Günümüzde hakikat tanımları enformasyonu taşıyan iletişim aracının karakterine bağlıdır bir ölçüde. Yalanı gerçek, gerçek i yalan yapma gücüne …
HABER MERKEZİ – Show Busines (gösteri) çağındayız. Sözün değil görüntünün değer ve işlev kazandığı garip zamanlar yaşıyoruz. Alman Felsefeci Walter Benjamin “Tarih artık görüntülere kalıyor, hikâyelere değil” diyerek bu sanal gerçeğe işaret etmişti. Medya-iletişim teknolojisinin bugün ulaştığı gelişim hızı ve kapsamı Benjamin”i doğrular seyirde büyüyerek devam etmekte. Teknoloji tüyler ürpertici ve sihirli bir biçimde değişerek düşünme biçimimizin yapısal değişmesini de sağlıyor. Sözlü iletişimden yazıya, basılı yayınlardan TV ve internet yayınlarına kadar medyanın etkin olarak kullanıldığı her kültürde hakikatle ilgili fikirler kolayca manipülasyona uğrayabiliyor. Hakikat algısının oluşmasında medyanın gücü tahayyül ötesinde tüm sınırları zorlamaktadır.
Herkesin kabul ettiği gerçek, medyanın görebileceğimiz yâda bilebileceğimiz şeyleri yönlendirmede en etkin ve işlevli araç olduğudur. Öyle ki, zihni düzenleme, denetleme ve yönlendirme gücüne sahip medium”un sihirli gücünden etkilenmeyen çok az insan ve topluluk var. Medya görüntü ve metaforlarıyla hakikati parçalayarak, sınıflandırarak, bir çerçeveye sokarak, genişleterek ya da daraltarak, renklendirerek ve akıl almaz savlarıyla algı yaratarak mesajını somut ve özgül tarzda kitlelere yansıtma aracına dönüşmüş durumda. İnsanların zihinsel yapılarında ve bilme kapasitelerinde değişikliklere yol açan bu gelişme ile olmayan şey var edilebiliyor, var olan şey ise yok edilebiliyor. Açık ki, bu tanrısal bir güce denk düşmektedir. Medya, çağımızın görünen tanrısıdır!
Şu anda enformasyonu, epistemolojisi ve fikirleri medya ile şekillenen bir popüler kültür içinde yaşıyoruz. Bu her şeyi kirletmekte ve muğlak hale getirmektedir. Rasyonel söylem bütünüyle yok olmuş haldedir. Medyanın görsel araçlar yoluyla yarattığı epistemoloji, söze dayalı bir epistemolojinin hayli gerisindedir ve bu insanlar için tehlikeli ve anlamsızlığı egemen kılan bir gelişme olmaktadır. Anlam esas olarak söz ile ifadeye kavuşur. Medya yoluyla ise, söz değil görüntü değer kazanmaktadır. Nietzsche”nin dediği gibi, her felsefe yaşamın bir evresinin felsefesidir. Yeni evre de görsellik hâkimiyetini kurmuş durumdadır.
Görsellik çağında algı ve inanç görüntülere göre şekillendirilmektedir. Sözün değeri ve anlamı azalmış, renkli ve kurmaca görüntüler yoluyla iletilmek istenen mesajlar medya yoluyla direkt zihinlere enjekte edilmektedir. Tam burada Marshall McLuhan”n “araç, mesajdır” aforizmasını hatırlamak gerekiyor. Her araç düşünceye, ifadeye ve duyarlılığa yeni bir yönelim kazandırarak benzersiz bir söylem tarzının ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Medya araçlarıyla hakikat kavrayışının içeriğine dair sunulan mesaj tam da budur: Gördüklerinize inanın, başka bir şeye değil!
“Görmek inanmaktır” sözü epistemolojik bir aksiyom olarak daima önde gelen bir konumda olabilir ancak bu problemli bir algıdır. “söylemek inanmaktır”, “okumak inanmaktır”, “sezmek inanmaktır”, “hissetmek inanmaktır” gibi sözler de kültürlerin medya değişimine uğramasıyla önemleri artan ya da azalan aksiyomlar olarak hakikat arayışında halen değerini koruyan tavırlar olmaktadır. Ancak düşünce dünyası egemenlik altına alınmış kitleleri yönlendirmek bugün her zamankinden kolay hale gelmiş bulunmaktadır. Medya kurmaca görüntü ve mesajlarla bunu yapma yeteneğine sahiptir. Walter Lipmann daha 1920″de şunu söylemişti: “yalanı ortaya çıkaran bir araca sahip olmayan bir topluluk özgürlüğe kavuşamaz.” Açık ki, yalanın ve yanılgının hüküm sürdüğü bilgi-enformasyon çağında alternatif medya araçlarına ve bunun hakikati ortaya çıkaracak etkinlikte kullanımına ciddi gereksinim var.
Günümüzde hakikat tanımları enformasyonu taşıyan iletişim aracının karakterine bağlıdır bir ölçüde. Yalanı gerçek, gerçek”i yalan yapma gücüne sahip medyanın yönetenlerin elinde ideolojik bir işlevsellikle kullanılmasına karşı hakikat temelinde kitleleri doğru bilgilendirme misyonuyla donatılmış bir medya halklar açısından olmazsa olmaz kabilindedir. Hele ki bu mücadele halinde olan Kürtler için daha da vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.
Analitik Akıl Olarak Medya
“Medya bir nevi ikinci analitik akıl gibi toplum üzerinde işlevseldir. Nasıl ki analitik akıl kendi başına iyi veya kötü değilse, medya da kendi başına nötr bir araçtır. Her silahta olduğu gibi rolünü kullanan belirler. Hegemonik güçler her zaman en etkili silahlara sahip oldukları gibi, medya silahının da hâkim gücüdürler. Medyayı ikinci analitik akıl gibi kullandıklarından, toplumun direnme gücünü etkisizleştirmede çok etkilidirler. Bu silahla sanal toplum inşa ediliyor. Sanal toplum toplum-kırımın başka bir biçimidir.” diyen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan Medya”nın kullanımına bağlı olarak öldürücü ya da diriltici rol oynadığına dikkat çeker ve devam eder: “Ulus-devletin kendisi olmaktan çıkardığı (kendisini ulus-devlet sanan) toplumla medyanın baştan çıkardığı toplum tam anlamıyla yenik toplumdur ve bu toplumların enkazından başka şeyler inşa edilmektedir. Böylesi bir toplumsal çağı yaşadığımızdan kuşku duyulamaz.”
Toplum-kırım 20. yüzyılın ilk yarısında olduğu gibi sadece iktidar ve savaş aygıtlarıyla yürütülmemektedir. Medya ve enformasyon teknolojisiyle sanal bir toplum yaratıldığı kadar toplum üzerinde sanal bir savaş ta sürdürülmektedir. Kültürel sömürgecilik, siyasal hegemonya, zihinsel egemenlik medya ve bilişim teknolojisi kullanılarak en yoğun ve etkili sanal savaş tarzıyla gerçek zaferler kazanılabilmektedir. Sanal zeminde kazanılan savaşlar diğer savaşlardan çok daha kalıcı sonuçlara yol açabilmektedir. Zira savaşın esası zihni ve ideolojik olmaktadır. Medyanın en ince gözeneklerine kadar sızdığı bir toplumun sahada savaşı kazanma şansı neredeyse yarı yarıya azalmaktadır. Zihinsel ve ideolojik savaş bu yüzden en büyük savaş olarak tanımlanmaktadır. Bu tür savaşlar yoluyla son yarım yüzyılda toplumlar eskisine göre daha başarıyla yönetilmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu durumu toplum-kırım olarak tanımlamaktadır. “Günümüz toplumlarına savaş hali toplumları demek daha gerçekçidir. Dayatılan savaş hali iki kanaldan yürütülmektedir: Birincisi, iktidar ve devlet aygıtlarının tüm gözeneklerini bir ağ gibi sardığı toplumu gözetim, denetim ve baskı altına almasıdır. İkinci yol, son elli yıl içinde niteliksel bir devrimle gelişen bilişim teknolojisi kanallarıyla (medya tekelleri) sanal toplumun gerçek toplum yerine ikame edilmesidir. Her iki savaş haline de toplum-kırım demek mümkündür. Toplum-kırım 20. yüzyılın ikinci yarısında patlama yapan “medya ve bilişim” devrimiyle birlikte yaratılan sanal toplumun hakiki toplum yerine geçirilmesidir. Daha doğrusu, hayali, sanal toplum gerçek toplumsal doğa yerine geçtiğinde, öyle sanıldığında toplum-kırım rolündedir.”