HABER MERKEZİ
Rêber Apo milliyetçilik için; ”Toplumsal hastalığın histeriye dönüşmesi, kapitalist sistemin faşist ve totaliter devlet biçimine yönelmesiyle at başı gider. Sonuç, kapitalizmin intiharıdır. Birinci ve ikinci dünya savaşları bu anlamda milliyetçilik dozajının aşırı kullanılmasından doğan sistemin intihar eylemleri olarak da düşünülebilir… Milliyetçilik kapitalizmin dinidir. Milliyetçilik kapitalizmin egemenliğine götüren yoldur. Filistin ve İsrail milliyetçiliğinin Filistin’i ve İsrail’i ne hale getirdiği ortada. Türk milliyetçiliğinin Türkiye’yi getirdiği nokta belli… Milliyetçilik engellenemezse Kudüs’te yaşanan bu durum yarın Kerkük’te de yaşanabilir. Çünkü milliyetçilikte sağduyu yoktur, kimse kimseyi dinlemez, demokratik diyaloga kapalıdır.” der.
Başka bir deyimle; Milliyetçilik kanserli bir urdur. Ruh, zihin ve vücudun iyileşmesini hep engeller. Hastalıklı bırakır. Ruhen ve zihnen hasta olanların başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurmaları çok zordur. Zor olduğu gibi böyleleri kendilerine karşı da güvensiz ve sağlıksız olurlar. Böylelerin zihniyeti; uyuma, konuşmaya, ilişkilenmeye, uzlaşmaya, barışa, el vermez. Tam tersine agresif olurlar. Sonuçta böyleleri ya mazoşist olur kendilerine saldırırlar ya da sadist olurlar kendi dışındakilerine saldırırlar.
Milliyetçilik özünde kendi dışını tanımama olduğu için özünde kendini tanımamadır. Bu hastalıklı yaklaşım ‘dünyalar benimle biter” der ve sonunda ‘Bir Türk dünya ya bedeldir’ ile noktalanır.
Özcesi milliyetçilik bir sapkınlıktır ve insanlığın yüreğine saplanmış bir hançerdir.
İlginçtir ki GDO yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar da milliyetçilik gibi benzer karakter göstermektedir.
Örneğin:
A- GDO’lar da aynen milliyetçilik gibi suni olarak oluşturulmuşlardır. Irkçılık teşhir olduktan sonra, ideolojik ve siyasi içeriğini kamufle etmek temelinde milliyetçilik kavramı kapitalistlerin çıkarlarının gizlemenin bir yolu olarak geliştirildi. İlginçtir ki, bugünde “’Değiştirilmiş̧ canlı organizma’ kavramı ‘Genetiği Değiştirilmiş̧ Organizma’ kavramı yerine ABD tarafından gen mühendisliği üzerindeki kamu duyarlılığını yatıştırmak amacıyla ortaya atılmıştır.”
B- Milliyetçilik diğer tüm halklara, inançlara ve toplumsal yapılara ne kadar zarar verdiğini Hitler’in Yahudilere karşı uyguladığı vahşette herkes gördü. İttihat-i Terakkicilerin Ermeni, Süryani, Pontuslara karşı uyguladıkları soykırımı da herkes gördü.
“Büyük şirketlerin ürettiği genetiği değiştirilmiş̧ bitkiler ciddi ekolojik risk oluşturmaktadır. Büyük firmaların soya fasulyesi gibi herbisitlere karşı dirençli olarak tasarlanmış̧ olan bitkiler, bio çeşitliliğin yok olmasına ve artan miktarlarda tarım kimyasalı tüketimine neden olur. Ayrıca herbisit dirençli genleri zararlı bitkilere aktararak oldukça işgalci “süper zararlı” bitkilerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Pestisit fabrikası olarak tasarlanan bitkiler, bakteri, akrep, yılan ve eşek arılarından aktarılan genlerle toksin ve ‘venom’ üretmek üzere genetiği değiştirilmiş̧ olan bitkiler, zararlı olmayan türleri tehdit edebilir ve zararlılarda direnç̧ gelişimine ve böylelikle “süper zararlıların ortaya çıkmasına yol açabilir.”
C- Milliyetçilik diğer tüm renkleri tekleştirerek kısırlaşmayı geliştirir.
“Genetiği değiştirilen balıklar doğal türlerle çiftleşerek bio çeşitliliği yok edebilirler. Gen aktarılan balık özel bir egzotik’ balık türü̈ olarak değerlendirilmelidir. Egzotik türlerin ortama karışması, tahmin edilemeyen ciddi etkiler yaratabilir. Davis’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden Peter Moyle yerli balık türlerinin ortama karışan egzotik türler tarafından yok edilmesini “Frankenştayn (Frankenstein) Etkisi” olarak adlandırmaktadır.”
Milliyetçiliğin toplumlar üzerinde Frankenstayn Etkisi yapmadığını kim söyleyebilir?
Ç- Toplumsallık karşılıklı birbirine saygıya dayalıdır. Her varlık son derece biriciktir ve biricik olmak kadar da önemli ve değerlidir. “Duyu ve algı sahibi tüm yaratıklar, küçük böcekler de dahil, kendi kendilerine sevgiyle davranırlar. Acının üstesinden gelmek ve mutluluğa ulaşmak hepimizin hakkıdır.”
Ancak sahte oluşturulmuş olan milliyetçilikte bu duygu ve hissetme olayı yoktur. Milliyetçilikte duygu sadece ve sadece sözde kendi rengine dönük olana saplantı düzeyinde vardır.
Halbuki eko-sistemde: ”Ekolojik tarım kültürlerinde teknolojiler ve ekonomiler, bitkiler ve hayvan yetiştiriciliğinin bütünleştirilmesine dayalıdır. Birinin atıkları diğeri için besin maddesi sağlar; karşılıklı ve iki taraflı bir ilişki vardır. Bitki yan ürünleri sığırı, sığır atıkları bitkileri yetiştiren toprağı besler. Bitkiler sadece tane vermez, aynı zamanda yem ve organik madde sağlayan sap da verir. Bitkiler; insanlar, hayvanlar ve topraktaki pek çok organizma için gıda değer taşır. Organik olarak beslenen bu topraklar verim artırmak için çalışan milyonlarca mikroorganizmaya ev sahipliği yapar. Bakteriler çiftçilerin tarlalara bıraktığı sapların selüloz lifleri üzerindeki beslenir. Hektar başına 100 ila 300 kg amip bu bakterilerle beslenerek kömürleşmiş lifleri bitkiler tarafından alınmaya hazır hale getirir. Toprağın her gramında organik madde sağlayan ve yaşamsal önemdeki azotu bağlayan 100.000 yosun bulunur. Her hektar, bir ila iki ton arasında mantar ve eklem bacaklı, ‘yumuşakça ve tarla faresi gibi ‘makro fauna’ içerir. Tarlaların altında yaşayan kemirgenler toprağı havalandırarak toprağın su tutma kapasitesini artırırlar. Örümcekler, kırkayaklar ve böcekler toprağın yüzeyindeki organik maddeleri ufalayarak zenginleştirici taneciklere dönüştürürler.”
Ekosistem böyle iken, eko sistemin en özel varlığı olarak ele alınan Eşrefi Malukatlardan oluşan toplumsallık acaba Doğal Toplumlarda, yani zehirlenmemiş toplumlarda nasıldı (?) diye sormak herhalde yerinde bir soru olmaktadır.
D- Milliyetçilik bir çılgınlıktır. Çılgınlık olduğunu Hitler göstermedi mi? Kudüs’te olup bitenler göstermiyor mu? Türk şovenizmi ve milliyetçiliğinin deli dana misali her yere saldırmaya çalışması yeterince göstermiyor mu?
Deli Dana demişken; ”Deli dana endüstriyel tarımdaki “sınır ihlalinin ürünüdür. Otoburlarla etoburlar arasındaki sınırın ihlal edilmesinin ürünüdür. Diğer varlıklara karşı ahlaki bir yaklaşım ile en yüksek kâr arayışı ve insan açgözlülüğünü doyurmak adına yapılan vahşi hayvan sömürüsü arasındaki sınırın ihlal edilmesidir.”
Başka bir söylemle ifade edecek olursak, daha fazla kar sağlamak için İngiltere’de hastalanıp ölen 1,3 milyon ton hayvan leşini 1987 yılında “dönüştürme fabrikalarında” hayvan yemi haline getirilmesiyle BSE (Bovine Spongiform Encephalopathy yani Bovin süngerimsi -ensefalopati ) yani Deli Dana hastalığı oluştu. Ve bu hastalık bu kez hasta sığır artıklarının sağlıklı sığırlara yem olarak verilmesiyle daha fazla yayıldı. Aynen milliyetçiliğin ölü ve boş geçmiş kuruntularıyla ile Kapitalistlerin kazanç sağlamalarının yayılması gibi.
GDO ile Milliyetçiliğin karşılaştırılmasını daha da uzatabiliriz.
Ama bilelim ki; ”Bio çeşitlilik en yoksullar için bir yaşam kaynağıdır…
GDO’yu geliştirilen şirketler için zararlı olan bitki, kırsal topluluklar için bir ilaç̧ ya da bir gıdadır.
Farklı bitkiler arasındaki simbiyotik’ ilişkiler bitki üretkenliğini artırır.”
Nasıl ki, sosyalizm yani toplumculuk insanlığı çeşitlendirerek, özgür ve sağlıklı kılacağı gibi…
Ve nasıl ki kapitalistler için kötü olan genel de insanlar için iyi ise, aynen öyle!
GDO’ya ilişkin veriler: Hindistanlı çevre ve ekoloji düşünürü, araştırmacı ve aktivisti Vandana Shiva’nın Çalınmış Hasat-Küresel Gıda Soygunu kitabından alınmıştır.
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi