HABER MERKEZİ
Bir kadın, genç bir kadın… Dağların doruklarında hayatı arayan, ideallerinde beslediği yaşamın peşinden koşan bir gerilla ancak bu kadar güzel, içten, sıcak ve samimi gülebilirdi.
‘Onlar’ı görmedim hiç, aynı ortamı paylaşma olanağım da olmadı… Aynı sofrada bağdaş kurup uzun uzun sohbet etme koşullarımız da oluşmadı. Bir gerilla fırınının önünde veya bir çay molasında uzanan kuyrukta da birlikte durmadık, aynı sırayı paylaşma imkanımız da olmadı.
Evet, hiç olmadı birlikte sohbetimiz, hayatın zorluklarını birlikte paylaşmadığımız gibi güzelliklerini de birlikte tatmadık.
Kısacası ne birlikte hayatın mavi rengine bakarak gelecek yarınların hesabını yaptık, ne pratiğin karmaşık labirentlerinde yaşamın bilinmezliklerinin sırrını kovaladık ne de gökyüzünün derinliklerinde kayan yıldızları saydık. Farklı zaman ve mekanların farklı insanları olarak dünyaya gelmiş ve yaşamı kucaklamıştık. Bu nedenle yoktu birbirimizden haberimiz. Ben çok farklı bir dünyanın ve neslin insanı, ‘onlar’ ise çok daha farklı bir hayatın ve neslin insanıydılar…
Ama ben ve ‘onlar’ farklı zaman ve mekanların insanları olsak da, sonuçta izlediğimiz patikalar bizi aynı yolda, ruhumuzu temizleyen ırmaklarımız ise bizi aynı denizde buluşturmaya götürmüş ve birbirimizden habersiz aynı yolun yolcuları olarak çıkmıştık yola.
‘onları’ ilk kez Almanya’nın Giessen kentinde oturan ailelerinin bulunduğu evde tanıdım. Anneleri, evet başı göklere, adeta göğe değen, o onur ve yurtsever duygularla yoğrulmuş Ayşan ananın duygu dolu anlatımıyla tanıdım ‘Onları’…
“Bu işte, Berçem’im bu. Bak gördün mü, nasıl dolu dolu gülüyor, bak hele heval bak, gözlerinin içi gülüyor. ‘O’nu mutlu eden ne biliyor musun?” dedi o duygu ve hüzün dolu, ama bir o kadar da hasret yüklü sesiyle…
Ana, Berçem’in resmini yavaşça bana uzatıyor ve hemen bir başka resmi bana göstererek, “bak işte heval, bu da Sema, onun küçüğü, yani Berçem’den küçük olanıdır. O da takip etti ‘O’nu, o da gelin oldu dağlara, Kürdistan’a” dedi hüzün ve acı dolu bir ses tonuyla.
Sessiz kalmıştım, derin bir sessizlik içinde Berçem’in tüm yüzünü kaplayan o gülümseyişini ve gerçekten de o güzel gözlerinin derinliklerinde bile çok rahat görülebilen gülümseyişini düşünmeye başlamıştım. Sema da gülümsüyordu, ama ‘O’nun gülümseyişi yüzünü kapsamıyordu. Biraz daha hüzünlü, acılı ve derinden gelen bir öfkeyle gülümsüyordu ‘o’.
Bir kadın, genç bir kadın, dağların doruklarında hayatı arayan, ideallerinde beslediği yaşamın peşinden koşan bir gerilla ancak bu kadar güzel, içten, sıcak ve samimi gülebilirdi. Bir daha baktım Berçem’in o muhteşem dolu gülüşünün yayıldığı yüzüne. Bütün devrimci değerlerim üzerine yemin ederim ki, o yüz, o gülüş, o ruh beni yeniden, evet yeniden yarattı sanki yılların devrimci yaşamının bana verdiği ruhu. Berçem’in o muhteşem gülüşüyle yeniden yeniden beslendim. Bu genç devrimci, dağların doruklarında ideallerinin uğrunda, doğru ve özgür bir yaşamın peşinden koşan bu muhteşem gülüşlü genç kadın, geçmişimi bir ayna gibi karşıma getirip beni kendimle yeniden yüzleştirirken, aynı zamanda gelecek yarınlarıma ilişkin de çok somut görevler önüme koymuştu. Aslında geleceğim, geleceğe ilişkin hayat tarzım, ideallerim ve düşünce dünyam oydu. Evet, kendimi, geleceğimi, ideallerimi ve korumak istediğim hayatı onun o muhteşem gülüşünde çok daha güçlü ve net bir biçimde bulmuştum. Bu, bana geçmiş ile geleceğin buluşmasını da ifade ediyordu.
Berçem’in o muhteşem gülüşü ve Sema’nın da o öfkeli tebessümü, beni Diyarbakır zindanına ve bu zindanda yaşamlarını feda eden Mazlum, Hayri, Kemal ve Akifler’e kadar götürmüştü. Onlar, işte böylesi muhteşem gülüşlü, hayatın gerçek sırrını arayan ve bu nedenle dağların doruklarında yıldızlara arkadaşlık eden güzel insanları yaratmıştı. Onlar karşımdaki duvarda asılı bulunan ve omuzlarında silahıyla gökyüzüne bakan Berçem’in o muhteşem gülüşünde, Sema’nın öfkeli tebessümünde bana bakıyorlardı şimdi. Mazlum, “bak işte ektiğim filizden bu muhteşem kadın yaratıldı” derken, Kemal ve Hayri,” biz yokuz ama, şimdi dağlarımızda felsefemizi yaşatan binlerce muhteşem gülüşlü hakikat arayışçısı var” diyor fısıltı halinde. Beritan ve tanrıça Zilan’ın bir başka heyecan ve sevinç duyduklarını ve ruhlarının bir kez daha şad olduklarını da unutmadım elbetteki…
Ana bana dönüyor ve iki gözümün adeta içine bakarak şunları söylüyor: “Berçem’im Kürdistan’la, özgürlükle evlendiği için bu kadar mutludur, bu kadar heyecanlı ve gözünün içi gülüyor. Semam, Berçem’ime göre çok daha sert ve katıydı hayata karşı…”
Evet, Berçem ve Sema’yı misafir olduğum ailesinin evinde, anneleri ve aynı zamanda yoldaşları olan Ayşan ananın bana gösterdiği fotoğraflarından ve uzun uzun anlatımından tanımıştım yıllar önce. Ana, Berçem ve Sema’nın Kandil’den gönderdikleri mektup ve günlüklerini bana vermiş ve ben de o gece neredeyse sabaha kadar okumuştum. Mektup ve günlüklerini okudukça onları tanımış, tanıdıkça da onlara hem bağlanmış ve hem de genç yoldaşların yarını mutlaka kuracaklarına olan inancımı bir kez daha tazelemiştim…
Berçem bir mektubunda şunları yazıyordu ailesine: “…ve şunu da belirtmek istiyorum; bizimle hiçbir zaman prestijiniz sarsılmayacak, alnınız hep ak kalacak…”
Berçem, o güne kadar hayatı başka türlü anlayan ve dağların doruklarında farklı bir yaşam peşinde olanların da olduğunu, bunları hem kendilerine hem de ailelerine ve doğal olarak halkına ihanet ettiklerini belirtiyordu. Mektubunda, ‘prestijiniz sarsılmayacak’ demesinin nedeni de buydu.
Berçem sadece bir halkın kurtuluşu için değil, aynı zamanda kendi cinsinin tarihini değiştirmenin kavgasını da veriyor. Sadece bir ulusal kurtuluşçu değil, aynı zamanda kendi cinsinin de kurtuluşunu veren Berçem şunları yazıyor: “…Nasıl ki ülkemize, toprağımıza bağlıysak bir o kadar da cinsimize bağlıyız, nasıl ki bir halkın özgürlüğü için savaşıyorsak, ezilmiş cinsimizin özgürlüğü için de savaşıyoruz…”
İşte bu genç kadın, gerçek yaşamın sırrını çözme arayışında olan bu gözü pek, yiğit ve özgürlüğe sevdalı genç gerilla Berçem bundan sekiz yıl önce 4 arkadaşı ile birlikte gaz sızmasından zehirlenerek yaşamını yitirdiğine dair gelen şahadet haberi bir karabasan gibi çökmüştü hepimizin üzerine. Haber genelde Kürtleri, özelde ise yoldaşları ve ailesini derinden sarmıştı.
Ayşan ana yine onurlu, yine başı dik ve herkesi teselli eden duruşu ile gerçekten de bir namus abidesi gibi karşılıyordu taziyeye gelenleri. Ana, taziyeye gelenlere, “Berçem sadece benim kızım ve şehidim değil, tüm Kürtlerin kızı ve şehididir” diyerek gerçek yaşamın sırrını çözme arayışı içinde olan o muhteşem gülüşlü kadının ruhunu da şad ediyordu…
Ruhun binlerce kez şad olsun muhteşem gülüşlü gerilla, ruhun şad olsun!…
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1984 Amed
Katılım Tarihi Ve Yeri: 2000 Avrupa
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 27 Kasım 2010 AMED
FUAT KAV