BAHDİNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, ANF’nin sorunlarını yanıtladı.
Mayıs ayından, başka bir deyişle Şehitler ayından Haziran’a geçiyoruz. 1 Haziran Hamlesi’nin 18. Yıl dönümüdür. Bu tarihsel hamle hangi tarihsel koşullarda gelişti, ne anlama geliyor? Mücadelenizde 1 Haziran Atılımı’nın rolü nedir?
Tüm Mayıs şehitlerini Kasım Engin ve onunla birlikte şehit düşen arkadaşlarının şahsında anıyorum. Onların anıları önünde saygıyla, hürmetle eğiliyorum. Kasım Engin arkadaş bizim için çok şeydi, insan sözcüklerle tam olarak ifade edemiyor. Ama onlara verdiğimiz söze sonuna kadar bağlıyız. Onların takipçisi olacağız. Onu söyleyebilirim. Bir diğeri Mayıs ayında Kürt devrimci değerli önemli kadın militan Aysel Doğan arkadaş şehit düştü. Şehit düşmeden saatler öncesinde bize, Zap direnişçilerine selamlarını yolladı. Ben Aysel Doğan arkadaşı saygıyla anıyorum. Benim de tanıdığım, çalışmalarını takip ettiğim bir arkadaştı. Gerçekten Sakine Cansızların kararlı bir takipçisiydi. Cesaretliydi, prensip sahibiydi; yeri, duruşu her zaman mücadelemizde olacaktır. Onun selamlarını Zap direnişçilerine ulaştıracağım. Özellikle Aysel Doğan arkadaşın ailesine başsağlığı diliyorum. Selamlarını bize ulaştırdıkları için teşekkür ederim. Diyorum ki Heval Aysel ve tüm Kürdistan şehitleri yüreğiniz şad olsun! Hayallerinizi, rüyalarınızı gerçekleştireceğiz. Rahat olun, hiçbir zaman bayrağınızı yerde bırakmayacağız. Öcünüzü alacağız ve kutlu amaçlarınızı yerine getireceğiz ve zafere ulaştıracağız.
Şu an 1 Haziran Atılımı mücadele tarihimizde önemli bir adımdır. Biz şimdi 18. yıldönümündeyiz. Başta 1 Haziran Atılımı’nın yıldönümünü Rêber Apo’ya tüm halkımıza, dostlarımıza, tüm çalışanlarımıza, arkadaşlarımıza kutluyorum. Ben 1 Haziran Atılımı’nı Erdal yoldaş, komutan Adil, Nuda, Çiçek ve Reşit Serdarların şahsında, Atakan Mahir’den Delal Amedlere kadar tüm şehitleri anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. O kahramanlara verdiğimiz sözü bir kere daha yineliyorum. Zaten 1 Haziran Atılımı kendi amaçları doğrultusunda yürüdü. Ve öyle özgürlük mücadelemizde, Kürt özgürlük mücadelesinde tarihi bir rol oynadı. Hangi dönemde 1 Haziran Atılımı yapıldı? Nasıl gerçekleştirildi? Onun üzerine sordunuz. Biliniyor, Rêber Apo’nun şahsında hareketimize karşı, Rêber Apo’nun çizgisine karşı uluslararası komplo gerçekleştirildi. Uluslararası komplo ile Rêber Apo esir alınıp Türkiye’ye teslim edildiği dönemde biz mücadeleyi büyütmek, yükseltmek istedik. Büyük bir direniş geliştirmek istedik. Fakat Rêber Apo bunu uygun görmedi, düşman saldırılarını boşa çıkarmayı esas aldı. Ve bize de öyle bilgi yolladı. Dahice geliştirdiği yöntemle, stratejiyle Rêber Apo düşmanın uluslararası alandaki atılımını boşa düşürdü. Bu temelde biz 2 Ağustos 1999’da silahlı savaşı durdurduk. Ve onu sürdürdük. Rêber Apo siyasi çözüm girişimlerini çok güçlü yürüttü. Hareketimiz de tamamen ona göre hareket etti. Çözüm ölçütlerini, Kürt meselesinin Türkiye sınırlarında çözümünün gelişmesi için en makul düzeye indirdik. Fakat ne kadar deklarasyon yayınladıysak, çağrı yaptıysak, çalıştıysak, halkımız çalıştıysa Türk devleti adım atmadı. Sadece adım atmadı, bizi tasfiye etmek için girişimde bulundu. Çete bir grupla içimizde tasfiyeciliği geliştirdiler. Bizi tasfiye etmek istediler. Önderlik çizgisinden koparmak istediler. Zaman içinde yayarak, hareketimizi yenmek istedi. Öte yandan sadece bize yönelik değil, Kürt meselesinin tamamında yaklaşımını sertleştirdi. Mesela o dönemde Başurê Kurdistan’da Duhok’ta bile Kürdistan bayrağının kaldırılması problemdi. “Bu ne paçavradır?” deniliyordu. Kürt bayrağına paçavra diyorlar. Başurê Kurdistan yöneticileriyle ilişkilenmeyi kırmızı çizgi yapmışlardı. Yani öyle genel olarak soykırım siyasetini, hareketimizi tasfiye etmek için geliştirdiği uluslararası komplo ile başarmak istedi. Buna karşı hareketimiz arayışlara girdi. Rêber Apo başta PKK’nin yeniden inşasını gündeme koydu. Çünkü genel bir çözüm için PKK kendini parti olarak feshetmişti. Onun yerine KADEK kurulmuştu. Ama Rêber Apo bir kere daha PKK Yeniden İnşa Komitesi kurdu. O temelde sürece müdahale oldu. KONGRA-GEL 2. toplantısında 1 Haziran Atılım kararı alındı. Bu kamuoyu ile de paylaşıldı. Karar neydi? Karar düşman saldırılarına karşı kendini savunmadır. Biz aktif savunma pozisyonuna girdik. Başka bir deyişle düşmana bizi öyle tasfiye edemezsiniz dedik. Kendimizi savunabiliriz, kendi değerlerimizi savunabiliriz. Bu temelde ideolojik, kültürel, toplumsal, siyasi, askeri bir savunma süreci uygulamaya konuldu.
1 Haziran Atılımı öyle gelişti. Kendisiyle birçok gelişmeyi yarattı. Düşman uluslararası komplo ile hareketimizi, Rêber Apo çizgisini tamamen yok etmek istedi. Ancak Rêber Apo’nun İmralı’daki duruşu, geliştirdiği çizgi, yine halkımızın duruşu, bu çizgiye bağlı arkadaşlarımızın duruşu ve şehitlerimiz Kürdistan Özgürlük mücadelesinin 1 Haziran Atılımı’yla yeni bir aşamaya taşıdı. Büyütme ve yüceltme aşaması. Yani hareketimiz daha da büyüdü. Dört parça Kürdistan’da daha da güçlendi. Kendi kitlesi oluştu. Daha fazlalaştı. Her anlamda güçlenmeyi sağladı. Yani bu yolla uluslararası komplo boşa çıkarıldı. Belki komplo tamamen yenilmedi ama bu şekilde boşa çıkarıldı. 15 Ağustos Atılımı Kürt meselesini siyasi çözüm için masaya taşıdı. Ancak Türk devleti çözüm için yanaşmadı. O nedenle 1 haziran Atılımı yürürlüğe girdi. Karar oldu, tarihsel rol oynadı. 1 Haziran sürecinde her zaman siyasi çözüm kapıları açıktı. Bunun için her zaman Rêber Apo’nun ve hareketimizin girişimleri vardı. Nasıl ki 15 Ağustos yok olmanın, erimenin önünü aldı ve Kürt meselesini masaya taşıdıysa 1 Haziran Atılımı da çözüm ve kurtuluş için çok önemli girişimleri geliştirdi. Ve o aşama bugün de devam etmektedir. Yani bu noktada insan söyleyebilir ki bu 29 yıldır yani 1993’ten beri Rêber Apo siyasi çözüm için çalışıyor, girişimde bulunuyor. Şu ana kadar toplamda 9 defa ateşkes ilan ettik. Bu dönemde Türk devleti ile diyaloglar oldu. Yaklaşık üç yıl uluslararası heyetlerin gözlemciliğinde Türk devleti ile bizim heyetlerimiz arasında Oslo’da görüşmeler oldu. Bu görüşmelerin sonucu bir protokole ulaştı. 2011 yılında her iki heyetin kabul ettiği protokol Erdoğan hükümetine sunuldu. Ama sonrasında Erdoğan kabul etmedi, bize karşı savaş ilan ettiler. O dönemde AKP’liler Sri Lanka’nın Tamiller için uyguladığı yöntemden bahsetti. Sri Lanka’nın yöntemini bizim üzerimizde de tatbik etmek istediler. Ancak yine tıkandılar. Yani savaştılar, 2012 yılı sonlarında yine tıkandılar. Yine ateşkes yürürlüğe kondu. Bu sefer İmralı’da 2,5 yıl görüşmeler sürdü. Orada da mutabakata vardılar. Kürt tarafının heyeti ve Türk devlet heyeti kameraların önünde oturup o mutabakatın içeriğini okudu, öyle imzaladılar. Ondan sonra Erdoğan Dolmabahçe’de kurulan masayı devirdi ve bu mutabakatı kabul etmedi. Yeni konsept temelinde bize karşı kapsamlı bir savaş ilan ettiler. Burada insanın altını çizmesi gereken şey şudur. Biz barışseveriz, savaşsever değiliz. Kürt meselesini demokratik yol ve yöntemlerle çözmek istiyoruz. Kürt meselesi, toplumsal, kültürel, tarihsel bir problemdir. Bu mesele diyalogla çözülmelidir. Düşmanımız bu sorunu kabul etmeyip sürekli imha ve soykırım siyasetinde ısrar ettiği için bugün Kürdistan’da savaş var. Yani bunun bilinmesi gerekiyor. Kürdistan’da yürüttüğümüz savaş varlık ve savunma savaşıdır. Ve özgürlük savaşıdır. Biz bu topraklarda var olmak, özgür yaşamak istiyoruz. Bu savaş bu temelde yürütülüyor. Saldıran biz değiliz, Türk devletidir. Meseleyi öldürmekle, kan dökmekle çözmek isteyen biz değiliz, Türk devletidir. Biz adilane bir yöntemle Kürt meselesinin çözülmesini istiyoruz. Ama çözüm yerine bizi yok etmek isterlerse, elbette biz de sonuna kadar kendimizi savunacağız. Şu ana kadar yürütülen budur. Ancak 1 Haziran Atılımımız bu doğrultuda başarılıdır, düşman yenilmiştir. Çünkü uluslararası komplo her yönüyle sonuçsuz kalmıştır. Bugün her dönemden fazla biz çözüm ve özgürlüğe yakınız.
Hareketinize karşı savaş tecritle başladı. Böyle yorum yapıyorsunuz. Bugün Önder Apo üzerindeki tecrit ağırlaşıyor. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Evet savaş tecrit ile başladı. Bugün Kürdistan’daki savaş Kürt halkının soykırımdan geçirilmesi savaşıdır. Bu da başta İmralı’da başlatılmıştır. Yani İmralı’daki psikolojik işkence sistemi Kürt halkının soykırım sistemidir. Öyledir. Orada Rêber Apo’ya, oradaki arkadaşlara karşı yürütülen savaş esasta anlamı öyledir. Bugün kamuoyuna tecrit olarak söyleniyor ama sadece tecritle insan dillendiremez. Ağır bir şeydir. Dünyada başka örneği yoktur.
Bakınız 15 aydır Rêber Apo ve orada bulunan 3 arkadaştan hiç kimsenin haberi yoktur. Çağımız telekomünikasyon çağıdır. Telefon var, internet var, telgraf var, posta var. Türk devleti tüm evrensel kanunları ve kendi kanunlarını çiğniyor ve Rêber Apo’dan hiçbir bilgi gelmesine izin vermiyor. Yani bu 15 aydır hiçbir bilgi yoktur. Yani bir telgrafla bilgi alınmasına izin vermiyorlar. Türkiye’de tutsakların telefon hakkı, avukatla aile ile görüşme hakkı var deniliyor, hani? Bir devlet veya rejim İmralı’da evrensel insani yasaları, ahlaki yasaları, hatta kendisinin yasalaştırdığı yasaları çiğnerse o devlete ne söyleyebilirsin! Nesine inanacaksın? Bu nasıl devlettir? Ne kanun var, ne ahlak var, ne vicdan var ne nizam var! Çadır devletlerinin bile yine bazı yasaları vardır. Ama bunların hiçbir yasası yoktur. Tüm yasalar Erdoğan’ındır. Tabi orada bir işkence yürütülüyor. Açıktır ki İmralı sistemi oldukça Türkiye’de demokrasi, hukuk, adalet gelişmeyecek. İmralı şahsında Kürt halkına karşı hukuki ve adaletsizliği uygulayan bir devlet nasıl hukuk ve adaleti sağlayabilir. Zaten yoktur. Hiçbir şey yoktur! Ancak Türkiye’de demokrasiyi istiyorum diyen özellikle sistem içindeki burjuva muhalefet bunu görmüyor. O nedenle gerçek bir demokrasi mücadelesi veremiyorlar. Kuşkusuz demokrasi isteyenler vardır. Şu an İstanbul’da bir konferans yapıldı. Tecride karşı barış konferansı. Bunlar kimdir? Demokrasi isteyen kurumlardır. Onlar Türkiye’de adaletin gelişmesini demokrasinin gelmesini istiyorlar. Çünkü çok doğru tespit etmişler ki Türkiye’de tecrit oldukça demokrasi olmaz. O zaman demokrasi isteyen herkes tecride karşı olmalıdır. Ancak Türkiye muhalefetinde bu yaklaşım tam değildir. Ama belirttiğim gibi bu konferansı gerçekleştiren değerli insanlar da vardır. Onları ve girişimlerini selamlıyorum. Duruşları onurludur gerçekten. Ancak Türkiye’de demokrasiden yana herkes, faşizmin ortadan kalkmasını istiyorsa, demokrasi ve adalet değerlerinin gelişmesini istiyorsa önce tecride karşı olmalıdır. Sadece tecrit değil sisteme de. İmralı’daki bu faşist soykırımcı sisteme karşı olmalıdır. Yani demokrasi mücadelesinin yolu biraz da oradan geçiyor. İnanıyorum ki bu hakikat bazı çevrelerde daha fazla görülüyor, anlaşılıyor. Yani İmralı meselesi Türkiye’nin demokrasi meselesidir. Kürt meselesi Türkiye’nin demokrasi meselesidir. Bugün insanlar Türkiye’de aç ise, yaşamlarını sürdüremiyorlarsa sebep bu meseledir. Çünkü bu faşist soykırımcı rejim Türkiye’nin tüm varlığını savaşta kullanıyor. Bu nedenle insanlar aç kalıyor. Yani bugün var olan yoksulluğun nedeni bu sistemdir. Faşist soykırımcı sistem, bugün İmralı’da yürütülen sistemdir. buna karşı insan mücadele etmeli ve bu sistemi değiştirmelidir. Bu sistem değişmediği müddetçe Türkiye’de demokrasi oluşmaz, adalet de gelişmez.
Bugün sizinle Türk devleti arasında şiddetli bir savaş yaşanıyor. Savaşın şu anki durumu nedir? Yine düşman kavramı ve amacı nedir?
