Medya gücünün savaşlarda belirleyici rol oynadığına dair hiç kimsenin kuşkusu yok.
HABER MERKEZİ
Bir Savaş Hali Olarak Medya
Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya kitabında insanların süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklarından söz eder. Orwel”in aksine bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu. Orwell 1984 adlı kitabında bizi enformasyonsuz bırakacak olanlardan, hakikatin gizleneceğinden kaygı duyuyordu; Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Gerçekleşen Huxley” in kehaneti oldu ve toplumsal doğanın ruhu giderek kayboldu. Medya yoluyla bir show ve eğlence kültürü var edildi. Kültürel sömürgecilik küresel düzeyde etili oldu. Yaşanan en korkunç ve dehşet savaşlar bile bir bilgisayar oyunu gibi sunuldu. Nihayetinde topluma, doğaya, tarihe ait bütün hakikatler renkli ekranın göz kamaştırıcı ışığında gölgelendi.
Öyle bir simülark zamanlarda yaşıyoruz ki, medya gösteriyorsa varsınız, göstermiyorsa yoksunuz. Ya da sizi nasıl gösteriyorsa öylesiniz. Gerçeklik gerçekte olan şey değil, medyanın bize olduğunu söylediği şeydir. insanları bir sabun ya da bir savaş satın almaya iten modem kolektif manipülasyon tekniklerini medyadan daha iyi hiçbir şey kullanamaz. Gerilla kolayca terörist, toplumsal/siyasal mücadele ise terörizm olarak yansıtılabilir ve enformasyonu tamamen ana akım medya araçları üzerinden şekillenen birey ve toplulukların algısı bu minvalde oluşturulabilir. Nitekim Kürdistan”da 40 yıldır süren savaş çoğu zaman ya sıradan bir çatışma hali olarak yansıtıldı, ya da terörizmle ilişkilendirilerek çarpıtıldı. Egemen medya tamamen resmi ideolojik argümanlar doğrultusunda yayınlar yaparak Kürdistan”da yaşanan savaş ve mücadele hakikatini gizleyerek kurmaca bir hakikat var etme çabasında oldu. “Savaşlar da ilkin hakikat ölür” diyenler haksız değildi ancak egemenlerin hakikati çoktan öldürmüş olduğunu söylemeyi ihmal ettiler.
Medya gücünün savaşlarda belirleyici rol oynadığına dair hiç kimsenin kuşkusu yok. Türk medyası bu anlamda devletin resmi çizgisi doğrultusunda ve hatta bazen kraldan daha kralcı davranarak Kürdistan”daki savaş gerçeğini dezenformasyona uğratmaktadır. Neil Postman”ın dediği gibi, dezenformasyon yanlış enformasyon demek değildir. Dezenformasyon, yanıltıcı (yersiz, ilgisiz, parçalı ya da yüzeysel) enformasyon, yani insanda bir şey hakkında bilgi sahibi olma illüzyonu yaratan, oysa aslında insanı bilgilendirmekten uzaklaştıran enformasyon demektir. Hakikati çarpıtmanın en etkili yöntemi bu olsa gerek.
Bir Hakikat Aktarıcısı Olarak Medya
Savaşın dağ”dan şehirlere yayılması stratejik, taktik, siyasal, askeri, sosyal ve psikolojik açıdan yeni bir aşamadır. Egemen medya nasıl bu yeni aşamaya göre pozisyon alıyorsa, alternatif medyanın da bu duruma göre yeniden örgütlenmesi ve dinamik karakter kazanması elzemdir. Zira, savaş artık egemen medyanın tüm gücüne, manipülasyonuna ve gayretlerine rağmen artık gizlenemez bir zeminde yaşanmaktadır. Toplumsal yaşamın, ticari ve kültürel hayatın sürdüğü şehir ortamlarında “savaş yokmuş” gibi davranmak egemen medya açısından bile mümkün değildir. Nitekim öz yönetim savaşları sadece Türkiye ve Kürdistan için değil, tüm dünya açısından da görünür ve bilinir bir gerçek olarak gündemleşti. Türkiye kamuoyu savaşın nasıl bu düzeye geldiğine dair şaşkınlık ve şok yaşadı. Oysa farklı zeminde olsa da 40 yıldır bazen düşük bazen orta yoğunluklu savaş hep vardı ve 50 bin insan hayatını kaybetmişti. Medya tarafından gösterilmeyen savaş kitleler tarafından da “yok” olarak algılanmıştı. Şehir savaşları işte bu “olmayan” savaşın bir parçasıydı ve bunun idrak edilmesi özellikle Türkiye kamuoyu açısından kolay olmadı.
Aylar boyunca devam eden ve yüzlerce insanın ölümüne neden olan şehir savaşlarının alternatif Kürt medyası tarafından tüm yönleriyle aksettirildiği söylenemez. Herkes gibi Kürt medyası da bu sürece hazırlıksız yakalandı. İçeriden, savaşın sürdüğü yerlerden değil, dışarıdan yayın yapılarak yaşananlar hakkında kamuoyu bilgilendirilmeye çalışıldı. Elbette ki bu yetersiz kalacaktı. Zira özel savaş medyası 40 yıldır edinmiş olduğu deneyimle yine sahnedeydi ve gerçekleri olağanüstü bir çabayla çarpıtma gayretine girişmişti. Cizre”de yaşanan vahşet, insanların yaralı haldeyken diri diri yakılması, şehirlerin harabeye çevrilmesi onlar açısından bir “haber değeri” dahi taşımıyordu. Haber konusu olduğunda ise, tüm o yıkım ve ölümlerin sorumluluğu halkın direnişine mal ediliyordu. Bunun böyle olmadığını duyarlı herkes biliyordu ancak medya yoluyla öyle bir algı yaratıldı ki, neredeyse tüm mağduriyetlerin esas sorumluluğu direnenlerin üzerine kalacaktı. Alternatif medyanın varlığı işte tam bu kritik anlarda daha da anlam kazanmaktadır.
Her şeye rağmen büyük zahmetler ve riskler sonucu kaydedilen birkaç görüntü, tanıkların ve bizzat direnenlerin sesinden duyurulan direniş öyküleri, kahramanlıklar ve devlet güçlerinin uyguladığı vahşet Kürt medyası aracılığıyla tarihe ve belleklere kaydedildi. Tek bir kare fotoğraf, tek bir ses kaydı, tek bir görüntü bazen yaşanan tüm vahşeti anlatabilir. Tıpkı Vietnam savaşında napalm bombasıyla yakılan ve çığlık çığlığa koşan küçük kızın çıplak bedeni gibi” Kayıpları, bedeli, acısı ve zorlukları fazla olsa da, mücadele tarihinde ilk kez pratikleşen şehir savaşlarında Mehmet Tunçların, Pakize Nayırların sesi dünyanın en ücra köşesinde kalbi insanlıkla atan herkese duyurulmuş; Çiyagerlerin sözün gücüne güvenerek kaleme aldıkları savaş günlükleri okunur olmuştur. Sêvê Demirlerin asla teslim alınamaz özgür kadın direnişi bilinir olmuş ve Kürt gençlerinin gösterdikleri cesaret ve fedailik direnişi asla karartılamaz, çarpıtılamaz, gizlenemez bir berraklıkta ezilen tüm halklara bir ilham kaynağı gibi aktarılmıştır.
Kürt medyası yetersiz de olsa bu açıdan rolünü oynayarak direnişin tüm dünyaya mal olmasını sağladı. Medyanın bu çabaları olmasaydı belki de egemen medyanın 40 yıllık teraneleri sürgit devam edecekti. Kabul etmek gerekiyor ki, şehir savaşlarında Kürt medyası da direnişin bir parçası olarak hem rolünü oynadı hem de bedel ödeyerek hakiki gazeteciliğin müstesna bir örneğini egemen medyanın müsvedde gazeteciliğinin suratına çarparak hakikatin sesi olmayı başardı.
Yıllar yılı “Kürt yoktur” inkârından bugün onlarca Kürtçe yayın yapan TV, gazete, internet ve bilgi iletişim aracına ulaşmak sadece kültürel olarak var olmak değil; inkârın reddi olarak hakikatin yeniden inşasını da sağlamaktadır. Ve bu hakikat dağdan şehire kadar toplumun direndiği her yerde bilinir, görünür ve aktarılır olacak!