HABER MERKEZİ – Üçüncü Dünya Savaşı olarak ifade ettiğimiz kaos sürecinin en derin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Kaos sürecinin doğasına uygun olarak ön görülemezlik bu süreçte en fazla öne çıkan durumdur. Böylesi dönemlerde olağan, rutin uygulamalar istisna durumuna geliyor. Bunun yerine anlık değişmeler, geçici ittifaklar ve beklenmeyen gelişmeler siyasi süreçlerde hiç olmadığı kadar etki yaratıyor, sonucu belirleyebiliyor. Bütün bu gelişmeleri göz önünün de bulunduğumuzda bir aylık süreci daha doğru ele alabilir gelişmeleri çok yönlü değerlendirebiliriz. Kaos aralığı ve Üçüncü Dünya Savaşı küresel düzeyde yaşanıyorsa da kalbi Ortadoğu ve esasta Kürdistan’da atıyor.Bu sürecin tüm özeliklerini en çarpıcı biçimde bölgede gözlemleyebiliyoruz. Belirsizlik, değişken ittifaklar ve fiziki gücün çarpıcı etkisi bölgenin siyasi arenasının temel sütunları olmaktadır. Zaten faşist Türk devletinin zayıflığına karşın hamleler geliştiriyor olmasının altında da bu zemin yatmaktadır.
Bu açıdan TC’nin 23 Nisan 2021 tarihinde Metina, Avaşin ve Zap’a yönelik başlattığı saldırıların temel bir noktaya işaret ettiğini görüyoruz. Bu operasyon sadece Kürt soykırımını derinleştirmede atılan ciddi bir adımdan öteye TC’nin son yıllarda yürüttüğü politikalar çerçevesinde de dikkatle çözümlenmesi gereken bir durum oluşturdu. 24 Nisan’da Ermeni soykırımını tanıyan açıklamalarına rağmen 23 Nisan’da kapsamlı Kürt soykırımlarına onay veren ABD’nin konumu bir kez daha gözler önüne serdi. TC de yakın dönem politikalarında değişimi bu çerçevede tekrardan ABD ve NATO bloğuna eklemlenerek gerçekleştirmeyi hedeflemeye başlamıştır. Hiç şüphe yok tüm Kürdistan’da olduğu gibi Şengal için de temel tehdit TC faşizmidir. Fakat bu tehdit algısını TC’nin salt kendi gücüyle saldırması olarak tanımlamak naifliktir. Örneğin 9 Ekim antlaşması biliniyor. Bu antlaşmayı KDP ile Irak Hükümetinin bir antlaşması olarak ele alamayız. Bu antlaşmanın mimarı TC’dir. TC’nin işgal isteğinin son noktasının Musul ve Kerkük olduğu biliniyor. Şengal işgalini bu temel de stratejik sıçrama tahtası olarak ele almak istediği doğrudur ve yapabilirse buna yöneleceği kesindir. Ancak şu aşamada TC ‘nin Şengal’in özerkliğini güncel durumda Irak hükümeti ile ortadan kaldırmakta kararlı ve planlarını da bu doğrultuda yapmış olduğu görülmelidir. Yani TC Şengal i işgal edecek beklentisi mevcut durumda abartılı gibi durmaktadır. Irak ın sürekli TC korkusunu yayarak, yada sopasını göstererek kendisini özerk güçleri tasfiye etme temelinde alana yerleştirmesi gözden kaçırılmamalıdır. Türk devleti 2014 güzünde bir Çöktürme Planı hazırlamış ve 2015’te bu plan tüm imkanlarıyla pratiğe konulmuştur. Buna karşı Kürt halkının özgürlük mücadelesi Kürt halkına ve demokrasi güçlerine saldırısına karşı büyük bir tarihi direniş göstermişlerdir. Ağır bedellerle bu direniş kesintisiz sürdürülmüş, bu saldırıyı yürüten AKP-MHP faşist iktidarı yıkılma noktasına getirilmiştir. AKP-MHP iktidarının yıkılması Türkiye’de köklü bir demokratikleşmenin önünü açacak bir gelişme yaratacaktı. En azından yüz yıla dayalı demokratik mücadele birikimine dayalı olarak Türkiye’de köklü bir demokratikleşme süreci ortaya çıkacaktı. Bu aynı zamanda Ortadoğu’da demokratikleşmenin önünün açılması olacaktı.
