HABER MERKEZİ – Faşist TC/AKP-MHP işgalci ordusu ve ÖSO adını verdikleri El Qaide uzantıları olan DAIŞ-Cephet El Nusra tarafından 9 Ekim günü Kuzey-Doğu Suriye halklarının topraklarına yaptığı işgal saldırısı 10’uncu gününe girdi. Faşist AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Suriye Demokratik Güçleri’nin (QSD) TC devleti sınırları dediği Bakurê Kürdistan sınırlarına saldırı yaptığı, Kürt statüsüne (Devleti) izin vermeyeceği şeklinde amacını ilan ediyor olsa da, tüm dünya kamuoyu tarafından asıl amacının El-Qaide’nin en azılı çeteleri olan DAIŞ’i yeniden sahaya döndürmek, İdlib’teki terörist çete örgütü El Nusra’nın öncülüğünü yaptığı Heyat Tahrir El Şam (HTŞ) çetelerini Rojava’ya konuşlandırmak ve bölgenin demografik yapısını tamamıyla değiştirmek olduğu biliniyor.
“Benim Kuvay-i Milli, Milli ve Yerli Ordumuz” dediği El-Qaide uzantılı DAIŞ-El Nusra/ÖSO çeteleri ile savaş-keşif uçakları, her türlü teknik, basın ve kurumları, sözde en büyük muhalif partisi CHP ve iYİ Partisi dedikleri muhaliflerle NATO’nun ikinci en büyük işgalci ordusu ile böbürlenen Erdoğan, ABD ve Rusya’nın kışkırtmalarıyla Kuzey Suriye sınırı olan Girê Sipî ve Serêkaniyê kentlerine saldırı başlattı. Tüm bu imkân, uçak ve savaş tekniğine karşı Kuzey Suriye halklarının savunma gücü olan QSD savaşçıları ve halk ile birlikte büyük bir irade gücünü gösteren direnişin 10. gününe girildi. Direnişin yedinci gününde Kuzey Suriye yönetiminin devam eden çok yönlü diplomasiyle Rusya ile Suriye Rejim yönetimine “Bu büyük kazanım ile sonuçlanacak direnişte sizin de bir tuzunuz olmasını istiyorsanız ordu güçlerinizi sınır bölgesine getirerek, Suriye topraklarını TC. işgaline karşı koruyabilirsiniz” çağrısını yaparak, hesapları bozdu ve bu haklı direnişte dünya kamuoyu ve halklarının desteğini alan Kuzey Suriye yönetimi kontrolü eline aldı denilebilir. Tüm bu teknik ve uçak saldırıları karşısında alandaki halkları savunan güçlerin büyük irade direnişi ve dünya kamuoyunun bu haksız saldırıya karşı tepkisini hesap edemeyen AKP-MHP işgalci-faşist iktidarı kendisini bu kaos-çıkmaza getiren ABD’ye “Beni sen bu çıkmaza soktun şimdi de sen çıkar” diyerek, arabuluculuğa çağırdı ve 5 günlük bir ‘ateşkes’ sağlamaya çalışarak, halkların savunma güçlerini teslim alacak yeni planlar arayışına girdi.
BU DURUMA NASIL GELİNDİ?
AKP-MHP işgalci-faşist iktidarının bu duruma gelmesinin nedeni son 31 Mart 2019 Belediyeler seçimi sonrası büyük bir hezimete uğraması olarak belirtilmesi eksik kalır. Şüphesiz Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın büyük çabasıyla yürütülen Kürt sorununun demokratik yollarla çözüm sürecinin en nihayetinde “Dolmabahçe Mutabakatı” masasını deviren işgalci-faşist Erdoğan ve devlet zihniyeti 2014 yılında yeniden Kürt imha politikasını devam ettirme kararı ardından yaşanan gelişmelerle bağlantılı olarak değerlendirilebilir. Masayı devirmesiyle büyük bir iç kamuoyu tepkisiyle karşı karşıya kalan AKP/Erdoğan, iktidarını ayakta tutmanın argümanlarını oluşturmada yaşadığı boşluğu hem iç hem de dıştan Kürtlere yönelik topyekün bir imha politikasını geliştirerek devam etti. Bu sürecin daha iyi anlaşılması için 2015-2017 yılları arasında ilkin Ankara diğeri ise Tahran’da tüm bölgesel güçlerin katıldığı iki toplantıda çıkan kararları hatırlatmak yeterli olacaktır. Türkiye’de Anayasal düzenlemeler içeren referandum öncesi Ankara’da yapılan toplantı ile referandum sonrası Tahran’da yapılan toplantı da aslında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkmadan önce yapılan Adana Mutabakatı esas alınarak iç ve dış politikasına yeni bir düzenleme getirilmesi ve Kürtlerin başta Rojava ile Başur Kürdistan’da olmak üzere yaşadığı her yerde tüm kazanımlara karşı her türlü yol ve yöntemi devreye koyarak karşı çıkmak ve tamamen yok etmek olarak belirtilebilir.
