HABER MERKEZİ- Kemal Karer yazdı:
Mayıs Ayı Şehitleri Yolumuzu Aydınlatıyor
“Dünyanın birçok ülkesinde özgürlük mücadeleleri Kurdistan gerçeğinden çok farklı koşullarda başlatılmıştır. Devrimi yaratan halkların her şeyden önce kimlikleri ve değerlerinin farkında olarak mücadelede yer aldıkları görülür. Bu anlamda ilk günden itibaren ulusal bilince sahip olarak mücadele saflarına katılırlar. Yine bu ülkelerde özgürlük mücadelesine öncülük edecek örgütlenmenin arka planında moral değeri olarak ulusal değerlerin inşa edilmesi gibi bir sorun da yaşanmamıştır. Her halk yaşadığı çağın temel paradigmasına uygun olarak kendisini örgütleyerek mücadelesine başlamıştır. Kimisi ulus devletler çağından, kimisi de sosyalist mücadelelerden etkilenmiştir. Ama hepsinin kendisine ait bir ulusal değerler bütünlüğü, farkındalığı olmuş ve bu da sonuçta mücadele tarihlerinin arka planı olarak varlığını korumuştur.
Fakat bu durum Kurdistan gibi kimliği ve kültürüne yabancılaştırılmış bir ülkede baştan itibaren dezavantajları barındırmıştır. Bu nedenle Başkan Apo, daha 70’li yılların başında “Kurdistan sömürgedir” dediğinde onu cesaretlendirecek, moral güç olacak bir mirastan yoksundur. Sadece kendi çabalarıyla ulaştığı “Kurdistan vardır” ve “Kurdistan sömürgedir” cümleleri bulunmaktadır. Onun dışında moral değer olarak kendisini güçlendirecek, teşvik edecek bir şey yoktur. Dolayısıyla Başkan Apo, Kurdistan adına oluşturulmuş bütün somutlukları kendi emeğiyle yaratmıştır. Bunun için önce insanlık tarihini, ardından Türklerin tarihini araştırarak Kurdistan gerçeğine ulaşmıştır. Kürt halkının tarihi de özgürlük mücadelesiyle açığa çıkarılmıştır. Başkan Apo’nun elinde tarih bilincinden başka herhangi bir güç kaynağı yoktur. Bu gerçeği ilk manifestonun yazımına da yansıtmıştır. PKK’nin Kuruluş Manifestosu’nda, “Halkımızın direnme geleneğinden başka kendimize miras olarak alacağımız bir şey yoktu” diye yazılmıştır.
Bu nedenle Başkan Apo, moral kaynaklarını tarif ederken her zaman 68 kuşağının Türkiye’ye yansıması olarak ortaya çıkan THKP-C ve THKO gibi yapıları ve o dönemin önderlerinden olan Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’i örnek vermektedir. İstanbul’da katıldığı bir seminerde Mahir Çayan’ın “Kürt meselesi” sözünden çok etkilenmiş, hatta o dönemin Kürtlük gerçeğine göre “çok cesur” bulmuştur. Başkan Apo, çoğu kez bu etkilenmenin kaynağını işlemektedir. Başkan Apo ile başlayan 52 yıllık mücadele tarihimizde de bunun izleri vardır. Nitekim Başkan Apo, duygularının derinliğinde yakaladığı Kurdistan gerçeğine ulaşabilmek için İstanbul Hukuk Fakültesi’nden kaydını alarak Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geçmiştir. Ankara’da henüz bir çevre bile edinememişken 12 Mart darbesiyle tanışmış, 30 Mart 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de şehit düşmelerinden sonra kendisini üniversitede ilk boykota öncülük yaparken bulmuştur.