Bugün Zap Avaşîn Metîna’da çetin bir savaş var. Eşit olmayan bir savaş var. Yani bir taraf 10 binlerce asker, tank, top, uçak, kimyasal silah, her türlü silahı kullanıyor. Diğer tarafta ise Kürt halkının militanları, Kürdistan özgürlük gerillaları ellerindeki bombalarla, ferdi silahlarıyla direniyor. Ona karşı savaşıyor. Bu anlamda bir eşitlik yok. Ancak eşitliği ne sağlıyor? İrade yaratıyor. Gerillada olan irade, inanç ve savaşta uygulanan yöntem. Biz 38 yıldır bu savaşı yaptığımızdan, her ne kadar bazen ateşkesler olsa da, her ne kadar demokratik barışçıl yol yöntemlerle çözüm olmasını istesek de buna karşı vahşi bir düşman, çetin, şoven bir düşman var. Milliyetçidir. Sürekli bizi ortadan kalmak istiyor. Bu düşmana karşı 38 yıldır savaşıyoruz. Kuşkusuz bizde de biraz deneyim oluşmuş. Yeni yol ve yöntemlerle savaşıyoruz. Düşmanın elindeki kara ve hava teknolojisi ve de kimyasal teknolojisini nasıl boşa çıkarabiliriz onun yol yöntemine odaklanmışız, geliştiriyoruz. Yani öyle olmasa orada kimse duramaz. Neden? Çünkü daima bombardıman var. Kimyasala karşı elbise giyip kimyasal kullandıkları yerdir. Namertçe bir saldırı var. Ona karşı çok kutsal ve tarihi bir direniş var. İnsan bilmelidir ki burada inanç, iradeleşme, yurt aşkı vardır. Yurda, özgürlüğe, demokrasiye inanç var. İnsanlık değerleri var. Ona karşı da vahşilik var. Vahşilik ve her türlü kirli yöntemi kullanma var. Savaşın durumu öyledir. Bu yönüyle düşman önce eyalet dediğimiz, Zap eyaletine yani Rêkanî ve Nêrwe bölgelerini hedef yaptı. Orada tıkandı. Birkaç gün sürdü. Askerleri öldü, gerilla karşı saldırı gerçekleştirdi. KuroJahro ve Çiya Reş’teki karşı saldırılarda ölüleri oldu. Topluca, fazla ölüleri oldu. Onlar orada tıkandılar, esasta ise yenildiler. Şu ana kadar kazanamadılar, yenildiler. Henüz gerillanın istemediği hiçbir alana girememişler. Yani gerillayı zorlayacak, iradesini zorlayarak bir alana girdiği henüz olmamıştır. Ama birçok yerde iç içedirler. Bomba mesafesinde savaş var.
Çetin ve ağır bir savaş var. Yani şu an burada söylüyorum. Ağızla söylemek kolaydır ama uygulamada kolay değildir. Zorlukları vardır. Büyük fedakarlıklar istiyor. eğer bu büyük fedakarlık olmasa öylesi bir şeyin olması mümkün değildir. Yani öyle sıradan bir şey değildir. Bugün 44-45. gününe giriyor, bir ordu çağın tüm silahları, hatta yasak silahları kullanımına karşı ayakta durman imkansızdır. Öyle kolay bir şey değildir. Bir içeriği var. Burası onu söyleyecek yer değildir. Fakat tıkandıktan sonra savaşın yönünü batıya Ava Ze’ye çevirdi, biz Zap diyoruz. Ava Zap. Yani orada Cudi tepesi var, FM tepesi, Amedi tepesi var. Arkadaşlarımız oraya Hakkari tepesi diyor. Amediye’nin arkasında en yüksek tepedir. Savaşı oraya çevirdi. Metîna’ya da tekrar girdi. Kaç gündür savaş oluyor ama askeri ilk indirdiği yerdedir hala. İlerlemek istiyor ama her zaman darbe yiyor. Biliyorum ki birçok helikopterleri darbe yiyor. Bazıları da belki düşüyor. Ama usulümüz şöyledir, gözümüzle görmediğimiz şeyi düştü demiyoruz. Zap kenarında Cudi tepesi var, oradaki arkadaşlar bugün iki Skorsky helikopteri vurmuşlar. Diyorlar birini vurduk duman çıktı. Orada sınır üzerinde Çele’ye yakın bir karakol var, tepe karakoludur. Diyorlar o karakola gitti çok büyük bir patlama sesi geldi. Yani mümkündür patlamıştır, içindekilerle birlikte yok olmuştur. Ama gözüyle görmediği için imha oldu demiyor. Darbe yedi deniliyor. Öyle söyleniyor. Fakat bu darbe yedi dediklerimiz belki yerlerine gidip patlıyorlar ya da imha oluyorlar. İçindekilerin çoğu ölüyor. Yani diyebilirim ki bu savaşta Türk devleti büyük zarar görüyor. Fakat kamuoyuna açıklamıyor. Ölüleri çoktur. Yani istiyor ki insanları ölsün de sonuç alsın. Bu merhametsizliği Erdoğan-Bahçeli yapıyor. Kendi iktidarları için Türk halkının, Kürt halkının çocuklarının öldürülmesini istiyorlar. Kan üzerinden kendi iktidarlarını kurmak istiyorlar.
BU SAVAŞTA EN ÇOK KİMYASAL KULLANILIYOR
Bu savaşta en çok kimyasal kullanılıyor. Şu an ağırlık verdikleri şey budur. Mesela kadar kullandıkları kimyasalın 7 çeşidini arkadaşlar tespit etmişler. Arkadaşlar nasıl tespit ediyorlar? Renk ile. Örneğin ilk olanının rengi siyahtır, zift gibidir. Tonu öyledir. Diğeri sarıdır, sarı renklidir. Öylesi bir gazdır. Üçüncüsü gümüş renktedir. Gümüş rengini veriyor. Dördüncüsü yeşil renktedir. Ve kokusuzdur. Kokusu yoktur. Bazılarının kokusu vardır ama bunun kokusu yoktur. Bir diğerinin rengi kahverengidir. Başkasının rengi kırmızıdır. Sabun suyu kokusu gibidir. Elbiselerin yıkandığı suyun kokusu geliyor. Sonuncusunun rengi de beyazdır. Yani biz ancak renklerle izah edebiliriz. Yani görülüyor ki bize karşı çeşit çeşit kimyasal gazlar kullanılıyor. Bununla sonuç almak istiyor. Onlar şu an ağırlığı kimyasala vermiş, kimyasal ile sonuca gitmek istiyor. Bu nedenle kamuoyu, halkımız, insan hakları savunucuları, kimyasal silahlara karşı olanlar bunu dikkate almalıdır. Ona göre üzerinde durmalıdırlar. Yani bu bahtsız bir düşmandır, yani kimyasal ile sonuca ulaşmak istiyor. On binlerce askeri var, o kadar da hava ve kara gücü var ama yine o irade onda yok; kimyasal ile sonuç almak istiyor. Yani savaşın durumu biraz öyledir. Fakat biz kendimize ve yol ve yöntemlerimize inanıyoruz. Yeni savaş yöntemi, ki biz buna 21. Yüzyıl yöntemi diyoruz, biz bu yöntemi uyguluyoruz ve kendimize inanıyoruz ki her türlü silahlarını boşa çıkaracağız ve onları yeneceğiz. Bunda da sonuna kadar kararlıyız. Orada savaşan arkadaşlar sonuna kadar kararlıdır. Çünkü biliyoruz ki bu halkımız ve bölge halkları için temel ve önemli bir meseledir. Önceden söylemiştik varlık ve yokluk savaşıdır. Biz risk alıyoruz, tehlikeleri göze alıyoruz ama mutlaka bu düşmana karşı duracağız ve düşmanı yeneceğiz diyoruz.
AKP-MHP İKTİDARININ KONSEPTİ NEDİR
Yani savaş şu an öyledir. Fakat dediniz ki amacı, konsepti nedir. Bu başlı başına gerçekten önemli bir konudur. Biz 6 yıldır bunu anlatmak istiyoruz. Zamanında siyasi güçlerle, özellikle Başûrê Kurdistan güçleriyle bu konuyu çok paylaştık. Kamuoyuna açıkladık. Nedir? Yani Türk devletinin, AKP-MHP iktidarının uyguladığı konsept eski savaş konsepti değildir. Yani bu devlet 2016 yılında yeni savaş konsepti kararı aldı. Nedir bu? İşte onlar diyor ki Kürt meselesi Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı için en önemli problemdir. Orada Türkiye’nin bekaa sorunu var. Bu sorunu çözmek için insan Türkiye’yi büyütmelidir. İnsan, Türkiye’nin daha önce iddia ettiği ancak Lozan Anlaşması’yla kendisine verilmeyen Misak-ı Milli sınırlarına kadar Türkiye’nin sınırlarını genişletmelidir. Bu bir konsepttir. Bir kere daha Osmanlı gibi bölgede büyük bir devlet olmalıdır, yani Irak, Suriye hatta Libya’yı himayesine almalıdır. Yani Osmanlı’nın eski mirası üzerinde hak iddia etmelidir. Öylesi bir yöntemle yeni bir konsept kararı aldılar. Şimdi bu karar kuşkusuz Kürt halkı için büyük bir tehlikedir. Yani madem Kürdün varlığını kendisi için tehlike olarak görüyorsa ne yapmalıdır? Temel soykırımdan geçirmelidir. Soykırım dediğimiz nedir? Ya tamamen eriterek Türkleştirme ya öldürmedir. Siyasi, beyaz soykırım ya da fiziki soykırım. Tek millet olmalı. Tek millet de yetmez tek Türk olmalıdır. Bu soykırımdır. Bir kere daha, Arap halkı, bölge halkları için de tehlikedir, saldırıdır. Yani şu an Türk devletinin üzerinde durduğu konsept budur. Bu, öyle Kemalizm de değildir. Bu, İttihat Terakki hattıdır. Zaten onlar bunun üzerinden birlik olmuşlar. İçinde Kemalistler de var. Ama düşünce İttihat Terakki düşüncesidir, Turancılıktır. Turanizmdir. Türkçülüğü her yerde egemen kılmak istiyorlar. Öylesi bir konsepttir. Şu an bu konsept tam olarak yerleşmemiştir. Onlar da söylüyor. Örneğin resmi dilleri, cumhurbaşkanı, bakanları gibi diyorlar sınırlarımızın güneyinde tampon bölge oluşturmak istiyoruz. 30 km yapalım. Örneğin demiyor sadece Rojava Kürdistan için. Diyor ki güney sınırları. Yani Başûrê Kurdistan’da içindedir. Nedir bu? İstiyorlar ki Efrîn, Halep’ten Sidekan’a kadar Diyana’da içinde olacak herhalde, 30 km diyorlar, bir hat oluşturacağız. Öylesi bir tampon yapacağız. Bunu resmi söylüyorlar. Yani gayri resmi dilleri, her gün televizyonlarda kullandıkları ama biliyoruz ki Erdoğan’ın fikirdaşlarıdır, mevcut hükümete akıl veriyorlar. Onlar ne diyor? Diyorlar ki Misaki Milli sınırları işgal edilmelidir başka yolu yoktur diyorlar. Hakkımızdır. Kendileri için hak olarak görüyorlar. Diyorlar gerek ki gidip oraya işgal edip almalıyız. Yani bu artık gizli değildir. Bu bizim bir iddiamız değildir. Onların hakikatidir. Onlar bu konsept üzerinden yürüyorlar. Şimdi de açıkça diyorlar ki Rojava’da daha önce bazı yerleri aldık, diğer yerleri de alacağız. Peki aldıkları yerde neler yaptılar? Efrîn’de ne yaptılar? Soykırım uyguladılar. Kürtleri oradan çıkardılar, Arapları Türkmenleri getirip yerleştirdiler. Şam’dan Arapları getirip yerleştirdiler. Çeteleri yerleştirdiler. Kürtler ve Araplar şu an ittifak halinde, kardeştirler. Ama bunlar İhvan-ı Müslim’in, DAİŞ, El-Nusra çeteleridir. O güçlerdir Efrîn’e yerleştirilenler. Halkımızın bağ bahçelerini, mallarını kendilerine paylaşmışlar. Aynı şeyi bugün Başur, Rojava Kurdistan üzerinde de uygulamak istiyorlar. Bunu Başur için de öyle düşünüyorlar. Zaten Başur’u da önlerine katmış, işgal etmek istiyorlar. Bu hususta tehlike büyüktür, sıradan değildir. Bugün Ortadoğu’da bir tehlike vardır. Tehlike nedir? Türk devlet tehlikesi, AKP-MHP tehlikesi, Jön-Türk tehlikesidir. İstiyorlar ki Jön-Türklerin yönetimiyle Türkiye’yi yenileyip büyütsünler ve diğer halkları soykırımdan geçirsinler. Asıl tehlike budur.
Hem Başûrê Kurdistan siyasetinde hem de parçalardaki siyasi çevrelerde, bu konsepte karşı bir sessizlik var. Bu sessizliğin sebebi nedir?
Bu önemli bir sorundur. Doğrudur büyük bir sessizlik var. Kuşkusuz biz kendimizi tüm Kürdistan’ı savunmada sorumlu görüyoruz. Fakat bizim dışımızda da birçok çevre var. Yani bugün Kürdistan Özgürlük Gerillası bu bir buçuk aydır düşmana karşı çok çetin bir savaş veriyor. Gerçi esasta 3 yıldır içindedir. Onlar Başur’u işgal etmek istiyorlar. Önce işgal edip sonra tüm Başur’da kendi kontrollerini sağlamak istiyorlar. Bu işgalci Türk devletinin konsepti, dediğim gibi Kürt halkı için tehlikedir. Başûrê Kurdistan’ı için daha büyük bir tehlikedir. Bu çağda asıl ihtiyaç duyulan şey, eğer Türk devleti ülkemiz üzerinde hak iddia ediyor, bizi ortadan kaldırmak istiyorsa zaman biz de birlik olmalıyız. Hem bölgeye yönelik saldırganlık hem de dünyadaki gelişmeler ışığında yeni düzenin dizayn edildiği bu çağda, biz de Kürtler olarak ortak bir stratejiye sahip olmalıyız. Yani ulusal birlik olmasa bile ortak stratejimiz olmalıdır. Buna ihtiyaç vardır fakat, maalesef böylesi bir şey ortada yok. Yani bazı girişimler var ama bazı çevreler bu hususta kendi sorumluluklarına sahip çıkmıyorlar. Özellikle Başûrê Kurdistan hükümeti kararını vermiş. Geride kalan 6 yılda biz başta KDP ile de tartıştık. Bu süreçte kararını Türkiye’den yana verdi, yani Türkiye ile ortaklaşmayı esas aldı. Peki Başur’da sadece KDP mi var, her şeyi KDP ile izah edemezsiniz ve kimsenin kendini KDP’nin gölgesi altında tutmasına gerek yok, başka partiler de var. Bugün her şeyden önce Başûrê Kurdistan’ın statüsü tehlikededir. Doğrudur yani Başûrê Kurdistan’ın başka sorunları da var, Bağdat ile sorunları var, iç sorunları var, her gün bir araya geliyorlar. Biz birlikten yanayız, biz herkesin birlik olmasını istiyoruz. Hem parçalar kendi içinde birlik olsun, hem bütün Kürdistan birlik olsun. Biz ona karşı değiliz ama burada bazı şeylerin üzeri kapatılıyor, yani asıl büyük tehlike bugün Bağdat tarafından gelmiyor, büyük tehlike Türk devleti tarafından Jön-Türklerden geliyor. Başûrê Kurdistan’ı için asıl tehlike budur, bunun önünün alınması lazım, bunu görmek istemiyorlar. Yani bu hususta öyle bazı şeyler yaşanıyor ki, insan hiçbir şekilde Kürtlük penceresinden anlam veremiyor. Yani bir Kürt buna karşı nasıl bu kadar gamsız, bu kadar sessiz ve sadece izler! Yani Kürdistan’ın üzerinde bugün bir tehlike var, bu anlayış ”ben PKK karşıtıyım, ben Rojava’nın statü elde etmesini istemiyorum’’ diyor, ancak temelde Başur karşıtıdır da. Daha önce “biz yanlış yaptık, Başur’un statüsüne karşı çıkmadık’’ demedi mi! Türkiye’nin bu niyetini duymayan kalmamıştır. Diyorlar ya Selçuklu zamanında sağır sultan varmış, o bile Türk devletinin Kürtler üzerindeki niyetinin kötü olduğunu duymuş, nasıl Hewlêr yönetimi bunu duymaz ve görmez?! Bunun karşı durmuyorlar ve hiçbir tepkileri de yoktur. Gerçekten çok büyük bir yanlıştır. Mesele bakın Türk devleti bize karşı yasak silahları kullanıyor. Türk devleti her yönüyle insanlarımızı öldürüyor, sivilleri katlediyor, terör uyguluyor, zulüm ediyor. Sadece öldürmekten anlıyor, herkesi önüne katıyor, vahşi bir devlettir, niyeti kötüdür. Yöntemi vahşidir ve teröristçe yöntemlerdir. Ama bunu dünyaya istenildiği gibi anlatamıyoruz. Neden? Birincisi, KDP’nin işbirliği. Bu vahşi milliyetçi Kürt düşmanı zihniyet ile işbirliği. İkincisi Başûrê Kurdistan siyasetinin sessizliği. Onlar da sorumludur, sessizler. Yani YNK gibi, Goran gibi hükümette yer almıyorlar mı? Bir taraftan kendini Musul ve Kerkük’te rahatça hareket ediyor, her tarafa MİT’i yerleştirmiş, istihbaratını güçlendirmiş, her yerde insanları vuruyor. Bunların tümünü PKK adı altında gizlemek istiyor ama kimseyi kandıramazlar. Doğrudur PKK’ye karşıdır çünkü PKK bu ülkeyi savunuyor. Ama esasında onlar tüm Kürtlere ve Kürtlerin kazanımlarının tümüne karşıdırlar, Kürtlerin statülerini ortadan kaldırmak istiyorlar. Hakikat budur, bu hususta Başur siyasetinin duruşu, KDP’nin işbirliği ve diğer çevrelerin sessizliği, Türk devletinin bu yüzünün görülmesine engel oluyor, önüne bir perde gibi çekiliyor. Yani başka bir deyişle pencereye perde veya halı çekerek onu görmeni engellemesi gibi. Bu şekilde Türk devleti Başur’a rahatça girebiliyor, yani henüz Şikefta Birindara’yı alamamış ama yol yapıyor. Bu düşman eğer o stratejik yerlere girerse acaba oradan çıkacak mıdır? Acaba Türk devletinin girdiği bir yerden çıktığına dair bir örnek verebilir misiniz? Öyle bir şey yok, Türk devleti oradan çıkmaz. Bu stratejik yerleri alırsa, yarın şu an onunla onunla işbirliği yapan bu insanları da kendi kontrolü altına alır. Türkiye’nin tarihine bakın, özellikle Türkiye ile işbirliği yapan siyasetçilere öneriyorum, Türk devletinin tarihini biraz okuyun. Yani Fatih Sultan Mehmet’ten tutun günümüze kadar, özellikle Kürdistan’da ne kadar Kürt halk ayaklanması olmuşsa, klasik adlandırma ile devrim deniliyor, ne kadar Kürt devrimi olmuşsa Türk devleti bu ayaklanmalara karşı bir çok Kürt’ü hareketlendirmiş ve bu ayaklanmaları tasfiye etmiş ve daha sonra dönüp kendisi ile birlikte hareket eden Kürtleri tasviye etmiştir. Dersim örneği var, Dersim’in tamamı mı direndi? Hayır beş aşiret direndi. Daha sonra Türk devleti bütün Dersim’i sürgün etti, tamamını soykırımdan geçirdi. Aynı şey Şeyh Said’te de var, aynı şey Ağrı Dağı’nda da var. Yani kısacası Türk devleti böyledir. Yarın Türkiye, şu an onunla birlikte hareket edenlerin boğazına da çökecek. Bu böyledir, Türkiye’nin adeti öyledir ama şu an öyle hareket ediyorlar. Bakınız, biz istiyoruz ki Türk devletini teşhir edelimi işte bu kan emicidir, gelip ülkemizi işgal ediyor, kamuoyu yaratmak istiyoruz ama kamuoyunun tepkisi yetersizdir. Neden? KDP’nin girişimleri var, onlar onaylıyor ve üzerini kapatıyorlar. Diğer taraflar da sessizdir. Bundan bir iki gün önce Türk uçakları pikniğe giden halkı bombaladı, iki tane, henüz 10 yaşlarında olan çocuklarımız bu bombalamada yaşamını yitirdi, genç devrim şehitleri arasına girdiler. Buna karşı ne söylediler? ‘PKK yaptı’ dediler. Sıradan bir muhabirin çıkardığı bir haber değildi. Duhok Valisi kendisi konuştu’PKK yaptı’ dedi, Amediye’deki KDP’nin birinci düzeydeki sorumlusu kendisi