Öcalan üzerindeki tecriti derinleştirerek devamlı hale getirilmek, Bakur ve Türkiye’deki Kürtlerin legal alandaki parlementer ve belediye başkanlarını, parti ve kurum yöneticilerini gözaltı, tutuklamalarla baskı altında tutmak, AKP-MHP rejimini kabul etmeyen Bakur şehirlerindeki genç-kadın tüm yurtsever halk üzerinde daha önce yok etme planını “Sokak barikatları” gerekçe gösterilerek devreye konularak onlarca kişi bodrum katlarında diri diri yakıldı, Medya Savunma Alanları başta olmak üzere Başûrê Kurdistan’a aralıksız savaş uçaklarıyla bombalaması, Başur’daki Bağımsızlık Referandumuna karşı su ve Halil İbrahim Sınır Kapısı’nı kapatma ambargosu ve tehditleri, içte ve dışta her türlü özel savaş politikası devreye konuldu. Bunun ikinci ayağı olan 2011 “Halkların Baharı” Suriye’ye sıçramadan önce “Komşularla sıfır sorun” çerçevesinde “Kardeşim” dediği Esad ile Şam’da aile yemeğine giden, neredeyse bölgedeki tüm ülkelere ziyaret turunu atan faşist Erdoğan iktidarı adeta ‘U’ dönüşü yaparak, El-Qaide uzantılı çete gruplarına destek vererek Suriye topraklarına saldırmaya başladı.
Uluslararası güçlerin Esad yönetiminden vazgeçecekleri görüşünde olan TC-AKP/MHP faşist devleti zaten Ankara otellerinden hiçbir zaman çıkmayan Müslüman Kardeşler (İhwan-i Mislim) yöneticilerini devreye sokarak, Suriye’deki opozisyon (muhalif) güçleri adı altında tüm çete grupları ve öncesinde İdlib ve Halep çevresinde yerleştirilen Cephet El Nusra çete gruplarına silah, mühimmat ve lojistik desteğini verdi.
ERDOĞAN SERÊKANİYÊ DE EL NUSRA VE DAIŞ’İN İNTİKAMINI ALMANIN PEŞİNDE
Söz konusu çetelere her türlü desteğini esirgemeyen AKP-Erdoğan, ilk olarak 2013 yılında El Nusra öncülüğünde Müslüman Kardeşler’in bünyesinde oluşan ÖSO adını verdikleri çete gruplarını Serêkaniyê’ye saldırtarak büyük katliam girişiminde bulundu. YPG-YPJ öncülüğünde büyük bir direniş gösteren Serêkaniyê halkı yaklaşık 7 aylık süreçte çetelerin saldırısını kırdı ve El Nusra Fırat’ın batısına yani İdlib ve Halep çevresine çekilmek zorunda kaldı. Ardından da DAIŞ çetelerini Kobanê’ye saldırtarak Rojava Devrimi’ni ortadan kaldırmak istedi ancak burada da sonuç elde edemedi. Sözde ateşkese rağmen Serêkaniyê ye ısrarla saldırmanın nedeni hem El Nusra hem de DAIŞ’in intikamını almanın peşinde olduğu şeklinde değerlendirildi. ABD’nin de içinde bulunduğu uluslararası ve bölgesel güçlerin desteğiyle oluşan insanlık düşmanı DAIŞ, 2013’te ilk defa İdlib ve Halep bölgesinde ortaya çıktı ve ilk çatışmasını da El Nusra ile yapmıştı. İki çete grubu arasındaki çatışmanın nedeni uluslararası ve bölgesel güçlerden gelen finansmanı paylaşıyor olması olarak belirtilirken, Erdoğan’ın girişimi ile her iki grubun çetebaşları olan Ebubekir El Bağdadi, İman Zewari ve Mehemed Colani tarafından her iki grubun birlikte hareket etmesi ve elde edilecek kazanımlar sonucunda ortak bir Halife çıkartılması gerektiği, çünkü her iki tarafında amacının bir olduğu şeklinde video ve ses kayıtları dağıtıldı. Bu açıklamaların ardından her iki grup aralarında iş bölümü yaparak anlaştı. DAIŞ Kürtler başta olmak üzere Suriye ve Irak yönetimine karşı askeri anlamda mücadele verilecek, El Nusra ise Müslüman Kardeşler kartını kullanarak hem siyasi hem toplumsal hem de finans anlamda Türkiye, Katar ve kısmen de Suudi Arabistan’daki zengin kesimin desteklerinin kesilmemesi için girişimleri devam edecek şeklinde ortaklaştılar. AKP-Erdoğan her iki çete grubuna yaptığı her türlü silah, mühimmat ve lojistik desteğini dünya kamuoyunda her iki grup terörist olarak bilindiği için gizliden Suriye opozisyon (muhalif) grupları adı altında ÖSO çeteleri üzerinden ulaştırıyordu. MİT tarafından TIR’lar ile silah gönderilirken Hatay’da yakalanan ve hala devam eden söz konusu dava bunun nişanesidir. “Nerede olursa olsun hiçbir Kürt statüsüne izin vermeyeceğim” politikasını o dönemde El Nusra ve DAIŞ üzerinden yürüten AKP-MHP faşist iktidarı 2017 yılı sonundan bu yana bizzat kendisi sahada gerçekleştirmek istiyor.
AMAÇ MİSAK-İ MİLLİ PLANI
TC. ve AKP-MHP işgalci-faşist iktidarı özellikle Suriye alanında Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak için 2012-1013 yılından bu yana bir çok yolu denedi ancak genel olarak tüm denemeler sonuçsuz kaldı denilebilir. Suriye’ye yeni yeni giren hem Rusya hem de ABD’nin Suriye politikalarının bir belirsizlik yaşamasından kaynaklı TC, bu durumu fırsat bilerek her iki taraftan da faydalanarak kendi lehine çevirdi ve ‘Neo Osmanlı’ anlayışı ile Misak-i Milli planı çerçevesinde Cerablus, Ezaz, Bab ve en son Efrin’i işgal etti. 9 Ekim günü Kuzey Suriye topraklarına işgal saldırısı da bu çerçevede; yani AKP’nin kuruluş amacı olan ve çok öncesinde karar verilen Ermeni Soykırımı gibi Kürtleri yok etmek, diğeri de Osmanlılar tarafından işgal edilen ancak 100 yılı aşkın önce masada kaybeden Irak ve Suriye topraklarını tekrardan işgal etmek olduğu ifade edildi.
KUZEY SURİYE İŞGAL SALDIRISINDA RUSYA VE ABD’NİN ROLÜ
Hem Rusya hem de ABD TC-AKP/Erdoğan’ın Kürt soykırımı politikası nedeniyle birçok taviz koparırken, son yıllarda iktidarını kaybetmekle karşı karşıya kaldığı için tamamen saldırganlaşması ve kontrolden çıkması her iki güç de bu durumdan hoşnut olmadığı belirtildi. Bundan kaynaklı TC’yi frenlemesi gerektiği konusunda her iki güç ortak görüşü olduğu değerlendirmesi yapılırken, TC’yi doğrudan İran veya Suriye rejimi üzerine saldırtamayacaklarına göre; Kürt, Arap, Asuri-Suryani, Türkmen halklarının Öcalan’ın üçüncü yol perspektifi çerçevesinde özgür yaşam mücadelesinde yükselen Kuzey Doğu Suriye ve Özerk Yönetimini geriletmek için saldırttı. Hem Rusya hem de ABD için ne güçlü ne de tamamen bitmiş bir Kuzey Suriye gücü gerektiğinden hem askeri hem de siyasi açıdan sürekli uluslararası güçlere muhtaç bir yönetim ya da bölgesel güce ihtiyaç olduğundan ve hem NATO’ya üye güç hem de sürekli koalisyon ülkeleri mülteci kartı ile tehdit eden TC’yi dizginlemek amacı güdülüyor. ABD Başkanı Donald Trump bir yandan Kuzey Suriye’den askerlerini çekme açıklaması hem de sonrası sürekli “Müdahale ederim, ekonomik ambargo ile seni mahvederim” vb beyanları bu çerçevede değerlendirmek yerinde olacaktır. Askerleri çekme açıklamasının hemen ardından Rusya, rejim güçleri ile birlikte bölgeye gelmesinin normal bir durum olmadığı, Rusya ve ABD’nin söz konusu durum üzerine anlaştıkları görüşü hakim. Trump’ın sosyal medya üzerindeki adeta şaklabanlık düzeyine inen paylaşımları ABD askeri ve siyasi ile devlet kurum temsilcileri bile Trump’ın bu ‘şaklabanlığı’na tepki gösteriyor şeklinde kamuoyuna yansıtmaya çalışılsa da bunun bir aldatmaca olduğu belirtiliyor. Çünkü Trump’ın özgeçmişine bakıldığında hem bir tüccar olan hem de tiyatro oyunları ve yaklaşık 12 bölümlük Tv’lerde şovmenlik yapan ve aynı zamanda ABD başkanlık seçimi öncesi söz konusu durumlarda ‘şaklabanlık’ yapabileceği şeklinde ABD devlet yetkilileri ile anlaştığı bilgisi söz konusu iddiayı doğruluyor.