Kızıldere bir tohum oldu
Başkan Apo’nun Önderlik diyalektiğinde de bu bir başlangıçtır. Tıpkı Marx’ın “Bilmiyorlar ama diyalektiği en iyi uygulayan köylülerdir” dediği gibi bu diyalektik, özgürlük mücadelemizdeki Önderlik şekillenmesinin kendisi olmuş, Önderlik gerçeğini yaratmıştır. Şehitlik gerçeğine anlam böyle biçimlenmiştir. Boykot eyleminden sonraki cezaevi süreci Başkan Apo için en rafine bir bilinç düzeyi olarak şekillenmiştir. Çünkü, 12 Mart darbesinin yargılayıp idam cezası verdiği Deniz Gezmişler ile aynı blokta kalıyor olmalarından kaynaklı, onlardan sonraki Türkiye’nin örgütsel gerçekliğinin geleceğini de daha o koşullarda erkenden fark etme imkanı yakalamıştır.
Başkan Apo, 6 Mayıs 1972 tarihinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmesinden sonra zindandan çıkmıştır. Ancak 12 Mart cuntası Türkiyeli devrimciler üzerinde sürek avını sürdürmeye devam etmiştir. Bu kez, TKP/ML TİKKO’nun kurucusu İbrahim Kaypakkaya esir alınmıştır. Dört ay gibi uzun süren bir sorgu süreci ardından direniş tarihine “ser verip sır vermeyen” devrimci önder olarak geçen İbrahim Kaypakkaya, 18 Mayıs 1973’te Amed’de işkencede katledilmiştir.
Peş peşe gelen bu şehadetler Başkan Apo için kıyametin alameti gibidir. Bu nedenle Başkan Apo zindandan çıktığı süreçte, devrimci gençlik önderlerinin şehadetini, “Adeta damarı keser gibi örgütlülük kesildi ve bu da ölüm getirdi. Bende bunu önleme fikri vardı. O açıdan örgütlenme yönüne ağırlık verme gereğini duydum. Zaten çıkar çıkmaz çok sessiz, hiç dikkati çekmeyecek bir biçimde vurup şansımı denedim” diye değerlendirecektir.
Görüldüğü gibi, burada güçlü bir bilinçten ziyade, duygular ve bağlılık hakimdir. Anıya güçlü bir bağlılık vardır. Ayrıca bağlılığın ne demek olduğu, bağlılığın nasıl gerçekleşmesi gerektiği soruları ve bunların hepsine bir cevap arayışı vardır. Başkan Apo, “sürekliliği kesilmeyecek bir örgüt olmak” olarak tanımladığı bu kararı şöyle ifade etmiştir: “Bir yerde devrimci gençlik hareketinin, hatta devrimci partinin beyni, militanı konumunda olan bir çekirdek. İçinde yeni bir Türkiye anlayışı var. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi var. Oldukça radikal bir biçimde düzenden kopuş niyeti var. En önemlisi de çok cüretli bir biçimde kesin fedakarlık içeren, hayatlarını ortaya koyuş var. Bilinçli, bireysel yaşamlarını istedikleri gibi sağlama bağlayabilirler ama bunu reddediyorlar. Çok büyük fedakarlık isteyen bir eyleme girişiyorlar. Böyle bir eyleme bağlanmak ve onun ardını getirmek iddiasında olmak aslında bir kişinin daha sonraki bütün yaşamını belirleme niteliğine de sahiptir. Şimdi o eylem olmasaydı, ben bu biçimiyle bir politikaya gireceğimi sanmıyorum. Daha sonra bizim teorik-pratik olarak geliştirdiğimiz, bir anlamda Kızıldere’nin açımlanmasıdır ve bana göre bir tohumdur. Onlar, toprağa düştüler ve biz filizlendik, saçıldık, ürün olduk.” Başkan Apo’nun dediği gibi bu ürün, PKK hakikati oldu.
Başkan Apo’nun ruh ikizi
Başkan Apo, yedi aylık zindan yaşamından sonra dışarı çıktığında arayışlara başlamıştır. Her yönüyle ağır bir atmosfer vardır. Kürtlük her tarafta sorun olarak algılanmaktadır. Kürtlükten adeta bir kaçış vardır. Üniversite ortamı o zamanın koşullarında genellikle toplumun elit ailelerinin çocukları tarafından oluşmaktadır. Zaten olanlar da büyük oranda Kürt işbirlikçi kesimlerin çocuklarıdır. Onun için Kürt kelimesini duyan zaten hızla Başkan Apo’dan uzaklaşmaktadır. Bu nedenle Başkan Apo’nun yanında Çubuk Barajı’na taşıdığı birkaç kişiden hemen hemen hiç kimse kalmamıştır. Dolayısıyla Başkan Apo’nun diyalektiği Türk arkadaş edinmeye doğrudur.
Başkan Apo, o yıllar için “tırnakla kazır gibi kazıdık” der. Gerçekten bu deyimin bir metafor olmaktan da ileri bir anlamı vardır. Başkan Apo, onun için en darda kaldığı zamanda, çok büyük bir çıkışın arifesinde gerçek yoldaşlık ortamını bulmaya çıkmış ve bir süre sonra Haki Karer ve Kemal Pir yoldaşlara ulaşmıştır.
“Su yatağını bulur” sözünü doğrularcasına, Başkan Apo ile Haki Karer’in ilk tanışması bile çok kısa sürmüştür. Başkan Apo kendi fikirlerini söyledikten sonra, “Ne diyorsunuz” diye sorduğunda Haki Karer, “Söylenmesi gerekenleri zaten söylediniz, onlara eklenecek bir şey yok” yanıtını vermiştir. Ve ondan sonra birbirlerini karşılıklı besleyen, tamamlayan ve pratikleştiren bir yoldaşlık gelişmiştir. Nitekim Başkan Apo bu süreci “büyük doğuş zamanlarıydı” diye tanımlamaktadır. En zor koşullarda en güçlü ilişkileri yakalamak öyle kolay olmasa gerek. Onun için amaca büyük bağlanmak gerekir. Amaçları büyük olmayanların ilişkileri de büyük olamaz. Bu diyalektik Başkan Apo, Haki Karer ve Kemal Pir’in yoldaşlıklarında çok somut olarak görülmektedir. Daha sonraları Başkan Apo, bu büyük buluşmanın kahramanı olan Haki Karer yoldaş için “benim ruh ikizim gibiydi” diyecektir.
Birçok halkın tarihinde bu tür tesadüfler vardır. Ama tesadüflerin hakkını vermek, ona rol atfetmek de tarihsel olarak çok anlamlar içerir. PKK’nin ideolojik form olarak gelişmesinde bu büyük buluşmanın elbette çok büyük anlamı vardır. Öncelikle PKK’nin enternasyonal bir hareket olarak doğmasında bu ilişkinin çok büyük katkısı vardır. Mahir Çayan’dan alınan “Kürt meselesi” ve “ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi” böylece PKK hakikatinin başlangıcı olmuştur. PKK’nin programında, ideolojisinde, tarzında, yaşam ölçülerinde bu ilişki doğrudan belirleyici olmuştur. Onun için Başkan Apo PKK’yi, “Şeklen Kürt ama gerçekte çağın parlayan yıldızı, sosyalist bir hareket” olarak tanımlamıştır.
Şehitlerin ölçüleri başarı yarattı
Bu gerçeklikten hareketle düşman Başkan Apo kadar Haki Karer yoldaşı da izlemeye almıştır. Nitekim ajan, provokatör olan ve “Beş Parçacılar” adı verilen çete yapılanmasının şefi de sadece bunun için görevlendirilmiştir. Uzun bir takibin ardından Haki Karer 18 Mayıs 1977 yılında Antep’te katledilmiştir.
Haki Karer yoldaşın katledilmesi Başkan Apo ve grup açısından oldukça ağır bir kayıptır. Başkan Apo, Haki yoldaşın katledildiğini duyduğu anı “dünya başımıza yıkıldı sandık” diye tarif etmektedir. Çünkü Haki Karer yoldaş, grup açısından her yönüyle çok büyük yer tutmaktadır. Haki yoldaş ideolojide netlik, örgütlenmede kapsayıcılık, yoldaşlıkta fedakarlık, devrimci eylemde cesaret ve kararlılık, temsilde dervişliğin ölçülerini oluşturmaktadır. PKK’nin bir kimlik kazanarak başarıyı getirmiş bütün yaşam ölçüleri Haki Karer yoldaşın da ölçüleridir. Onun için Başkan Apo kendisini şehitlerin sözcüsü olarak ifade etmektedir. Başkan Apo, “Apoculuk, benim adımın Apo olmasından kaynaklı değil. Apoculuk, büyük şehitlerimizin yarattığı partileşme ve militanlaşma ölçüleridir. Onun için ben de her gün kendimi o ölçülere ulaştırmaya ve layık olmaya çalışıyorum” demiştir.
Yani Başkan Apo, bütün ölçülerini bu büyük şehitlere göre şekillendirmiştir. Düşmanın dayattığı yaşam ölçülerine karşı şehitlerin yarattığı yaşam ölçülerini temel almıştır. Onun için tüm ölçüleri şehitlerin ölçülerine göre düzenlemektedir. Başkan Apo bu konuyu şöyle değerlendirmiştir: “Faşizmin damgasını yiyen yaşam, kanserli bir yaşamdır. Bugün gerçekten toplumda kansere benzer etkilerin geliştiği yaygınca söylenmektedir. Bu özellik ne kadar gelişirse gelişsin, bununla mücadele de kanseri ortadan kaldırma mücadelesidir. İşte bizim yaşayan değerlerimizin bu kansere karşı en iyi bir aşı olduğu da ortaya çıkmaktadır. Demek ki, bu anlamda şehitlerimiz toplumun içine düşürüldüğü en hastalıklı hallerin tedavisi için bir aşı niteliğindedir. Bu ne demektir? Bu, toplumun gerçek özgür yaşamına kavuşturulmasının ilacının ortaya çıkarılması demektir. Bütün toplum için bizim şehitlerimizin ifade ettiği anlam budur.”
Geriye dönüş yok
Başkan Apo, mücadele tarihimizin tümünü PKK’nin verdiği bu ilk büyük şehitle anlatmaktadır. Hem ilk şehit, hem de grubun en önemli öncü ve enternasyonalist çekirdeğidir. Dolayısıyla Başkan Apo’nun bu şehadet karşısındaki cevabı da büyük olmuş ve “Artık şehit verildi, kanımız akıtıldı. Bundan sonra geriye adım atılamaz” demiştir. Bu, tarihsel anlamda çok önemli bir kararlaşmadır. Düşman daha grup varlığına bile tahammül edemezken, düşmana karşı yapılan doğrudan savaş ilanıdır. Nitekim Haki Karer yoldaşın şehadeti, parti tarihimizin önemli evrelerinden birisinin de başlangıcı olmaktadır. Yani ideolojik mücadele döneminin kapatılarak politik mücadele dönemi dediğimiz silahlı mücadelenin de başlatılmasıdır. Daha net bir ifadeyle, Kurdistan özgürlük mücadelesinde ideolojik argümanların aşılması ve doğrudan en gözü pek savaş dönemine başlanmasıdır.
Sömürgeci Türk devleti de devrimci mücadelenin gelişmesine paralel olarak kendisini yeniden örgütleyerek, kitleleri sindirmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle düşman, devrimci mücadelenin kendisini görünür kıldığı kitlesel eylemlere karşı her türlü karşı eylemi geliştirmiştir. 12 Mart darbesinden sonra Türkiyeli sol sosyalist hareketler devrimci önderlerinden boşalan boşluğu dolduramamış olsalar da eylem gücü olarak varlardı. Bunu hedef alan düşman, 1 Mayıs 1977’de İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamalarını kana bulamıştır. Taksim Meydanı’ndaki yüksek binalara önceden yerleştirilen tetikçi güruhlar, 1 Mayıs kortejleri alana ulaştığında kitleye silahlarla saldırarak 34 insanı katledip yüzlercesini de yaralamıştır.
Düşmanın buradaki mesajı çok nettir. Katliamdaki amaç, eylem gücü olarak açığa çıkan devrimci dalgayı yerinde boğmak ve halkların, emekçilerin dayanışma ve birlik oluşturma kültürünü hızla parçalayıp dağıtmaktır.
Hareketimiz henüz partileşmemiş olsa da elbette buna karşı sessiz kalamazdı. Başkan Apo, düşmanın bu kanlı tezgahlarını da öngörerek grup aşaması ardından daha profesyonel bir örgütlenmenin hazırlıklarına başlamıştı bile. Başkan Apo, manifestonun yazımında bu tarihsel süreci de ele alarak PKK’nin Kuruluş Manifestosu’nu özellikle şehitlere atfeder:
“Bilincimiz manifestoya yansıyacak kadar keskinleşmiş ve mensuplarımız çoğalmıştır. Ama bütün bunların kendi başına bizi bir parti ilanına götürecek ağırlıkta olmadığını ve bütün bunların etkisini yoğunlaştırmanın, sağlam bir yapıya dönüştürmenin temel aracının yine bu şehitlerin kanı olduğunu, onları göz ardı etmeden ve onlara ters düşmeden yapılması gerekenin kendisi olduğunu, sürekli bir biçimde belirtmek gerekmektedir. Böyle yüce bir ilana gittikten sonra, artık şehitlerin yolunda isteyenler istedikleri kadar kan dökebilir, istedikleri kadar gelişebilir ve bu uğurda her türlü çabayı sergileyebilirler. Çünkü bu gelişmelerin hepsi, anlamını burada bulmakta, yine yeni yaşamın yolunu buradan açmaktadır.”
PKK, şehitlerin anısına kuruldu
Başkan Apo, şehadet gerçeğini her zaman varlık ve yokluk hattında değerlendirmiş, Haki Karer yoldaşın şehadetini de, Kurdistan özgürlük mücadelesinin ilk aşısı olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla sömürgeci soykırım rejiminin Kürt kişiliğinde oluşturduğu bütün hastalıklara karşı kullanılabilecek bir aşı olarak tarif etmiştir. 19 Mayıs 1978’de ise Halil Çavgun yoldaş, Haki yoldaşın şehadetinin birinci yıl dönümü anmasını yaptığı esnada sömürgeci rejimin işbirlikçisi olan feodal komprador ailelerden olan Süleymanlar çetesi tarafından katledilmiştir.
Başkan Apo, bu şehitler gerçeğinden hareketle hızla partileşme kararına gitmiş ve bir özgürlük mücadelesi için kaçınılmaz olan şehadet gerçeğini şöyle ifade etmiştir: “Bütün halkların ve ulusların verdikleri savaşlara bakalım; onlar kendi gerçeklerine böyle yaklaşmışlar ve şehitlerini çoğalttıkça zaferi de görmüşlerdir. Aksi halde, hep yenilmiş, ezilmiş ve lanetlenmişlerdir.” Aynı yıl içinde partimiz PKK’nin ilanı, elbette zaferde karar kılma ve şehadet gerçeğine verilen en büyük yanıttır.
Haki Karer ve Halil Çavgun yoldaşların şehadetlerinden sonra toplanan PKK 1. Konferansı, Partimizin bu büyük önderlerinin anısına bağlılığın bir gereği olarak, Mayıs ayını “Şehitler Ayı”, 18 Mayıs’ı da “Mayıs Şehitlerini Anma Günü” olarak ilan etmiştir.
12 Eylül darbesine karşı daha güçlü hazırlanmak amacıyla yurtdışına çıkan Başkan Apo ardından Lübnan sahasına geçen ilk kadrolardan olan Abdulkadir Çubukçu yoldaş da 2 Mayıs 1982 tarihinde Beyrut’ta, İsrail’in Filistin kamplarına karşı gerçekleştirdiği hava saldırısında şehit düşmüştür. Abdulkadir Çubukcu yoldaşın şehadeti aynı zamanda PKK’nin enternasyonalist karakterini de yansıtmaktadır. Bu şehadet, Filistinli Arap halkıyla Kürt özgürlük mücadelesinin kader birliği ve devrimci dayanışmasının bir sembolü olmuştur. Onun için Hareketimiz bu alanda büyük bir sempati toplamış ve PKK kadrolarının eğitimi için imkan sunulmuştur. Uzun yıllar mücadelemize hizmet veren ve binlerce kadronun siyasi ve askeri eğitim gördüğü Helve ve Bekaa’daki kamplar, şehitlerimizin büyük emeğiyle yaratılmıştır.
Şehitler gerçeğine dayanarak binlerce kahramanlık destanıyla Kürt halkının geleceğini ören Partimiz, halkımızın moral ve manevi değerlerini büyüttükçe, düşman saldırıları da yoğunlaşmıştır. Şehitler gerçeğine bağlılık temelinde kuruluşunu ilan eden PKK’ye karşı düşman daha kapsamlı saldırılarda bulunmuştur. Bunun için her türlü kirli ilişkileri devreye koymuş, kendisine bağlı tüm kontrgerilla ve çeteleri devreye koymuş ardından PKK’nin gelişimini, kitleselleşmesini durdurmak için bizzat devlet eliyle Maraş, Adıyaman, Malatya, Sivas ve Çorum katliamları gerçekleştirilmiştir.
Bununla da sonuç alamayacağını anlayan özel savaş rejimi, 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştirmiş ve PKK’nin öncü kadroları, sempatizan ve taraftar kitlesini zindanlara doldurarak orada kurduğu işkence tezgahlarında yok etmek istemiştir. Düşmanın kıyım politikasına karşı “Parti sesimizi, çığlığımızı dünyaya duyurmalı” diyen Mazlum Doğan yoldaş bedenini siper etmiş, ardından düşmanın işkencelerine karşı 1982 yılında Haki Karer’in şehit düştüğü günde “Dörtler” kendilerini alev topuna dönüştürmüştür. 18 Mayıs 1982’de Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner yoldaşlar direnişleriyle bu zindan karanlığını yırtarak, mücadeleyi geliştirme ve zafere ulaştırma gerekçelerimizi de artırmıştır. PKK, en imkansız koşullarda, eşsiz bir iradeyle bu direnişi gerçekleştiren şehitlerin anısına sahip çıkmak ve seslerini duyurmak için 15 Ağustos hamlesini başlatmıştır.
Şehitlerin sergilediği bu eşsiz direniş ve anılarına bağlılığın gereği olarak bir an önce ülkeye dönüp gerilla savaşına hazırlık yapan hareketimiz, daha sonra Kurdistan’ın diğer parçalarına da açılmıştır. Bu amaçla ulusal birliğe de önem vererek, ulusal birliğin önündeki her türlü engelin aşılması için büyük çaba sergilemiştir. Kürt halkının hazır potansiyelini Kurdistan’ın özgürlük mücadelesine kanalize etmek ve Başûrlu güçlerin kendi aralarındaki çatışma ve gerginliklerine son vermek amacıyla bir dizi görüşme yürütmüştür. 3 Mayıs 1983 tarihinde Mehmet Karasungur yoldaş, İbrahim Bilgin yoldaşla birlikte Başûrlu örgütlerin kendi aralarındaki çatışmalarına son vermek, güç ve imkanlarını gerçek düşman olan sömürgeci devletlere yöneltmelerini sağlamak amacıyla arabuluculuk yapmaya giderken ilkel milliyetçi güçlerin kurduğu pusuda şehit edilmişlerdir.
Her şehadet, davaya, mücadeleye bağlılık kadar düşmana öfkeyi de büyütmüş ve şehitlerin izinde dağlara yol alan Kürt gençlerinin sayısı binleri bulmuştur. PKK halk tarafından kabul görüp kitleselleştikçe, Kurdistan dağlarındaki özgürlük ordusuyla birlikte örgütlülük de büyümüştür. Büyük bedellerle verilen mücadele sonucunda ulusal bilince kavuşan Kürt halkı her alanda kurumlarını da oluşturarak, değerlerine sahip çıkmıştır. Kürt kültürünün geliştirilmesi ve kurumlaşması çalışmalarının ilklerinden olan Hozan Mizgin (Gurbet Aydın) yoldaş devrimci sanat çizgisiyle bir dönemin öncülüğünü yapmıştır. Komple devrimciliğin de örnek militanlarından olan Hozan Mizgin, gerilla yaşamında da başarılı bir pratik sergileyerek, eyalet komutanı görevini yürüten ilk kadın gerilla olmuştur. 11 Mayıs 1992’de ihbar sonucu Tatvan’da kaldığı ev kuşatılınca yanındaki tüm örgütsel belgeleri imha ederek, düşmanla çatışmış, ardından sağ ele geçmemek için tabancasındaki son kurşunla şehit düşmüştür. Hozan Mizgin yoldaş, devrimci duruşu, komutanlığı, örgütleme yeteneği ve mücadeleye bağlılığıyla gittiği her alanda halkı etkilemiştir. Şehadet biçimi ve sergilediği büyük irade, kararlı duruşuyla Dersim ve Zilan’da olduğu gibi, Kürt kadının tarihi direniş geleneğini PKK’de sürdürmüştür.
Mayıs ayında, PKK’nin öncü kadrolarına yönelik saldırıların yanı sıra çok sayıda katliam da yaşanmıştır. 16 Mayıs 1997’de Başûrê Kurdistan’ın Hewlêr kentinde KDP ihanetiyle gerçekleşen katliam, tarihimizin en unutulmayacak olanlarından biridir. Sıcak savaş alanında aldıkları yaralardan dolayı tedavi olmak için gittikleri Hewlêr’de kaldıkları hastanede Helin, Salih ve Ozan yoldaşlar ile birlikte 52 yoldaşımız KDP ihanetiyle şehit edilmişlerdir. Alçakça gerçekleşen bu katliamla birlikte, halen şehitlerimizin mezar yerleri de açıklanmamıştır.
Sömürgecilerin imha ve inkar politikalarına rağmen PKK’nin Bakur’da başlattığı özgürlük mücadelesi, Kurdistan’ın her yerine ulaşmıştır. Rojhilat’ta da İran rejiminin baskı ve şiddeti karşısında Kürt halkı özgürlük için direnişe geçmiştir. Ancak Kurdistan söz konusu olduğunda sömürgeci devletlerin politikaları, faşizan yöntemleri benzer olmuş, hatta Kürt halkına yönelik soykırım için ittifak kurmuşlardır. 9 Mayıs 2010 tarihinde Şirin Elemhuli arkadaş ile Ferzad Kemanger, Ferhad Wekêlî, Elî Heyderiyan ve Mehdî Eslamiyan’ın idam edilmeleri de Kurdistan özgürlük mücadelesi karşısındaki düşmanca yaklaşımların bir sonucudur. Ama onlar idam kararını verirken bile bu direnişi engelleyebilecekleri konusunda yanılmışlardır. Çünkü Şirin Elemhuli idam edilmeden önce hücresinin duvarlarına bugün dünyaya yayılan “Jin, Jiyan, Azadî” sözünü yazmıştır. Şirin Elemhuli’nin bu son sözü zindan duvarlarında saklı kalmayıp, 16 Eylül 2022’de Jîna Emînî’nin İran rejim güçleri tarafından katledilmesi ardından “Jin, Jiyan Azadî” sözü ile başlayan Rojhilat serhildanlarına da öncülük etmiştir.