KÜRDE KARŞI TÜM ÇETE-KONTRA YAPILAR KULLANILIYOR
Şu anda Türkiye’de devletin nasıl bir kirli savaş devleti haline geldiği, mafya ve uyuşturucu tacirleri ile iç içe geçtiği tüm açıklığıyla orta yere saçılmıştır. Türk devlet yapısının lağım boruları gibi pislik dolduğu ve şimdi bu lağımların patladığı ifade edilmektedir. Türk devletinin bu gerçekliğini özgürlük mücadelemiz ortaya çıkarmıştır. Özel kirli savaş uzun süreli sürdürülemez. Sürdürüldüğünde karşısında mücadele olursa pislikleri ve kokuları böyle ortaya çıkar. Soykırımcı Türk devleti Kürdü soykırıma uğratmak için her türlü kirli yol ve yöntemi, ilişkiyi mubah görmektedir. Kürde karşı tüm çeteleri kullanmaktadır. İnsanlık dışı tüm yöntemleri uygulamaktadır. Vatan-millet söz konusu olduğunda her şey teferruattır, dediklerini aslında Kürtlere karşı savaş söz konusu olduğunda her şey teferruattır, biçiminde anlamak gerekir. Mehmet Ağar vatan-millet için 1000 operasyon yaptık, demişti. Yani hukukla, yasayla ilgisi olmayan çetevari saldırlar yaptığını itiraf etmişti. Aslında insan öldürdüysek de, eroin kaçaklığı yaptıysak da, hangi yasa dışı suçu işlediysek de vatan için yaptık diyor. Bu nedenle Mehmet Ağar ve Süleyman Soylu gibiler ortaya hangi yasa dışı eylem, cinayet ve suç ortaya çıksa da bunu vatan için yaptık diyerek savunurlar. Çünkü ‘vatan söz konusu olduğunda’ onlar için anayasa, yasa, hukuk, ahlak ve vicdan teferruattır. Vatan dedikleri de onların suçlarını örten bir klişedir. Bu açıdan bu tür insanlık dışı suçların ortadan kaldırılması için en başta da vatan söz konusu olduğunda her şey teferruattır, söyleminin sorgulanması ve mahkum edilmesi gerekir. Çünkü bu söz her türlü suç işlemenin kılıfı haline gelmiştir. Neredeyse bir aydır Türkiye’nin gündemini etkileyen Sedat Peker adlı kontranın açıklamalarını kuşkusuz sadece çeteler arası iktidar çatışması olarak göremeyiz. Peker’in açıkladığı bilgilerin niteliği de, içeriği de faşist ittifak içerisinde bir hesaplaşmanın başladığını ve devlet içinde Peker’i hala destekleyen odaklar olduğunu gösteriyor. Bu durum Kürt özgürlük hareketinin başta Garê zaferi olmak üzere yürüttüğü direnişle AKP-MHP faşizmini ne kadar zayıflattığını ve ittifakta derin çatlaklar açtığını da ortaya sermektedir. Aksi takdirde ne kimse Peker’e bilgi vermeye cesaret eder, ne de faşizm onun bu kadar konuşmasına izin verirdi. Peker’in Soylu-Ağar grubuna yönelen ve oldukça etkili de olan açıklamaları AKP-MHP iktidarını zor durumda bıraktığı açıktır. Türkiye’de dile gelen iddiaların üzerine gidecek ne bir yargı sistemi, ne de güçlü bir toplumsal dinamik şuan için mevcut değil. AKP-MHP iktidarını zorlayacak yegane güç bu durumu kendi lehine çevirebilecek verili muhalefettir. Bu nedenle kısa vade de geçmişteki Susurluk olayı gibi sonuçlar doğurması çok olası olmasa da, bu açıklamalar hükümeti rejim iç iktidar mücadelesinde oldukça zorlayacaktır. Gerek Peker’in açıklamaları yaptığı yerin BAE olması, gerekse açıklamaların içeriği bu olayın NATO Gladio operasyonu olma ihtimalini artırıyor. Uyuşturucu ticaretinden Venezuela’yı gündeme getirmesi, yine alt metinde İran imasında bulunması ve son olarak El Nusra’ya giden silahlardan bahsetmesi ABD’nin TC’yi zorlamak istediği politikalarla uyum gösteriyor. Bu nedenle bu hamleyi ABD’nin TC’yi tam teslime zorlama girişimi olarak görebiliriz. Zaten Peker in 8. Videosu tam bir ABD ağzıyla Önderlik, PKK, Kürtler ve Rojava değerlendirmesi olmuştur. Kendisini en çok da bu değerlendirmede ele vermiştir. ABD bu adımla hem PKK ve Önderliğin şahsına bir lümpenin ağzıyla saldırarak itibar suikastı yapıyor, hem de AKP-MHP hükümetine gözdağı veriyor. Ona gözdağı verirken bile Önderliğe saldırı temelinde göz kırpmayı da unutmuyor. Öte yandan açıklamaların başlarında Erdoğan’ı olayların dışında tutması ve AKP’nin Soylu ‘ya tam olarak sahip çıkmaması Erdoğan’ın da bu hamlede belli bir rolünün olduğuna işarettir. AKP içi mücadelede Soylu ‘ya bir darbe vurmak istendiği açıktır. Yine AKP-MHP faşist ittifakın Ergenekon çizgisinde ki bazı birimlere sınırlama getirmek istediği de ABD ile yakınlaşma stratejisinin doğal bir sonucu olmaktadır.
KİRLİ SAVAŞ YÜRÜTENLER DEVLETİN GERÇEK SAHİPLERİ
Hala da devam eden Peker’in ifşaatları sonrası Soylunun çok teşhir olması HDP ve bazı çevreler de kısmen görünen bir yanılsamayı da beraberinde getirmektedir. Bu AKP-MHP faşizmi döneminde özelde Kürt halkına, genelde tüm topluma karşı işlenen suçlar da Soylunun rolünün Erdoğan-bahçeliden ayrı ele alınarak artırılmasıdır. Sanki bu konseptin başrolü Soylu-Ağar çetesiymiş gibi bir algı ortaya çıkmaktadır. Bu AKP ve Erdoğan’ın sıklıkla başvurduğu aldatmacalardan biridir. Geçmişte de AKP birçok suçtan eski müttefiki Fetullahçıları işaret ederek aklanmaya çalışmıştı. Bugün de benzer bir eğilim görülmektedir. Bu yanılsamaya kapılmamak gerekir. Bir Kürt soykırım stratejisi olan “Çöktürme eylem planının” mimarı Soylu ve Ağar ekibi değildir. Onlar AKP’nin yaptığı planın uygulayıcısı olarak rol oynamışlardır. Deyim yerindeyse yapılan planın talipleri olarak uygulayıcılarıdır. Çöktürme eylem planı Ağar-Güreş-Çiller konseptinden farklıdır ve daha da tehlikelidir. Kayyum ve “Diyarbakır anneleri” gibi akla gelmeyecek kirli yöntemleri hiç bir değer tanımadan sergileyen AKP ve Erdoğan’dır. Bu nedenle eğer Soylu içişleri bakanlığından alınırsa soykırım politikalarında bir gevşeme olur beklentisinin altı boştur. Yerine çok daha azılı bir faşist gelebilir. Çünkü mesele AKP-MHP faşist iktidarının Kürt halkına yönelik savaşıdır. Bu, MHP de dâhil faşist ittifakın herhangi bir parçasıyla açıklanamaz. Plan çok kapsamlıdır ve bu planı devreye koyan akıl geçici sorunlar nedeniyle bu planı bir kenara atmaz. Bu planın mimarları Erdoğan a yürütmenin başı görevini veren çekirdek devlet aklı ve unsurlarıdır. Bu unsurların Türk İslam sentezci İttihat terakki tedrisatında geçenler olduğu açıktır. Bu unsurları ve aklı bütünlüklü hedeflemek gerek, yani AKP ve Erdoğan ı hedefte öncelemek lazım.
