmak isteniyor. Enkidu’nun Gılgameş’ten yalvarırcasına istediği kök kurutmayı, Enkidu’nun bugünkü çocukları gerçekleştirmek istemektedirler.
Kürt soykırımının başlangıcından sonrası herkesin malumudur. Bir oluşun hem de tarihsel toplumun en güzel örneklerinden birinin varlığının inkârı ve yok sayılanın yok edilmesi için içine girilen imha sürecidir. Bunu mümkün kılmak için de Kürtler için özenle hazırlanan, kapitalist modernite patentli ve hiçbir dönem değişmeyen inkâr ve imha fermanı.
Kürt soykırımıyla geçen 20. yüzyılda soykırımcıların tam da ‘başardık’ dedikleri bir anda doğanın, tarihsel toplumun ve insanlığın çığlığı olarak PKK doğacaktır. Örgütsüz bırakılmış toplumun örgütlü gücü olarak PKK daha işin başında bu hain işbirlikçi kesimle hemen bir hesaplaşmaya girişecektir. Tarihsel toplumun dile gelişi olan PKK’nin kendileri açısından yok oluş olduğunu çok iyi bilen Enkidu’nun çocukları parçalar ötesi bir seferberlikle PKK’ye karşı saldırıya geçeceklerdir. Ataları Enkidu’nun da yaratıcısı olan merkezi uygarlık sisteminin kapitalist modernite versiyonu, toplumsal doğanın PKK şahsında dile gelen uyanışını yok etmek için Enkidu’nun çocuklarından azami düzeyde yararlanacaktır.
Kürt Kapitalist Modernitesi
Bugün kapitalist modernite güçlerince Güney Kürdistan’ı tüm Kürtler açısından bir çekim merkezi haline getirme stratejisi temelinde uluslararası alanda Güney Kürdistan’ın tanınmasını bir tarafa bırakırsak, varlık olarak tanınma sorunu tüm Kürtler açısından son derece hayati bir sorundur. Kürtlerin bir varlık sorunu vardır ve yürüttüğü mücadele bir var kalma mücadelesidir. Mücadelelerinin kutsallığı da zaten bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır. Kürtler bugün bir varlığın hem de insanlığa çok şey katmış bir varlığın yok olmaması için bir mücadele yürütüyor. Bu mücadelesinin öncülüğünü PKK ve onun çizgisinde hareket eden örgütler üstlenmiş bulunuyor.
Bir de Kürtleri yok etmeye çalışanların yanında saf tutan ama kalıbı ‘Kürt’ olan bir çizgi vardır ki, bu da kutsalın karşısındaki durumu ifade eder. Ana-kadın ile güçlü kurnaz adam’ın henüz bitmemiş mücadelesinin güncellenmesi olan bu savaş, kapitalist modernitenin hainliğin dozajını arttırması nedeniyle çok daha amansız ve keskin geçmektedir. Kutsal ile lanetin mücadelesinde geçmişten farklı olarak laneti temsil edenler, yaratıcıları olan merkezi uygarlık güçleriyle uşak olmalarına karşın daha içli dışlılar, bir’ler. Global kapitalist modernist güçler, Enkidu’nun çocuklarını devletleştirerek, Kürt kapitalist modernitesini, Kürt tarihsel toplumuna karşı çıkarmış bulunuyorlar. Güney Kürdistan’da KDP çizgisi yalnızca yörenin burjuva dönüşümü olarak değil, tüm Kürdistan’daki işbirlikçi sınıfın burjuva dönüşümü olarak değerlendirmek gerekir. Kökeni eskidir. Tüm isyanlarda ve milliyetçi örgütlenmelerde bu yönlü çözüm hep hedef olarak belirlenmiştir. Aralarındaki çok parçalanmışlığa ve dağınıklığa rağmen, bu güçlerin yeni konumunu Kürt kapitalist modernitesi olarak değerlendirmek mümkündür.”
Kürtler açısından 1992 çizgisini temsil edenler Güney Kürdistan’ı merkez alarak kendilerini kurumlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu açıdan ihanet ve işbirlikçilik kişiler üzerinden değil de bir ruhsal ve yapısal ikilik üzerinden ele almak daha yerinde olur. Bu devlet Enkidu ruhunun bedenidir. Enkidu’nun hain ruhu kendisini bu devletle görünür kılmıştır. Bugün Kürdistan’ın dört parçasında var olan ve geliştirilmek istenen ihanet, bu devlet ekseninde kendini örgütlemeye, daha da oluşarak varlığını garanti altına almaya çalışıyor. Dikkatle bakıldığında sömürgecilikle işbirliği halindeki tüm kesimlerin yönlerini KDP’ye çevirdikleri hemen görülür. Bu açıdan KDP’yi kendi topluluğundan kopmuş, ona ters düşerek ona karşı savaşanların, içinden çıktıkları toplumun düşmanlarının cephesinde yer alanların çatı örgütlenmesi olarak tanımlamak yerindedir.
Kürt hareketleri KDP eliyle tasfiye ediliyor
Enkidu’nun çocukları devletleşse de bu onların bağımsız ve kendi oldukları anlamına gelmez. Çizgisi belli olanların yapması gerekenler bellidir ve bunda hiçbir zaman bir değişiklik olmaz. Kürt kültürel soykırımında başarıya ulaşmak için kapitalist modernist güçlerin KDP’ye oynattıkları rol, yukarıda belirttiğimiz gibi araçsallıktır. Bu rol sadece PKK’ye karşı oynatılmamıştır. Buna mukabil KDP oluştuğu andan itibaren Kürt halkı üzerinde bir kontrol aracı olarak işlevselleştirilmiştir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yaşanmakta olan bu gerçekliğin tarihini şöyle değerlendirmektedir: “1975’ten sonra grubun bağımsız olduğu anlaşılınca, KDP üzerinden Sterka Sor (Kızıl Yıldız) eliyle müdahalede bulunulduğu, bunda Alaattin Kapan denilen ve en son Haki Karer’i katleden unsurun kullanıldığı bilinmektedir. KDP’nin başından itibaren İsrail paralelinde ve NATO’yla bağlantılı olarak hareket ettiği ve Kürdistan genelinde bir kontrol örgütü olarak destek gördüğü kesindir. Gladio’nun denetiminde olduğu ve özellikle 1961’den itibaren Türk Gladio’sunun da desteğiyle silahlandırılıp ayaklanmaya teşvik edildiği belirtilebilir. Aynı desteğin İran Şahlığı üzerinden sürdürüldüğü çok sayıda belgeyle kanıtlanacaktır. Dolayısıyla KDP üzerinden Kürdistan’daki sol gruplaşmalara yapılan müdahalelerin Gladio’nun dolaylı desteğiyle gerçekliğini görmek önem taşımaktadır.”
Uluslararası güçlerin örgütlenmesi halinde tasarımlanan KDP’nin Kürdistan genelinde nasıl bir kontrol ve tasfiye örgütü olduğuna dair örneklerin haddi hesabı yoktur. En bilinenlerden biri T-KDP’nin başına getirilenlerdir. Kürt ulusal mücadelesinin ancak silahlı bir savaşımla, Kürdistan’ın dört parçasını kapsayacak bir şekilde ve Marksist-Leninist bir çizgide gerçekleştirilebileceğini temel politikası haline getirerek bu görüşlerini dayanışmak için KDP’ye sunan bu örgüt, ciğeri kediye teslim etme misali, KDP-MİT ortak operasyonlarıyla tasfiye edilecektir.
Kendilerine örgütlenme imkanı yaratma vaatleriyle Zaxo’ya çektikleri, örgütün etkili isimlerinden önce Sait Elçi; sonrasında Sait Elçi’nin katilidir denilerek Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) bu hain güruh tarafından katledilir. Her iki önder kadronun katledilmesinin ardından örgütün başına MİT ile Barzaniler arasındaki ilişkileri sağlayan Dervişê Sado’nun getirilmesi suretiyle örgüt tamamen MİT’in denetimine alınır. Geriye kalan kimi öncü kadroların tasfiyesi ve kimilerinin de teslim olması sonucunda aslında bir halk kurtuluş hareketi olarak kendisini tasarlayan T-KDP tasfiye olmaktan kurtulamaz. Aynı komplocu yaklaşımı İ-KDP’den de Süleyman Muini’yi katlederek gerçekleştirirler.
KDP aynı yaklaşımı PKK’ye karşı da uzun süre sergileyecektir. Önce Kuzey Kürdistan’da kendisine yakın örgütler aracılığıyla PKK’ye karşı her türlü eyleme başvuracak, PKK’yi bitirmek isteyecektir. Öyle ki kimi örgütler Kürt halkının haklarını gasp etmiş olan, halka inkâr ve imhayı dayatan devlete tek bir kurşun sıkmazken, devleti ideolojik olarak mahkum etmezken, PKK’ye karşı askeri eylemler de dahil her türden düşmanca tavrı sergilemişlerdir. Bunun yetmediğini gören KDP, bu defa doğrudan saldıran olacaktır. KDP’nin başından beri PKK karşısındaki düşmanca tutumunu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şu şekilde değerlendiriyor; “KDP temsilcileri gerillanın hamle yapmasından yana değildiler. Çok yoğun engellemelerde bulundular. Özellikle sınırı geçerek ülkeye giriş aşamasında çok sayıda arkadaşımızı şehit ettiler. Daha sonra çatışma ve öldürmeler süreklilik kazandı. 1985’te Mesut Barzani’nin Şam’da benimle yaptığı görüşmede açıkça 15 Ağustos Hamlesinden vazgeçmemizi istemesinin sadece Türk iç güvenlik güçlerinin bir dayatması olmadığına, bunun İsrail ve NATO Gladio’su ile bağlantılı bir girişim olduğuna dair kuşku ve endişelerim vardı. KDP ile ilişkiler ve çatışmaları sadece Türk iç güvenlik güçlerinin yönlendirdiği olaylar olarak ele almamak, NATO Gladio’su ve İsrail politikaları açısından da bakmak büyük önem taşır. Üzerinde kapsamlı araştırma yapılması gereken bir konudur bu.
Benimle yürütülen ve özellikle KDP ve Barzaniler kanalından sürdürülen görüşmelerde temel talep hamleye kendiliğinden son vermemizdir. Bu talep veya öneri, kapitalist hegemonyanın 1920’deki Kahire Konferansı’nda Kürt sorununa ilişkin olarak aldığı kararın güncellenmesini ifade eder. Bilindiği üzere bu karar Ortadoğu’nun hegemonya altında tutulması için Kürt meselesinin çözümsüz bırakılmasını ve bu haliyle sorunun hep canlı tutulmasını öngörür. Barzaniler ve KDP’ye biçilen rol, Kürdistan’da bu öngörünün hayata geçirilmesiyle bağlantılıdır. Öngörü İsrail’in varlığının gerçekleştirilmesini ve kalıcı kılınmasını da hedeflediğinden, Kürdistan’daki tüm oluşumlar eğer Proto-İsrail bağlamında değilse müdahale edilip etkisizleştirilir. Dolayısıyla 1985 sonrasında devrimci halk savaşı deneyimi ardından İsrail, Türkiye ve KDP güçlerinin NATO ve Gladio ile birlikte PKK’nin üzerine gelmeleri anlaşılır bir husustur. Arkasında tarihî bir karar ve güncel hayati menfaatleri vardır.
Bu dönemde PKK’ye yönelik sızmalar KDP üzerinden gerçekleştirilmiştir. Dönemin KDP’sinin yeniden örgütlenmesini yürüten ve adına ‘Qiyade Muvaqat’ denilen örgütlenmenin başı Sami Abdurrahman’dır. PKK’ye yönelik pratik tasfiye girişimlerini ve sızmaları esas olarak Sami Abdurrahman yürütmüştür. Kullandığı en önemli araç sahte Kürtçü KUK (KUK = Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları. O dönemde biz kendimizi ‘Ulusal Kurtuluşçular’ olarak tanımlıyorduk. Her ajan örgütün esas örgütün isim veya niteliklerinden birini kullanması burada da söz konusudur) örgütlenmesidir. Çok sayıda PKK’li ve Kürt yurtsever bu örgüt eliyle katledildi. KUK’a biçilen rol, ne pahasına olursa olsun, PKK’nin Bingöl-Mardin hattının doğusuna geçişini engellemekti. JİTEM’in kurucusu Albay Arif Doğan’ın da bizzat itiraf ettiği gibi, bu dönemde on bin kişilik bir silahlı imha ekibinin görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Burada çok önemli olan husus, bu gücün kanun üstü olmasıdır. Sorgusuz sualsiz her tür cinayeti işlemeye yetkilidir. Soykırım örgütü olma niteliğini buradan alır. Aynı yetki halkın ‘Hizbul-Kontra’ dediği Kürdistan Hizbullah’ına da tanınmıştır. On binleri aşkın faili meçhul cinayet bu iki kardeş örgüte tanınan kanun ve hatta anayasa üstü yetkiler temelinde işlenmiştir. Bu dönemin başlangıcında Ozan Sefkan (Celal Ercan) ve grubunun imha edilmesi (1985), Mahsum Korkmaz yoldaşın katledilmesi (1986), Selahattin Çelik üzerinden yürütülen gerillayı teslim alma çalışmaları ve PKK’nin 1986’daki Üçüncü Kongre’sindeki bunalım dolaylı ve direkt JİTEM’le bağlantılı önemli olaylardır. Ayrıca benim için çok değerli olan Nusaybinli İbrahim (Darar Akay) yoldaşın 1985’te katledilmesi de (Silopi-Şax köyünde) bizzat Arif Doğan’ın itiraf ettiği gibi JİTEM tarafından gerçekleştirilmiştir…
Mahsum Korkmaz… tehlikeyi ilk gören ve tedbir almaya çalışan komutanlarımızdan biri olduğu için özenle seçilen ve katledilen bir yoldaşımızdır. Darar’ın öldürülmesi de bu temeldedir. Ozan Sefkan ve arkadaşlarının öldürülmesi de benzer komplolar serisinin devamıdır. Mahsum’un ölüm biçimi ve yaşamını yitirdiği koşullar dışardan sızdırılmış kişilerin bu katliamda rol oynadığını düşündürmektedir. Şemdin Sakık ve daha sonra 1987 kışında Bekaa’da intihar eden Ferhat kod adlı Eruhlu gencin durumu, Mahsum’un içten suikastla öldürülmüş olabileceğini güçlü bir olasılık olarak düşündürmektedir. Cemil Işık’ın 1987’den itibaren komuta değişikliğinden de istifade ederek gerillada inisiyatifi ele geçirmesi PKK’ye çok pahalıya mal olmuştur. En büyük olumsuzluğu ise, PKK’nin büyük emekler sonucunda planladığı ve hazırlıklarını büyük oranda tamamladığı gerilla savaşı planının boşa çıkarılmasıdır. Dörtlü çetenin diğer elemanları olan Şemdin Sakık, Şahin Baliç ve Halil Kaya (Kör Cemal) Hogir’ın izinde yürüyüp gerilla sistemini boşa çıkarmada etkili olan ve önde gelen isimlerin başında yer almaktadır. Bu isimlerin çoğunun KDP ve Beş Parçacılarla bağlantılı olması (Beş Parçacılar ve KUK da KDP bağlantılıdır. Özellikle ‘Qiyade Muvaqat’ ile ilişkilidir) sızma unsurunun göz ardı edilemeyeceğini göstermektedir. Bu dönemde bizzat tanıdığım yüze yakın en değerli gerilla komutan adayının ‘Çatışmada öldüler’ süsü verilerek katledilmeleri komplonun büyüklüğünü göstermektedir.”
Tüm bunlara rağmen gelişimini engelleyemediği PKK’ye karşı uluslararası güçlerin desteğinde, TC ile işbirliği yaparak 1992’de ve sonraki yıllarda çok kapsamlı operasyonlarda yer aldı KDP. PKK’ye karşı güç olabilmesi için sürekli desteklendi, önü açıldı. Özellikle de İsrail tarafından ısrarlı bir şekilde PKK, KDP’nin güdümüne sokulmaya çalışıldı. PKK’nin ve onun Önderliğinin bağımsızlıkçı çizgisinden taviz vermediği iyiden iyiye anlaşıldığında da meşhur uluslararası komplo ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve hareketinin tasfiyesi ile ihanetçi, işbirlikçi çizgiye alan açmak hedeflendi. Komplonun başlangıcının KDP ve ABD arasında imzalanan Washington Antlaşması olması Kürt hainlerinde ihanetin hangi boyuta geldiğini göstermesi açısından son derece önemlidir. Ve bu komplo bugün de daha da hızlanarak devam etmektedir. Mesele artık kapitalist moderniteye ve ulus-devletçi sömürgeciliğe uşaklık etmenin ötesine geçmiş haldedir. Artık ortada kendi kapitalist modernitesini kurmaya çalışan ve bunda hayli mesafe kat etmiş bir ihanet durmaktadır.
Tarihsel toplumun demokratik modernitesine karşı, merkezi uygarlık sisteminin küçük çaplı bir kapitalist modernitesi olmaya çalışanla karşı karşıyayız. Ne kadar haince düşündüğünü, yaratıcısına ne kadar benzediğini de en iyi Rojava pratiğinden görüyoruz. Kapitalist modernitenin ve ulus-devletçi sömürgeciliğin bir ön açma girişimini bir de orada görmekteyiz. Çeteler üzerinden işgal edilmek istenen Rojava’daki tüm yerlerin olası işgalin ardından KDP’ye teslim edileceğinden kuşku duyulmamalıdır. Zira planın yapıldığı masada KDP de ‘Kürt’lerin Enkidu’su olarak yerini almaktadır.
Artık Kürtler açısından iki ayrı ulus olarak konulan teorik çerçeve tüm çıplaklığıyla pratikleşerek orta yerde durmaktadır. Bunu bir yanda toplumsal doğadan çıkan demokratik ulus, diğer yanda egemenlerin bencil ruhundan çıkan ulus-devletçi anlayış olarak okumak da mümkündür. İki ayrı ulus olmayı, ulusu kan bağına dayalı olarak tanımlayanlar anlamayacaklardır, ama ulus, inşa edilmiş bir gerçeklik olarak “ortak zihniyet dünyasını paylaşan insanlar topluluğu” anlamına gelir. “Devlet ulusunda ortak zihniyete damgasını vuran milliyetçilik iken, demokratik ulusta özgürlük ve dayanışma bilincidir.”
Kendilerini Kürtlerin ağası, beyi, miri ve egemeni görenlerin, görmek isteyenlerin bu istekleri yerine gelmediğinden, Kürt kendi kökü üzerinde yeniden yeşerdiğinden ihanet ve işbirlikçi çizgi hezeyan halinde PKK ve Önderliğine saldırmaktadırlar. İhanette bu kadar ısrar etmelerinin tek nedeni ise, PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ihanetçi çizginin Kürdistan parçalarında egemen olma hayallerini boşa çıkarmasıdır. Kürdistan coğrafyasında artık ağaların, beylerin, mirlerin, egemenlerin ve kendilerini çoban, toplumu sürü gören cümle beylerin devri kapanmıştır.