PKK şehitler partisidir
PKK’deki şehitlerin her biri bir kahramanlık destanıdır. Sadece bu yazıda adı geçen şehitlerimizin adı bile PKK hakikatini tarif etmek için yeterlidir. Yani PKK şehitlerin anısına bağlılık temelinde oluştuğu için ardı sıra gelen bütün büyük şehadetler de bu gerçeği güçlendirerek çoğaltmışlardır. Dolayısıyla halkımız da şehitlerine sahip çıkıp bağrına bastıkça ulusallık bilinci gelişmiş, her şehadetle özgürlüğe daha yakın olunduğunun inancı güçlenmiştir. PKK, zamansız ve yerinde olmayan şehadetleri de eleştirmiş ama şehit vermekten asla geri durmamıştır. Bu aynı zamanda özgürlüğüne karar vermiş bir halkın duruşu olmuştur.
Geçmişten bugüne sahip olduğu tüm değerleri şehitler sayesinde ortaya çıkaran PKK, bu nedenle bir şehitler partisidir. Ve şehitler partisi olmanın bir gereği olarak, her şehadetten sonra zafere daha çok kilitlenmeli, daha çok başarmalı, örgütlenmeli ve gelişmelidir. Özgür Kurdistan ve Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi’ne ulaşmak bununla mümkündür.
Sömürgeci soykırım rejimlerinin faşizan uygulamaları şehitlerimiz ve halkımızın verdiği bedellerle gelişen özgürlük mücadelesini durduramayacaktır. Ahlaki değerler ve hukuk kurallarını hiçe sayarak yürüttükleri bu savaş şiddetlendikçe, bugün olduğu gibi buna karşı her alanda halkımız ve gerillanın sergilediği direniş ve irade de güçlenecek, çelikleşecektir. Halkların direnişi karşısında yenilgiye uğrayan tüm faşizan rejimler gibi, Kurdistan’daki sömürgeci güçler ve işbirlikçileri de halkımızın kararlı mücadelesi sonucunda mutlaka yenilgiye uğrayacaktır. Şehitlerine sahip çıkmanın bir gereği olarak özgürlüğe yürüyen halkımızın bu kararlılığını asla kıramayacaklardır. Onun için sadece şehitler gerçeğini Mayıs ayı ile sınırlandırmak veya ona sığdırmak mümkün değildir. Kurdistan’da hemen hemen her aya ve her güne onlarca şehidimiz düşmektedir.
Başkan Apo da şehitleri yaşayan değerler olarak tanımlayarak şöyle demiştir: “Şehitlerimiz, yaşayan gerçek değerlerimizdir. Bizler ise sadece onların yüce komutu altında hareket eden savaşçılarıyız. Bu tanım bir abartma değildir. Eğer biz yaşamı doğru devrimci düşüncelerin -ki bunlar önemli gerçeklere tekabül etmektedir- yoğunlaşması olarak anlıyorsak, diğer türlü bir yaşamın ne anlamı olabilir? Fiziksel varlığımızın canlılığını koruması, kollarımızın ve bacaklarımızın hareket etmesi, duygularımızın çalışmasının hiçbir anlamı yoktur. Eğer biz yaşamı bu kadar alt düzeyde bir kavrayışa götürmüyor ve bir toplumu yeniden yaratmak, devrimci bir tarzda üretmek gibi bir amaçla yola çıkmışsak, işte bu amaçların içinde en değerli varlığın şehitler ve dolayısıyla gerçek yaşayanlar olduklarını kabul edeceğiz.”
Kaynak: Serxwebûn