Karayılan: AKP, Erdoğan yönetimi ve Türk basını; Türk ordusunun Efrin’deki başarısızlığını var gücüyle örtmeye çalışıyor; Türkiye toplumundan ve kamuoyundan gizlemeye çalışıyor. Ama gerçek şu ki, Türk ordusu ve beraberindeki El Kaideci güçler başarısızdır
HABER MERKEZİ-Türk devletinin Efrin’e yönelik düzenlediği işgal saldırılarını değerlendiren PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, “Efrin gibi Suriye’nin en istikrarlı, barışın olduğu ve kendini her türlü DAİŞ vb. güçlere karşı koruduğu bir alana, bu biçimde saldırıya göz yummak veya destek sunmak insanlık dışı soykırımcı politikaya ortak olmaktır. Bunun başka bir izahatı yoktur” dedi.
Karayılan, yöneltilen soruları yanıtladı…
Türk devletinin Efrin’e yönelik başlattığı işgal operasyonda uluslararası güçlerin tutumu ve rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine geçen bu kadar zaman içerisinde yaşanan çatışmaların sonucu dış kamuoyunda nasıl bir etki yarattı?
Sömürgeci soykırımcı Türk devletinin Efrin’e karşı geliştirdiği saldırı, Astana platformu temelinde Rusya’nın izni ve aktif desteğiyle gerçekleştirmiş olduğu bir saldırıdır. Burada çeşitli pazarlıklar, hesaplar söz konusudur. İdlib’in bir kısmının Rejim ve Rusya’ya bırakılması, yine daha farklı ekonomik çıkarların sunulması karşılığında Türkiye’ye bu iznin verildiği anlaşılıyor. Yine özgürlük çizgisinde ısrar eden Kürtlerin zayıflatılıp hizaya çekilmesi, kontrol altına alınması amacıyla değişik bölge güçleri de buna dahil olmuşlardır. ABD’nin öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon güçlerinden kimi devletler bu saldırıya çok sıcak bakmamış olabilirler. Ama kimisi “bizim yapacağımız bir şey yok”, kimisi de “Efrin bizim savunma sahamızın dışındadır” diyerek, Efrin’e yapılan bu hunharca saldırıyı onaylamışlardır. Fransa devleti, BM Güvenlik Konseyini konuyla ilgili toplantıya çağırdı. Anlaşıldığı kadarıyla ya uyarıldı ya da Türkiye “bazı ekonomik projeleri iptal ederiz” diyerek tehdit etti. Fransa devleti, Güvenlik Konseyini toplantıya çağırdığına adeta pişman oldu. Konsey toplandı, Fransa herhangi bir şey sunmadı, doğru dürüst Efrin’e yapılan saldırı gündeme bile getirilmedi. Dolayısıyla toplantı sonuçsuz kaldı. Açıkça görülüyor ki, faşist AKP, MHP iktidarının Kürt düşmanlığı anlayışıyla Efrin’e karşı geliştirdiği bu saldırı, aslında bir uluslararası konsepte dayanıyor. Yani kimisi katılmış, kimisi isteksiz yaklaşmış olabilir, sonuçta hepsinin onayladığı bir durum olduğu anlaşılıyor.
Biz, burada bir kez daha kapitalist modernitenin o çıkarcı, insani değer yargılarından ve ahlaki ölçülerinden uzak olan kapkara gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Kendi kirli çıkarları uğruna halkların en temel hakları bu biçimde harcanıyor, ayaklar altına alınıyor. Kimi güçler, “biz Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz” biçiminde yaklaştı. Hatta bazıları “kaygılarına hak veriyoruz” dediler. Aslında Erdoğan’ın öncülüğünde Türk devleti, Kürt karşıtlığını gizlemeye dönük bir senaryo oluşturmuştur. Türk devletinin kaygısı; Kürtlerin Rojava’da statü kazanması, Suriye’de demokratik bir sistemin gelişmesi ve Suriye’nin hayal ettiği gibi kontrolüne girmeyecek bir demokratik sisteme kavuşmasıdır. Bu kaygılar anlam verilecek kaygılar mıdır? Özünde ırkçı, soykırımcı ve Kürt düşmanlığına dayanan ve Suriye’ye dönük de değişik amaçları taşıyan kaygılardır. Belirttiği, güvenlik kaygıları tamamen gerçek dışıdır. Bu konuyla ilgili söylenen tüm şeyler, masa üzerinde oluşturulmuş bir senaryodan ibarettir. Bu açıdan o tür söylemler, doğru söylemler değildir.
Biz başta Rusya olmak üzere, uluslararası güçlerin, Türk sömürgeciliğinin, Kürt halkına karşı geliştirdiği soykırım politikalarına ortak olmamalarını isteriz. Bu devlet, Kürt halkına karşı soykırım siyasetini kendine reva görüyor. Özgürlük isteyen her Kürdü, terörist olarak tanımlıyor. Hiç kimse bu politikaya ortak olmamalıdır. Şimdi Kürt halkının, Rusya liderliğinden beklentisi budur. Diğer uluslararası tüm güçlerden, Kürt halkının beklentileri bunlardır. Kaldı ki, Efrin Demokratik Özerklik Yönetimi bu yönlü iki kez açıklama yaptı. Ama görüyoruz ki, bölgede Kürt halkı El Kaideci, El Nusra ve DAİŞ çetelerine karşı en ön saflarda mücadele eden bir halk olmasına ve binlerce şehit vermiş olmasına rağmen bu biçimde yönelmenin, hem de şimdiye kadar DAİŞ’i beslediği kanıtlanan AKP ile birlikte ortaklık yapılarak Kürt halkını bombardımana tabi tutulmasının, çocukların ve sivil insanların yaşamını yitirmesine yol açmanın, hiçbir hukuk anlayışıyla, insanlıkla ve etik değerlerle bağdaşmadığı açıktır. Bu açıdan hem de Efrin gibi Suriye’nin en istikrarlı, barışın olduğu ve kendini her türlü DAİŞ vb. güçlere karşı koruduğu bir alana, bu biçimde saldırıya göz yummak veya destek sunmak insanlık dışı soykırımcı politikaya ortak olmaktır. Bunun başka bir izahatı yoktur. Kürt halkının beklentisi, bundan vazgeçilmesidir.
Kürt halkı, tüm Selefi gruplara ve DAİŞ güçlerine karşı büyük fedakarlıklar göstererek, DAİŞ’in Ortadoğu’da bir imparatorluk haline gelmesinin önüne geçmede en ön safta rol oynamıştır. YPG, El Nusra ve DAİŞ’e karşı kendi halkını korumak üzere kurulmuş bir savunma örgütüdür. YPG’nin bu çetelerin geliştirdiği teröre karşı mücadele etmek dışında, hiç kimseye karşı herhangi bir eylemi olmamıştır. Sadece ve sadece El Nusra ve DAİŞ çetelerine karşı mücadele yürütülerek tüm insanlığı büyük bir beladan kurtarmış bir örgüttür. El Kaide ve DAİŞ ile aynı döl yatağından beslenen AKP’nin, şimdi adeta DAİŞ’in intikamını almak istercesine YPG’yi “terör örgütü” ilan edip, ona karşı savaş açmasına ve Efrin halkına karşı devlet terörünü uygulamasına sessiz kalan tüm güçler, yapılan bu katliamlardan sorumludur. En başta bölgede etkili olduğunu iddia eden Rusya ve Amerika, Kürt halkına karşı yapılan bu zulümden sorumludurlar.
Ama bu halkın öz evlatları, YPG-YPJ güçleri, kendi toplumuyla bütünleşerek bir direniş sergiliyor. Şimdi görüyoruz ki, dünya güçleri böyle bir direnişi Efrîn’den beklemiyorlarmış! Yani onların hesabı, ‘3 gün, ya da bilemedin 1 hafta içinde Türk devleti Efrîn’i işgal eder’ üzerine kuruluydu. Bu konuda Erdoğan’ın yalanlarına inandıkları anlaşılıyor. Şimdi neredeyse 3 hafta oluyor, herkes Efrin’in bu görkemli direnişine karşı şaşkınlık içerisindedir. Direnişin başarılı bir biçimde yürütülüyor olması tarafların hesaplarını alt üst etti ve birçok güç giderek kendi çıkarları doğrultusunda politik değişim süreci içerisine girmeye dönük çaba içerisindedir. Efrin’de zulme ve faşizme karşı insanlığın çığlığı olarak yükselen bu direnişe insanlık vicdanının kayıtsız kalması mümkün değildir. Uluslararası kamuoyu şimdi daha güçlü bir biçimde ilgi duymaktadır. Bu temelde bazı devletlerin ve bazı güçlerin de giderek bir politik değişiklik yaşayacaklarını beklemek gerekiyor. Böyle bir sürecin gündeme girdiğini, daha da gelişeceğini belirtmek mümkündür. Kürt halkı Efrin’de olağanüstü bir direniş sergileyerek ve kendini örgütleyerek, önünü aça aça uluslararası tüm kamuoyuna sesini duyuruyor, duyuracak ve nihai zaferi de böyle kazanacağı şimdiden kesinleşmiştir.
Türk devleti ve basını, Efrin’e dönük yoğun bir propaganda yapıyor ve geliştirdikleri saldırılarda kendilerini başarılı gösteriyorlar. Gerçekten sahada ne oluyor? Çatışmaların başladığı ilk günden bugüne kadar operasyonun ve karşısında gelişen direnişin sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Savaşlarda taraflar, kendi olumlu yanlarını öne çıkarırlar. Bu genel bir yaklaşımdır. Fakat Kürdistan’da yaşanan savaşta sömürgeci faşist Erdoğan’ın öncülüğündeki Türk devleti kural tanımıyor. Yani gerçeği değil, kendi istediği gibi olguları-olayları kamuoyuna, topluma benimsetmek istiyor. Bunun için devasa bir medya gücünü oluşturmuş, kendisi dışındaki farklı seslerin hepsini bastırmış, Türk medyasında; özellikle ana akım medyada tek sesliliği yaratmıştır. Ve bu konuda aşırı derecede gerçekleri çarpıtma vardır.
Hakikat nedir? Hakikat şudur; bizzat Erdoğan’ın açıklamasıyla, 3 gün veya bilemedin 1 haftada Efrin işgalini tamamlamayı, planlamışlardı. Bu planlamalar tümüyle boşa çıkarıldı. Üzerinden 19 gün geçmiş olmasına rağmen, şu anda Türk ordusu ile beraberindeki El Kaideci çetelerin kat ettiği bir ilerleme yoktur. En fazla ilerleme yaptığı yer, 5 kilometredir. Bunun dışında bir ilerleme yoktur. Yani çok ciddi bir direnişle karşılaşıyor ve ilerleyemiyor, hem de devasa tekniğine rağmen. Hatta ilerleyip de aldığı birçok yerde karşı saldırılarla geri çekilmek zorunda kalıyor. Bildiğimiz kadarıyla, birçok alan defalarca el değiştirmiştir. Mesela, Burseya dağı çok konuşuldu. Aslında Burseya dağı ile daha önce AKP’ye bağlı çetelerin tuttuğu mevzi arasında sadece 150 metre vardı. Yani aradaki 150 metreyi, 9 gün boyunca geçemediler. Sonuçta 9. gün orada direnen güçler orayı bırakıp, bir kademe geriye çekildi. Bunlar orayı aldı. Yani yaptıkları ilerleme sadece150 metredir. Orası boşaltıldığı için biraz daha etrafına yayılmış olabilirler. Bu kadarlık bir ilerlemeyi “Efrin’e giriyoruz, Efrin’e yaklaştık, az kaldı” biçiminde değerlendirdiler. Bunun gerçekle bir alakası yoktur.
Bu yalan propagandanın başını bizzat Erdoğan’ın kendisi çekiyor. Mesela Erdoğan o gün diyor ki, “Efrin’e yürüyoruz, az kaldı.” Hiç ir yerde ilerlememişsin ki, nerede yürüyorsun? Böyle bir şey yok. Hakeza aldığımız bilgilere göre, çok sayıda tankları imha ediliyor, çok sayıda kayıpları var. Yine başka bir kaynaktan aldığımız bilgilere göre, beraberinde giden El Kaideci çetelerin kaybı, bundan 5 gün önce net olarak 297 kişi olduğu bilgisi somuttur. Türk devleti hem bunları savaştırıyor hem de ölülerini bile kayıp saymıyor. O günden bu yana da kuşkusuz yaşanan kayıplar var. Bu bilgiden sonra özellikle 2-3 gün boyunca Şêxorzê alanında yaşanan çatışmalarda hem El Kaidecilerin hem de askerin ağır kayıpları oldu. Bunlar da eklenirse bu El Kaideci çetelerin ölü sayısı demek ki 350 civarına ulaşmıştır. Askerlerinin de ölü sayısı ise 200 civarında olduğu belirtiliyor. Fakat bunu Türkiye kamuoyundan gizliyorlar. TSK her gün açıklama yapıyor ve gerçekten bu açıklamalar bir ordu adına çok gülünçtür. Savaşçı bir ordu, bu kadar yalana dayalı bildirim yapamaz, toplumu kandıramaz. Şimdi dün itibarıyla YPG’nin 999 kaybının olduğunu veriyor. YPG kaynaklarından gerçeğini öğreniyoruz, kayıpları henüz 100’e bile ulaşmış değil. TSK, karşı tarafın ölü sayısını fazla göstererek kendini başarılı göstermeye çalışıyor, ama bu yalanlar gerçeğin üstünü örtemez.
Kısaca AKP, Erdoğan yönetimi ve Türk basını; Türk ordusunun Efrin’deki başarısızlığını var gücüyle örtmeye çalışıyor; Türkiye toplumundan ve kamuoyundan gizlemeye çalışıyor. Ama gerçek şu ki, Türk ordusu ve beraberindeki El Kaideci güçler başarısızdırlar. Elde ettiği hiçbir başarı yoktur. Bu kadar tekniğe rağmen, bu kadar güce, imkana rağmen; dahası onlar ilerledikçe YPG-YPJ güçleri yandan, giderek arkadan da vuruyorlar. İlerledikçe aslında batağa saplanacaklar. Gerçek bu. Zaten YPG güçleri böyle bir sınır savaşını yürütmüyor, karmaşık, hareketli, yarı hareketli ve sabit bir biçimde arazi savunmasını yürütüyorlar. Yani bazı yerlerde gerekli gördüğünde geri çekiliyor, içeri alıyor ve tekrar geri dönerek eziyor. Bu muhteşem bir taktik düzey anlamına geliyor ve bu bugün Efrin’de uygulanıyor. Bu anlamda YPG-YPJ şahsında, Efrin direnişi yeni bir tarih yazıyor. Savaş tarihinde yeni bir düzeyi açığa çıkarmış bulunuyor.
Şimdi Efrin direnişine, “Çağın Direnişi” adı konulmuş. Bu çok doğru bir tespittir. Yani çağımızda en gelişkin teknolojiye karşı insan iradesinin yükselişi yaşanıyor. Yani insan iradesini aşacak herhangi bir teknik-teknolojik gelişmenin mümkün olmadığını orada görüyoruz. Önemli olan insan gerçeğinin, yüksek bir kararlılık ve irade ile kendini örgütleyebilmesi ve bu savaş sanatını yaratıcı bir biçimde doğru uygulayabilmesidir. Bunu uyguladığı takdirde herhangi bir teknolojik yönelimin sonuç alıcı olması mümkün değildir. Efrin’de aslında biz bunu görüyoruz. Yani Efrin direnişi ile insanlığın tanık olduğu gerçeklik budur. Ama bunu ne kadar gizleseler de harita üzerinde her şey bellidir. Haritaya bakılırsa Türk ordusunun ilerleyişi sadece sınır kenarındaki ilk sıradaki köylerdir. Henüz ikinci sıradaki köylere bile ulaşmış değildir. O da bütün sınır boyunca değil, bazı yerlerde böyledir. Şimdi sınır boyunca bir şerit oluşturmak istiyorlar, muhtemelen “biz böyle bir şerit oluşturduk, tampon bölge oluşturacağız” deyip bununla kamuoyunu yanıltmayı planlıyorlar. Çünkü onlar ilerleyemedi, artık ilerleyemezler de! Bunun karşısında 19 günden bu yana pişen ve çeşitli zeminlerden moral desteğini alan Efrin direnişçilerinin artık zaferi kesindir. Onların şimdiye kadar yürüttüğü mücadele aslında zaferlerinin zeminini yaratmıştır. Daha fazla taktik performans geliştirirlerse, kendi hatalarını görüp düzeltirlerse artık başarı kazanacakları kesindir. Kaldı ki, direniş yeri sadece bu sınır şeridi değil ki, ilerledikçe her alan, her bir ağaç, her bir vadi, her bir tepe, her bir köy, her bir şehrin direniş odağı olacağı anlaşılıyor. Şimdi Kobanê için denildi ki, “Kobanê, Stalingrad olacak” Kobanê Stalingrad’ı geçti. Şimdi Efrin direnişi bu anlamda daha da yükselecek ve başarıyı kazanacaktır.
Peki Türk devlet yetkilileri her gün Efrin’i alıp sonra da Minbic’e yöneleceklerini, hiç kimsenin bunu engelleyemeyeceğini söylemektedirler. Bu konuda ne diyorsunuz? Türk devleti Minbic’e saldırabilecek mi?
Soykırımcı Türk devleti henüz Efrin’e girmemiş ki, Minbic’e de girebilsin. O kadar yiğitlerse önce Efrin’e girsinler, sonra Minbic’i konuşsunlar. 19 gündür o devasa teknik eşliğinde ilerlemek isteyen bu ordu, 5 km dışında ilerleme yapamayan bir ordudur. İşgalci karakterine sahip olan bu güç, henüz Efrin’i işgal edebilmiş değildir. Bu yüzden Minbic’e ilişkin söyledikleri blöften öteye bir anlam ifade etmez. Aslında Erdoğan ve hükümeti Efrin’de yaşadığı hezimetin üstünü örtme arayışı içerisindedir. Onların şuandaki yönelimi Efrin’in içlerine doğru yönelmekten öte, 4-5 yerde Efrin’in sınırları içerisine girip cepheler oluşturmuşlardır. Onlar şimdi bu cepheleri sınır boyunca birleştirerek bir hat oluşturmak istiyorlar. Belli ki, “ben burada tampon bir bölge kurdum, başardım” diyerek Türk toplumunu ve dünya kamuoyunu kandırmaya çalışacaklar. Böylece hem yenilgilerinin üstünü örtecekler hem de eğer oluşturabilirlerse 5-6 km’lik bir tampon bölgeye dayanarak pazarlık içerisine gireceklerdir. Buralardan çıkmayıp, pazarlık konusu yapacak; bu biçimde dışa ve içe dönük hesaplar yapacaktır. Şimdiki çabalarının daha çok bu yönlü olduğu görülüyor.
Minbic’i sürekli gündemleştirmeleri ise Amerika’ya dönük yürütülen bir politikadır. Onların amacı, sürekli bir biçimde gündeme getirerek ve fırsatını bulursa Minbic veya Til Ebyad (Gırê Spî) gibi bazı yerlerde provokatif askeri saldırılar yapmak, Amerika’yı ve NATO güçlerini tercihe zorlamak istemektedirler. Yani burada Amerika karşıtlığından ziyade Amerika’yı kendi lehlerine tercih yapmaya dönük bir sıkıştırma politikası vardır. Esası budur. Böylece onların amacı sadece Rojava’da değil, tüm Kürdistan’da ikinci bir uluslararası komplo düzeyinde Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı yeni bir süreci başlatmaktır. Bütün çabaları buna dönüktür. AKP’nin amacı ikinci bir uluslararası komplo zemini geliştirerek Kürt halkına karşı tüm dünyayı kapatma ve böylece soykırımcı politikalarını uygulamadır. Ama 20 yıl önceki koşullar artık yoktur.
Şimdi Kürdistan Özgürlük Mücadelesi 4 parçada geliştiği gibi daha fazla bölge halklarıyla dayanışma düzeyini yakalamış, artık sesini dünyaya duyurabilen hem savunma savaşında hem de halklar adına politik ve diplomatik bir mücadele sürecini geliştirme düzeyine erişmiş bulunuyor. Dahası Kürt halkı Önder Apo’nun geliştirdiği dahiyane paradigmasıyla ulusal ve uluslararası düzeyde güç kazanmış, mevziler elde etmiştir. Yani düşmanın bu amaçlarını gerçekleştirmesinin koşulları artık zayıflamıştır. Buna karşı Kürdistan Özgürlük Hareketi her parçada ayrı imkan ve olanaklara sahip bulunmaktadır. Eğer bu olanaklar doğru değerlendirilir, özellikle Önder Apo’nun paradigması temelinde bölge halklarıyla dayanışma içerisinde yetkin bir mücadele geliştirilirse, AKP ve MHP faşizminin amaçları gerçekleşemeyecektir. Bölgede gerçekleşecek olan, halkların iradesine dayalı devrimci zemin olacaktır.
Türkiye’de ciddi bir baskı var ama Türkiye’nin muhalif ve demokrasi çevrelerinde işgal operasyonuna karşı ciddi bir tepki gelişmedi. Hatta kimi muhalifler de Efrin operasyonunu desteklediklerini söylediler. Bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Öncelikle şunu söylemek lazım, bugün Türkiye’de tam anlamıyla bir diktatör, faşist sistem hayata geçiriliyor. Tek sesli bir toplum, tek sesli bir basın yaratılmak isteniliyor. Hatta sosyal medya da bu konuda denetim altına alınmak isteniyor. Efrin operasyonunu eleştiren her kimse ya soruşturmaya alınıyor, ya da tutuklanıyor. Şimdi çeşitli faşist iktidarlar yaptıklarını gizlerler veya utanarak yaparlar. Erdoğan ve AKP rejimi yaptığı bu faşizan uygulamaları övünerek belirtiyor, bunları normal göstermeye çalışıyor, gerekli olan bir şeymiş gibi, yansıtmaya çalışıyor. Yani kendi sosyal medya hesabında farklı bir fikir yazanı tutukluyor ve bunu resmen ilan ediyorlar. HDP’lilerin protesto gösterileri yapmaması için Erdoğan’ın kendisi mitingde, “her yerde polis ensenizdedir, adım atarsanız haddinizi bildiririz” dedi. Yani uyguladığı faşist uygulamayı bu biçimde meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bunun karşısında demokrasi yanlısı güçler cılız kalmaktadırlar. Demokrasi yanlısı güçlerin gündem oluşturma zemini bu durumuyla çok zordur. Çünkü yetersiz bir yaklaşım ve söylemle böyle arkasında sürüklenerek gündem oluşturmaları mümkün değildir. Erdoğan bakıyor ki, giderek hırsızlıkları açığa çıkacak, gündem farklılaşacak ve giderek anketlerde oyu düşüyor; ondan sonra bir gündem oluşturup bir atakla her şeyi kendine göre ayarlıyor.
Rojava’ya bu kadar saldırması, en son Efrin’e karşı bu biçimde bir saldırıyı tertiplemiş olması, tamamen kendine göre bir gündem oluşturma hesabıyla yapılmış bir şeydir. İç iktidar kaygılarıyla geliştirilen bir saldırıdır. Belirttiğim gibi, gidişatın kendisi açısından olumlu gitmediğini görünce atmosferi farklılaştırarak özellikle “Türkiye’nin bekaa sorunu vardır, ciddi güvenlik sorunu vardır” deyip, tamamen uydurulmuş bir kurgu-senaryo ile gündemi farklılaştırdı. Neymiş? PKK, PYD ve YPG, Amerika’nın desteğinde Cezire’den denize kadar bir Kürt koridorunu kuracakmış ve bunun da Türkiye için büyük bir tehlike olduğuymuş, Türkiye’nin parçalanma projesinin bir hamlesiymiş gibi yansıtmaya çalışıyorlar. Bunu günlerce işlediler ve işlemeye de devam ediyorlar. Gerçekte ise, bütün bunlar palavradan başka bir şey değildir. PKK’nin, Türkiye’yi parçalama gibi bir amacı yoktur. Türkiye’de devrim yapma, Türkiye’yi dönüştürme amacı vardır.
Diğer önemli bir gerçek de PKK ile Amerika’nın birbiriyle herhangi bir irtibatı ve ilişkisi yoktur. Özel olarak Efrin Kantonu’nun ise, Amerika ve Uluslararası Koalisyonla herhangi bir irtibat ve ilişkisi yoktur. Efrin, bir kantondur. Doğru, orada da YPG-YPJ var. Ama kendi başına bir kanton ve kendi başına bir alandır. ABD, DAİŞ’e karşı mücadele çerçevesinde YPG’ye belli destekler verdi. Bu doğru. Ama Efrin’deki, YPG güçlerine destek vermediği biliniyor. Zaten bunu Amerikalılar da açıkladı, YPG’nin Genel Komutanlığından Sipan Hemo da bir gün önce aynı şeyi açıkladı. Kaldı ki, ilk sorunuzda da belirttiğim gibi, Efrin’e dönük bu saldırıda Amerika’nın da sorumluluğu vardır. Bu Uluslararası bir konsepttir. Ama Erdoğan bunu uluslararası güçlerin Türkiye’yi parçalama projesine karşı bir çıkış olarak Türkiye kamuoyuna yansıtmaya çalışıyor, toplumu kandırmaya çalışıyor. Gerçek tam tersinedir. Efrin’de, ABD’nin herhangi bir silahı yok, herhangi bir desteği yok. Hatta bir ara televizyonda bir konvoy gösterildi, Amerikalıların Hammerlerinin olduğu bir konvoydu ve bu Efrin’deymiş gibi yansıtıldı. Oysa böyle bir şey yok. Haseke’de bir yolda sıra halinde giden araçların çekilmiş görüntülerini, sanki Efrin’deymiş gibi gösterdiler. Oysa Efrin’deki halk ve Efrin’deki savaşçı güçleri kendi öz güçleriyle örgütlenmiş, silahlanmış, belli düzeyde Rusya gibi bazı güçlerin kısmi desteği olsa da esasında öz gücüyle örgütlenmiş bir yer. Şimdi orada Amerika’ya ait bir silah veya zırhlı aracı var mı? Yok. Veya farklı uluslararası gücün bir desteği var mı? Yok, bugün orada Kürdistan ve Efrin halkı, Türk sömürgeciliğinin insafına bırakılmış ve o halk kendini savunmak ve direnmekle en insani direnişini yükseltmek durumunda kalmış bulunuyor. Fakat Erdoğan öncülüğündeki faşist MHP-AKP iktidarı bunu farklı gösteriyor. Yani öyle yaptılar ki, bu masum, tamamen kendi kendini yönetmekle sınırlı olan kantonu adeta bir öcü gibi gösterdiler ve saldırıyı başlatarak Türkiye’de şovenizm damarını şahlandırma temelinde kendi iktidarlarını garantiye almak istiyorlar. Esası budur. Zaten şimdi anti-faşist olduğunu veya AKP’ye karşı olduğunu söyleyen güçlerin büyük oranda anlamadığı gerçeklik budur. Ya da anlayıp da işlerine gelmeyen esas sorun budur.
Ortada Türkiye’nin bir bekaa sorunu yoktur. Türkiye üzerinde Efrin’den kaynaklı bir tehdit ve tehlike yoktur. Efrin’de herhangi uluslararası bir gücün varlığı veya desteği de yoktur. Ama tamamen yalana dayalı oluşturulmuş söylemlerle bugün Türkiye toplumunun önemli bir kesimi farklı bir algıyla, bu operasyon sürecine bakacak düzeye getirildi. Bunda en büyük sorumluluk demokrasi güçlerinindir. Yine düzenin temel partisi olan CHP, AKP’ye karşı olduğunu söylüyor ve buna karşı mücadele ettiğini söylüyor. Ama bu tarzdaki bir yönelimle AKP karşısında varlık gösteremeyeceği bir kez daha açığa çıkan CHP’nin sorumluluğu çok daha fazladır.
Tayyip Erdoğan sırf iktidarı için Türkiye’yi savaşa sürüklediği gibi, Kürt halkına karşı düşmanlık siyasetiyle halklar arasına zehir saçmaya çalışıyor. En son “uyuyan devi uyandırdılar” diyor. “Kimse bu bayrağı indiremez, kimse ezanları susturamaz” diyor. Peki, kim bayrağı indirmek istiyor? Kim ezanları susturmak istiyor? Bunlar tamamen şişirilmiş, toplumu tahrik etmek amaçlı uydurulmuş şeyler değil midir? Hiçbir biçimde savaşta öne geçmeyeceği, Erdoğan’ın yedek lastiği de “gerekirse bir Bozkurt olarak en önde ben Efrin’e giderim” diyor. Bunların tek amacı geleceklerini kurtarmak, kirli hesapları uğruna halk evlatlarının kanını dökmektir. Şimdi Efrin’i bombardımana tabi tutarak o kadar sivili öldürdüler, o kadar askerin ölümüne neden oldular. Bir de utanmadan göz yaşı döküyorlar.
Açık ki, Erdoğan kendi geleceğini, Türkiye’nin geleceği gibi yansıtıyor. Kendi iktidarı tehlikeyle karşı karşıya, “tüm Türkiye tehlikeyle karşı karşıyadır” diyor. Buna rağmen bu senaryo ile oluşturulan ulusalcı atmosfere CHP de “destek sunduğunu” söyleyerek sözüm ona politika yapıyor. Bu politikayla hiçbir yere varamayacağı açıktır. Değil iktidar, bu biçimiyle kendini yırtsa da yüzde 30’u bulamaz. Çünkü kendi gündemini oluşturamıyor. Çünkü temelde Erdoğan’ın uydurduğu senaryoların gerçek dışı olduğunu ortaya koyamıyor. Bazı korkuları var; Kürt korkusu var, CHP de Kürt fobisi var. Belki de Kılıçdaroğlu siyasi tarihinde ilk kez adalet yürüyüşünü geliştirerek, daha sonra da Man adası yolsuzluğunu açığa vurarak bir muhalefet yapmaya yöneldi. Erdoğan bunun karşısında gündemi tümüyle değiştiren bir hamle ile her şeyi altında bıraktı. Böyle olunca onlar da Erdoğan’a iştirak etmeye yöneldi. Böylece hem suç ortağı haline geldi hem de Erdoğan’ın yalanlarının kuyrukçusu durumuna düştü. Dolayısıyla alternatif politika oluşturmaktan koptu ve daha fazla uzaklaştı.
Yani şimdi Efrin’de ne yaşanıyor? Kürt halkına karşı büyük bir vahşet uygulaması var. Köyler bombalanıyor, nahiyeler bombalanıyor; çocuklar ölüyor, kadınlar ölüyor, yaşlı nene ve dedeler ölüyor. Şimdiye kadar 150 civarında sivil insan yaşamını yitirmiş. Yine yüzlerce yaralı sivil var. Yıkılmış yüzlerce hane, ev vardır. Arazi tümüyle yakılıp, yıkılıyor. Ortada bir vahşet var, gerçek bir terör vardır. Bu vahşetin tek nedeni Erdoğan’ın iktidar hesaplarıdır. İşte bunu CHP söyleyemiyor. Bunu kendisine “sosyal demokratım” diyen CHP’nin dışındaki birçok güç de söyleyemiyor. Söyleme cesaretini gösteren, bazı dürüst akademik kurumlar ve akademisyenler de Erdoğan’ın faşist yasalarıyla göz altına alınıyor, tutuklanıyor ya da işten atılıyor ve linç ediliyorlar. Yani meydanı Erdoğan’a boş bırakma durumu var. Sistem içinde ciddi bir muhalefet yok. Şimdi aslında Türkiye’de Erdoğan öncülüğünde Türk İslam senteziyle geliştirilen bu faşizan yönelimi, kendi sistemini oluşturmuş olan bu faşist rejim yapısını aşmanın yolları var. Aşmak için önce demokratik olmak gerekiyor. Aşmak için önce gerçekçi olmak lazım. Bu da Kürt fobisiyle olmaz. Yani Türkiye’de, Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu, Kürt sorununun çözümünden geçer. Kürt sorununa doğru bir bakış geliştirmeyen hiç kimse demokrat olamaz. Türkiye’yi istikrara, demokrasiye taşıyamaz. Bu bir gerçektir.
Türkiye’de CHP veya daha genel bir deyimle, Kemalistlerin aslında bir sorunu var; Kemalistler AKP’nin bu faşizan hezeyanına karşı 1930’ların bakış açısıyla mücadele edemez. Çünkü benzerdir. Eğer gerçekten AKP’nin kurduğu rejime karşı mücadele etmek, muhalefet geliştirmek ve önüne geçmek istiyorlarsa, evvela Kürt sorununda doğru bir bakış açısına sahip olmaları gerekiyor. Bana göre temel sorunları Kemalist bakış açısına oldukça dogmatik ve kalıpçı yaklaşmalarıdır. Güncellemeden uzak, dogmatik bakış açısını sürdürdükçe hiçbir yere varamazlar. Mesela Mustafa Kemal Atatürk’ün 1920-1924’e kadar olan bakış açısını esas alırlarsa Kürt sorununda önemli bir aşamayı kat edebilirler. Burada genişçe yorumlamaya gerek yok sanırım. Gerekirse insan daha geniş yorumlayabilir de Kemal Atatürk niye 1923’lerden sonra bakış açısını değiştirdi, niye tek ulus, tek devlet siyasetinde derinleşti, buna neler yol açtı, tartışıla bilinir. Ama Cumhuriyetin temellerinin atıldığı 1921’de somutluk kazanan bakış açısı; “Türkiye halkı” kavramı gerçekliğine dayanan bir olguydu. İşte şimdiki en keskin Kemalist geçinenler, en ulusalcı pozisyonda bulunan, kuru ulus-devlet anlayışına sarılanlar eğer bu konu üzerinde durup da bu konuda yaşadıkları handikabı aşmazlarsa hiçbir zaman AKP’nin geliştirdiği faşizm karşısında varlık gösteremezler. Çünkü şu durumda kendilerinin savunduğu da AKP’nin geliştirdiği faşizmin farklı bir versiyonu konumundan çıkamaz. Ama 1921’deki bakış açısıyla sürece yaklaşırlarsa; yani Kemalist retoriği güncelleyerek daha yaratıcı ve çözümleyici bir yaklaşımı geliştirirlerse o zaman bu aşırı ulusalcı hassasiyetten ziyade “ki bu faşizme götürüyor”, demokratik normlara ağırlık vermiş olurlar. Kürt halkıyla, Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle dayanışma içinde, faşizme karşı mücadele yapma zeminini yakalamış olurlar. Böyle bir şey gelişirse o vakit Türkiye’de %50’leri aşacak bir sinerji ortaya çıkarıla bilinir. Şimdi Kemalist diye geçinen kesimlerin yine CHP’nin yaşadığı böyle bir handikabı vardır. Onun çıkış yolu, belirtiğimiz gibi bu dogmatizmden çıkmakla mümkündür. Bu aslında her gün kendisini dayatan bir gerçekliktir. Şimdi buna gelmedikleri için sözüm ona ulusal hassasiyetlerle Erdoğan’ın uydurduğu yalanların ardından onlar da sürükleniyorlar. Orada katliam yapılıyor, kan dökülüyor, onlar da alkışlıyorlar.
Aydın Doğan Grubu vardı. Zaman zaman demokrat geçiniyorlardı. Şimdi her biri AKP’nin, Erdoğan’ın mükemmel bir borazanı haline gelmiş, Efrin’de yapılan katliamları görmezden gelip, “bilmem birkaç top şuraya, buraya atılmış” diyerek, bunları vahşet diye yansıtıyor. Sen zaten her gün köyleri bombalıyorsun, onlarca sivil öldürüyorsun, onu görmeyeceksin de bilmem birkaç roket bir yere atılmış; (onu da kimin attığı belli değil) onu bu kadar palazlandırıp, gündemleştireceksin. Bu kuyrukçuluğa girer. Mevcut durumda sözüm ona AKP’ye karşıt duran, ama ulusalcı hassasiyetlerde AKP’nin arkasından sürüklenen “ordumuzu destekliyoruz. Efrin operasyonunu destekliyoruz” diyerek, sadece ve sadece Erdoğan’ın çizdiği yörüngeye girmiş oluyorlar. Başka da bir varlık gösterme şansları da böylece kalmıyor.
Kısaca Türkiye’deki bir kısım demokrasi güçlerinin ve sosyal demokrat geçinen kesimlerin böylesine yaşadığı bu durum Türkiye’deki faşizme karşı mücadeleyi oldukça sekteye uğratıyor. Zorluklara yol açıyor ve yaşanan bu handikapların aşılmaması durumunda AKP-MHP’nin geliştirdiği faşist sistemin daha fazla kendini kurumlaştıracağı açıkça görülüyor. Bu açıdan demokrasiden yana olan, Türkiye’yi gerçek anlamda seven, halkların kardeşliğinden ve birliğinden yana olan Türkiye’deki tüm kesimlerin; AKP-MHP ittifakının oluşturduğu bu yalan senaryoya karşı mücadele ederek, “Kürt halkına karşı bu denli geliştirilen düşmanlıkta halkımızın çıkarı yok” deme cesaretini göstererek mücadele etmeleri gerekiyor. Böylece Türkiye’de anti-faşist cephe oluşturulabilir. Bu şekilde gerçek demokrasi mücadelesi başarıya taşınabilir. Şimdi genel durum böyledir.
Devrimci, demokrat ve sosyalist kesimler bir düzen partisinden çok şey beklememelidir. Halklarımızın kaderi, özgürlük ve demokrasinin geleceği, burjuva düzen partilerine bırakılamayacak kadar önemli hususlardır. Geçmişten beri bir kısım devrimci, demokrat veya sosyalist geçinen bazı kesimlerin CHP kuyrukçuluğuyla solu ne hale getirdikleri biliniyor. Sorumlu devrimci demokratların ve sosyalist kesimlerin bu gerçeği görerek dar ulus-devlet anlayışında derinleşmiş olan düzen partilerine takılmadan halkın devrimci siyasetini geliştirmeleri gerekiyor. Bu temelde geniş tabana dayalı anti-faşist mücadele ile ortaklıklarını geliştirerek halkın devrimci siyasetini doğru temsil ederek meydanı şoven, faşist kesimlere bırakmamak, özgürlük mücadelesini yükseltmek temel bir görev durumuna gelmiş bulunuyor.
Kürdistan’da halkın yaygın bir biçimde geliştirdiği Efrin direnişini destekleme ve Türk sömürgeci devlet saldırısına karşı gelişen direniş eylemleri oldu. Kürt halkının sergilediği direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii ki Efrin’e yapılan saldırı, sadece Efrin’e yapılmış bir saldırı değildir. Efrin şahsında tüm Rojava Devrimine karşı yapılan bir saldırıdır. Esasında tüm Kürdistan Özgürlük Mücadelesine karşı ve tüm Kürt halkının kazanımlarına karşı yapılmış bir saldırıdır. Aynı zamanda Suriye’de, Kuzey Suriye Federasyon yapılanmasına ve Arap halkının, yine diğer halkların demokratik taleplerine karşı yapılmış bir saldırıdır. Bunu halklar ve Kürt halkı görüyor ve hissediyor; o açıdan da tepkisi gelişiyor. Bu tepki çok anlamlı ve değerlidir. Çünkü biliniyor ki, AKP faşizminin geliştirdiği bu saldırının direnişle kırılması durumunda hem Rojava hem Suriye halkları hem Kürdistan halkı, hem de Türkiye halkı ve esasta bölge halkları için yeni bir süreç başlamış olacaktır. Özellikle AKP-MHP’nin Efrin saldırısında yenilgiye uğratılmaları kesinlikle bu AKP-MHP rejiminin aşılmasını beraberinde getirecektir. Bu da Türkiye’nin yeni bir döneme girmesi, Türkiye’de demokratikleşme sürecinin önünün açılması anlamına geliyor. Bu açıdan Efrin halkının yürüttüğü direniş, aslında Türkiye halklarının da geleceğini belirlemede önemli bir yere sahiptir. Yani Türkiye’nin demokratikleşmesi için de Efrin direnişinin önemli bir yeri olacaktır. Çünkü faşizm, Efrin’de halkların düşmanlığını yaparak faşist, saldırgan, soykırımcı politikasını uygulayarak şovenizmi yükseltmek ve böylece iktidar olmak istiyor. Ama orada yenilgiye uğraması, bu yöndeki amaçlarını boşa çıkmasını beraberinde getirecek. Dolayısıyla iktidardan da düşmenin yolu açılmış olacaktır. Bu da Türkiye’de yeni bir demokratikleşme döneminin başlaması anlamına geliyor.
Bu yüzden Efrin’deki direnişin birçok anlamı vardır. Yani insanlığın iradesini, teknolojiye karşı yükseltme var, bu doğru. Ama bir de bölge halkları için yaratacağı kazanımlar vardır. Bu açıdan Efrin direnişinin çok önemli bir devrimci mücadeleye dönüştüğü açıkça görülmektedir. Bu konuda halkımızın özellikle Avrupa’daki tüm parçalardan Kürdistanlıların, saldırının başladığı günden, bugüne kadar sokakları boş bırakmaması büyük bir fedakarlıkla direnişi yükseltmeleri çok anlamlı ve çok değerlidir. Bu arada ben, bu direnişte yer alan tüm yurtsever insanlarımızı saygıyla selamlıyor, onları bu mücadelelerinden dolayı kutluyorum. Başta Avrupa olmak üzere, hemen her yerde halkımız tepki gösteriyor, Kürdistan’da bir heyecan yaratılmış bulunuyor. Özellikle Güney Kürdistan’da ve yine diğer parçalarda gelişen sahiplenme ve ulusal dayanışma ruhu önemli bir düzeyi yakalamıştır. Yine Hareketimizin ilan ettiği seferberliğe de önemli oranda bir katılım düzeyi vardır.
Bu sürece en aktif bir biçimde dahil olan ve doğrudan Efrin’deki halkımızla dayanışmayı geliştiren alan, tabi Rojava Kürdistanı ve Kuzey Suriye halklarıdır. Kaldı ki basına da yansıdı, onların Derik’ten, Şehba’dan, Reqa’dan, Tabqa’dan, Kobanê’ye kadar büyük kitlelerle Efrin’e yürüyüşleri gerçekleşti, bu kendi başına büyük bir anlam ifade ediyor. Eylemin değişik boyutları olsa da sadece bütün Suriye halklarından kalkıp yüzlerce kilometre yol kat ederek, savaş sahasına gitmek ve orada bulunması kendi başına bir anlam ifade ediyor. Bu bir dayanışmadır. Rojava halkı ve Kuzey Suriye halklarının kendi içindeki dayanışmasını çeşitli eylemliliklerle göstermesi QSD, YPG-YPJ ile çok güçlü bir dayanışma içerisinde olması gerçek bir devrim halkının nasıl bir ruha sahip olduğunu ortaya koyan bir durumdur. Bu nedenle de çok anlamlı ve değerlidir.
Genel olarak Kürdistan’da bir ulusal demokratik bilinç ve heyecan yükseliş süreci yaşanmaktadır. Bunu bir ulusal demokratik birlik platformuna dönüştürmek, giderek ulusal birliği pekiştiren bir zemin haline getirmek gerekiyor. Umarım bundan böyle bu yönlü çabalar da giderek yoğunluk kazanır. Halkımızın da artık her parçadan ortak bir zeminde buluşacağı, bir platforma ve ortak bir stratejisine kavuşması gerekiyor. Efrin direnişinin başını çektiği bu dayanışma ruhu, ulusal demokratik bilinçlenme, giderek bir zirveye kavuşmalı bu da ulusal birlik platformu olmalıdır. Bununla birlikte komşu halklarla demokratik ulus perspektifiyle bütünleşme ve ortaklaşma da aynı düzeyde mücadelenin başarısı için önem taşımaktadır.
Eminim ki, bu heyecanı en çok yaşayan yerlerden birisi de Kuzey Kürdistan’dır. Fakat Kuzey Kürdistan’da 2 olgudan bahsetmek gerekiyor. Birincisi, ölçüsüz bir baskı ve faşizm söz konusudur. Bu konuda AKP’nin uyguladığı faşist bir sistem vardır. İkincisi ise, Kuzey’de halkımızın kendi kendine hareket etme geleneğinin az olma durumu vardır. Kendi başına hareket etme eğilimden ziyade, hep örgüt eğilimi öne çıkmıştır. Geçmişten beri halk hep bir öncünün ortaya çıkıp talimat vermesini ya bir kurumun ya da kadroların gelip örgütlemesini, başı çekmesini bekler. Böyle alışmış, böyle bir geleneği ön planda. Oysa bu tür faşist uygulamaların olduğu dönemlerde kadrolar veya kurumların öne çıkması risklidir. Nitekim çıkınca zaten tutuklanıyorlar. Dolayısıyla halk tabandan, kendiliğinden eylemlere yönelerek süreci götürmelidir. Aslında birçok ülkede, alanda halkların bu tür çıkışları vardır.
Belirttiğim gibi, Kürdistan’da böyle bir gelenek zayıftır. Şimdi Kürdistan gençliğinin, kadınının ve yurtseverlerin, varoşlarda, değişik mahallelerde korsan bir biçimde çıkışlar yapması gerekmektedir. Yani kendi inisiyatifini kullanarak, kendi imkanlarını devreye sokarak tanıdığı, gördüğü, ulaştığı ve bulduğu insanları örgütleyerek, herkes grup oluşturabilir. Herkes bir eylem ekibi örgütleyebilir. Her mahalle gençliği bir araya gelip kendi kendilerini örgütleyebilirler. Yani bu dönemde tabanın bu biçimde inisiyatif kullanması gerekiyor. Şimdi olmayan ya da az olan nokta budur; taban, tabanı bekliyor. Yani üstten birilerinin gelip başı çekmesi bekleniyor. Oysa bu dönemde böyle bir beklentiye gerek yok. Belki bazı siyasi, legal kurumlar var ama onların eylem yapma durumları zordur. Her alanda bulunan yurtsever insanlar, özellikle gençlik, inisiyatifi almalı, herkes birer kadro gibi sorumlu davranmalı, faşizme karşı değişik biçimlerde imkanlar oranında çıkışlar yapmalı, sessiz kalmamalı. Bu önemlidir.
Bugün Türk sömürgeciliği, AKP faşizmi açıkça Kürt düşmanlığını uyguluyor ve bunu Efrin saldırısıyla zirveye çıkarmış bulunuyor. Biz de değişik zeminlerde, bireysel ve yerel inisiyatiflerimizi kullanarak buna karşı toplumsal tepkimizi gösterebilmeliyiz. Yani halkımızın yaklaşımı böyle olabilmeli. Bu konuda bazı yetersizliklerin yaşandığını söylemek mümkündür. Biz halkımızın da neleri hissedip, yaşadığını iyi biliyoruz ama beklenti içinde olunduğundan dolayı o hissiyatı bir güce, bir örgüte dönüştüremiyor. Oysa herkes kendisini bir örgüt yöneticisi gibi görmeli, kendisi sorumluluk hissetmeli ve kendi çevresinden başlayarak çalışmalara, örgütlenmeye, eyleme geçmeye yönelmelidir. Hareketimizin ilan ettiği seferberliğe, bu biçimde iştirak olursa giderek tabandan gelişme yaşanır ve eylemselliğe dönüşür. Unutmayalım ki, en çok şiddetin uygulandığı dönem 1989-90 dönemiydi. Halkımızın direnişi, o zor faşist uygulama ve faili meçhul cinayetlere karşı mücadele ederek serhildan geleneğini açığa çıkardı. Şimdi yeni dönemde bu geleneğe benzer bir yerel inisiyatifin açığa çıkmasıyla süreci bu biçimde canlandırabilmeli ve boyutlandıra bilmeliyiz.
Efrin halkı büyük bir direniş sergiliyor, bu direniş için ne söyleyebilirsiniz?
Ben öncelikle Efrin’deki değerli halkımızı büyük bir saygıyla selamlıyorum. Şehitleri oldu hem sivil halktan hem savaşçı güçlerden. Şehit düşen bütün kahramanları Avesta Xabur, Barin Kobanê, Adnan, Mahir ve Xebatların şahsında anıyorum. Tüm yaralılara acil şifalar diliyorum. Efrin halkının sergilediği bu duruş, bu tutum, insanlık adına şaheser bir tutumdur. Gerçekten kahramanca sergilenen bir halk duruşu vardır. Bir ruh birliği, büyük bir fedakarlık ve cesaret vardır. Onlarca kez bu kahramanca duruşu selamlıyorum. Efrin halkımızın bu süre içerisinde düşmanın her türlü saldırı biçimiyle geliştirdiği uçak, top, kobra, obüs vs. bütün tekniğiyle korkutma ve kaçırtma taktiğine karşı göğüs germiş olması insanlık adına büyük bir yüceliktir. İnsan iradesinin bu tanklara, toplara ve uçaklara karşı nasıl dayanabileceğini gösteren en iyi ve çarpıcı bir örnektir. Bu açıdan Efrin halkının sergilediği tutum, çok değerli, çok yüce bir tutumdur. Bundan böyle de bu tutumun devam etmesi için daha fazla kendisini örgütlemesi gerekmektedir. Yani şimdi birbirini sahiplenme, dayanışma ruhu çok fazla. Halkımızın bu zor koşullarda sergilediği bu tutumunun çok anlamlı olduğunu iyi biliyoruz. Özellikle o koşullarda bir ailenin bütün fertleriyle orada durması, tehlikeyi göğüslemesinin ne anlama geldiğini en iyi bilen kişilerdeniz. Bu açıdan da çok değer biçiyoruz ve anlamlı görüyoruz. Ama belirttiğim gibi, bundan sonra da bu tutumunu sürdürerek direnişin zafere taşınmasında rol oynaması için daha fazla dayanışma, daha fazla örgütlenme, daha fazla güvenlik tedbiri, kendi açısından toplumun sağlığı, toplumun yaşayabilmesi için gerekli tüm ihtiyaçlar, toplumun beslenmesi vs. ihtiyaçlarının karşılanması gibi konularda daha örgütlü, daha düzenli, daha sistemli bir yapıya ulaşırsa daha yetkin bir biçimde direnişini sürdürür ve başarıya taşır. Bu konuda öncü olan kesimlerin bütün bunları iyi organize etmeleri önemlidir. Bu süre içerisinde halkımızın göstermiş olduğu bu değerli direniş düzeyi bundan sonra da her türlü fedakarlığı yapabileceğini ortaya koymaktadır. Yurtseverliğini ve değerli bir duruşa sahip olduğunu ispatlayan Efrin halkının bu konuda gerekeni yapacağını düşünüyoruz.
Ayrıca Efrin halkımız tabii ki yalnız olmadığını bilmelidir. Tüm Kürdistan halkı ve yine dost halklar enternasyonal bütün kesimler yanındadır, bütün özgürlükçü hareketlerin destek sunduğu bu direnişin başarı kazanacağı kesindir. Halkımız bunu bilmeli ve bu bilinçle büyük bir onur ve şerefle yürütmekte olduğu direnişini daha örgütlü, daha bilinçli ve daha kararlı bir biçimde yürütmelidir.
Son olarak, Efrin’de gelişen direnişi nasıl görüyorsunuz? Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Tabii biz, Efrin direnişini uzaktan izliyoruz. Direnişin mahiyeti hakkında söyleyeceğimiz şeylerin bir kısmı değerlendirme boyutunda kalabilir. Ama bizim de bir tecrübemiz var ve izliyoruz. Gördüğümüz kadarıyla şimdiye dek yürütülen direniş belki kendi içinde bazı yetersizlikleri taşıyor olabilir. Ama genel hatlarıyla çok olumlu ve başarılıdır. En önemlisi de Türk medyası ve Türk ordusu her gün açıklamalar yapıyor, çok sayıda kayıp verdirildiğini iddia ediyor. Aldığımız bilgilere göre, böyle bir şey yok, direnişçilerin kayıpları çok az. Her şeyden önce bu kadar bombardımana rağmen, böylesine az bir kayıpla günlerce direnişi sürdürmüş olmaları kendi başına başarılı olduklarını gösteriyor. Hem halkı koruma, halkın kayıplarının en aza indirme hem de savaşçı gücünün az kayıpla görkemli bir direnişi sürdürmüş olması çok önemli bir sonuçtur.
19 gün boyunca bombardımana tabi tutulmuş bir savaşçı güçten bahsediyoruz. Demek ki belli bir taktik zenginlik, olgunluk vardır. Zaten öyle olmasaydı daha ilk günden bir şok olma durumunu yaşayabilirdi. Ama gördüğümüz kadarıyla böyle bir durum yok. Çok sakin, çok temkinli hareket edebilen, bazı yerlerde gerekirse manevra yapabilen, ama tekrar yönelerek oradan düşmanı temizleyen operasyonları çok çok değerlidir. Genel olarak göstermiş oldukları performans olumludur ve başarılıdır. Bu başarı bundan sonraki zaferin de temelini yaratmıştır. Bazı yerlerde aşırı savunma, yani bırakmama belki gerekebilir. Ama savaş, bir yerde ticarete benzer. Yani bir yeri savunacaksan ve çok kaybın olacaksa, orayı savunmaya da bilirsin. Hele hele şimdi YPG’nin yürüttüğü tarz, alan savunma tarzıdır. Hareketli, yarı hareketli ve yer yer sabit bir tarzı yürütmektedirler. Dolayısıyla gerekli olduğunda bazı yerlerden çekilme, düşmanı içe çekme ve düşmanı çevreleyerek vurma gibi taktikleri uygulamaları gereklidir. Bundan çekinmemeleri gerekiyor. Şu durumda eğer Türk ordusu Efrin merkezinin yakınına kadar gelse bile, yine de başarısızlığa uğrayacaktır. Çünkü Efrin savaşçıları, tarzı yakalamışlardır. Başarı tarzına kilitlenmiş bulunuyorlar. Göstermiş oldukları fedakarlık, fedai ruh, yaratıcı tarz bunu açıkça ortaya koyuyor. Bu nedenle biz direnişçilerin durumunun iyi olduğunu, kendi içinde yaşadıkları yetersizlikleri de görüp aşarsa –ki mutlaka yetersizlikler vardır- tarzını daha da düzelterek etkili kılarlarsa bundan sonra daha fazla sonuç alıcı olur. Özellikle direniş güçlerinin bu süre içerisinde yaşadığı tecrübe ile Türk ordusunun savaş tarzını tanımış oldular. Aslında bizim endişemiz daha çok şu yönlüydü; bu güç Efrin’de daha çok DAİŞ ve El Nusra çetelerine karşı kendini örgütlemiş bir güçtür, bir de çok fazla savaşa da girmedi. Efrin’de, Kobanê ve Cizre’deki gibi bir savaş durumu olmadı. Dolayısıyla, tecrübe sorunu yaşayabilir ve zorlanabilir diye düşünüyorduk. Ama bu geçen zaman gösterdi ki, gerçekten Efrin’deki savaşçı gücünün sergilediği performans her türlü takdire şayan bir performanstır. Oldukça yaratıcı, cesaretli, fedaice bir duruş düzeyini sergilediler. Bu, onların her türlü başarıyı hak ettiklerini gösteriyor ve başarıyı sağlayacakları da bu davranışlarıyla ve bu çok anlamlı akıl ve cesaret içeren direnişleriyle kesinleştirmiş bulunuyorlar. Sergiledikleri bu yüksek başarıdan dolayı biz de kendi hesabımıza tüm savaşçıları kutluyor, daha fazla başarı elde etmelerini diliyor, orada direnen bütün komutan, savaşçı ve tüm değerli yurtsever Efrin halkımızı saygıyla selamlıyoruz. Bu kahramanlığı gösteren gerçek anlamıyla ‘Çağın Direnişi’ olma unvanını kazanan direnişçilerin karşısında her yerde, herkesin saygı göstereceği açıktır. Çünkü onlar orada bir tarih yazıyorlar. Onlar, orada insanlık iradesinin, çağın her türlü teknolojisine karşı nasıl yükseldiğini gösteriyorlar. Onlar, orada bu direnişleriyle, bu mücadeleleriyle insanlık iradesinin sembolü oluyorlar. Ve hepimiz için, tüm Kürt halkı için, tüm demokrasi yanlısı güçleri için de gurur kaynağı oluyorlar. Bu açıdan onlara minnettarız. Onlara büyük saygılar, büyük başarılar diliyoruz.
Burada en son olarak da tüm Kürdistan gençliği için de birkaç şey söylemek gerekiyor. Genç bir arkadaşın öneri raporunda yazdığı şu cümle çok önemli; “büyük bir fedakarlıkla direnen kahraman Efrin halkı, onurlu savaşçılarını bekliyor.” Tüm Kürdistan gençliği bu cümleyi gerçekten iyi okumalı. Yüreğiyle, iradesiyle, bedeniyle direniş içinde olan Efrin halkı onurlu gençleri, onurlu savaşçıları bekliyor. Kürdistan’ın her tarafındaki gençlik bunu duymalı ve tüm benliğiyle hissetmeli. Seferberlik temelinde Efrin’e ulaşmaya, Efrin ile dayanışma içinde olmaya, Efrin direnişine omuz vermeye yönelmelidir. İster dışarda ister içerde kendine “yurtseverim, onurluyum” diyen her Kürdistanlı ve her Ortadoğulu bir gencin bu güzel duyguları yaşaması gerekir, diye düşünüyorum.