HABER MERKEZİ
Çokça dile getirildiği üzere, verili iktidar kendisini yazılı hukuk ve kurallar bütünü olarak lanse etse de özünde bununla beraber bizleri yazılı olmayan kurallara tabi özne haline getirmekten ibarettir. Sınıfsal karakteri gereği iktidarın her zaman için amacı toplumu bastırmaktır. Modern çağda bu görülmeyen kurallar artmış, bireyler bu kuralların ‘’doğal’’ uygulayıcıları haline gelmiştir. Bu anlamda ‘’modern iktidar büyük gözaltıdır.’’
Her ne kadar günümüz dünyasında birey özgürlüğünden bahsedilse de açıkçası günümüz bireyi iktidarın düşünce dünyasının kurmaca atomudur ; bu anlamda dizayn edilmiş, imal edilmiş bir gerçekliktir. Üretilen birey, artık toplumun değil iktidarın bir hücresi olarak işlev görür. Kısacası görünmez kurallar bütünü ve bunun aygıtlarıyla birlikte üretilen birey, kendisine ne yapması gerektiği, nasıl davranması gerektiği bile söylenmeden ‘’doğal’’ olarak sistemin aksamadan ilerleyebilmesi için gereken rollerini kapmışlardır. Soyut bir kavram gibi duran iktidar aygıtı, böylece bireyleri kendi dehlizlerinde boğup iktidarın bir neferi haline kavuşturarak ete kemiğe bürünmüş olur ; karşımızda iktidarın yeryüzünde yürüyen hali olan bir birey vardır artık. Dağınık, şekilsiz olan iktidar böylece bireyin bedeninde kendini cisimleştirir.
Peki iktidar denilen aygıt bunu nasıl ve hangi araçlarla yapıyor? ‘’Gözetim’’ ve ‘’Görünürlük’’ kilit kelimeler olarak karşımıza çıkar bu konuda. Görünen ve gözetilen birey toplumsal huzur adına ( bu aslında iktidarın huzurudur) yürüyüşünden bakışına kadar yeni bir şekil alır. Cesareti olmayan, bir noktadan sonra sorgulamayan bu tipler özellikle iktidarın kendisini ürettiği cezaevi, tımarhane gibi alanlarda bilinç yoksunlaşması yaşıyor, zaman ve mekandan kopuyor. Foucault ‘un da dediği gibi görünürlük bir tuzak olarak çıkıyor karşımıza. Bu noktada Foucault’un ‘’Hapishanenin Doğuşu’’ adlı kitabında anlattığı Panoptikon sistemi iyi bir örnektir ;
Çevrede halka halinde bir bina, merkezde bir kule; bu kulenin halkanın iç cephesine bakan geniş pencereleri vardır; çevre bina hücrelerle bölünmüştür, bunlardan her biri binanın tüm kalınlığını kat etmektedir; bunların, biri içeri bakan ve kuleninkilere karşı gelen, diğeri de dışarı bakan ve ışığın hücreye girmesine olanak veren ikişer pencereleri vardır. Bu durumda merkezi kuleye tek bir gözetmen ve her bir hücreye tek bir deli, bir hasta, bir mahkûm, bir işçi veya bir okul çocuğu kapatmak yeterlidir. Geriden gelen ışık sayesinde, çevre binadaki hücrelerin içine kapatılmış küçük siluetleri olduğu gibi kavramak mümkündür. Ne kadar kafes varsa, o kadar küçük tiyatro vardır, bu tiyatrolarda her oyuncu tek başınadır, tamamen bireyselleşmiştir ve sürekli olarak görülebilir durumdadır. Görülmeden gözetim altında tutmaya olanak veren düzenleme, sürekli görmeye ve hemen tanımaya olanak veren mekânsal birimler oluşturmaktadır. Sonuç olarak, hücre ilkesi tersine döndürülmekte veya daha doğrusu onun üç işlevi –kapatmak, ışıktan yoksun bırakmak ve saklamak–tersyüz edilmektedir; bunlardan yalnızca birincisi korunmakta, diğer ikisi kaldırılmaktadır. Tam ışık altında olma ve bir gözetmenin bakışı, aslında koruyucu olan karanlıktan daha fazla yakalayıcıdır. Görünürlük bir tuzaktır.
Bu dizayn ile iktidar sistemi mahkum/delinin her hareketini kontrol edebiliyor ve kendi üretimini sağlıyor. Panoptikon örneği modern iktidar sisteminin işleyiş biçimini ve amacını en berrak şekilde ortaya koyan bir örnektir. Kuşatılmış, soyutlanmış, teslim alınmış ve gerçeklerden kopmuştur artık birey. Panoptikon tipi bir cezaevi/tımarhanede bir mahkum/delinin ‘’beni bu dışarıdan çıkarın ‘’ tarzı absürd söylemi modern iktidarca istenen sonucun dışavurumudur. Cezaevleri, hastaneler, okullar vb. kurumlar bu büyük gözaltının kurumlarıdır. Herkese sirayet ederek iktidarı her yere bulaştıran modern iktidar, bu kurumlar aracılığıyla kendisini daha da güçlendirmiştir. ‘’ Kendini öne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasını engeller ; oysa karanlıklara çekilen iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir ; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır…’’. Aslında eğitimin zorunluluğu gibi lütfediliyormuş gibi gösterilen uygulamaların büyük sebebi de burada yatan amaçtır.
George Orwell’in ‘’1984’’ adlı romanının ana karakteri Winston Smith’in iktidar ve onun araçlarıyla büyük boğuşması biliniyor. Winston Smith’in yaşadığı şeyler, günümüzün insanının yaşadığı ve ileri zamanlarda daha da derin yaşayacağı bir öyküdür. Özellikle günümüzün panoptikon sistemi olan ‘’mobese kameraları’’ ile bu ideolojik, zihinsel, davranış sal işgal hamlesi çok daha işi kolaylaştırır cinsten bir araç olmakta. Orwell’ın ‘’1984’’ kitabındaki iktidarın simgeleşmiş hali olan ‘’Büyük Birader’’ geçmişin panoptikon sistemi olduğu kadar günümüzün de mobese kameralarıdır. Nasıl ki romanda ‘’Büyük Birader’’ her eve, her sokağa, her odaya yerleştirilen televizyonlar üzerinden 24 saat ideolojik işgali ve denetimi sürdürüyorsa mobese kameraları da 24 saat toplumu ve bireyleri iktidarın gözünden terbiye etmeye çalışıyor. İşgal bu derecede büyük ve farkında değiliz.
Birey artık iktidarın kendisidir. Bu nedenle iktidarın bekasına yönelik herhangi bir tehdit unsuru görürse iktidardan önce kendisi müdahale edecektir. Bunu yukarda anlattığımız uygulamalar ile ve de gerek milliyetçilik, gerek dincilik vb. şeyleri de bu uygulamalara çimento ederek başaracaktır. Herhangi bir barışçıl eylem veya en masumundan ekoloji eylemi bile bu yürüyen iktidarlar tarafından iktidarın devamlılığı açısından tehlikeli görülüp ya yok edilecektir ya da bastırılacaktır. Linç kültürünün gelişkin olduğu yerlere bakıldığında aslında iktidar ile en çok dirsek teması içinde olan yerler olduğu çok zor da olmadan görülebilir. İktidarın topluma bulaşması veya iktidarın toplumla buluşması faşizm halidir. Atomize edilen ve düşmanlaştırılan toplum bir yerden sonra mobese kameralarının işlevini bile aşarak birbirini gözetler, denetler, terbiye eder veya yok eder. Her birey bir ajan, her mekan bir infaz alanıdır bundan böyle. Bu toplumsal anlamda ahlakın dibe vuruşudur da. Politik anlamda bitik ahlaki anlamda da tükenmeyi yaşayan birey veya toplum ancak ve ancak köleliği yaşar. Panoptikon örneğinde bir mahkum/delinin söylemi olarak verdiğimiz ‘’beni bu dışarıdan çıkarın’’ söylemi, saçma olmayı bırakalım bu minvalde gerçeğe en yakın söylemdir. İçerinin dışarıdan, cezaevinin cezaevi dışından farkının kalmadığını, arada sadece ince bir perdenin olduğunu görebilecek kadar doğru bir söylem. İktidarın bir diğer büyük gücünün gerçeği bulanıklaştırması olduğunu unutmazsak mahkum/deli aslında iktidarın oyununa gelmemiş, sadece gerçeği görmüştür. Bu durumda bizi delirtmeyen şey ‘’aklımız’’ denebilir. Evet aklımız. Aklımız şuan itibariyle sadece cesaretsizliğimizin ve korkaklığımızın diğer adı oluyor.