HABER MERKEZİ
Bitki ve hayvanların refleks ve içgüdüyle savunma yaptıkları, bunu yanında bilinçli bir varlık olan insanın ise, akılla yaptığı belirtilir. Canlı bir varlık olan insan da refleksi, içgüdüyü kullanır. Ancak, insanın toplumsallığına dönük saldırılar yoğunlaştığında, refleks veya içgüdüye dayalı savunma yeterli değildir. Saldırıyı hissetmek ve hangi yöntemlerle buna karşı durulabileceğini belirlemek bir bilinç işidir. Bu anlamda bilinç, savunmanın en önemli yanını teşkil eder. Meşru savunma bilincini edinmek, sadece refleksler ve canlılık güdüleriyle kendini savunma konumunda tutmamak, bunu bilince ve anlayışa dönüştürmek gerekir. Kavrayış düzeyini, bilgi ve duyarlılık düzeyini böyle bir bilinçle ifade edebilecek noktaya getirmek gerekir. Bu açıdan da hem meşru savunma bilinciyle dolu olmak, meşru savunma bilincini geliştirmek; o konuda yeterli verilere sahip olmak, hem de bilinç alanına dönük saldırılara izin vermemek ve meşru savunma bilincini özgür birey ve toplum çizgisinde tutabilmek önemli olmaktadır.
Ancak, sınıfçı, devletçi toplum tam bir bilinç çarpıtması yaparak her şeyi birbirine karıştırmaktadır. Meşru savunma, insanlığın varlığını sürdürmesinde temel teşkil etmesine rağmen, egemenler onu her türlü kirli, çirkin ve kanlı planlarını gizleyen bir maske gibi kullanmaktadır. Ecevit’in Kıbrıs’a saldırısını, Bush’un üçüncü dünya savaşını bu gerekçelere dayandırmaları veya bununla maskelemeleri bu çarpıtmanın ulaştığı düzeyi gösterir. Günümüz dünyasında, meşru savunmanın vazgeçilmez ve ertelenemez bir hak olduğunu kabul etmeyen tek bir güç yoktur. Ama her güç bu hakkı kendi ideolojik ve siyasal duruşuna göre tanımlayıp kullanmaktadır.
Meşru savunma başkasının haklarına müdahale etmemek, özgür birey ve toplumun varlığına zarar vermemek, özgür birey ve toplumun varlığına kast etmemek olarak tanımlanır. Buna rağmen, egemen devletçi sistem için potansiyel bir tehlike olarak bile tanımlanabiliyor ve meşru savunmayı önlemeye dönük davranışlara da meşru savunma adı takılıyor. Bu çerçevede günümüzde en vahşi saldırganlıklar, en büyük haksızlıklar, katliamlar ve imhalar sürüp gidiyor ve bunların hepsi meşru savunma adına yapılıyor. Bu bakımdan meşru savunma bilinci edinmek, bu konuda da doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilmek gereklidir. Günümüz dünya gerçeğini, hiyerarşik devletçi toplum gerçekliğini ve onun özelliklerini anlayabilmek, insanlık açısından yarattığı tehditleri görebilmek ve onun karşısında insanlığı savunacak bir duruş sergileyebilmek için elbette bu kadar kapsamlı ve derin bir bilince ihtiyaç vardır.
Bilinç tek başına meşru savunma için yeterli değildir. Bunu örgütlülükle ele almak gerekir. Bilincin pratikleşmesi örgütlülüktür. Örgütlülüğe dönüşmeyen, dolayısıyla pratikleşmemiş bilincin fazla bir değeri yoktur. Örgütlülük gerek bireyin, gerekse de toplumun kendisini savunması için gereklidir. Örgütlülük, duygu, düşünce ve davranışın, bilincin kontrolünde olmasıdır. Her türlü duygu, ruh hali ve davranışını bilincin denetimine, kontrolüne alan, bilinç tarafından yönlendirilebilen insana örgütlü insan denir. Örgütlü insan, saldırının nereden geldiğini bilen ve ona göre savunmasını yapan insandır.
