HABER MERKEZİ
GÜNEY KÜRDİSTAN
Güney Kürdistan kültürel açıdan esas olarak Behdinan ve Soran bölgeleri diye ikiye ayrılmaktadır. Bölgenin kuzeyinde bulunan Behdinan bölgesi KDPnin kontrolündedir. Halkı, Kurmanci lehçesine yakın olan Behdini lehçesiyle konuşur. Bölgenin güney doğusunda bulunan Soran bölgesi ise YNK ve Goran kontrolündedir. Soranca konuşulur. Bölge insanı sosyal ve siyasi yapısı açısından sayıları 70-80 civarında bulunan aşiretler halinde yaşamaktadır.Bu iki bölge halkı arasında yaratılmış bir çelişki ve ayrışma yıllardır varlığını korumaktadır. Güney Kürdistan’da Türkiye’dekine benzer bir idari teşkilatlanma vardır. İl, ilçe ve köyden oluşan idari birimlerin yöneticileri vali, kaymakam ve muhtardır. İl ve ilçelerdeki belediye başkanları, vali ve kaymakamların emrinde çalışmaktadırlar. Belediye başkanı parti tarafından atanmaktadır. Bu idari ve siyasi örgütlenme şemasına bakıldığında bile bölgede yaşanan antidemokratik sistem çok açık görülmektedir.Güney Kürdistan’da bulunan İslami partilerinin çoğunluğu İran desteklidir. Aynı zamanda Suudi Arabistan ve Avrupa’dan destek alan İslami partiler de mevcuttur. Güney Kürdistan’da faaliyet gösteren Irak, Suriye, İran, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin açık destek verdiği Kürt ve komünist partiler, birbirlerinden küçük ayrılıklar gösterseler de bağımsız bir Kürdistan devleti ideallerine hizmet konusunda birleşmektedirler. Bu parçadaki Kürtler Irak ulus devletinin hâkimiyetinde yaşamışlardır. Devletlerin karakterlerinin farklılığından dolayı, Kuzey Kürdistan’dakinden farklı bir gerçekliğe sahiptirler. Bunda uluslararası güçlerin bölgeye biçtiği misyonun payı büyüktür. Irak ulus devletinin geç ve zayıf oluşumu, buradaki Kürtlerin varlıklarını sürdürmede avantaj sağlamıştır. Yaklaşık yüz yıllık bir süreçte on binlerce Kürt katledilmiştir.
Enfal diye tanımlanan süreç bu katliamlardan bilinenlerindendir. Bu sert ve yoğun soykırım uygulamaları karşısında Kürtler varolma yanı ağır basan bir direniş sergilemişlerdir. 3.Dünya Savaşı’yla uluslararası güçlerin menfaatlerine uygun olması dolayısıyla Kürtler federe nitelikte de olsa bir ulus-devletçik kurma şansını elde etmişlerdir. Fakat bu şans komşu ulus-devletler, hatta merkezî Irak ulus-devleti nazarında hep tehdit olarak algılanmakta ve ilk fırsatta tasfiyesi amaçlanmaktadır. Her iki durumda uluslaşmaya da, ulus olmaktan çıkmaya da açık kapı bırakan Irak Kürtlerinin varlık ve özgür yaşama sorunları devam etmektedir. Bu varlık ve özgür yaşama sorunlarını açacak olursak, öncelikli olarak yaratılmak istenen kültüre değinmemiz gerekir. Güney Kürdistan’da suni bir burjuva kültür egemen kılınmak istenmektedir. Çok renkli olan toplumsal yapılanma ulus devletçik eliyle yapay iktidarların hizmetinde bir yapıya dönüştürülmek istenmektedir. Demokratik ulusal toplum yerine ulus-devletçiliği kutsal ütopyası sayan, demokratik olmayan, özgürlüğe ve eşitliğe kapalı, kadın düşmanı bir ulusal kültür âdeta tek toplumsal gerçeklikmiş ve onu da kendileri temsil edebilirlermiş gibi yapay bir hakikat algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu yolla Kürtlerin varlıkları bu parçada yaratılmak istenen devletçiğe kanalize edilmekte, örnek-protip bir yapılanma yaratılmak istenmektedir. Bu şekilde bölge ulus devletlerinin terbiye ve kontrolünde var olan yapı bir sopa rolünü oynamaktadır. Bu yolla genel Kürtler açısından da varlıklarını koruma, özgürlüklerini sağlama hareketleri yerine öz gücüne dayanmayan dış güçlerden bekleyen bir gerçeklik yaratılmak istenmektedir.