konuştu, saygısızca yaklaşarak birçok şey söyledi ve dedi ki’bu PKK’nin işidir, PKK havan attı’. Ayıptır ya! Utanın ya! Türkiye’nin pisliklerinin üstünü örtmek size mi kalmış. Bu kadar da değil ya. İnsanın bir onuru vardır, kerameti vardır. Vali böyle mi olur?! Bizim oraya gelip bu halkı vurma gibi bir dediğimiz mi var? Biz niye bu halkı vuralım? Biz bu halk için canımızı vermiyor muyuz? Her yerde Türk devletinin terörü var, göz yumuluyor, alan açılıyor, işbirliği yapılıyor. Mesela şimdi kimyasal sancılı bir meseledir, daha önce Başûrê Kurdistan’ına karşı kullanıldı, Halepçe’de, Behdinan ve birçok bölgede insanlara karşı kullanıldı. İnsanlar kimyasal silahlardan çok fazla zarar gördü, şehitler verdi. Öyle değil mi? Şu anda bize karşı kimyasal kullanılıyor. Yani gerillaya etki edecek kimyasallar kullanılıyor, arkadaşlarımız onunla şehit düşüyor! Biz tarafsız heyetlerin gelip inceleme yapmasını istiyoruz. Geçen sene Avaşîn merkezden biraz uzaktı ama şu an Derelok’tan 2 km ötede Şeladizê’de Kurojahro’da oluyor, heyetler oraya gelebilirler. Ancak heyetleri bırakmıyolar, bıraksalar heyetler oraya gelecek ama bırakmıyorlar. Başka bir değişle, Türkiye evrensel ilkelere karşı suç işliyor, vahşilik yapıyor, pislik yapıyor, onlar da kimse görmesin diye perde çekiyorlar. Yani bu gerçekten acı verici bir durumdur, böyle olmaması gerekiyordu. Bu nedenle tüm Kürdistan siyasetçilerine çağrım var, özellikle Başûrê Kurdistan siyasetine, YNK’ye,Goran’a, Yekgirtu-İslam’a, Komeleya Dadveri’ye, Hizbi Şiu-Kürdistan’a, Zahmetkeşlere, Tevgera Azadi’ye ve tüm siyasi çevrelere çağrımdır, Türkiye’nin bu uygulamalarına karşı, bu konsept ve tehlikeli işlerine karşı sorumluluklarınıza sahip çıkın. Başûrê Kurdistan’ın tüm aydınlarına çağrımdır, Kürdistan’ın kazanımlarının ortadan kaldırılmasına sessiz kalmayın, karşı çıkın. Dört parça Kürdistan’a çağrımızdır, örneğin Rojhılat Kurdistan sessizdir, eğer bugün Bakurê Kurdistan, Başûrê Kurdistan ve Rojava ortadan kaldırılırsa Rojhılat Kurdistan’ı da kalmaz. Rojhılat Kurdistan’ı, Rojava Kudistan’ı, Bakur Kürdistan’ı, Başûrê Kurdistan’ın siyasetçileri, bu çağda var olan tehlikeyi görmeliler, sorumluca yaklaşmaları gerekir. Hiç kimse işbirliği yapmamalıdır, işbirliğine karşı da tutum almalıdırlar, ulusal duruş arayışı içinde olmalıdırlar. Eğer bunu yapmazsak, Kürt halkı için öylesi bir şey gelişmezse, Kürt halkının geleceği için tehlike büyüktür. Kürt halkının bunu görmesi lazım, önemli olan daha bir şey olmadan bunu görmesidir. Bu nedenle, sorumlu bir yaklaşıma ihtiyaç var. Tüm çevrelere çağrımızdır, Bu tehlikeli çağda Türkiye tarafından gelen tehlikeyi ve Kürdistan toprağına el atma ve işgal etmesini herkes görmelidir. Biz sadece çağrı yapmıyoruz, pratiği de yapıyoruz, biz canımızı veriyoruz. Her şeyi göze alıyor, bu düşmana karşı direniyoruz. Bu direnişler görülmelidir. Bu nedenle Zap direnişi önemlidir dedik. Neden? çünkü biliyoruz düşmanın bu konsepti başarılı olursa kimse önünü alamaz, tren yola çıkarsa kimse trene yetişemez. Bu nedenle çağrı yapıyoruz, henüz ten yola çıkmadan, daha yavaş yavaş giderken ona yetişelim, onu durduralım, bu tehlikenin önünü alalım. Olmasa bile, Türk devletin gerçek yüzünü açığa çıkaralım. Heyetlerin önünü kesmeyelim, Türkiye’nin pisliklerinin üstünü kapatmayalım, ona perde olmayalım .Biz bize yardımcı olun demiyoruz, hayır biz kendimize yetiyoruz. Savaş alanında biz ve Türk devleti baş başa kalırsak, biz kendimize yeteriz. Ancak bize karşı çok çetin bir işgal ve katliam var, diyoruz ki bu tehlikedir buna karşı siyasi bir tutum alalım, ulusal bir tutum alalım .Biz demiyoruz, Türk devletine karşı birileri yanımızda yer alsın. Diyoruz ki kimse onunla işbirliği yapmasın, ona yardım etmesin, tarafsız olsun. Yurtseverler yurdu savunsunlar, yurt savunmasını ideolojik, politik ve kültürel alanda yapsınlar, siyasi tutum alınlar. Kürt ulusu olarak, bu kan dökmeye, el atmaya karşı duralım. Beklentimiz budur, bunun dışında savaşta biz kendimize yeteriz.