Örgütlü toplumlar bir ilke ve amaç doğrultusunda yaşamlarını sürdürme gücünü gösterebilen toplumlardır. Bu tür toplumlar, kendilerine yönelen saldırılar karşısında savunmalarını yapabilirler. İdeolojilerine saldırı olursa ideolojik savunma yaparlar; sosyal, ekonomik ve siyasal varlıklarına saldırı olursa onları savunurlar; toplumsal varlıklarına saldırı olursa onu savunur ve kendilerini korurlar. Bu bakımdan bir kere meşru, örgütlenmede de toplumsal duruşun bütün alanlarını içerir. Her türlü ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, ideolojik örgütlenmeyi kapsar, askeri örgütlenmeyi kapsar. Öyle ki, toplumun her alanına yönelen saldırılar karşısında, bu saldırıları boşa çıkartacak bir örgütsel duruşa sahip olunmasını gerektirir. İşte örgütlü toplum, gücünü açığa çıkaran toplum budur. Böyle bir toplumsal örgütlülük olursa, saldırı toplumsal yaşamın hangi alanına yapılmış olursa olsun, bütün alanlar örgütlü olacağı gibi, toplum da örgütlü direnç gösterir. O alandaki toplumsal örgütlenme saldırıyı karşılar, dolayısıyla toplum savunma yapar.
Meşru savunmayı bilinç ve örgütlülükten kopartıp salt askeri boyutuyla ele almak devletçi bir yaklaşımdır. Devletler, meşruluğunu önemli oranda toplumun savunma gücü oldukları iddiasından alırlar. Bu, gerçek amaçlarını gizleyen bir maske olsa da sıkça başvurulan bir yöntemdir. Bunu gerçekleştirmek için de ordular kurar. Bu bir anlamda devredilemeyen haklardan olan meşru savunmanın başka güçlere devredilmesidir. Bu ise savunma durumundan çıkıp saldırı konumuna geçme halidir. O yüzden devretmek, meşru savunmayla çelişmektir. Zaten meşru savunmanın esprisi öz savunmadır. Yani başkasına muhtaç olmadan kendini savunmaktır. Bunun bilinç ve pratiğine, yani örgütlülüğüne ulaşmadır.
Meşru savunmanın bir diğer unsuru da eylemidir. Bilinç ve örgütlülük bir duruşu ifade eder, toplumsal duruşu, toplumsal gücü tanımlar. Fakat herhangi bir saldırı karşısında kendini savunabilmek ve meşru savunma görevini yerine getirebilmek için bir harekete, dirence ve eyleme ihtiyaç vardır. Eylemsiz meşru savunma olmaz. Bir birey ve toplum saldırı ile karşılaştığında, sadece “Bize saldırmayın, saldırı yanlıştır, vazgeçin” demekle kendini savunamaz. Sadece doğruları ortaya koymak, söylemek, yine saldırı karşısında sadece bir örgütsel duruş göstermek yetmez. O bilincin ve duruşun anlam ifade edebilmesi ve sonuç alabilmesi için, saldırıyla karşılaştığında, o saldırıyı boşa çıkartabilecek bir harekete, bir eyleme dönüşmesi gerekir. Bu bakımdan meşru savunmanın eylem alanı da vardır. Meşru savunmanın eylem anlayışı saldırgan gücü sınırlamak, etkisizleştirmek ve caydırmaktır. Topluma dönük saldırılar, grev, gösteri, boykot gibi pasif eylem biçimleri, siyasi eylem biçimleri, yine öz savunma direnişi gibi kitlesel direnme biçimleri yeterli olmuyorsa; bunlar saldırıyı durduramıyor, saldıran güçleri vazgeçiremiyor ve onlara geri adım attıramıyorsa; daha da ötesi saldırıyı kurumlaştırma ve bütün toplumsal iradeyi kırmaya dönük bir konuma getirme yönelimi varsa; işgal, istila ve sömürgeci egemenlik gibi organize ve kalıcı bir saldırı durumuna dönüşüyorsa; işte o zaman basit gerilla biçiminden başlamak üzere, saldırıyı kırma amacına dönük meşru savunma savaşı gündeme gelir. Savaş o zaman bir zorunluluk, bir meşru savunma hakkı ve görevi olur. Böyle bir durumla karşı karşıya kalındığında meşru savunmayı geliştirmemek, yaşama hakkından vazgeçmekle aynı anlamdadır. Bu yüzden Önder APO, ‘meşru savunma hakkını kullanmak değil, kullanmamak demokrasiye aykırıdır’ demektedir. Benzer bir değerlendirmeyi J.J.Rousseau da yapmaktadır. Rousseau, ‘özgürlüğünden vazgeçmek insan olma niteliğinden, insanlığından hatta ödevlerinden vazgeçmek demektir. Böyle bir vazgeçme insan yaratılışı ile uzlaşmaz. İnsanın isteminden her türlü özgürlüğü almak, davranışlardan her türlü ahlak düşüncesini almak demektir.’ demektedir.