Böylelikle tarihsel pek çok örneği olan katliamlara her an açık bir gerçeklik sürekli yaşatılmak istenmektedir.Farklı halklarla çelişkili durumla birlikte, bölge aşiretleri arasında da bir çelişki ve rekabet durumunu barındırmaktadır. Siyasal yönetimler, ekonomik etkinlikler demokratik işleyişe göre değil aşiretsel dengelere göre yürütülmektedir.Güney Kürdistan’da yürütülen tüm bu politikaların yanında ekonomi politikaları da bölge halkının soykırımının devamı için kullanılan bir yöntemdir. Geçmişte Saddam tarafından Kürt köylüleri dağdaki köylerinden indirerek ordugâh denilen toplu yerleşim birimlerine yerleştirilmiş ve bu insanlara tarımsal üretim yapmaları durumunda kazanacakları paradan daha fazlasını maaş olarak verilmiştir. Bu şekilde halk üretimden koparılmış, ekonomik yaşamı ciddi zarar görmüştür. Günümüzde de benzer politikalar uygulanmaktadır.
Petrol karşılığı güney piyasasına yok pahasına sunulan binlerce ürün ülke pazarını ciddi anlamda tahrip etmekte, halkı üretimden koparmaktadır. Bununla birlikte iktidarın peşmergelik, memurluk maskesiyle on binlerce insana maaş bağlaması halkı salt bir tüketiciye dönüştürmektedir.Güney Kürdistanda uzun yıllar savaş ve mücadele ortamından sonra iktidarların mevcut durumu karşısında öfkeli bir halk gerçeği vardır. Siyasal iktidarın yolsuzluklarına karşı sabır kalmamıştır. Tabi diğer taraftan bu gerçeğin sonucu olarak siyasete güven sorunu da yaşanmaktadır. Yıllardır mücadeleye bilfiil katılmış, destek vermiş halkı örgütlemek, öncülük yapma konusunda bölgenin siyasal-sosyal alan kadrolarının halk içinde rahat çalışmasına sistem ciddi engeller çıkarmaktadır. Tabi bu durum yetersizliklerin gerekçesi değildir. Kadroların elit-bürokratik tarzı komün-meclis örgütlenmelerinin önündeki en büyük engeldir. Bunun yanında ön yargılı, iddiasız öncülüğün başarılı olamayacağı Güney Kürdistan pratiğinde görülmüştür.
DOĞU KÜRDİSTAN
İran Devletinin egemenliğinde olan Doğu Kürdistan’da Kürt gerçekliğinde hâkim kültür dinsel ve mezhepsel olmaktan çok etnik ve kavmi niteliktedir. Şia kültürü içinde Farslar ve Azerilerin kavmi nitelikleri daha çok zayıflarken, resmi Şia kültürüne karşıtlıklarından ötürü Kürtler kavmi niteliklerini önemli ölçüde korumuşlardır. Buna karşılık Şia Kürtlerinin ve Kürtlerin en eski kültürel kollarından biri olan Lorların kavmi nitelikleri zayıflatılmış olup Şia kültürü içinde asimile olmaları söz konusudur. Ayrıca önemli bir nüfusa sahip olan Horasan Kürtleri Şia Kurmanc olup, yoğun asimile etme çabalarına ve siyasal açıdan etkisiz bir konuma düşürülmelerine rağmen, kimliklerini ve kültürlerini korumada ısrarlı davranmışlardır.İran ulus-devletinin hâkimiyetindeki Kürdistan ve Kürt gerçekliğinin varoluş hali Türk ulus-devlet modelinkinden pek farklı değildir. Farklılık modernitelerinin farklı olmalarından kaynaklanmaktadır. Yaşadıkları farklı tarihsel ve toplumsal gerçeklikler uygulama modellerinde de biçimsel farklılıklara yol açmaktadır.İran devleti anayasal olarak Kürtlerin varlığını kabul etmiş olsa da bu sadece göstermeliktir. Kürt kültürünün yaşanması konusunda da Türkiye ve Kuzey Kürdistana göre görünüşte farklı bir yapısı vardır. Devlet Kürt kültürünün yaşanmasına ciddi bir yasak koymuş gibi görünmemektedir. Ancak bu işin altında Acem kurnazlığı vardır. Kürt kültürü, dili reddedilmemekte, hatta anayasada isimleri bile geçmektedir. Ancak Kürtlerin merkezi oligarşinin onayı dışında her hangi bir siyasal örgütlenmeye gitme hakkı yoktur.