Zira Savunma, Dışişleri bakanlarının da içinde bulunduğu ABD’li heyetin 10 Ekim’de Türkiye’ye giderek, 5 günlük sözde ateşkes ilan etmesi, savaşın kendi kontrolünden çıkmaması için bir adım olduğu şeklinde değerlendirilebilir.
İRAN
İran her ne kadar seyirci durumunda deniliyor olsa da esasen ABD’nin Türkiye’ye taviz verdiği görüntüsü altında bu savaştan sonra Türkiye’yi kendisine yapılacak bir yönelime yardımcı duruma getirilmeye çalıştığını biliyor. Daha önce birçok ülkenin İran’a yönelik ambargoya sevk edilmesi, Lübnan-Hizbullah’ının terör örgütü listesine alınması, her ne kadar Irak ordusu içinde olsa da Haşdi Şabi güçlerini bulunduğu mevcut bölgelerden çekilmesi ve tasfiye edilmeye çalışılması İran’ı Suriye ve Irak’ta fazla destek ve güç kaybetmemesi için harekete geçirmişti. TC’nin saldırı yaptığı bir gün öncesi İran büyük ölçüde denetiminde olan Irak ve Suriye Sınırında olan Ebu Kemal Sınır Kapısı’nı açması dikkat çekti. TC’nin Efrin işgal saldırısı sürecinde sessiz bir tavır sergileyen Tahran, ‘Türkiye’nin Kuzey Suriye topraklarına saldırısında haksız olduğu, beraberinde birçok bölgesel sorunu da getireceği’ uyarısı yapmıştı. Ancak yine de ABD ve Rusya’nın ortak bir anlaşması olduğunu bildiğinden şimdilik seyretmekle yetiniyor.
SAVAŞIN SONUCU NEYİ DEĞİŞTİRİR?
Bu savaşın 10 Ekim günü ABD heyetinin Ankara’daki görüşmesi sonrası ilan edilen sözde ateşkes durumunda kalması halinde- ki ABD ve TC. ateşkesi ilan etmesine rağmen Serêkaniyê de halen uçak ve top atışlarıyla siviller hedef alınmakta, QSD savaşçıları yaşamını yitirmekte- Kuzey Suriye yönetimi haklı olarak bu durumu kabul etmeyecek, TC işgalci ordusu işgal ettiği yerlerden çekilmemesi halinde direnişlerine devam edecek. TC. ise zaten başından beri Kürt soykırım politikasında ısrar edecek ve diğer bölgeleri işgal etmek için sürekli provokasyonlarla saldırılarına devam edecek.
Savaş sonucunda TC belirlediği 32 kilometre derinlik ve 444 km uzunluğundaki alana- ki tüm Rojava Özerk Yönetimi sınırları içinde olan tüm şehirler işgal edilmiş olacak- girilmesi halinde Misak-i Milli planı olan Efrin’den Kerkuk’e kadar ki alanı işgal saldırılarına devam edecek, zaten açık bir şekilde dile getirilen İdlib’teki El-Nusra/DAIŞ-ÖSO çete grupları ve aileleri dahil olmak üzere Türkiye kamplarında eğitilen göçmenlerin bu alanda yerleştirilerek bölgenin demografisini tamamen değiştirilmiş olacak. Aynı zamanda hem işgal saldırısı sürecinde hem de sonrasında başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkını katliamdan geçirecek.
Savaş halkların direnişi ve zaferi ile sonuçlanması halinde, özellikle son dönemde sürekli yenilgilerle iktidarına vurulan büyük darbelerle düşen AKP-MHP faşist iktidarı yerle bir olacak, onunla birlikte dünya kamuoyunda özellikle Trump yönetimi ve ABD ile kısmen de Rusya da yenilmiş olarak tarihe kaydedilecek. Rusya, ABD’nin desteğine rağmen TC’nin 20 bini aşkın çete grupları ile birlikte savaş ve keşif uçakları ile her türlü teknik-silahlara karşı Kuzey Suriye Halkları savunma gücü QSD ise verdikleri büyük direnişi tarih ve roman kitaplarında efsane olarak geleceğe aktarılacak. Diğer yandan başta tüm Kürtler olmak üzere diğer demokratik güçlerini Kuzey Suriye devrimi etrafında birleştirecek.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi