HABER MERKEZİ
Tarihte Zorun Rolü ve Meşru Savunmanın Doğuşu
İnsanın sınıfsal bölünmeye tabi tutulduğu, ezen-ezilen ilişkilerinin toplumun geneline yayıldığı, mülkiyetin kutsanarak karşı çıkılmaz bir olgu olarak benimsetilmeye çalışıldığı doğal toplumdan kopuş süreci, kuşkusuz ki kısa zaman dilimimde ve mücadelesiz gerçekleşmemiştir. Zorun toplumsal ilişkilere yansıtılmasıyla birlikte, meşru savunma hakkının doğuşu da gerçekleşmiş demektir. Zora dayalı meşruiyet çabası, özünde gerçeği gizleme çabasından kaynağını almaktadır. Bu anlamda zor olgusu insan doğasına aykırı olup, insanın kendi özüne ve toplumsallaşma gerçeğine terstir. İnsanın insanla çelişkisini doğuran egemen zihniyetin uygulamaya koyduğu zor gerici nitelikte olup, tahribat yaratan bir karakterdedir. Bu karakterinden ötürü en çok mahkum edilmesi ve insan ilişkilerinden dışlanması gereken bir olgudur. Egemenlerin yaratımı olan kavram-kuram ve kurumların esas işlevinin insanlığın özgürlük ve eşitlik arayışını önlemek olduğu açığa çıkmış bir gerçektir. Yaşanan özgürlük ve eşitlikçi toplumsal biçimlenişi unutturmak, hafızalardan silmek ve toplumu belleksiz bırakmak, çabaların bir yönünü oluştururken, kendi sistemini mutlaklaştırmak, kabul edilebilir kılmak ve meşrulaştırmak da diğer bir yönünü oluşturmaktadır. Yaşanan hatırlandığı, arandığı ve yaşanmak istendiği için, zor devreye sokulmakta ve de sonuç alınmak istenmektedir. Bu uğurda devletler kurulmakta, savaşlar verilmekte ve yöntemler geliştirilmektedir. Çizilen sırlar, örülen duvarlar, yapılan kaleler, çıkarılan anayasalar-yasalar, oluşturulan ordular tümüyle bunun içindir. İnsanın insana düşman edildiği, düşman gösterildiği bu zihniyet yapısında zor her şeye muktedir görülmekte ve adeta kutsanmaktadır. Kahramanlık destanların özü de böyle oluşmaktadır. Yenen ve yenilen gerçeğinde insanlık kaybetmektedir. Yabancılaşma arttıkça ölme ve öldürmeye konu edilen insanlık da daha fazla tahrip olmaktadır. Şiddet sarmalına alınan insanlık adeta can çekişmektedir.
Meşru savunmanın bir hak olarak varlık bulması, zorun gerici ve tahrip edici karakterinden ileri gelmektedir. Meşru savunmayı sadece zora karşı zor kullanmak biçiminde tanımlamak da eksik ve dar bir tanımlama olur. Çünkü egemenlerin uygulayabildikleri zor, yöntemlerin (siyasal-ekonomik-kültürel vb.) eşliğinde ya da diğerleri sonuç almadığında devreye girmektedir. Dolayısıyla meşru savunma hakkı, insanın insan olmaktan kaynaklı tüm haklarının tanınmadığı, sınırlandırıldığı veya saldırıya uğradığı anda kullanmak zorunda kaldığı bir haktır. Toplumsal bir varlık olarak insanın karşılaştığı zor da doğalında toplumsal karakterlidir. Dolayısıyla meşru savunma hakkı toplumsal bir hak olup evrensel bir karakter taşımaktadır.
Meşru savunma konumunda kendisini bulan, ezilen insanlık kendi kavram-kuram ve kurumlarını yaratagelmiştir. Bu anlamda alternatiflerini oluşturdukları oranda varlık bulabildikleri bir gerçektir. Özgürlük ve eşitlik ütopyasını gerçekleşebilir kılmak için mücadeleye tutuştukları anda karşılarına çıkarılan zor karşısında, meşru savunma kapsamında kendi zorunu açığa çıkarma kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu ilerici karakteri olup, varlığını özgürce sürdürme veya özgürlüğünü elde etme yönetimi-aracı olarak varlık bulmaktır.
Başkan APO, meşru savunma kapsamında zor kullanımını bir hak olarak tanımlamakta ve şu şekilde formüle etmektedir: “Meşru savunma hakkı, her düzeyde ve her zaman yaşamsal değerlere karşı haksızca yönelim oldukça, içinde bulunan koşullar ne olursa olsun, yapılması gereken varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama hakkı ve de kutsal eylemidir. Meşru savunmada zoru kullanma hakkı, ancak toplumsal varlığın maddi ve ideolojik öğelerine saldırı olduğunda, özgür gelişme süreçlerinde, özellikle niteliksel dönüşüm anlarında yani devrimci doğuş dönemlerinde gelişmeleri zorla önlemek isteyen güçlerin zoruna karşılık doğar; zor kullanımı bu çerçevede meşru ve zorunlu olur.” Bu belirleme ışığında, ezilenler ve sömürülenler adına doğan meşru savunma hakkının kullanımında zoru da içine alan bir yaklaşım doğru olmakla birlikte, kullanılmamasının yanlış olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Devrimci zorun ayırt edici yanı ve gerekliliği bu çerçevededir. Bu çerçeveyi aşan bir yaklaşım tehlikeli olup, karşıtına benzeşmenin bir diğer ifadesidir. Özellikle zora aşırı rol atfedenlerin trajik bir biçimde benzer sonla karşılaşmaları dikkate değerdir. Ezilen ve sömürülenler adına hareket edenlerin meşru savunmayı aşan zor kullanımını reddetmeleri o nedenle ilkesel değerdedir.
Meşru Savunmanın Hukuksal Temelleri
Meşru savunmanın bir hak olarak tanımlanması doğalında hukuksal bir çerçeveye de oturmaktadır. Günümüzün anayasal-yasal mevzuatlarında da yer bulan meşru savunmanın, bir hak ihlali ile karşılaşıldığında gündeme geldiği bilinmektedir. Evrensel hukuk normlarına kaynaklık eden haklar manzumesinde bu hususu görmek olanaklıdır. Meşru savunma hakkının kullanılması uluslar arası sözleşmelere konu edilse de, bu yönlü düzenlemelere gidilse de, günümüze kadar gelen yaklaşım düzeyi itibariyle en çok istismar edilen bir konu olduğu açıktır. Egemenlerin hak-hukuk anlayışı işgal-talan-sömürü ve saldırganlıklarının meşrulaştırılması temelinde geliştiğine göre , anayasal-yasal mevzuatı da bu çerçeveye oturtacakları aşikardır. Uzun vadeye bağlanmış kurallar bütünü olan hukukun ideolojik –politik anlamı budur. Çıkarların meşru kılınma çabasından ileri gelmektedir. Ezilen ve sömürülen insanlığın mücadelesi sonucu kazanılan hakların hukuksal ifadeye kavuşması evrensel değer taşırken, hakların ihlali halinde meşru savunma hakkının kullanılması da hukuksal bir gereklilik olmaktadır.
Genel planda insan olmaktan kaynaklı hakları tanımlanmış olsa da sorun bu hakların kullanılması noktasında çıkmaktadır. Çünkü ideolojik –planda yaşanan ezen-sömürülen ilişkisi buna engel olmaktadır. Dolayısıyla insan hakları kapsamında olması gereken ile olan arasında fark ortaya çıkmaktadır. Bu durum, hukukun özü olan adalet ilkesiyle de çelişmektedir. Adalet, eşitliğin hukuksal ifadesi olmaktadır. Dolayısıyla eşitsizliğin hüküm sürdüğü koşullarda adalet beklemek ham hayalciliktir.
Kuşkusuz insan hakları manzumesinde yer alan olguları tanımak-tanımlamak da önemlidir. Başkan APO gene bir tanımlamayla hakları şöyle dile getirmektedir: ‘İnsan hakları denilince, sınıf, ulus, din, cinsiyet, etnik, grup ve ırk ayrımı yapılmadan sadece insan oldukları için herkesin sahip olması gereken özgürlüklerine tanınan güvenceler akla getirilmektedir. Bireyin özgürce gelişmesi için bu haklar temel teşkil etmektedir. Bunlardan düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü, örgütlenme, toplantı ve gösteri hakkı, anadilde eğitim gibi temel bireysel haklara BİRİNCİ KUŞAK HAKLAR, ekonomik ve sosyal içerikli olanlara İKİNCİ KUŞAK HAKLAR ve halkların kültürel varlıklarını özgürce geliştirme ve yaşamları biçimindekilere ÜÇÜNCÜ KUŞAK HAKLAR denilmektedir. Evrensel çapta tanınması gereken bu haklara hiçbir gerekçeyle karşı çıkılamaz.’ Yapılan bu tanımlama haklar düzleminde iken, hakların kullanımına karşı çıkıldığında insan hakları hukukunun çiğnendiği rahatlıkla anlaşılabilir. Dolayısıyla hakların gasp edilmesi gündeme gelmektedir. Buna karşı koyuş ise meşru savunmanın hukuksal ifadesi olmaktadır.
Devam Edecek…