BEHDÎNAN – Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı yürütülen saldırı düzeyini, “Neredeyse bombalanmadık tek bir metre kare kalmamıştır. Türk devletinin Kürdistan’da özellikle son yıllarda attığı bombaların toplamı 20. yüzyılda 1. ve 2. Dünya Savaşı ve Vietnam’da atılan bombaların toplamından fazladır. Saddam’ın kullandığı kimyasal silahlardan katbekat fazla kimyasal silah ve zehirli gazı Türk devleti kullanıyor. Bunu hiç kimse abartılı görmemelidir” diye ifade eden KCK Yürütme Konseyi Üyesi Karasu, “NATO’nun 2. büyük ordusunun kimyasal silah kullanması, NATO’nun silah kullanmasıdır. Bu nedenle başka yerlerde kimyasal silah konusunda hassasiyet gösteren, kıyamet koparan ABD ve Avrupa, NATO üyesi Türkiye’nin işlediği bu suçları görmezlikten geliyor. Böylece suç ortaklığını örtmeye çalışıyorlar” dedi.
Gerillanın tüm bu saldırılara karşı savaş tarzında yarattığı değişiklikler temelinde fedaice direndiğini belirten Karasu, “Mevcut tarz, fedai ruhla yürütülürse yenilmeyecek bir savaş tarzıdır. Ağır ve sürekli bombardımanlarla yapılan hava savunmasıyla ilerlemek ve alana girmek isteyen güçlere her gün, her saat darbe vurulmaktadır. İşgalci soykırımcı güçler parça parça tasfiye edilmektedir. Düşmanın kara gücünün saldırganlığı kırılmıştır” diye kaydetti.
Türk devleti sıkıştıkça KDP’nin daha fazla savaşın içine girdiğine işaret eden Karasu, “KDP’ye bazı sözler verilmiş olabilir ancak KDP’nin PKK düşmanlığı, TC’nin PKK düşmanlığı kadar derindir. KDP’nin bu düzeyde işbirlikçilik ve ihanet içine girmesini zihniyetinde aramak lazım. KDP artık sadece bir ailenin çıkarı doğrultusunda hareket eden bir oluşumdur. Onun için Kürtlük, sadece pazarlama konusudur. Ulusallık adına artık işbirlikçilik ve ihaneti yumuşatamayız. Böyle tutumlara en iyi cevabı, Londra’da Mekap’ı kaldırarak ihanetin suratına vuran Başûrê Kurdistanlı kadın vermiştir” diye konuştu.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile güncel gelişmelere dair ANF’nin gerçekleştirdiği iki bölümlük söyleşide Halklar Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit ve Zap-Metîna-Avaşîn savaşı ve KDP ihanetine dair bölümü şöyle:
‘Rêber Apo kişiliği her türlü kötülüğe isyan kişiliğidir’
Rêber Apo herhangi bir siyasi tutuklu değildir. 1973’te soykırımcı sömürgeci Türk devletine karşı isyan bayrağı açmıştır. Ancak bu isyan, soykırımcı sömürgeciliğe büyük bir öfke ile başladığı gibi bilinçli ve iradeli bir isyan olmuştur. Rêber Apo, bu süreci İlk İsyandan Halk Savaşına adlı kitabında ortaya koymuştur. Rêber Apo kişiliği her türlü kötülüğe isyan kişiliğidir. Bu isyan kişiliği bilinçte derinleşerek bugüne kadar sürmüştür, sürmektedir. Türk devletinin ulusal politikası da ulusal stratejisi de Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmektir. Türkiye’de en büyük suç buna karşı durmaktır. Dün bunu vatanın ve milletin bölünmezliğine karşı eylem içinde olmak olarak tanımlıyorlardı. Şimdi bunu soykırımcı sömürgeciliği daha iyi kamufle edecek “terör” kavramı içine koydular. Çünkü onlarca yıl süren mücadele, bu kavramın amacının soykırımı ifade ettiğini gözler önüne serdi. PKK’nin mücadelesinin de soykırıma karşı Kürt’ün var olma ve özgür yaşama mücadelesi olduğu anlaşıldı.
Türk devleti, soykırımcılığa karşı isyan başlattığı, Türk devletinin soykırımcı gerçeğini ortaya çıkardığı, Kürt halkını bilinçlendirip, örgütleyip mücadeleye sevk ettiği için hiç kimseye, hiçbir devlete göstermediği düşmanlığı Rêber Apo’ya gösteriyor. İdamı kaldırdık ama her gün idamı yaşayacak, dediler. Öyle bir sistem kurduk ki, orada çürüyecek dediler. Hikmet Sami Türk, hiçbir güç Apo’yu oradan çıkaramaz, dedi. Tayyip Erdoğan ben yaşadığım müddetçe oradan çıkamaz, dedi. Eğer Türk devletinde zihniyet değişikliği olmazsa bu düşmanlık sürecektir. Kürt halkının özgürlük mücadelesi sürdüğü müddetçe Rêber Apo’ya farklı bir tutum beklenemez. Kürt sorunu demokratik temelde çözülmediği müddetçe farklı bir tutum beklenemez. Önderlik kendine neden bu kadar baskı ve tecrit uygulandığının bilincindedir. Zaten kendisine yönelik özel yasa ve uygulama olduğunu belirtmiştir.
Rêber Apo üzerinde dünyada görülmemiş biçimde kişiye özel yasalar uygulanıyor. Nasıl ki Türkiye’nin anayasası esasta Kürt inkarına yönelik tek maddelik ise Rêber Apo’ya yönelik uygulamalar benzerdir. Aile ve avukat görüşmelerinin uydurma gerekçelerle reddedilmesi bu nedenledir.
Şu anda soykırımcı sömürgecilikle kıyasıya bir mücadele var. Bu açıdan Rêber Apo’nun dışarıya çıkacak tek bir cümlesine izin vermezler. Zaten Rêber Apo’ya baskı ile dayatmalarda bulunuyorlar. Rêber Apo da bunları reddediyor. Kürt sorununun demokratik çözümüne hizmet etmeyen hiçbir şeyi kabul etmem, adım atmam cevabını veriyor. Özcesi İmralı’da bir mücadele sürüyor. Bu mücadeleyi tabii ki halkımız ve Özgürlük Hareketimiz de sürdürüyor.
‘Mücadelede etkili hale getirilirse tecrit de kırılır’
Kuşkusuz tecridin kırılması, Rêber Apo’nun özgürlüğü ile Kürt halkının özgürlük mücadelesi iç içe geçmiştir. Tecride karşı mücadele, Rêber Apo’nun özgürlüğü için mücadele ile Kürt halkının özgürlük mücadelesi kendi koşullarında farklı yol ve yöntemlerle sürüyor. Ancak birbirinden bağımsız ele alınacak mücadeleler değildir. Tecridin sonlandırılması ve Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için tüm mücadele yöntemlerini geliştirmek önemlidir. Hukuki mücadele önemli bir teşhir alanıdır. Bu da mücadeleye meşruiyet sağlar ve etkili kılar. Yine Rêber Apo’nun özgürlüğü için İngiliz sendikalarının öncülüğünde verilen mücadele de çok önemlidir. Zindanların 2018 ve 2019 yılında yürüttüğü mücadeleler de tecride karşı mücadeleyi ve Rêber Apo’nun fiziki özgürlük mücadelesini güçlendirmiştir. Son zamanlarda demokratik siyasal alan, demokratik örgütler ve kişilerin İmralı’yı gündeme almaları, Rêber Apo’nun özgürlüğü ile Türkiye’nin demokratikleşmesini bağlantılandırmaları ve yürüttükleri mücadele de önemlidir. 12 Haziran’da Gemlik’e yürüyüş de İmralı’nın gündemleşmesini ve Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü açısından önemli bir adımdır. Bu yönlü mücadeleleri yetersiz de olsa değerli görmekteyiz.
Tecrit ve fiziki özgürlük bu yönlü mücadeleler yanında, Kürt halkının özgürlük mücadelesini her alanda geliştirmekle sağlanır. Rêber Apo’nun özgürlüğü Kürt halkının özgürlük mücadelesinin gelişmesiyle sağlanacaktır. Rêber Apo Kürt halkına siz kendi özgürlüğünüz için mücadele edin, demiştir. Bu açıdan Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünü isteyenler Kürt halkının özgürlük mücadelesinde etkin yer almalıdırlar. Tecridi kırma ve fiziki özgürlüğü sağlama için yürütülen mücadele böyle bir mücadeleyle etkili hale getirilirse tecrit de kırılır, Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü de sağlanır.
‘Hareketli gerilla ile tünel ve mevzilerin savaş tarzı gerillanın saldırıları daha etkili karşılamasını beraberinde getirdi’
Türk devletinin saldırıları ve buna karşı gösterilen direnişi HPG-BİM gün gün açıklamaktadır. En son Halk Savunma Merkez Karargah Komutanlarından Haki Armanc savaşın geldiği düzey konusunda önemli bilgiler verdi ve kapsamlı değerlendirmeler yaptı. Halk Savunma Merkez Komutanlığı hem halkımız hem de dünyanın savaşın düzeyini bilmesi açısından yaşananları eksiksiz vermektedir. Kayıpları eksiksiz vererek savaşın büyüklüğünü ve kapsamını herkese göstermek istemektedir. Çünkü hala Kürdistan’daki savaşın düzeyini yeterince görmeyen ve gereken hassasiyeti göstermeyen yaklaşımlar var.
AKP-MHP faşist iktidarının böyle bir saldırı yapacağı biliniyordu. Gerilla buna göre hazırlandı. Geçen yılki savaşta ortaya çıkan olumlu yanlar ve yetersizlikler dikkate alınarak savaşa hazırlandı. Olumlu yanlar güçlendirilirken yetersizliklerin nasıl aşılacağı üzerinde duruldu. Hareketli gerilla ile tünel ve mevzilerin bütünlüklü bir savaş tarzı haline getirilmesi gerillanın saldırıları daha etkili karşılamasını beraberinde getirdi.
Türk ordusunun saldırıları tek bir dakika bile durmamaktadır. Bu saldırı konseptinde esas olarak insansız hava araçları ve savaş uçakları kullanılmaktadır. İnsansız savaş uçakları ve bombardıman uçakları sürekli havadadır. Bu hava saldırıları olmadan Türk ordusu karadan bir adım dahi atamamaktadır. Bu uçaklar olmazsa askerler bir saat kendini koruyamaz ve kaçmak durumunda kalır. İnsansız savaş araçları ve uçaklar sürekli direniş alanlarını bombalıyorlar. Neredeyse bombalanmadık tek bir metre kare kalmamıştır. ABD’nin Vietnam’da kullandığı bomba sayısı yıllarca gündemde kalmıştı. Dünya tarihinin en ağır bombardımanları olduğu belirtiliyordu. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Türk devletinin Kürdistan’da özellikle son yıllarda attığı bombaların toplamı 20. yüzyılda 1. ve 2. Dünya Savaşı ve Vietnam’da atılan bombaların toplamından fazladır. Bunu hiç kimse abartılı görmemelidir. Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı yürütülen saldırı düzeyini bundan da çok iyi anlayabiliriz. Şu anda Zap, Avaşîn ve Metîna hiç ara verilmeden bombalanıyor. Diğer gerilla alanları bu düzeyde bir yoğunlukla bombalanmasa da sürekli savaş uçakları ve SİHA’ların saldırısı altındadır.
‘Saddam’ın kullandığı kimyasal silahlardan katbekat fazla kimyasal silah ve zehirli gazı Türk devleti kullanıyor’
Türk devletinin hava saldırıları ve kara gücü, tüneller ile hareketli birimlerin birbirinden destek alan ve birbirini koruyan direnişi ve artan eylemleri karşısında çaresiz kalmaktadır. Bu durum karşısında başvurulan yol, kimyasal silah ve zehirli gazlara sarılma oluyor. Türk devleti 2. Dünya Savaşında kullanılan atom bombaları dışında şimdiye kadar kullanılan kimyasal silahların toplamı kadar kimyasal silah ve zehirli gaz kullanmış bulunmaktadır. Saddam’ın kullandığı kimyasal silahlardan katbekat fazla kimyasal silah ve zehirli gazı Türk devleti kullanıyor. Gerilla gaz maskeleri ve başka yöntemlerle tedbir alıyor. Ancak o kadar yoğun kullanılıyor ki, bu da önemli gerilla kayıplarına yol açıyor. Türk devleti bu kadar ağır suç işliyor; ancak göz yumuluyor. NATO’nun 2. büyük ordusunun kimyasal silah kullanması, NATO’nun silah kullanmasıdır. Bu nedenle başka yerlerde kimyasal silah konusunda hassasiyet gösteren, kıyamet koparan ABD ve Avrupa, NATO üyesi Türkiye’nin işlediği bu suçları görmezlikten geliyor. Böylece suç ortaklığını örtmeye çalışıyorlar.
Gerillanınki yenilmeyecek bir savaş tarzı
Tüm bu saldırılara karşı gerilla, savaş tarzında yarattığı değişiklikler temelinde fedaice direniyor. Mevcut tarzı esas olarak başarıya götüren, Apocu fedai direnişçiliktir. Mevcut tarz fedai ruhla yürütülürse yenilmeyecek bir savaş tarzıdır. Apocu fedai ruh, Demokratik Modernite zihniyeti ile yenilmez gerilla haline gelmiştir. Bu gerillacılık Rêber Apo’nun en büyük teknik insandır, tezini bir daha doğrulamıştır. Bu fedai güç her türlü savaşa hazırlanmıştır. Düşman saldırısı ve işgalini de tarihi rolünü oynama konusunda bir fırsat olarak görmektedir. Tek düşüncesi düşmanı yenilgiye uğratmak olan bir mücadele vermektedirler. Ağır ve sürekli bombardımanlarla yapılan hava savunmasıyla ilerlemek ve alana girmek isteyen güçlere her gün, her saat darbe vurulmaktadır. İşgalci soykırımcı güçler parça parça tasfiye edilmektedir. Düşmanın kara gücünün saldırganlığı kırılmıştır. Zorla hava gücü desteği ve kimyasal silah gücü ile gerilla üzerine sürülmektedir. Ancak gerillanın vurduğu darbeler, bu savaşı komuta eden Türk subaylarını da, askerlerini de, çetelerini de umutsuz hale getirmiştir. Ancak AKP-MHP iktidarının savunma bakanı Hulusi Akar ve onun emrindeki generaller bu savaşta ısrar ediyorlar. Bu iktidar ve onunla hareket eden generaller için bu savaş sürdürülüyor.
‘Artık bu iktidar çöküşe kadar bu savaşı sürdürecektir’
Bu dönemdeki saldırıların 2008 ve öncesindeki saldırılardan farkı var. En başta siyasi koşullar değişti. TC’nin bize yönelik savaşı aynı zamanda Ortadoğu merkezli 3. Dünya Savaşının parçası haline geldi. Türk devleti 3. Dünya Savaşı koşullarından yararlanarak Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezip soykırımı tamamlamak istiyor. 1. Dünya Savaşı ortamında Ermeni soykırımını gerçekleştirmişti. Şimdi de 3. Dünya Savaşının tozu dumanı içinde Kürt soykırımını tamamlamak istiyor. Öte yandan 2015’le birlikte Türkiye’de savaşa, iç ve dış düşmanlar yaratmaya dayalı bir iktidar oluştu. MHP’nin iktidar ortağı olması tabii ki Kürt düşmanlığına ve savaşa dayanacaktı. Bu siyasi güçlerin başka siyasi projeleri yoktur. Zaten demokrasiyi kendi siyasi düşünceleri ve programları için düşman olarak görürler. MHP’nin tek bir siyasi programı vardır; o da Kürtleri soykırıma uğratma temelinde Turan dedikleri büyük Türk dünyası yaratmaktır. AKP de demokratik bir geleneğe sahip olmayan bir dinci zihniyete sahiptir. Milliyetçilik ve dincilik tekçi karaktere sahiptir. Bunların buluşması soykırımcı zihniyeti ortaya çıkarır. AKP-MHP iktidarında Türk-İslam sentezi oluşmuştur. Türk devlet geleneğindeki soykırımcı karakter ile AKP-MHP faşist iktidarının bu zihniyeti buluşunca demokrasi ve Kürt düşmanlığı zirve yapmıştır. AKP-MHP faşist iktidarının ayakta kalması için Kürt düşmanlığı yapması ve demokrasi güçlerini ezmesi gerekir. Bu iktidarın başka türlü yaşama şansı kalmamıştır.
Bu nedenle Türkiye’nin tüm imkanları, AKP-MHP faşist iktidarını ayakta tutmak için bir kumar masasına sürülür gibi Kürtlere yönelik savaşa sürülmüştür. Diplomasi de, ekonomi de, iç siyaset de, eğitim de, sanat da, kültür de, spor da AKP-MHP iktidarını ayakta tutmaya endekslidir. Gerçekten tam bir kumardır. Artık bu iktidar çöküşe kadar bu savaşı sürdürecektir. Demokratik bir ülkede siyasi mücadele temelinde var olmak isteyen ya da var olacak siyasi güçler olmadığı için böyle bir savaş, onların karakterinin sonucudur. Onlardan başka bir politika da beklenemez.
‘Zap sendromu yaşıyorlar’
AKP-MHP iktidarının ne ekonomi, ne demokrasi ne de başka konularda öne süreceği ve destek alacağı bir düşüncesi ve siyasi anlayışı vardır. Bu nedenle sembolik de olsa bir zafer amaçlıyor. 2021 yılında Garê’de bazı alanları ele geçirip, gerillaya darbe vurup, esirleri Türkiye’ye götürüp şov yaparak seçime gidecekti. Öyle ki, Tayyip Erdoğan önceden şu gün müjde vereceğim demişti. Filmlerdeki savaş fantezilerini uygulayacağını sanıyordu. Ama büyük bir bozgun yaşadı. Daha sonra Metîna, Zap ve Avaşîn’e girmek istedi, yine başarısız kaldı. 2021 yılında başarısızlığa uğrayanlar 2022 yılının 17 Nisan’ında bu defa Zap merkezli bir saldırı başlatarak sonuç almak istediler. Bu nedenle Pençe-Kilit adını verdiler. Kilidi Zap’ta açarak tüm alana girmeyi ve arkasından da seçime gitmeyi hedefliyorlardı. Ne var ki, bu defa tam olarak gerillaya tosladılar. Öyle ki, Erdoğan, Bahçeli, Akar ve Soylu’nun dengeleri bozuldu. Bu nedenle herkese saldırıyor ve suçluyorlar. Öyle ki, tüm başarısızlıklarını iç muhalefete ve dış güçlere bağlıyorlar. Tabii Özgürlük Hareketi ve demokrasi güçlerine karşı verdiğimiz savaşı kazanamadık, biz tükendik, diyemiyorlar. Zap’ı ele geçirip zafer ilan edeceklerdi, şimdi ise Zap sendromu yaşıyorlar.
‘Özgürlük Hareketi olarak verdiğimiz mücadele; Ortadoğu kadınlarının özgürlük mücadelesidir’
Şu anda Türkiye’nin doğu ve güneydoğu alanında Kürtler var. Bir nevi Kürdistan Araplarla komşu. Türkiye’nin Arap ülkeleriyle sınırlarında Kürtler var. Kürtler Türkiye ile Arap ülkeleri arasında bir tampon bölge. Bir barikat da diyebilirsiniz. Türk devleti Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirerek sadece Azerbaycan ve Orta Asya’ya ulaşmak için değil; Arap ülkelerine yönelmede kendisi için sorun olan Kürtleri de ortadan kaldırmayı hedefliyor. Öte yandan Türkiye demokrasi düşmanıdır. Türkiye’de Kürt düşmanlığı ile demokrasi düşmanlığı iç içe geçmiştir. Kürtler, başka topluluklar yararlanır diye demokrasi düşmanlığı yapılıyor. Bu nedenle sadece Türkiye içinde değil, Türkiye dışında da demokrasi düşmanlığı yapıyor. Örneğin Suriye’nin de Kürt sorununun çözümü temelinde demokratikleşmesine karşıdır. Türkiye Ortadoğu’da demokratikleşmenin gelişmesini istemiyor. Ortadoğu’da DAİŞ, El Nusra ve İhvan gibi tüm gerici ve demokrasi düşmanı güçlerin arkasındadır.
AKP-MHP iktidarı Suriye’de Türk devletinin çıkarı, Irak’ta Türk devletinin çıkarı, Kuzey Afrika’da Türk devletinin çıkarı, Akdeniz’de, Balkanlar’da, Kafkasya’da Türkiye’nin çıkarı demektedir. Herkes Türk devletinin çıkarına hizmet etmelidir. Bu aslında Kürt soykırımına göz yumulmalı, Ortadoğu başta olmak üzere Türklerin yayılma politikasına destek verilmeli anlamına gelmektedir.
Türkiye Ortadoğu’nun en temel demokratik gücü olan Kürtlere düşmanlığıyla da demokrasi düşmanlığı yapmaktadır. Irkçı, şoven, yayılmacı karakterine karşı direnen Kürtlerin özgürlük mücadelesini ezerse neo Osmanlı denilen yayılmacılığı karşısında kimse duramayacaktır. Bu açıdan Özgürlük Hareketi olarak verdiğimiz mücadele tüm demokrasi güçlerinin ve halklarının mücadelesidir; tüm Ortadoğu kadınlarının özgürlük mücadelesidir. Kadınlar başta olmak üzere Ortadoğu’nun tüm demokrasi güçleri, halkları, tüm inanç toplulukları Kürt halkının özgürlük mücadelesi tasfiye olursa ortaya nasıl bir Türkiye’nin çıkacağını hesaplamalıdır. Olumsuzluk halinin düşünülmesini istedik ki, direnişimizin ne anlama geldiği iyi anlaşılsın.
‘Kürt halkının özgürlük mücadelesinin anlamını ve değerini herkes bilmelidir’
Özgürlük Hareketimiz AKP-MHP faşist iktidarının yürüttüğü bu saldırıları kırdığı an sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun çehresi değişecektir. En fazla da Türkiye değişecektir. Türkiye, demokrasi güçlerinin yüzyıllık mücadele birikimine dayanarak Ortadoğu’nun çarpıcı demokratik ülkesi haline gelecektir. Ortadoğu gericiliğinin merkezi etkisizleştiğinde Ortadoğu’da demokrasinin kapıları sonuna kadar açılacaktır. Ortadoğu’da halklar ve inançlar kardeşçe birlikte yaşayacaktır. Her halk, her kültür, her inanç ve kadın kendi kimlikleri ve iradeleriyle özgürce yaşayacaklardır. Bu açıdan Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için en etkin mücadeleyi veren Kürt halkının özgürlük mücadelesinin anlamını ve değerini herkes bilmelidir.
Kürt halkının özgürlüğü temelinde Türkiye demokratikleştiğinde Ortadoğu’da yeni bir çağ başlayacaktır. Rêber Apo’nun dediği gibi Kürt teşisi dönecek Ortadoğu’yu demokratik uygarlığa taşıyacaktır.
‘KDP varlığını AKP-MHP iktidarına dayamıştır’
Her gün tekrarladıkları gibi bu işgal harekatından sonuç alacaklarını söylüyorlar. Zaten bu faşist iktidar yıllardır nerede özgür Kürt varsa ezeceğim diyor. Çünkü özgür Kürt gerçeğinde kendi soykırımcı sömürgeci, yayılmacı zihniyet politika ve sistemlerinin çökeceğini biliyorlar. Rêber Apo’ya bu kadar düşmanlıklarının nedeni, ortaya koyduğu paradigmanın demokratik özgür toplum gerçeği yaratacak olmasıdır. Bu nedenle Özgürlük Hareketimiz ezilmek istenmektedir. Bunu bir var olma savaşı olarak görüyorlar. Yani Kürtlerin ölümü üzerinde soykırımcı sömürgeci zihniyet ve sistemlerini yaşatmayı hedefliyorlar. Son birkaç yıldır Rêber Apo’nun zihniyeti ve bunun yarattığı mücadelede kendi sonlarını görüyorlar. Özgürlük mücadelemizin Türkiye demokrasi güçleri ve kadınları üzerindeki etkisi bu iktidarı fazlasıyla zorlamaktadır. Bu yılki saldırı hem mevcut zihniyeti hem de iktidarı yaşatma saldırısı olmaktadır. Nitekim bizim mücadelemizin her türlü gerici egemenlikçi zihniyet ve politikanın sonunu getireceğini görüp tüm özgürlük ve demokrasi düşmanlarını da harekete geçirdiler. Özellikle KDP ve korucuları harekete geçirmesi bu temeldedir. KDP de zihniyet ve politikalarıyla tamamen halktan koptuğu için varlığını AKP-MHP iktidarına dayamıştır. Bu iktidar kaybederse kendisinin de kaybedeceğini düşünüyor. Korucular da AKP-MHP iktidarı kaybeder ve demokratikleşme gelişirse şimdiye kadar yaptıklarından dolayı Kürt toplumu içinde barınamayacaklarından korkuyorlar.
‘Türk devleti sıkıştıkça KDP daha fazla savaşın içine girmektedir’
Kuşkusuz KDP’ye ve koruculara bazı sözler vermişlerdir. Ya da KDP, PKK ve özgürlük mücadelesi tasfiye olursa tüm siyasi grupları tasfiye edip Kürtler üzerinde tam hegemonya kuracağını hesaplıyordur. Demokratik zihniyet olmadığından hiçbir Kürt siyasi gücü ile eşit ve demokratik anlamda birlikte yaşama yaklaşımları yoktur. KDP’nin Türkiye ile kurduğu ekonomik ilişkiler de böyle kirli bir ortaklığı yaratmıştır. 17 Nisan’da başlattıkları saldırıyı PKK’yi bitirme saldırısı olarak gördüklerinden KDP bu defa açık bir biçimde bu savaşın içine girmiştir. KDP’ye bazı sözler verilmiş olabilir ancak KDP’nin PKK düşmanlığı, TC’nin PKK düşmanlığı kadar derindir. KDP de AKP-MHP iktidarı gibi geleceğini Kürt özgürlük mücadelesinin tasfiyesinde görüyor. KDP’nin bu düzeyde işbirlikçilik ve ihanet içine girmesini zihniyetinde aramak lazım. Yoksa KDP’nin işbirlikçilik ve ihanetine başka neden aramak bu gerçeği görmezlikten gelmek olur. PKK’nin ya da başka bir siyasi gücün yaptığı yanlışlıktan dolayı KDP bu tutum içine girmemiştir. KDP artık sadece bir ailenin çıkarı doğrultusunda hareket eden bir oluşumdur. Kürtlük davası yoktur; sadece Kürtler üzerinden çıkar elde etmek isteyen bir güç haline gelmiştir. Onun için Kürtlük, sadece pazarlama konusudur. Soykırımcı sömürgeci bir gücün Kürtlerin özgürlüğü ve demokratik yaşamı konusunda hiçbir söz vermeyeceğine göre verilmiş bazı sözler varsa bu tamamen bu ailenin çıkarı ve Kürtler üzerinde hakimiyetini sürdürme yönlü olabilir. Soykırımcı sömürgecilik Kürtleri kontrol altında tutmak için 1960’lı yıllardan beri KDP ile ilişki içindedir. 1960’lı yıllarda dünyanın her yerinde ulusal kurtuluş mücadelesi gelişirken Bakur’da bu yönlü bir gelişme olmadıysa; Dr.Şivan ve arkadaşları tasfiye edildiyse nedeni de budur.
Türk devleti sıkıştıkça KDP daha fazla savaşın içine girmektedir. Gerilla alanlarına cephane, erzak gidişini engelliyor. Gerilla güçlerinin birbirleri arasındaki ilişkiyi kopararak hareket alanını daraltıyor ve yardımlaşmalarını önlüyor. KDP, şimdi bundan öte adımlar atarak kuşatmayı daraltmaya, bazı gerilla alanlarını TC adına ele geçirmeye çalışıyor. TC’ye verdiği her türlü desteği şimdi böyle bir aşamaya vardırma adımları atıyor. Buna karşı HPG Komutanlığı KDP’yi uyarmıştır. KDP bu adımları bilerek atıyor. Bu açıdan esas olarak halkın, kadınların, gençlerin ve tüm yurtsever siyasi güçlerin, aydınların, yazarların ve sanatçıların KDP’nin bu tür adımlarına dur demeleri gerekiyor. Eğer KDP’nin bu adımları engellenemezse KDP’yle çatışma Metîna, Zap, Avaşîn, Heftanîn’le sınırlı kalmaz, tüm gerilla alanlarına ve çevresine yayılır.
‘KDP işbirliğini ve ihanetini bu düzeye çıkarmışken artık KDP’ye çağrı yapmanın anlamı yoktur’
Kürt halkının son dönemde işgal konusunda ihanetin rolünü ortaya koyması; Türk devleti ile benzer görmeleri en doğru yaklaşımdır. Çünkü gelinen aşamada KDP’ye çağrı yapmak ya da Türk devletinden ayrı görmek, KDP’nin işbirlikçiliğini ve ihanetini örtmeye yarar. Tabii ki bizim ve halkımızın bu yönlü çağrılar yapması ulusal sorumluluk gereğiydi. Ancak artık KDP’ye bu işbirlikçiliği bırak, ihaneti bırak, Kürt halkı ile siyasi güçleriyle birlik ol demenin bir anlamı yoktur. KDP işbirliğini ve ihanetini bu düzeye çıkarmışken artık KDP’ye çağrı yapmak ve beklenti ifade etmek, sadece işbirlikçiliği ve ihaneti sürdürmesine hizmet eder. Öte yandan KDP’ye bu yönlü çağrılar, sanki KDP’nin bu tutumlara girmesinde PKK ya da başka Kürt örgütlerinin payı varmış gibi bir algı yaratır. Bu nedenle bu tür tutumlardan kaçınmak, KDP’nin yaptığını, ne olduğunu ortaya koymak ve karşı durmak gerekir
Eğer KDP’nin yaptığını YNK veya PKK yapsaydı Kürt halkı ve kamuoyu olarak ne denilirdi ya da nasıl tavır takınılırdı? Kaldı ki KDP bunu yeni yapmıyor. Doğu Kürdistan’daki Kürt örgütlerinin İran tarafından tasfiye edilmesinde KDP aktif rol almıştır. 1997 yılında YNK’nin kontrolünde olan Hewlêr’i Saddam’ın desteğiyle ele geçirmiştir. Saddam askerleri desteğiyle birlikte ele geçirdiği Hewlêr’de birçoğu gazi ve hasta olan onlarca PKK kadrosunu acımasızca katletmiştir. NATO ülkesi olan Türkiye’de 1960’lı yıllarda Kürt halkının özgürlük mücadelesinin gelişmemesi için KDP kullanılmıştır. KDP kendi aşireti içindeki yurtsever kesimleri tasfiye ettiği gibi birçok aşireti de baskı ve katliamlarla teslim almıştır. KDP’nin düşmanla işbirliği ve ihaneti konusunu burada tümüyle anlatamayız. Kendi aile çevresinden olan Eyüp Barzani’nin yazdıkları bile KDP gerçeğini anlamada birçok veri sunmaktadır.
Biz gerçekten Hareket olarak KDP’nin bu konumdan çıkması için çok çaba gösterdik. Birçok olumsuzluklar içine girmesine rağmen Türk devleti daha fazla kullanmasın, daha fazla Türk devletinin kucağına gitmesin diye sabırlı ve esnek davrandık. Bazı ihanetlerine karşı açık tavır almadık. Bazı işbirlikçi ve ihaneti konusunda uyarılar yaparak gidermek istedik. Örneğin Garê, Metîna başta olmak üzere Behdinan alanında Mit-Parastin ortaklığıyla yüzlerce gerillanın savaş uçakları ve SİHA’larla vurdurulması konusunda böyle yaklaştık. Ancak KDP bu tutumlardan vazgeçmedi. KDP açıkça politikasını TC ile işbirliğine dayandırmıştır. Dolayısıyla tüm politikalarını da bu eksende yürütmektedir. TC ile birlikte Kürdistan tarihinin en büyük özgürlük hareketini ve gerillasını tasfiye etmek istemektedir.
Şengal’i tek bir kurşun sıkmadan terk edip Êzidîleri DAİŞ’in soykırım bıçağı altına koyan; binlerce Êzidî kadın ve çocuğu DAİŞ’in tecavüzüne bırakan KDP, şimdi de Êzidîleri Şengal’de TC’ye vurdurtmaktadır. Irak’ın Şengal’e saldırmasını isteyen, bu konuda Irak’a şantaj yapan da KDP’dir. Şengal’de Êzidîlerin TC saldırılarıyla katledilmesinde KDP’nin eli vardır. Bu konuda eli kanlıdır.
‘Ortadoğu halkları ve demokrasi güçleri PKK’nin öncülük ettiği mücadeleye destek vermelidirler’
Rojava’ya saldırıları ve işgalleri meşrulaştıran da KDP’dir. KDP’ye bağlı örgütler ve gruplar, Rojava’da bu işgallere ne karşı çıkıyorlar ne de işgale karşı mücadele ediyorlar. Hala işgal yapan TC ve çetelerle kol koladırlar. Böyle yurtseverlik nerede görülmüştür? Bunun adı her yerde ihanettir. Kürdistan’da ihanetin ve işbirlikçiliğin ölçüleri de muğlaklaştırılmıştır ya da bazı çevrelerce muğlaklaştırılmaktadır. Zaten Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesinde zorlanmalarının en önemli nedenlerinden biri de işbirlikçilikle ihanetin muğlaklaştırılması, hatta KDP gerçeğinde görüldüğü gibi normalleştirilmesidir.
Böyle tutumlara en iyi cevabı Londra’da Başûrê Kürdistanlı kadın vermiştir. Mekap’ı kaldırarak ihanetin suratına vurmuştur. İhanet ve işbirlikçilik artık bu tutumlarla önlenir. Ulusallık adına artık işbirlikçilik ve ihaneti yumuşatamayız. Bu ulusal yaklaşım olmuyor. Ulusal özgürlük mücadelesini zayıflatıyor. Eğer KDP şimdiye kadar bu politikasını sürdürdüyse bunda tutumların yetersizliği de önemli rol oynamıştır. Eğer KDP’nin bu tutumlarını bırakmasını istiyorsak, o zaman yaptıklarına karşı açık ve net tutum ortaya koymak gerekecektir.
Bu açıdan artık ulusal birlik, ulusal kongre derken KDP’yi de bunun içine koymak; zaman kaybetmek ve bu tür adımların sabote edilmesine göz yummak olur. KDP’nin ulusal birlik gibi bir derdi yoktur. Onun hedefi tüm siyasi güçleri hegemonyası altına almaktır. Bu açıdan Kürt ulusal birliğini artık KDP’siz düşünmek, KDP ve etkisi altındaki siyasi güçler dışındaki tüm siyasi partiler ve örgütlerle ulusal birlik çalışmalarını yürütmek gerekmektedir. Çünkü böylesi tarihi bir süreçte böyle bir çalışmayı yürütmemek Kürt halkının her alandaki özgürlük mücadelesine zarar vermektedir. KDP’nin ulusal birliğe zarar veren zihniyeti ve politikaları da ancak böyle aşılabilir. Belki o zaman KDP içindeki yurtsever eğilimler KDP’nin olumsuzluklarına tutum koyarak KDP’nin ulusal birliği engelleyen zihniyet ve politikalarının önüne geçebilirler.
Kürt halkının işbirlikçiliğe ve ihanete karşı tutumu her gün daha fazla gelişmektedir. Kürt halkı bu tutumunu açıklama ve eylemliliklerle daha net ortaya koymalıdır. Komşu halklar ve demokrasi güçleri de bilmeli ki, PKK’nin özgürlük mücadelesi Ortadoğu’da da işbirlikçiliğe ve ihanete karşıdır. Kürt halkı ve mücadelesi de KDP gibi örgütlere bakılarak değerlendirilmemelidir. Sadece Kürtlere değil, Ortadoğu halklarına zarar veren bu siyasi güçleri geriletmemiz için tüm Ortadoğu halkları ve demokrasi güçleri PKK’nin öncülük ettiği mücadeleye destek vermelidirler.
DEVAM EDECEK…