ÖZEL KİRLİ SAVAŞ UZUN SÜRELİ SÜRDÜRÜLEMEZ
Türkiye’nin siyaset ve sosyal dinamikleri Garê sonrasında açığa çıktığı gibi AKP-MHP faşizminin aşılmasını hedefleyen birleşmelere ve ittifaklara her zamankinden daha fazla hazırdır. Zap, Avaşin ve Metina operasyonlarından da istediği sonuca ulaşmaması bu durumu daha çok güçlendirecektir.
Bu açıdan soykırımcı sömürgeci devletin her türlü imkanı kullanarak saldırı yapması Kürt halkının varlığı için büyük bir tehlike oluşturmakla birlikte eğer etkili mücadele yürütülürse yıkılma noktasına gelen AKP-MHP ittifakını alaşağı edecektir. Zaten bir devlet bu kadar kendi hukukunu uygulamıyor, bu kadar kirli yapılanmaya kavuşmuşsa o devlet en zayıf dönemini yaşıyordur. Bir devlet kendi kurduğu yasalara ne kadar uyuyorsa o kadar güçlüdür. Bu yasaları bile uygulamıyorsa o devlet çok zayıflamış demektir. Ancak bu karakterdeki devletler kendiliğinden yıkılmaz. Aksine bu tür devletler karşılarında mücadele görmezse amaçlarına ulaşır ve kirli savaş yürütenler bu devletin gerçek sahibi haline gelirler. Bu açıdan mevcut iktidar zayıflamışken mücadelede hiçbir gevşeklik gösterilmemeli; mücadele yol ve yöntemleri zenginleştirilerek yükseltilmelidir
Gerilla fedaice direnmektedir. Bedeller ödeyerek Kürt düşmanlığında öncü ve Kürt soykırımını hedefleyen Türk devletine karşı tüm Kürtleri ve demokrasi güçlerini savunmaktadır. Gerilla bu rolünü bundan sonra da bedeller ödeyerek yürütecektir. Ancak bu direnişi yalnızca gerillaya bırakmak tarihi bir yanılgı olur. Yapılan saldırı sıradan değildir. Adım adım Kürt halkının mücadelesini geriletip Kürdü soykırıma uğratmayı amaçlanıyor. PKK şahsında Kürdün varlığı hedefleniyor. Bu yönüyle saldırı kapsamlıdır; amaç tehlikelidir. Bunu görmemek Türk devlet gerçeği karşısında kör ve sağır olmaktır. Soykırımcı sömürgeci Türk devletinin Kürtlerin Kürtlük adına hiçbir kazanımlarına tahammülü yoktur. KDP ya da bazı güçlerle ilişkileri ise PKK’ye karşı yürüttüğü savaşı meşrulaştırmak içindir. 2017 referandumu sonrası ve Kerkük’e yönelik Irak harekâtında TC’nin tutumunun ve rolünün ne olduğunu en iyi KDP ve Başûrê Kürdistanlı siyasetçiler ve halk bilmektedir.
Sonuç olarak bu kaos sürecinden varlığını koruyarak çıkmak faşizmin kurumsallaşmasına engel olacağı için olumludur, fakat aynı zamanda bu tür süreçler zafer olanaklarını da her zaman ortaya çıkmamaktadır. Kazanımlarımızı ve gücümüzü korumak kadar güç alanlarımızı çoğaltmak, kazanımlarımızı büyütmek temel bir hedef olmalıdır.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi