HABER MERKEZİ –
Türkiye’nin uluslararası sistemin istediği kıvama getirilmesi, Erdoğan ve AKP eliyle gerçekleşmiştir
1991’de Birinci Körfez Savaşı ile startı verilen Üçüncü Dünya Savaşı, 1999 Uluslararası Komplosu ve 2001 İkiz Kuleler saldırısından sonra yeni bir aşamaya girdi. Dolayısıyla Uluslararası Komplo ve sonrasında Türkiye’de yaşanan değişim ve dönüşümün amaçları arasında, Türkiye’yi bu savaş içinde konumlandırmak, görevlendirip çalıştırmak da vardır. Çünkü; PKK ile 1970’lerin sonlarından beri savaşan, 14 Temmuz Direnişi ve gerilla mücadelesinin gücünü görünce ‘29. Kürt isyanıyla karşı karşıyayız’ diyen, 90’ların başında da yenildiğini fark eden devlet aklı farklı bir çizgide gelişirken, bir başka akıl ise ABD ve NATO’nun Kürt soykırımında kendilerine istedikleri kadar destek vermediğini gerekçe yaparak ait olduğu sistemin kimi politikalarını kabul etmemeye başlamıştı. Bu da Türk devletinin belli oranda kontrolleri dışına çıkmasına yol açmıştı. Böylece ABD ve NATO’nun, Türkiye’yi iki kutbun dağıldığı dünyada yeniden uluslararası sermaye sisteminin istediği kıvama getirme ihtiyacı ortaya çıkmıştı.
Türkiye’nin uluslararası sistemin istediği kıvama getirilmesi, Erdoğan ve AKP eliyle gerçekleşmiştir. Erdoğan ve yakın ekibinin en az Çiller kadar ABD yanlısı ve uluslararası sistemin aktörleri olduğu iyi bilinmelidir. Erdoğan ve AKP’lilerin, yine bunların medya başta olmak üzere hemen her alandaki yandaşlarının sürekli anti-Amerikancı konuşmalar yapması ancak ABD başkanlarıyla görüşebilmek için kapı kapı dolaşmaları, görüşme olunca kırk takla atmaları bile tek başına bu gerçekliği anlamak için yeterlidir.
Türkiye’de gelmiş geçmiş hiçbir siyasi yapı, Erdoğan ve AKP kadar yalancı, halkı aldatıcı olmamışsa nedeni bunların komplocuların komplo partisi olmasıdır. Özcesi; Uluslararası Komplo sürecinden sonra devletin adım adım Gülen cemaati kadrolarına teslim edilmesi, siyasi yüzünün AKP olarak gösterilmesi kararı verildiği artık netleşmiştir. AKP’nin kısa bir süre içerisinde güçlenmesi, halkın destek ve onayını alması için dışarıdan sermaye ile desteklenmesi de bu projenin bir parçası olarak pratikleştirilmiştir. Böylece Türk halkına, Türkiye’nin böyle bir devlet aklıyla uluslararası alana açılabileceği, güçleneceği, hatta eski Osmanlı topraklarının bir bölümünü yeniden ele geçirebileceğinin söylenmesi ise bu projenin ajitasyon ve propaganda argümanlarıdır. Bilindiği gibi Fettullah Gülen’nin siyasi tezleri içerisinde yenilenmiş ve güncel kılınmış Neo-Osmancılık da vardır. Çünkü; Gülen’in amaçlarından biri de Osmanlı tebaası olmuş tüm halkların Türkiye ile birleştirilmesidir.
Çerçevesi 2000’li yılların başından itibaren belirlenmiş Türk devletinin yeni dizaynı, aynı zamanda devlet kurumlarının da yeniden yapılandırılması, hatta protokol sıralarının da yeniden düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi Türkiye’de ordunun devlet içinde her zaman belirleyici bir ağırlığı olmuştur. Dolaysıyla yeni dizaynda devlet olmaya alışmış ordunun yapısı, işleyişi değiştirilmiş,tayin ve terfileri Erdoğan’a bağlanmıştır. Eski devlet, özellikle yargıda da kendisini konumlandırmış, örgütlendirmiş bir devletti. Dolayısıyla yargının da bir biçimde tasfiye edilmesi gerekmiş ve bu yapılmıştır. Bu iki kurum bir nevi TC’nin kurucu kurumları işlevi görmüş, ilk günden itibaren Kürtlere karşı sürdürülen savaş ve soykırıma öncülük etmiş kurumlardı.
MİT, uzun yıllar CIA ile ortak çalışmış bir kurumdur. Son yıllara kadar da resmiyette genelkurmaya bağlı olmasa da kritik noktalardaki kadrolarının subaylardan seçilmesi, pratikte orduya bağlı bir örgüt yapısını oluşturmuştur. Yeni dizaynda bu da değiştirilmiştir. Müsteşarlıktan başkanlığa terfi ettirilen MİT, orduyla aynı konuma getirildi. Böylece Erdoğan ve AKP eliyle dizayn edilen devlette, ordunun otoritesi azaltılırken, MİT’in artırılmış oldu. Daha önce dokunulmaz olan ordu iken yeni devlette dokunulmaz olan MİT oldu. Daha önce dış operasyonlar için tezkerelerle sadece orduya görev verilirken, artık MİT’de dış operasyonlar yapabilmektedir. Daha önce güvenlik bürokrasisini ve kurumlarını genelkurmay koordine ederken, artık MİT bu işi yapmaya başlamıştır.
Erdoğan-AKP kendi iktidarı, çıkarı için Gülen cemaatinden kopmuştur
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Türkiye’de Gülen cemaati karşıtı iddiasıyla konuşan hemen herkes, cemaatin ajan örgüt olduğunu, istihbarat ağıyla devleti sardığını söylemektedir. Bununla, hem Gülen cemaati liderliğinde dönüştürülmesi halinde devletin nasıl bir yapı alacağını hem de dışa bağımlılığını anlatmak istemekteler. Anlatılanlara ve yapılanlara bakınca, Türkiye’de Gülen cemaati yöntemi denilen hemen her şeyin, AKP-MHP eliyle yapıldığı anlaşılmaktadır. Şu gerçekliğin asla akıllardan çıkmaması gerekir: Nasıl ki Mustafa Kemal ve arkadaşları İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadroları olarak işe başlamış, sonra İttihat ve Terakki’nin temsil ettiği politikanın bir çok şeyi kaybettireceğini anladıkları için ayrılmış; fakat ruhunu olduğu gibi temsil ederek yeni bir devlet kuruluşuna gitmişlerse, günümüzde AKP-MHP rejimiyle Gülen cemaati ilişkisi de tıpkı bunun gibidir. Tek fark, M. Kemal ve arkadaşları ‘devlet ve millet için’ diyerek yön değiştirmiş, yeni bir devlet kurmuş, Erdoğan-AKP ise kendi iktidarı, çıkarı için Gülen cemaatinden kopmuştur. Kopunca oluşan boşluğu MHP ile doldurmaya başlamıştır. Gülen cemaatine dönük büyük müdahaleler yapılmıştır. Darbeci denilerek içerde tasfiye edilme noktasına getirilmiştir. Ancak Gülen cemaati liderliğinde oluşturulmak istenen rejim ve sistemin sadece kadroları değiştirilmiştir. Başka bir deyimle, Gülen cemaatinin başlattığı polis ve istihbarat rejiminin inşasına devam edilmiştir. Bu rejimde ordunun otoritesi, etkisi ve yetkisi azaltılırken, yerine MİT, polis ve jandarma ikâme edilmiştir. AKP-MHP rejimi Gülen cemaatinden öğrendiklerini pratikleştirerek tam bir istihbarat devleti olmuştur. Faşist baskı için gerekli olan istibdadın sağlam ve güçlü kurulması için Erdoğan cumhurbaşkanı olduğu halde toplumu ajanlaşmaya davet edebilmiştir.
Yanıtlanması gereken en önemli konu; Erdoğan-Bahçeli iktidarında devletin neden istihbarat-polis devleti olduğudur. Rejim neden Abdülhamit’in istibdat rejimini güncelledi? Devletin böyle bir yapılanma içine sokulmasının birden çok nedeni vardır. Birinci neden; Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı savaşmaktır. İkinci neden; içerde değişen güç dengeleridir. Üçüncü neden; dış tehdit algısı ve dış politikada yapılan değişikliklerdir. Biz burada Kürdistan Özgürlük Mücadelesiyle savaş ve Kürt soykırım politikalarıyla bağlantılı nedeni ele almaya çalışacağız.
AKP iktidarıyla her Kürt sömürgeci-soykırımcı TC’nin hedefi oldu
Tarihte birçok örnekte de görüldüğü gibi devletler muhaliflerini daha çok askeri yöntemler kullanarak tasfiye etmeye çalışırlar. Askeri şiddet yoluyla tasfiye etme sürecinde muhalif hareketler gücünü korur ve toplumsallaşmayı da başarırlarsa, devletler mücadele eder konuma gelmiş halka yönelmeye başlarlar. Sömürgeci soykırımcı Türk devletinin PKK ideolojisiyle bilinçlenmiş, örgütlenmiş Kürt halkına karşı böyle bir savaşı 1992’den sonra başladı. 2000’e kadar da bu savaş ordunun denetiminde köy boşaltma, göçertme, yurtseverleri katletme, toplu tutuklama tarzında sürdürüldü. Bu saldırı milyonlarca Kürt’ün Türkiye ve Bakurê Kurdistan şehirlerine göçertilmesine neden oldu. PKK bu süreçten güçlenerek çıktığı için göçertilen ve şiddete maruz kalan Kürtler daha da yurtseverleşti. Bu, PKK tabanını daha da büyüttü. Sömürgeci-soykırımcı Türk devlet aklı, hegemon güçlerin planlayıp uygulamaya koyduğu Uluslararası Komplo’nun PKK ve Kürtleri zayıflatacağını da düşünerek yeni bir saldırı kararı aldı. Bunun için komlo ardından Türk devleti baştan siyasal İslamı temsil eden kesimleri tehlikeli gördüğü halde, komplocuların da isteği ile Erdoğan ve AKP’nin İslami argümanlarla iktidar olmasına onay verdi. Bu değişim, devletin PKK ve Kürt halkına karşı savaşta uygulamak istediği yeni stratejinin en önemli ayağı oldu. Bu strateji gereği, AKP iktidarına kadar da devlete mesafeli oldukları için Kürt soykırımına doğrudan destek vermemiş Türk halkının İslam kültürü etkisindeki kesimini, devlete yakınlaştırıldı. Ve bu kesim özel politikalarla Kürt soykırımında kullanılacak kadar milliyetçileştirildi. Yine AKP iktidarına kadar doğrudan ve açıktan kullanılmayan din, Kürtlere karşı ‘Müslüman Kürt kardeşlerimiz’ safsatasıyla yoğunca kullanılmaya başlandı. Böylece PKK ile savaşta teşhir olmuş, yıpranmış, savaştan kaynaklı yolsuzluklara battığı için halkın tepkisini toplamış, meşruiyeti tartışmalık hale gelmiş kesimlerin yerine yeni ve daha geniş bir taban yaratılmış oldu. Erdoğan ve AKP, Kürtlere karşı savaşta zaten yenilmiş ve adım atamaz noktaya getirilmiş devlet ve siyaseti açıktan eleştirerek ve Kürtlere yönelik İslami argümanları kullanarak mesaj vermeye başladı. Bu, bir kesim Kürt’te çözüm beklentisi yarattı. Erdoğan ve AKP, bu söylemleriyle, Kürtleri kesin kandıracağını, PKK tabanını eritebileceğini, içerde ve dışarıda çok daha rahat ‘Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır’ yalanını dilendirebileceğini hesaplayarak, istihbarat odaklı bir yapılanmaya gitmeye başladı. Bu yeni savaş tarzında ister yurtsever olsun ister olmasın, her Kürt’ün bilmesi gereken şey, sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin hedefi olduğudur. Çünkü; savaşın bu türü, gerilla mücadelesini yenemediği gibi halklaşmasını da engelleyememiş politikadan çıkarılmış derslerle sürdürülmektedir.
Cihan Eren/Serxwebûn