HABER MERKEZİ
Her hangi bir canlının, kendisine dönük saldırı karşısında kendisini korumasıdır. Savunma salt insanlar için değil, bütün canlılar için geçerlidir. Canlılar açısından en genel anlamda, canlılığın korunması olarak belirtilebilir. Canlılığı yok etmeye yönelen eylemlere gösterilen dirence savunma denir.
Meşruiyet ise, böyle bir saldırı olduğunda, ona karşı ortaya konan tutuma denir. En doğal, en gerekli, en fazla hak olan anlamında kullanılır. Dolayısıyla yasalara, geleneklere, kurallara bağlı olmaksızın, canlılığın gösterdiği geçerli tutuma meşruiyet denir.
Bu anlamda savunmanın en büyük özelliği meşru olanıdır. Meşru savunma hakkı evrensel çapta tüm anlaşmalarda kabul edilmiş bir haktır. Meşru savunma hakkının evrenselliği, sınırlanamazlığı, tartışılmazlığı ve devredilmezliği canlılığın korunması ilkesiyle direk bağlantılıdır. Bundan dolayı bir haktan çok, bir görevdir. Her canlının kendi canlılığını koruması, bu yönlü direnç göstermesi salt bir hak olarak ifade edilemez. Edilmesi durumunda yetersiz kalır. İnsan herhangi bir hakkını kullanmayabilir, devredebilir, erteleyebilir. Bunda çok ciddi olumsuzluklar olmayabilir. Ancak, yaşama hakkı, savunma hakkı, böyle bir hak değildir. Yaşama dönük gelişen eylemlere direnç gösterilmezse, yaşamın son bulma ihtimali vardır. Yaşam son bulduktan sonra da, savunma yapılıp yapılmamasının bir anlamı yoktur. O yüzden meşru savunma, varlığı sürdürmenin en temel ve başta gelen görevdir.
Bu anlamda savunmanın en büyük özelliği meşru olanıdır. Meşru savunma hakkı evrensel çapta tüm anlaşmalarda kabul edilmiş bir haktır. Meşru savunma hakkının evrenselliği, sınırlanamazlığı, tartışılmazlığı ve devredilmezliği canlılığın korunması ilkesiyle direk bağlantılıdır. Bundan dolayı bir haktan çok, bir görevdir. Her canlının kendi canlılığını koruması, bu yönlü direnç göstermesi salt bir hak olarak ifade edilemez. Edilmesi durumunda yetersiz kalır. İnsan herhangi bir hakkını kullanmayabilir, devredebilir, erteleyebilir. Bunda çok ciddi olumsuzluklar olmayabilir. Ancak, yaşama hakkı, savunma hakkı, böyle bir hak değildir. Yaşama dönük gelişen eylemlere direnç gösterilmezse, yaşamın son bulma ihtimali vardır. Yaşam son bulduktan sonra da, savunma yapılıp yapılmamasının bir anlamı yoktur. O yüzden meşru savunma, varlığı sürdürmenin en temel ve başta gelen görevdir.
Savunma, canlılığı koruma hak ve göreviyse, salt insanlar açısından değil, tüm canlılar açısından ele alınması gerekir. Doğadaki her canlı türünün böyle bir duruşu vardır.
Bitkiler, hemen ezilip, kırılıp koparılmazlarsa büyük bir direnç gösterirler. Bitkilerdeki esneklik de, onlara böyle bir avantaj sağlar. Bu durum, kurumuş bir bitkiyle, yaş, canlı ve özsuyunu yitirmemiş bitkilerde dıştan gelen tepkilere karşı tutumlarında çok belirgindir. Kuru olan hemen kırılırken, canlı olan ise kırılmamak için esner. Bu da onun savunma anlayışıdır. Demek ki savunmanın diğer önemli bir özelliği de canlı olmasıdır. Canlılığını yitirenlerin savunma yapamayacağıdır. Bitkilerde bu durumun dışında dikenleriyle, taşıdıkları zehirle de savunmalarını yaparlar. Güller buna en büyük örnektir. Güllerdeki bu savunma tarzından hareketle Önder APO, meşru savunma teorisine ‘gül teorisi’ demektedir.
Bitkiler, hemen ezilip, kırılıp koparılmazlarsa büyük bir direnç gösterirler. Bitkilerdeki esneklik de, onlara böyle bir avantaj sağlar. Bu durum, kurumuş bir bitkiyle, yaş, canlı ve özsuyunu yitirmemiş bitkilerde dıştan gelen tepkilere karşı tutumlarında çok belirgindir. Kuru olan hemen kırılırken, canlı olan ise kırılmamak için esner. Bu da onun savunma anlayışıdır. Demek ki savunmanın diğer önemli bir özelliği de canlı olmasıdır. Canlılığını yitirenlerin savunma yapamayacağıdır. Bitkilerde bu durumun dışında dikenleriyle, taşıdıkları zehirle de savunmalarını yaparlar. Güller buna en büyük örnektir. Güllerdeki bu savunma tarzından hareketle Önder APO, meşru savunma teorisine ‘gül teorisi’ demektedir.
Savunma durumu hayvanlarda daha gelişkindir. Her hayvan türünün refleks veya içgüdüye dayalı bir savunma sistemi vardır. Hayvanların bu savunmasının salt içgüdü değil de akla dayalı yönlerinin de olduğu tartışılmaktadır. Birçok hayvan türü bu tutumunu örgütlü gösteriyor. Tavşan duyarlılığı bunun açık örneğidir. Farelerin hareket ve duyarlığı da buna örnektir. Domuz ve dağ keçileri daha çarpıcı örneklerdir. En genel anlamda savunma sistemi olmayan bir hayvan türü yoktur.
Savunma durumu, insanlık alemi açısından daha büyük değer ifade eder. İnsanın biyolojik ve toplumsal olmak üzere iki yanı vardır. Bu anlamda savunmanın amacı da; bir, birey olarak biyolojik varlığını sürdürmektir; iki, toplumsal canlılığını yani toplum olma özelliklerini korumaktır. İnsana dönük tehditler doğadan geldikleri gibi, kendi cinsinden de gelebilir. İnsanın doğayı anlaması, tanıması, öğrenmesi, doğa olaylarını bilince çıkarması ve doğal afetler karşısında tedbirler geliştirmesiyle buna cevap verilebilir. Ancak hem cinsinden gelen tehditler daha farklı olduğundan daha farklı yaklaşım gerektirir. Meşru savunmanın da temelini bu yaklaşım oluşturur.
Yine toplum açısından da benzer durum geçerlidir. Toplum olmaya, toplumsal yaşamı sürdürmeye, özgür bir toplum olarak bir düzen dahilinde yaşamaya ve toplumsal varlık göstermeye karşı yönelen saldırılar söz konusudur. Bu saldırılar toplumun fiziki varlığını yok etmeyi içerdiği, yani bir fiziki katliam düzeyini ifade ettiği gibi, onu dağıtmayı, kendine bağlamayı, özgürlüğünü yok edip, köleleştirme ve kendi çıkarları doğrultusunda çalıştırmayı da ifade etmektedir. Dolayısıyla nasıl bir canlı, yine özgür bir birey olarak insanın varlığını sürdürebilmesi için bir savunma durumu gerekliyse, toplulukların ya da toplumların da özgür toplumsal yaşamı sürdürebilmek için ona yönelen, onu tehdit eden en kaba fiziki katliamdan köleleştirme istemlerine kadar yönelmiş çok değişik saldırılar karşısında kendini savunma ihtiyacı vardır. İnsanın ve toplumun bu tür saldırılarla karşı karşıya kalması ve savunma ihtiyacı duyması, doğal komünal toplumun parçalandığı, dağıldığı, onun üzerinde sınıflı ve cinsiyetçi toplum egemenliğinin giderek geliştiği süreçten itibaren artmıştır. Bu anlamda saldırı ve savunmanın tarihsel bir gelişimi olduğu açıktır.
Yine toplum açısından da benzer durum geçerlidir. Toplum olmaya, toplumsal yaşamı sürdürmeye, özgür bir toplum olarak bir düzen dahilinde yaşamaya ve toplumsal varlık göstermeye karşı yönelen saldırılar söz konusudur. Bu saldırılar toplumun fiziki varlığını yok etmeyi içerdiği, yani bir fiziki katliam düzeyini ifade ettiği gibi, onu dağıtmayı, kendine bağlamayı, özgürlüğünü yok edip, köleleştirme ve kendi çıkarları doğrultusunda çalıştırmayı da ifade etmektedir. Dolayısıyla nasıl bir canlı, yine özgür bir birey olarak insanın varlığını sürdürebilmesi için bir savunma durumu gerekliyse, toplulukların ya da toplumların da özgür toplumsal yaşamı sürdürebilmek için ona yönelen, onu tehdit eden en kaba fiziki katliamdan köleleştirme istemlerine kadar yönelmiş çok değişik saldırılar karşısında kendini savunma ihtiyacı vardır. İnsanın ve toplumun bu tür saldırılarla karşı karşıya kalması ve savunma ihtiyacı duyması, doğal komünal toplumun parçalandığı, dağıldığı, onun üzerinde sınıflı ve cinsiyetçi toplum egemenliğinin giderek geliştiği süreçten itibaren artmıştır. Bu anlamda saldırı ve savunmanın tarihsel bir gelişimi olduğu açıktır.
Doğal komünal toplumsal yaşam dönemlerinde, insanların ve toplumların birbirlerine karşı saldırganlığı azdır. Doğal toplum, kendi içinde bireylerin birbirlerine baskı uygulamalarına ve saldırı yürütmelerine izin vermez. Bireyin topluluk yaşamı içerisindeki duruşu ve katılımı özgür ve iradelidir. Yine toplulukların birbirlerine karşı baskı ve saldırıları da her zaman ortaya çıkan bir durum değildir. Çünkü doğal komünal yaşam içindeki topluluklar, esas olarak kendi üretimleriyle yaşamayı öngörürler. Kendi güçleri ve çalışma sistemleriyle, doğadan edindikleri ya da kazandıklarıyla yaşamlarını sürdürürler. Başka toplumlara saldırmaları için çok fazla geçerli neden söz konusu değildir. Bu saldırıdan elde edebilecekleri çok fazla şey bulunmamaktadır. Belki bazı mıntıkaları ele geçirmek, daha verimli olan yerlerde yaşamayı istemek gibi nedenlerle böyle bir saldırı durumu gelişebilir. Fakat bir birikim, başkalarının kullanımı için gereken toplanmış fazla değer olmadığı için bu tür saldırılar çok fazla söz konusu değildir. Geriye doğal afetler karşısında kendini korumanın yanı sıra, bazı sınırlı nedenlerle gerçekleşen başka topluluklardan gelen baskılar karşısında kendini korumayı öngören bir savunma durumu mevcuttur.
Fakat bu durumun doğal komünal toplumun üzerinde hiyerarşik devletçi üst toplum sisteminin oluşmaya başlamasından itibaren ciddi bir değişim gösterdiği bilinen bir gerçektir. Çünkü o zaman birey ve toplumun üretim gücü artmış, birikim gücü ortaya çıkmıştır. Hem ortaya çıkardığı birikime el koymak, üzerinde baskı ve sömürü uygulamak, hem de üretkenleşen emek gücünü, kendi çıkarı doğrultusunda kullanabilmek için birey ve topluma yönelik saldırılarda bir artış, bu anlamda toplumsal ilişkilerin hem toplumun kendi içinde hem de dışında yeniden şekillenme durumu söz konusu olmuştur.
Günümüze kadar gelişen bu süreç içerisinde insana ve topluma yönelik saldırı artarak, çeşitlenerek büyüyerek gelişme göstermiştir. Sadece insanın üretkenleşen emek gücüne veya biriktirdiği değerlere dönük olarak, onları kendi çıkarları için kullanabilmek amacıyla gelişebilecek bir saldırı değil, birey ve toplumu sürekli sömürebilmek ve onun emek gücünün üretkenliğini elde tutabilmek için gelişen bir saldırı durumu söz konusu olmuştur. Buna köleleştirme deniyor; bu da, devletçi üst toplum sisteminin gelişmesi ve demokratik toplumun bu devlet yapısı tarafından baskı ve sömürü altına alınmasıdır. Bu baskı ve sömürünün sürekli kılınabilmesi için birey veya toplumun saldırılar karşısında kendini savunamaz, dolayısıyla egemenlik altında tutulur hale getirilmesi gerekir. Bunu sağlayabilmek için de sadece askeri veya siyasal örgütlü baskı yetmez. Bunlar ileri düzeyde geliştirildiği gibi, siyasi ve askeri egemenliği, baskı ve sömürü düzenini sürekli kılabilmek için insanların ruh, düşünce ve duygu dünyalarına da hükmetmek, insanın bu yaşam alanlarını da egemen sistemin baskı ve sömürüsüne boyun eğecek ve hizmet ettirilecek şekilde yeniden oluşturmak gerekir. Böyle olunca, insan-toplum üzerinde baskı ve sömürü egemenliği kurmak, onun verimli emek gücünü, düşünce ve fizik gücünü sürekli sömürebilmek daha kolay olacaktır.
Bu bakımdan saldırı, başlangıçta daha çok fiziki alana dönük olup o yöntemlerle sınırlıyken, birey ve toplum üzerindeki egemenliğin derinleştiği, baskı ve sömürü sisteminin çeşitlendiği ve kapsamlı hale geldiği süreçte, birey ve toplum üzerindeki saldırı yöntemlerinde de artış olmuştur. Birey ve toplum yaşamının bütün alanları saldırıya açık hale gelmiştir. Bunun için de savunma alanı genişlemiş, çoğalmıştır. İnsanın, insan olarak canlı yaşamı, bir de iradeli yaşamını tehdit eden her duruma karşı savunma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla meşru savunmanın alanı genişleyip büyümüş, birey ve toplum savunması daha geniş ve derin hale gelmiştir.
Meşru savunmanın varlık gerekçesi olan saldırı anlaşılmadan buna doğru ve yetkin cevap verilemeyeceği açıktır. O Halde saldırı nedir? En açık şiddet gösterimi, tehditten vurmaya ve baskı altına almaya kadar her türlü şiddet, bir saldırıdır. Giderek bunun fiziki yok etmeye, bazı araçlarla insana canlı varlık olarak son vermeye kadar ulaşır. Bu da yaşamı tehdit eden bir saldırıdır. Bu durumun bilimsel-teknik gelişmelerle birlikte, insan varlığının bütün alanlarına hükmedebilecek bir düzey kazandığı dönemlerde de; sadece insanın fiziki bakımdan saldırıya maruz kalmadığını, ruh, duygu ve düşünce dünyası ile davranış ölçülerinin hepsinin saldırıya açık hale geldiğini görmekteyiz.
Meşru savunmanın varlık gerekçesi olan saldırı anlaşılmadan buna doğru ve yetkin cevap verilemeyeceği açıktır. O Halde saldırı nedir? En açık şiddet gösterimi, tehditten vurmaya ve baskı altına almaya kadar her türlü şiddet, bir saldırıdır. Giderek bunun fiziki yok etmeye, bazı araçlarla insana canlı varlık olarak son vermeye kadar ulaşır. Bu da yaşamı tehdit eden bir saldırıdır. Bu durumun bilimsel-teknik gelişmelerle birlikte, insan varlığının bütün alanlarına hükmedebilecek bir düzey kazandığı dönemlerde de; sadece insanın fiziki bakımdan saldırıya maruz kalmadığını, ruh, duygu ve düşünce dünyası ile davranış ölçülerinin hepsinin saldırıya açık hale geldiğini görmekteyiz.
Saldırının bu kaba yöntemleri aşıp derinleştiği, birey ve toplum yaşamının-canlılığını tehdit etmekten öteye gittiği durumlarda, onların korunması da bir savunma durumunu ifade eder. Düşünceye dönük saldırı karşısında birey ve toplum, kendi düşünce sistemlerini korumak için bir savunma geliştirir. Yine duygu ve ruh dünyasına dönük saldırıyla karşılaştığında, bireyin özgür iradeli bir birey olarak var olabilmesi ve bir insan olarak bütünlüklü bir yaşam gösterebilmesi için bu saldırılar karşısında kendini savunması, ruh ve duygu dünyası ile düşünce yapısının özgür ve iradeli bir pozisyonda tutulmasını sağlaması gereği ortaya çıkar. Bu alanlar da bir savunma alanı haline gelir. Toplum açısından bunlar, toplumsal değerlere dönük saldırılar anlamına gelir. İnsanın ya da bireyin ruh, duygu ve düşünce yapısına dönük saldırı, toplumun da ideolojisine, kültürüne, o toplumu toplum yapan değerler toplamına yönelen saldırılardır. Toplumsal varlığın korunabilmesi için bu değerlere dönük saldırılar karşısında toplumun kendi değerlerini, kültürünü, ideolojisini ve düşünce sistemini savunabilmesi gerekiyor. Ancak öyle bir savunma gücü gösterdiği zaman, o toplumun kendi değerleriyle birlikte özgür yaşaması mümkün olur.
Birey ve toplumun her türlü saldırı olasılığına göre hazırlıklı olması, tıpkı hayvanların içgüdü veya refleksle gösterdiğini, insanların da başka biçimlerde, ama sürekli göstermesi gerekir. Ancak böyle bu saldırılar boşa çıkarılabilir. Bir de bu savunmayı saldırıya maruz kalanların yapması gerekir. Bu yüzden savunma devredilemez, başkalarına bırakılamaz bir görevdir. Başkasına devredilen bir savunma olamaz. Başkasına devretmek, sınıfçı-devletçi toplumun bir özelliğidir. Bu da, savunmadan ziyade saldırıyı çağrıştırır. Bu anlamda saldırıya maruz kalanların yaptığı savunma meşru savunmadır.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi