HABER MERKEZİ
- Meşru Savunma Hakkının Kullanılması Halinde Uyulması Gereken Esaslar
İnsan haklarının evrensel karakteri göz önüne getirildiğinde nerede, kime, ne zaman, nasıl yönelim gelişirse gelişsin, karşı çıkılması insan olmanın gereğidir. Pek tabiidir ki, saldırıya uğrayanın direnme konumuna geçmesi beklenir. Bu meşru savunma hakkının kullanılmasıdır. Direnmenin kapsamını belirleyen, saldırının niteliğidir. Silahlı-silahsız tüm yöntemleri içeren meşru savunma duruşu özünde hakkın korunması veya yitirildiği anda tekrar kazanılmasıdır. Meşruiyet zemini de buradan doğmaktadır.
Meşru savunmayı aşan zor kullanmak veya zora aşırı rol atfederek amacı gerçekleştirmek tek yol olarak görmek, benzer bir şekilde hukuksuzluğa yol almaktır. Zora ebelik rolü atfedenlerin zora tapınması veya zor yoluyla amaca ulaşmada her şeyi mubah saymaları, adeta kutsamaları, farkında olmadan karşıtına benzeşmenin yolunu döşeme olmuştur. Çünkü insanlığın var oluş gerçeğinde, yine uygarlıksal gelişiminde zorun belirleyici rolü bulunmamaktadır. Aksine düşünsel gücün gelişimi ve sistemleşmesi belirleyici rol oynamıştır. Asıl olarak zoru geliştiren ve toplumsal ilkelere hakim kılan egemenler olmuştur. Zora karşı zor kullanmanın sınırını belirleyen, saldırının niteliği ve kapsamı olması gerekirken, benzer bir şekilde zora aşırı rol atfetme insan doğasına ters şekillenmenin de başlangıcı oluyor. Bir girdaba girer gibi sorun tahrip edici ortamında adeta tanınmaz hale gelen bir insan gerçeği ortaya çıkmaktadır. Meşru savunma anlayışını aşan bu zor, egemenlerin yaratımı olup, ezilenler adına savunulması ve geliştirilmesi ise bir talihsizlik olmuştur. Dolayısıyla meşru savunma hakkının kullanılması halinde amaç, kapsam ve yöntem önem kazanmaktadır.
En başta ezilenler- sömürülenler adına zora ebelik rolü atfeden Marks’izmin yaşadığı trajik sonuçta, bu yanlışlığı görmek, eleştirmek ve düzeltmek önemli olmaktadır. Meşru savunma esaslarını belirlerken uygulamada ortaya çıkan yanlışlıkları düzeltme temelinde yaklaşım geliştirmek esastır. Meşru savunma kapsamında kullanılan zor ilerici olup anlaşılırdır. Bunu aşan uygulamalar eleştirilmektedir.
Eğer saldırı silahlı şiddet biçiminde gelişiyorsa doğalında silahlı direniş hakkı doğar ve kullanılır. Silahsız gelişiyorsa saldırının kapsamına ve içeriğine göre direnme konumuna geçilir. Meşru savunmayı her koşulda silahlı direnme biçiminde algılama yanlışlığı veya bu kapsamla sınırlama, zora ebelik rolü atfeden zihniyetin yol açtığı bir sonuçtur. Bu yaklaşımın, bir adım ötesinde kendi karşıtına dönüşerek, zorun rolünü yadsımaya yol açtığı da birçok tarihsel örnekte kanıtlanmıştır. O nedenle aşılması elzem olan bir konu durumundadır. İdeolojik- politik- kültürel vb. planda meşru savunma şiddetin devreden çıktığı koşullarda dahi geçerli olduğuna göre, her halükarda aynı yöntem geçerli olabilir ya da olmalıdır şeklindeki bir yaklaşım dogmatizmin bir sonucudur. Çelişkinin niteliği, kapsamı ve aldığı biçim ne ise ona göre yöntem geliştirilir, mücadele araçları yaratılır ve karşı koyuş gerçekleştirilir.
Bilinçli- örgütlü insanın toplumsal sistemi olan sosyalist toplum, hak ve özgürlüklerin güvenceye alındığı, yaşandığı bir özgürlükler rejimi olarak tanımlanır. Ezilenler ve sömürülenler adına yola koyulanların sosyalist toplumu inşa ederken ya da toplumu savunurken alternatiflerini sağlam geliştirmeleri yaşamsaldır. Bu kapsamda meşru savunma olgusuna yaklaşım ve uygulama esasları net olmak durumundadır. Başkan APO, hem yaşananların eleştirisinden hareketle, hem de başarılı bir meşru savunma duruşu için şu değerlendirmeyi sunmaktadır; “sosyalist toplum, eski toplumu ve devleti aşma sorununu zora dayalı ve emekçi diktatörlükleri biçiminde ortaya koyamaz. Saldırgan sömürüyü ve güç kazanmayı esas alan her türlü zor, emekçilerin ideolojik bakış açılarında yer alamaz. Karşıdaki bir devlet de olsa, onu zorla yıkmayı esas alma, bu ideolojik sistemle çelişir. Bu temel ilke, ‘mevcut devleti esas alalım, ona teslim olalım’ anlamına gelmez. Tersine onu aşmayı temel ilke olarak kabul eder. Bu devletin tüm anlayış ve uygulamalarına karşı mücadele ilkesini de esas alır. Fakat yöntemi zorla, zor örgütüyle yıkma değil, meşru savunma duruşu ve hareketliliğiyle boşa çıkarma biçiminde karşı koymayı temel strateji olarak benimser. Meşru savunmayı evrensel hukukun bir gereği, temel ilkesi sayar. Eğer baskıları cana kastetme düzeyine varmışsa, en doğal insan haklarını tanımıyorsa, halkın kültürel haklarını zorla bastırıyor ve inkar ediyorsa, bu haklarını kullanmakta kararlı olan toplumsal güçleri bastırıp mahkum ediyorsa, evrensel hukukun gereklerine uymayan hukuk dışı devlete ve onun zor uygulamalarına karşı, silahlı biçimi de dahil, halk savunma birlikleriyle ve savaş sanatının tüm inceliklerine göre içte ve dışta geniş bir meşru savunma düzeni uygulamaya geçirilir. Bunu bir anayasal hak olarak görmek, eğer mevcut anayasada bu hak yoksa bu eksikliği anayasaya yerleştirmeyi başarıncaya kadar savaşımı sürdürmek, meşru savunma anlayışının zorunlu bir gereğidir. Eğer mevcut devlet, hukuku devleti- ni, temel insan haklarını ve demokratik siyaset ölçülerini esas alıyorsa tabi ki meşru savuma silahlı şiddet biçimini alamaz. Alırsa bu gayri meşru olur ve ideolojik değerini kaybeder.
Demokratik Çözüm ve Meşru Savunma
Çağımız, bilişim ve iletişim teknolojisinin yol açtığı gelişmeler sonucu bütün sorunların çözümünün maddi temellerinin oluştuğu bir çağdır. Dolayısıyla sorunların çözümü imkan dahiline girdiğine göre, çözülemeyen her bir sorunun nedeninin olgunlaşmayan zeminden çok, çözümü engelleyen güçlerden kaynaklı olduğunu bilmek önem taşımaktadır.
Demokrasinin hak ve özgürlüklerin gelişimine hizmet eden bir karakter taşıması, meşru savunma anlamında demokratik hak ve özgürlüklerin savunulması, korunması ve geliştirilmesi yolunda esas çözüm yöntemini oluşturmasından veya teşkil etmesinden ötürüdür. Bu konuda Başkan APO şu belirlemeyi yapmaktadır; “demokrasinin esas önemli yanı, yönetim yapısından çok toplumsal sorunları çözüm tarzından ileri gelmektedir. Şimdiye kadar tüm yöneten rejimler, karşı bir güçle dengeleninceye kadar sorunları ya zorla tasfiye etmeyi ya da boyun eğmeyle sonuçlandırmayı temle kural bellemişlerdir. Neredeyse tarihin klasik mantığı hep böyle olmuştur. Halbuki demokratik çözüm tarzı en zayıf olanın da hakkını, yaşam güvencesini ve düşünme özgürlüğünü ve kültürel varlığını korumasını ve de geliştirmesini mümkün kılan bir çerçevede, yeni yaklaşımlar getirerek birçok çatışmaları ve tartışmalı soruna cevap üretebilmiştir. Bu belirlemeden çıkan sonuç; sorunların çözüm yönteminin demokratik tarzda gelişmesi durumunda zora gerek olmadığıdır. Dolayısıyla meşru savunmanın demokratik yöntemlerle gerçekleştirilebileceğidir.
Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde amaç bir şeyi yıkmak veya yok etmek değil, dönüştürmektir. Dolayısıyla karşılıklı mücadelenin özü, demokratik bir yapıya ulaşmaktır. Bu anlamda meşru savunma var olan anti-demokratik yapılanmalara, bu yapılanmaların yönelimlerine karşı temel bir görev görür. Başkan Apo bu durumu şöyle ifadelendirmektedir: “Demokratik devlet, evrensel hukuk çerçevesine bağlı, demokratik siyaset kanalları sürekli mevcut olan, demokratik toplumun kuruluşuna ve her türlü sivil toplum kuruluşlarına imkan veren devlettir. Bu ölçülere uymadığında veya zorlandığında bu ölçüleri tutturuncaya kadar meşru savunma stratejisine bağlı halk savunma birliklerinin ve savaş taktiklerinin rollerini oynaması gerektiği açıktır ve vazgeçilmez bir ilke değerindedir. Dikkat edilirse bu siyasi anlayış içinde devleti yıkma veya ayrı bir devlet yaratma esas alınmıyor. Varolan devletin demokratik hukuk devletine özde ve biçimde ulaştırılması hedefleniyor. Siyasi sınırları değil, içini dönüştürmeyi hedef alıyor. Eğer meşru durumu yoksa siyaset demokratik kurallar içinde belirlenecektir. Haklar demokratik mücadeleyle kazanılacaktır. Hakların inkar ve demokratik kuralların engellenmesi halinde meşru savunmanın silahlı olanı da dahil her biçimiyle sonuç alınmaya çalışılacaktır. Bu değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere, demokratik yol ve yöntemler tıkandığında meşru savunmanın kapsamı da genişlemektedir. Önemli olan demokratik çözüm seçeneğinde ısrar, bu çözüm seçeneğini tercih etmektir. Fakat tersi durum geliştiğinde silahlı meşru savunma direnişini geliştirmek de yaşamsaldır.
Meşru savunmanın sınırlarını belirleyen saldırının niteliği ve kapsamı iken, esas olan saldıran gücü demokratik ölçülere çekmektir veya ulaştırmaktır. Meşru savunmayı gerekli kılan, anti- demokratik yapıların mevcudiyetidir. Dolayısıyla meşru savunmasız demokrasi mücadelesi yürütülemeyeceği gibi anlamlı da değildir. Bu demokratik mücadelenin esas alınmamasından ötürü olmayıp demokratik mücadelenin sağlıklı geliştirilmesinin gereğidir. Devleti ve icraya geçmiş hali olan iktidarı temsil eden siyasal yapıları demokrasiye duyarlı kılmada toplumun demokratik örgütlülüğü katalizör rolü oynar. Sivil toplum kuruluşlarını da kapsayan demokratik toplum yapılanmaları bunu gerçekleştirir. Devlet ve siyaset arsında hem taşıyıcı, hem değiştirici, hem de dengeleyici olurlar. Sivil toplum konfederalizmi olarak da veya üçüncü alan olarak da tanımlanan halkın öz yönetim mekanizmalarıyla tüm toplumu demokratik tarzda örgütlemeyi esas almaktadır. Örgütlenen toplumun demokratik karakteri, devletleri giderek sınırlandırır ve nihai olarak aşar. Bu yanıyla da devletin giderek sınırlandırılması, işlevinin daraltılması, toplum üstü veya karşıtı konumundan çıkarılması anlamında bir rol oynar.
Devam Edecek…