Bu hak, BM insan hakları evrensel beyannamesi başta olmak üzere birçok uluslararası belgede güvence altına alınmıştır. Bunlar; BM evrensel insan hakları beyannamesi ekonomik, sosyal, kültürel hakları uluslararası sözleşmesi (1966), Avrupa sosyal anlaşması (1960) Avrupa kültürel Anlaşmasa (AKA 1954), Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi (1957) yine yeni bir Avrupa için Paris anlaşması (1990) ‘insan hakları ve temel hürriyetler tüm insanların doğumlarıyla birlikte iktisap ettikleri vazgeçilmez haklarıdır. Ulusal azınlıkların, etnik, kültür, dil ve dini kimliklerin korunacağını, ulusal azınlığa mensup kişilerin bu kişiliğini ayrıma tabii tutulmaksızın ve kanun önünde tam bir eşitlikle hür olarak ifade etmeye, korumaya ve geliştirmeye hakları olduğunu teyit ederiz.’ Virginia bildirgesine John Locke’nin kutsal direnme hakları yaklaşımı şöyle yansımıştır: ‘Siyasi iktidar halkdan kaynaklanıyor ve ona karşı sorumludur. Halkın ortak yararını gerçekleştirmeyen siyasi iktidarı değiştirme hakkı vardır.’ Bu ilke halen ABD’nin anayasasında yer almaktadır.
1949 Cenevre konvansiyonunun 1978 yılında kabul edilen ek protokollerin dışına çıkmadıkları sürece, baskıcı hükümetlere karşı şiddet eylemlerine başvurabilmek bir haktır. 1998 Temmuz ayında Roma da imzalanan uluslararası ceza mahkemesi sözleşmesinin 7. maddesi insanlığa karşı suçları tanımlayarak bu tür uygulamalara maruz kalmış birey, toplum ve halkların meşru savunma halklarını ortaya koymaktadır. Uluslararası hukuk, bu uygulamalar karşısında açık bir şekilde direnme haklarını tanımaktadır.
Meşru savunmayı, insanca yaşam duruşu olarak özetlemek mümkündür. Bu konuda Önder APO şunları belirtir: “Meşru savunma hakkı her düzeyde ve her zaman yaşamsal değerlere karşı haksızca yönelim oldukça, içinde bulunulan koşullar ne olursa olsun yapılması gereken varlığı koruma ve özgürlüğünü sağlama hakkı ve kutsal eylemidir.”
‘Bu Urfa’daki Şıxanlıoğulları aşireti görüyorsunuz, yine Viranşehir, Ceylanpınar’daki olayları. Viranşehir’de büyük bir isyan var. Küçük kızları bile kaçırmaya çalışıyorlar. Bunlar tehdit ediyorlar. Daha önce de Ceylanpınar’da da iki kişi öldürdüler. Yine ’95 yılında bu Şıxani aşiretinin lideri, Abdullah Çatlı ve Sedat Bucak beni imha etmek için beş ton patlayıcıyı Suriye’de kaldığım yere götürüyorlar. …Başarılı olamadılar. Bu aşiretler halkı tehdit ediyor, ortalığı karıştırıyorlar, birbirine katıyorlar. Her tarafta kız kaçırıyorlar. İşte ben bu yüzden halk savunma birlikleri, öz savunma güçleri diyorum. Bu, bahsettiğim PKK’deki savunma gücü değil, bu halkın varlığını ve özgürlüğünü koruma, güvenceye alma birlikleridir. Ben daha önce de belirttim, Yol Haritamda da bu konuyu işledim ama beni yanlış anladılar, korktular. Bu güçler halkın öz savunma güçleridir. Ben gidin kimseyi öldürün demiyorum ancak kendinizi bekleyen tehlikeleri görün, üzerinizde oynanan oyunların farkında olun, tedbirlerinizi alın anlamında diyorum. Işte görüyorsunuz Urfa’yı karıştırıyorlar, kargaşa çıkarmaya çalışıyorlar. Bunlara karşı güvenliği, müdahaleyi devletten, polisten beklemeyin. Çünkü Devletin kendisi, kendini bu güçlerden koruyamıyor…’
https://www.nuceciwan29.com/2019/09/23/mesru-savunma-nedir-i/