HABER MERKEZİ –
Geçmişten kopanın geleceği de yoktur
Fizikçiler düşünceyi de “en akışkan bir enerji” olarak tanımlarlar. Zindandan mektup yazan bir arkadaş var, onun mektubundan çok şey aldım. Mesela bizim mekanda hareketimiz yavaştır ama zamandaki hareketimiz hızlıdır, yüksektir. Zamanda hareket, düşüncede harekettir. Belki de ışık hızı ve onu da aşan bir düzeyde bir hareketlilik seviyesini yakalayabilir insan zihni. Bir anda evrenin başlangıcına kadar uzanabilirsiniz. Ya da geleceğin sonsuzluk sınırına kadar gidebilirsiniz. İnsan zihni bunu sağlar, böylesine bir gerçekliği var. Ve bu açıdan zamandaki o muazzam hız harikadır ve büyük önem taşır.
Şimdi öyle bir sistemde yaşıyoruz ki insan zamansızdır. Mekanı bile sınırlıdır. Önderlik, “şimdiye sıkıştırılmış bir yaşam gerçekliğinden” söz eder. Tüm geçmişiniz ve geleceğiniz “şimdi” olmuşsa ki günübirlik yaşam bu anlama gelir. O zaman geçmişten ve gelecekten tümüyle kopmuşsunuz demektir. Geçmişten kopanın geleceği de yoktur. Ve günümüz dünyasındaki insan biraz da böyle bir insandır. Bu gerçekten de çok acıdır. Bu sistemin içindeki bir insanın en uzak geçmişi “dün” ile sınırlıdır. En uzak geleceği de “yarın”dır. Bugün ile yarın arasında sıkışan ve yaşayan bir insan gerçeği… Onun için önemli olan “an”dır. Geçmişi bir yana bırak, geleceği bir yana bırak. “anda yaşa”.
Ben şimdiyi, şu anı inkar etmiyorum. İster evrenin başlangıcına git, ister geleceğin sonsuzluk sınırlarına kadar git, sonuçta dönüp geleceğin yer, andır. Şimdidir yani. “Şimdi” dediğimiz zaman dilimi, oluşabildiğin andır. Şimdide pratik yaparsın, eylemde bulunursun. O açıdan da onların an’a yaklaşımıyla, bizim an’a yaklaşımımız farklıdır. Bizim çerçevemizden baktığınızda PKK devrimciliği an’ın devrimciliğidir. An’a cevap verme gücünüzle devrimciliğiniz belli olur. O açıdan an’a cevap vermezseniz, sürekli bir erteleme ve tekrar durumunu yaşarsınız. Erteleme ve tekrar zaten yaşamın kendisinin yozlaşması anlamına gelir. Önderliğimizin en çarpıcı eleştirisi bu noktaya yöneliktir. “Hep ilk’lerde kaldınız. İlk kurşunda, ilk eylemde, ilk sözde, ilk örgütlenme adımında…” ilklerde kalmak demek, sürekli giriş yaptığın noktada öğrendiği ilk şeyi tekrarlamakla kalmak demektir ki, bu dehşet verici bir şeydir. Yaşam durmaz, duran sizsiniz. Ve o anlamda varlık demek oluş demektir. Oluş ise sürekli değişim ve dönüşüm demektir. Yani bir akış hali olarak değerlendirebilirsiniz ya da helezonik bir gelişme trendi gibi düz değil ama ileriye ve yukarıya doğru helezonik tarzda gelişme trendi. Böyle yapmıyorsunuz. Önder Apo, sistemdeki insanın hareket tarzını değerlendirmişti. Hareket var ama ilerleme yok. Bu yerinde sayan bir harekettir. Tıpkı rodeo atı gibidir. Sabit bir yay üzerine çakılıdır, üstüne bindiniz mi iner ve çıkar. Hareket halinde görünürsünüz ama ileriye ve geriye bir santim bile gidemezsiniz. Devrimcilik bu duruma düşmemesi gerekir. Ürkütücü olan esas itibariyle budur.
Anlam kavramından ne anlamak gerekir?
Zindandaki arkadaşlar anlam kavramı üzerine yoğunlaşıyorlar. Önder Apo’nun deyişiyle dışardayken eylem ön plandadır ama zindan gibi ortamlarda anlam ön plana çıkar dolayısıyla daha fazla anlam üzerinde yoğunlaşır. O daracık mekanların kendisi de bir eylem alanıdır. Kendini yaratmak başlı başına bir eylemdir. Aslında kişinin kendisinde gerçekleştirdiği sadece kendisi değildir, bütün bir evrendir. Daha doğrusu toplumsal gerçekliği kendisinde inşa eder. Özgür toplumun prototipi olarak kendi varlığını inşa eder. Cezaevlerinde olması gereken esas itibarıyla bu. Fakat cezaevlerinde yaratılmış belki de yüzyılların algısı var. Bir özgürlük savaşçısı olarak cezaevine düşersen, dışardayken şunu bilirsiniz; dışarda bir özgür yaşam yok. Ama cezaevine düştükten sonra tel örgülerin dışına çıkmayı, özgürlük olarak değerlendirirsiniz. Bu çarpıcıdır. Sistemin insanda yarattığı değişim ve dönüşümün tipik rolü budur. Ben niye devrimci mücadeleye katılıyorum? Her bir arkadaşın sorması gereken soru bu. Çünkü ülkemde özgürlük yok, halkımın kimliği yok, ülkemin adı yok, ülkem sömürge bile değil, halkım köle bile değil, bireysel olarak içinde yaşayabileceğim özgür bir dünyam, yaşamım yok. Burada yapmam gereken şey nedir? Elbette bunu reddetmek ve buna karşı özgür bir yaşamın arayışına girmektir. Bunun karşılığı var tabii. Ölüm, yaralanma, cezaevine düşmek bunun karşılığıdır. Yaşamında her devrimciyi zindan ağırlar bir defalık bile olsa. Bu nedenle yaşamında zindanın da olduğu, bedelinin bu olacağı, hatta tüm ömrünüzün zindanda geçirebileceğinizi de bilerek bu mücadeleye katılırsınız. Ya da şahadet olabileceğini düşünürsünüz. Bunu da peşinen bilerek mücadeleye katılırsınız. Fakat sonrasında şahadet bir yana zindana düştünüz. Bu sefer zindan nasıl olur? Zindan olur da, bu sefer dışarı çıkmak özgürlük anlamına gelir. Zindanın kapısı açılıp, siz dışarı çıktığınızda “oh be özgürlük varmış” dersiniz. Kendi kendinizi inkar bu anlama gelir. Dehşet verici olan budur. Şu algının çok önemli olduğuna inanıyorum. Önder Apo onu çok çarpıcı ortaya koyuyor: “Dışardaki zindan daha dehşet vericidir.” Çünkü içerdeki insan, anlam gücünün farkındadır. En azından sistem içinde sistem dışı kalarak yaşamayı bilir. Zindanda olmak sistemin içinde sistemi yaşamak anlamına gelmez ki. Bedenlerimiz buradadır, tutsak olabilir ama aynı zamanda özgür bir tutsaktır. Özgürlüğü anlam gücüyle bağlantılandırabilirsek anlamda derinleştiğimiz ölçüde düşünsel olarak özgürleşiriz. Bu aynı zamanda varlık olarak kendimizin özgürleşmesi anlamına gelir. Yani bedensel özgürlük de zindan koşullarında sağlanabilir. Özgürlük, bir duruştur. Müthiş bir farkındalık durumudur. Önderliğin değişiyle, hakikat avcılığıdır. Kapitalist moderniteyi ki, zindanlar da onun bir parçasıdır. Onun koşullarında en iyi tanımlayıp çözümleyebileceğin yerlerden bir tanesi zindandır. Bu çözümleyerek anlamı derinleştirebilirsin. Belki de en görkemli yaşam orada yaşanan yaşamdır. Mesela Önderliğe özgürlük kampanyaları düzenlenir, gereksiz görmüyorum, kuşkusuz değerlidir. Önderliğin fiziki özgürlüğünü savunmak ve talep etmek anlamına geliyor. Fakat yine de insanlık tarihinin en özgür insanı olarak Önder Apo’yu görüyorum. O’ndan daha özgür kimse yoktur. Eğer Spinoza’nın -ki, Önderliğimiz de vurgular- “anlamak özgürlüktür” belirlemesinden yola çıkarsak, Önder Apo’nun herkesten daha iyi anladığı ve hissettiği bir gerçektir. Herkesten daha iyi anlayan ve hisseden en doğru yoldadır, doğru yolu gösterendir. Ve en özgür insan da O’dur.
Eskiden de düşünürdüm, “Önderlik sahası” derlerdi. Bana biraz çelişkili gelirdi. Derdim ki, peki ya orası onun da burası senin mi? Yani pratik saha senin sahan mı? Tamam, sen de varsın ve rolünü oynayabileceğin yer burası doğru ama, Önderliği soyut, sadece lafla ortaya çıkaran ama diğeri de pratik hayata geçiren oluyor, böyle bir ayrım yanlıştır. Aslında her bir arkadaşın kendisi de bir Önderlik taşıyıcısıdır. Önderlik oradadır da aynı zamanda. Ama sen Önderliği sadece Ortadoğu’da bulunan o mekanla sınırlarsan o zaman kendini Önderliğin dışında görürsün. O açıdan cezaevlerini Önderlik sahası olarak değerlendirmiyorum. Ama Önderlik oradadır, o anlamda da değerlidir. Bu noktada şunu söyleyeyim. Bir ara ben İbn-i Arabi ile ilgili bir kitap okudum. Gerçekten de tasavvufun öncüsü denilebilecek bir kişilik. Müthiş bir anlam derinliği var. İbn-i Rüşt ile aynı tarihsel süreçte yaşıyorlar. Sanıyorum iki ya da üç kez bir araya geliyorlar. İbn-i Rüşt, biraz da bugünkü bilimin temelini atandır, nesnel gerçekliği esas alır yöntem olarak, oradan yola çıkar. Ama İbn-i Arabi ise hakikate iç derinleşmeyle, gönül gözüyle ulaşmaya çalışan bir kişilik. Bu anlamda ikisi arasında belirli ölçüde farklılıklar var. Bir gün İbn-i Arabi, İbn-i Rüşt’ün yanına gider. İbn-i Rüşt O’nu fark etmez. İbn-i Arabi O’nun yoğunlaştığını görür. Tefekkür halindedir. Uzun süre öyle seyreder. İbn-i Rüşt, hiç farkında bile olmaz. O zaman İbn-i Arabi, şöyle bir cümle kullanır: “Düşüncesi O’nu benim yanıma getiremiyor.” Yani öyle bir düşüncesi var ki, benim farkımda değil. Beni, kendi yanına götüremiyor. Bu söz bana çok anlamı geldi. Seni, Önderlik yanına getirebilmek, O’nunla birlikte olmak ve yaşayabilmek önemli. Oradadır ama aslında sen kendi yanına getirebilirsin. Bu sendeki anlam ve duygu gücünün yoğunluğuna bağlı. Ki, duygu ve anlam gücünü de ondan alıyorsun. Onu gerçekleştirebildiğin ölçüde O’nu kendi yanına getirebiliyorsun. O’nunla bir olabiliyorsun. Cezaevindeki arkadaşların da, tüm yoldaşların da bu konuda ciddi yoğunlaşmaları gerektiğine inanıyorum.
Kişinin kendisini görebileceği en çarpıcı ayna Önderlik gerçeğidir
Önder Apo’nun yaşamın en keyifli anı dediği anlar İmralı’da yaşadığı anlardır. Anlam avcısı olarak kanatlı düşündüğü ve düşünme hızını en üst seviyeye çıkardığı ve hakikati sürekli ve sürekli derinliğine ve genişliğine anladığı süreçler cezaevinde gerçekleştirdiği süreçlerdir. Çünkü orada anlam ön plandadır. Orada eylem de var ama anlam ön plandadır. Böyle bir an yaşamın en sevinçli anıdır. Zaten devrimci yaşamda da öyledir. Keyifsizlik, can sıkıntısı, uyuşukluk vb bunlar bir devrimcinin yaşamında olamaz. Hele yüzü Önderliğe dönük olan ve kilitlenen için böyle bir şey abestir. O yüzden kendi üzerimizdeki yoğunlaşmalarımız bile Önderlikten kopuk değil. Ayna O’dur. O’nun ışık tutmadığı yerde kendimi göremem. Dolayısıyla kişinin kendisini görebileceği en çarpıcı aynadır Önderlik gerçeği. O’nun için evrensel gerçekliği de onun içinde görebiliriz. Önderlik tüm evrensel gerçekliklerin toplamı olarak da değerlendirebilir. Önder Apo’yu, evrenin zihni olarak da tanımlamak mümkün. Önder Apo, kendisini tanımlarken, “Evrenin bilgi deposu olan zihnim” diyor. Ama bu depodan eksilme olmuyor, sürekli kendini zenginleştiriyor. Önderlik böyle, bütün yaşamıyla heyecan verici. Önderlik öyle sıradan redlerle geçiştiren bir şey değil. Siz bir görüş ileri sürersiniz. Karşı taraf bunu reddeder ve bağlarınız kopar. Önderlik’te öyle değil. Önderlik sayısız seçeneğe sahip bir kişiliktir. Çözüm zaten budur. Özgürlük de budur. İki seçeneğe mahkumsanız ak-kara arasında gidip geliyorsanız özgür değilsiniz. Ne kadar çok fazla sayıda seçeneğe sahip olabilmişseniz bu seçeneklerde hep en iyi çözüme doğruysa o kadar özgürsünüz ve bu çerçevede Önderlik’te bunun zirveleştiğine yürekten inanıyorum.
Her şeyin bir nedeni ve niçini vardır. Bunların birbiriyle ilişkileri sorunu vardır. Her birinin içinde hareket ettiği bir yasa vardır. Mesela evrende var olan sınırsız gerçeklikten söz edebilirsiniz. Evrendeki her zerrede bir anlam olgusu var bu özgürlük eğilimi tarzında kendisini ortaya koyar. Gelişme, değişme, dönüşüm, hareket, eylem bütün bunların hepsi anlamı ifade eder. Ve anlam hep bir hedefi ve amacı belirtir. Yaşamın bir amacı olmalı. Neden, amaçla doğrudan bağlantılıdır. Bir tür sırrı çözmek gibidir. Evren ne için vardır? Bu niçin sorusuna cevap verebilmeniz için de evreni bir bütün olarak, en küçük zerresine kadar tanımanız lazım. Mutlak hakikat diyebilirsiniz. Mümkün müdür? Önder Apo, “İmkansıza yakın bir durum” der. Ama yine de yaşamı esas sürükleyen bu durumdur. Esas anlamı değerli kılan, yaşamı güzel ve soylu kılan şey, mutlak anlamın peşinde koşmaktır. Buna dinlerde tam vecd hali deniliyor. Hallac-ı Mansur’da ifadesini bulur. Tasavvufun bir kesiminde ifadesini bulur. Bu, sırrın sırrını çözmektir. Düşüncede ulaşılabilir bir durumdur. Önderlik’te de bu tür dönemlerin gerçekten olduğuna inanıyorum. Önderliğin, Hallac-ı Mansur’u herkesten daha iyi anladığına, Buda’daki Nirvanayı herkesten daha iyi çözdüğüne, dinlerdeki o vecd halini herkesten daha derinliğine kavradığına eminim. Bu konuda hiç kuşkum yok. Bunlar mutlak hakikat yolunda ilerlemenin, kaçınılmaz sonuçlarıdır. “Anladım” diyorsunuz, ötesi yokmuş gibi. Öyle bir şey değildir anlam. Belki de varlığı tanıdığınızda onun özünü, içeriğini ve cevherini tanıdığınız ve anladığınız zaman onu kavrıyorsunuz. Tanımak, aslında bütünleşmektir. Onunla bir olmaktır. Dinlerde tanrıdır. Mutlak hakikat Tanrı’da ifadesini bulur. Tüm varlığı kapsayan O’dur. Tüm varlıkta içselleşen O’dur. O, önüne ön, sonuna son konulamayandır. Ezel ve ebedtir yani. Ama Enel Hak “bir sır idim, bilinmek için insanı yarattım. Bilme eyleminde Hallac’ın ulaştığı durumdur: Enel Hak. Bu hakikatle bağlantılıdır. Enel Allah demiyor Hallacı, Enel Allah diyen firavundur. Firavun, “ben Allah’ım” diyor. Hallac Enel Hak diyor. Belki de Hak da tanrının adlarından biridir ama tek başına hakikati ifade eder. Tanrı ile birleşmeyi dolayısıyla tanrıyı tanımayı, onun içinde erimeyi ve yeniden var olmayı ifade eder. Bu doruktur. Bir militan açısından Önderliğe yaklaşımda esas itibarıyla bu olmalıdır. Onu tanımak, tanıdıkça O’nunla birleşmek, bütünleşmek, erimek ve O olmak ama kendi kalmak bunlar anlamlı değerlendirmelerdir.