Siyasal anlamda olmayan, kabul edilmeyen bir Kürt gerçeği vardır. En küçük siyasal bir eylem idam etmeye varan cezalandırmalarla karşılaşmaktadır. Bu da halkta bir sinme yaratmıştır.Bölgede ulusal kurtuluş hareketi olarak tarihi bir geçmiş olsa da, bu amaçla hareket eden örgütlerin Kürt varlığının korunması ve zihniyet olarak var olmasında etkisi olmuştur. Ancak bu örgütlerin ideolojik-stratejik hata ve yoksunlukları sonucu olumsuz etkiler de yaratmıştır. Bu örgütlerin bir kısmı şimdi Avrupa ve Güney Kürdistan’da örgütlenme çalışmalarını halen sürdürüyor olsalar bile marjinal bir konumu aşma durumunda değildirler. Beklentileri ABD’nin İran’a olası müdahalesiyle açılacak alana yerleşmek, fırsatlara konmaktır.Doğu Kürdistan toplumsal yapısında en tahripkâr politikalardan biri besictir. Besiclik yerel ajanlık ağıdır. Bu yolla halk arasında bir güven sorunu yaratılmaktadır. Aynı zamanda Besic’lere devletin yarattığı ekonomik özgünlükler yoluyla toplumun ekonomik yaşamı tahrip edilmektedir. Örneğin Besic sistemi yoluyla koruculuk ve kaçakçılık devlet kontrolünde yaygınlaştırılmakta, Serhat sınır boylarındaki kaçakçılar devletle işbirliği yapan tüccarlar haline getirilmektedir.
Kürtler üzerine uygulanan soykırım politikalarından biri de bölgenin doğal zenginliklerinin farklı yol-yöntemlerle başka alanlara aktarılma çalışmaları yoğunlaşmaktadır. İran devleti son yıllarda baraj ve HES yapımını yaygınlaştırmakta, Kürdistan’da halkın kendi bölgelerindeki su kaynaklarını kullanmasını engellemekte; bu suları kanallar, borular ve tünellerle Azeri bölgelerine götürmektedir.İran devletinin, en etkili sömürü yöntemlerinden biri de halı dokumacılığını yaygınlaştırmaktır. Ancak son yıllarda halkta bu konuda ciddi bir bilinç gelişmiştir. Bununla bağlantılı olarak da İran devleti, köylerde ekonomik zemin ve imkân bırakmamaktadır. Örneğin, devletin bu politikaları neticesinde 2007 yılında sadece Salmas’ta 70-80 köy kendiliğinden boşalmıştır. Devlet bu durumun farkına vardığı için bölgede yaşanan göçlere ve farklı alanlarda Kürtlerin dağınık bir şekilde yaşamalarına her türlü müsamahayı göstermektedir. Halk içinde Kristal adlı uyuşturucunun kullanımını yaygınlaştırmaktadır.İran devletinin ekonomik sahada Kürtlere yönelik uyguladığı politikalardan biri de Yarane uygulamasıdır. 2010 yılı Temmuzunda başlatılan bu politikanın özünde yardım adı altında halkın devlete bağlanması esas alınmaktadır. Bu politika doğrultusunda İran devleti tarafından her aileye 50 bin tümen yardım verilmektedir. Ancak bunun karşılığında iç pazarda her şeyin fiyatı da yine aynı İran devleti tarafından arttırılmaktadır. Bir yandan verdiğini, diğer yandan daha katmerli bir şekilde geri almaktadır. Örneğin bu politikalardan önce bir torba un 6-7 bin tümenken, bu politikanın ardından 20-25 bin tümene çıkmıştır.İran devletinin bir diğer ekonomi politikası kendi kontrolünde endüstriyalist çiftlikler ve üretim yerlerini yaygınlaştırmaya çalışmasıdır.
Özellikle Soran bölgesinde devlet odaklı endüstriyalist tarım egemen hale getiriliyor. Örneğin çilek, mantar, hayvansal ürünlerin üretimlerinde bu politikalar izlenilmektedir. Fakat burada halkın bu üretime katılımı salt işçilik düzeyinde kalmaktadır.Kürt kültürel yapısını en diri şekilde yaşayan Doğu Kürdistan halkı, ulusal bilinç konusunda da önemli bir düzeye sahiptir. İlkel milliyetçi örgütlerin geçmiş pratiklerinin toplumsal yapıda etkisi halen varlığını sürdürmekle birlikte arayış ve beklentileri yoğun olan, sisteme karşı rahatsızlıkları had safhaya gelmiş bir halk gerçeği vardır. Buna karşı bunu örgütleyecek örgütlenme yok denecek gibidir.
Devam Edecek..
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi