HABER MERKEZİ
Muaviye, İslam dünyasında bilinen bir isim. Muaviye adındaki kişilik, en fazla da Hz. Muhammed’in büyük bir emek, çaba ve özveriyle geliştirdiği İslam’ın özünü boşaltan bir kişilik olarak biliniyor.
Hz. Muhammed vefat ettiğinde geriye bıraktığı servet-eğer servet olarak görülecekse- 6 ile 7 dinar civarında olduğu söyleniyor. Hz. Muhammed’in ölmeden, –rivayet odur ki- bu paraları fakir fukaraya dağıtması için Hz. Ali’ye vasiyet ettiğidir.
Hz. Muhammed’in yaşamında son derece mütevazi olduğu ise tüm sahabeler yani Hz. Muhammed’i bizatihi gören ve onunla yaşayanlar ifade etmişlerdir. Öyle ki, ağırlıklı olarak yemeğinin su ve hurma olduğu söylenmektedir.
İslam’ın kılıcı olarak bilinen Hz. Ali’nin ise üzerinde, genellikle bir kadifeden başka bir şey bulunmadığı, kışları tir tir titrediği de eklenmektedir. Hz. Ali öyle sade yaşayan biridir ki, bir keresinde o meşhur bilinen Zülfikar kılıcını bile pazarda yaşayabilmek için sattığı ifade edilmektedir. Buna ilişkin Hz. Ali’nin, “Eğer dört dirhemim olsaydı, ottan veya ağaçtan bir şeyler alsaydım, bu kılıcı satmazdım” sözleridir.
Hz. Ebubekir’in kendi geçimini sağlayabilmek için bir Yahudi’nin keçilerini sağdığını, Hz. Ömer’in oğlunun kendisinin Halifeliğine dayanarak birisinden zoraki aldığı attan dolayı- ki oğlu ordunun büyük komutanlarından birisidir- sorguya çekmiştir.
İslam’ın yayılışında ve kökleşmesinde ciddi rol oynamış olan Hz. Muhammed’in, Ebubekir’in, Hz. Ömer’in ve Hz. Ali’nin nasıl yaşadıklarına dönük birçok hadiseyi görmek mümkündür. Ve İslam’ın ilk yıllarda Arap toplumunda çok yer bulmasının en temel nedenlerinden birisinin Hz. Muhammed’in yaşam biçimi olduğu ise açıktır.
Örneğin: ”İslam Peygamberi, Medine’ye girdiğinde bir mescit ve yanında ufacık bir ev yaptı. Bu evin kapısı mescidinin içine açılıyordu. İslam hükûmeti, Arabistan’ın her yerine hakim olmasına rağmen ömrünün sonuna kadar kendi yaşayışında bir değişiklik yapmadı.
Memleketin mutlak hakimi olmasına rağmen, yoksulların sofrasında horlanan bir köle gibi oturuyor ve arpadan yapılan ekmek yiyordu. Çıplak bir bineğe biniyor ve genellikle ikinci bir kişiyi de terkisine alıyordu.” Bu dizeler bir yaşam biçimini ifade ediyorlar.
Dahası, “Peygamber, bu dünyadan karnını iki çeşit yemekle doyurmadan gitti. Hiçbir gün hurma veya ekmekle doymamıştı. Muhammed’in hanımlarının da hiçbir zaman ardarda üç̧gün arpa ekmeğiyle, sabah ve akşam yemeğinde doydukları olmamıştı. Allah’ın Peygamber’inin ailesinin evinde, aylarca ekmek veya herhangi bir şey pişirmek için ateş̧yakılmadığı oluyordu” cümleleri de dile gelen yaşam anlayışını ifade etmektedir.
Hz. Muhammed sürekli, ”Kıyamet gününde bana en yakın olan insan, bu dünyayı ben nasıl terk ettiysem öylece terekedendir” sözleriyle yaşam biçimine vurgu yapar.
Yine; ”Ey servet sahipleri! Fakirlerle kendinizi eşitleyin… Altın ve gümüşü stok edip de Allah yolunda harcamayanları elem verici bir azab ile müjdele… Bunlar Cehennem ateşinde kızdırılarak onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacak…” denilmektedir.
İslam’ın peygamberi böyle söyleyip böyle yaşarken, Muaviye ismindeki kişi farklı yaşamaktadır. Bu durumu gören Hz. Muhammed’in sahabelerinden olan Ebuzer, Muaviye’nin serdiği çok çeşitli yemek sofrasına ilişkin, “Allah’ın Resulü hasır üstünde yattığı halde, sizler nazik bedenleriniz rahatsız olmasın diye ipek kumaşlar ve dibe perdeler seçiyorsunuz. Allah’ın Resulü doymadığı halde arpa ekmeği yerken sizler, birbirinden farklı çeşit çeşit yemekler yiyorsunuz” diye tepki göstermiştir.
Başka bir seferde -ki bu seferler genel de ya Ebuzer’i susturmak için davetler olmuş, ya tehdit edilmesi için çağrılmış ya da kendilerine benzetebilirler mi diye, suç ortaklıklarına dahil edilmek için yapılan davetlerdir- Ebuzer, “Allah’ın Peygamber’inin zamanında, benim yemeğim, haftada bir kilo arpa idi. Allah’a yemin ederim ki, bu yemeğime başka bir şey ilave etmeyeceğim. Allah’a kavuşuncaya kadar da böyle yemeye devam edeceğim” diyerek hem elini yemeğe uzatmamış hem de Muaviye’ye ”Değişmişsiniz!.. Sizin için arpadan ekmek pişiriyorlardı, hamur konulacak yer yoktu. Ateşin dumanına tutulduktan sonra, iki parça etle yenilirdi. Oysa şimdi çeşit çeşit yemekleri değişik şekillerde pişirip yiyorsunuz. Sabah bir elbise, akşam ise başka bir elbise giyiyorsunuz, halbuki Peygamber’in zamanında böyle değildiniz!..” diyerek bu yaşamı eleştirmiştir.
Muaviye’nin verdiği cevap ise bugünlerde Saraylarda yaşayanların cevaplarına çokça benzemektedir. Şöyle ki:
”Ebuzer, o devirler gerilerde kaldı! Şimdi biz, yabancı bir ülkedeyiz. Bunların karşısında ululuk ve azametle davranmazsak, bizi yoksul ve güçsüz sanacaklar” demiştir.
Hz. Muhammed ki- İslam’ı ortaya çıkaran ve yayan dehadır- İslam’ı böyle yaşarken, Ebu Süfyan ile Hinde’nin oğlu, Kureyş’in zenginlerinden, Şam’ın valisi Muaviye ismindeki sonradan İslam’a girmiş olan kişi ise kendine ŞAM’DA YEŞİL BİR SARAY yaptırır.
Bu öyle bir saraydır ki, binlerce işçi bu inşaatta çalışmaktadır. Göz kamaştırıcı, son derece büyük bir para ile yapılan bu saray Bizans mimarisine taş çıkartacak düzeydedir.
Bu ihtişamı gören Ebuzer ki -ilk Müslüman olan kişilerdendir-bu duruma tepki göstererek;
”Ey Muaviye! Eğer bu sarayı halkın parasıyla yaptırıyorsan hıyanettir. Yok eğer kendi paranla yaptırıyorsan israftır” demiştir. (Hz. Ömer’in de zamanında Muaviye’yi ipek elbiseler içinde gördüğünde ona sert çıkışarak, “İmparatorlara benzemişsin” demiştir.)
Muaviye’nin cevabı herhalde yine benzer bir şekildedir.
”Ebuzer, o devirler gerilerde kaldı! Şimdi biz, yabancı bir ülkedeyiz. Bunların karşısında ululuk ve azametle davranmazsak, bizi yoksul ve güçsüz sanacaklar.”
Erdoğan ismindeki kişi bir yandan Müslüman geçinmekte, diğer yandan ise hem halkın malı ile bin odalı saraylar yaptırmakta, hem oğullarını, eniştelerini, dünürlerini derken, akraba çevresiyle, dostlarına halkın malını çalarak zenginlikler sunmaktadır.
Evet, bir yönüyle Müslüman diğer yönüyle tam bir münafık.
Bir yönüyle Müslüman ancak diğer yönüyle bir mürtet.
Bir yönüyle bir Müslüman ancak diğer yönüyle bir kafir.
Bugün Türkiye tam bir fakirhaneye dönmüştür. Açlık başını alıp giderken, bir avuç Erdoğan dostu ise zenginliklerde boğulmaktadır.
Ebuzer’in diliyle ifade edecek olursak;
”Bizim yemeğimiz hurma, şarabımız sudur, oysa biz de yaşıyoruz sen de yaşıyorsun…
Ey Muaviye, sen zengini daha zengin, yoksulu da daha yoksul yaptın!”
Artık Türkiye’de gerçek Müslümanların etraflarında olup bitene bakma zamanı gelmedi mi?
Daha ne zamana kadar bu kadar hırsızlık yapanlara boyun eğilecek?
Daha ne kadar bunca İslam karşıtlığına karşı sessiz durulacak?
Dahası; zamanında Ebuzer’in sarf ettiği; ”Evinde ekmek bulunmadığı halde, kınından sıyrılmış̧ kılıcıyla isyan etmeyen adama şaşarım” sözlerini kendi sözlerimiz olarak bilerek, kılıcımızı çekmeyecek miyiz?
* Alıntılar Ali Şeriati’nin Ebuzer Gefari adlı çalışmasından yapılmıştır.
Kasım ENGİN