HABER MERKEZİ
Tarih boyunca Kürdistan coğrafyası hem büyük evrimsel dönüşümlerin hem de büyük devrimsel çıkışların mekânı olmuştur. Mezopotamya’nın insanlığın beşiği olduğu artık tartışma götürmezken, neolitiğin yurdu olduğu her arkeolojik kazıda daha da netleşmekte, ‘verimli hilal’ adlandırılmasıyla coğrafyanın zenginliğine işaret edilmektedir. Bu topraklar aynı zamanda egemenlikçi sisteme karşı da hep bir direniş mekanı olmuştur. Değişik felsefi ve dini adlandırmalarla da olsa, toplumsal duruş hep var olmuştur. Kürdistan’ın dinamizmi ve evrensel önemi inkâra gelemeyecek kadar açıktır. Nitekim bunu çok iyi bilen uluslararası güçler her daim Kürdistan’ın etrafında fır dönmüşlerdir, dönüyorlar. Uluslararası güç odaklarının Kürdistan’a olan kesintisiz ilgisi tarihten gösterilebilecek birçok örnek ile gözler önüne serilebilir. Ama yazımızda tarihler ve olaylar sıralamaktansa, Kürdistan’da ve civarında bugün neler olduğuna yönelik bazı şeyleri anlaşılır kılmaya çalışacağız.
Kürdistan’ın Öncelikle çok yüzeysel de olsa Kürdistan’da şu an neler oluyor bir bakalım:
1. Kuzeyinde PKK’nin öncülüğünde 40 yıla varan bir mücadele ile Kürdistan halkının Türk devletinin faşizmine karşı mücadelesi devam etmektedir.
2. Kürdistan’ın Güneyinde yıllarca diktatörlüğe karşı direnen ve sonucunda kimyasal katliamlara maruz kalan bir halk gerçekliğinin yanı sıra aynı zamanda küresel süper güç Amerika’nın 2003’te Irak’a müdahalesi sonucu ortaya çıkan bir iktidar kargaşası içerisinde beslenip büyütülen ama onuru iade edilmeyen bir işbirlikçi Kürt oluşumu süregelmektedir.
3.Kürdistan’ın Doğusunda PJAK etrafında kenetlenen Kürt halkı İran İslam Cumhuriyeti’nin baskılarına karşı direnişini yükseltmektedir.
4. Kürdistan’ın Güneybatısında ise yıllarca vatandaş bile sayılmayan Kürtler Önder Apo’nun felsefi öncülüğünde kendi özyönetimini gün geçtikçe bedenleştirmektedir.
Çok basite indirgemiş olsak da bu kısa belirleme bile Kürdistan’ın dört parçasında ne tür bir denklemin var olduğunu anlamak için yeterlidir. Kürt halkı Kürdistan’ın tüm parçalarında kendi öz gücüne dayanan mücadelesini büyüterek sürdürürken Kürdistan’ın parçalarını kendi sınırlarında tutan devletlerin durumu ise hiç de iç açıcı değil.
1. Suriye ile başlamak gerekirse; ülke tamamen küresel kaosun kendisini en çok hissettirdiği bir mekân haline gelmiştir. Başta Türk devleti olmak üzere, çeşitli odaklar tarafından desteklenen “Özgür Suriye Ordusu” ve Suriye devleti arasındaki çatışma şiddetleniyor. Bu durum Suriye ordusunun savaş uçaklarının kendi şehirlerini bombalamasına kadar varmıştır ve sürecin akıbeti ise belirsizliğini korumaktadır.
2. İran her ne kadar şu sıralar gündemin yoğunluğundan kaynaklı biraz gözden kaçıyor olsa da İslam Cumhuriyeti’nin küresel çapta kronik bir kaos ortamı yarattığı biliniyor. İsrail ile atışmaları, küresel sermaye güçleriyle yaşadığı çelişkiler ve anti-demokratik yapısı sıranın kendisine de geleceğini göstermektedir.
3. Irak’a gelirsek öncelikli olarak belirtilmesi gereken husus ülkenin de-facto olarak iki ülke olduğudur. Kürdistan boyutuna yukarıda değindiğimiz için burada Irak merkezi hükümetinin durumunu belirtmek ile yetineceğiz. Şu sıralar Federal Kürdistan hükümetinin petrol şirketleriyle anlaşmalar imzalaması ve egemenlik paylaşımı nedeniyle yoğunca karşı karşıya gelmiş durumdadır. Amerika’nın 2003’teki işgalinden sonra ülke bir türlü istikrara kavuşamazken, günlük olarak patlayan bombalar onlarca can almaya devam etmektedir.
4. Son olarak bir zamanlar Ortadoğu’nun parlayan yıldızı olmaya gayret gösteren ve öyle lanse edilmeye çalışılan Türkiye ise şu günlerde hemen hemen tüm devletlerle karşı karşıya gelmiş durumdadır. Sorun yaşadığı ülkeleri saymak için uzun bir liste gerekir. Erdoğan’ın ‘kardeşim’ dediği Beşar Esad’ı yıkmak için muhalif güçlere finansal ve askeri destek sunduğu açıkken, İran ile sürmekte olan kavgalı diplomatik ilişki Suriye somutunda pratik bir savaş halini şimdiden almış durumdadır. Irak bile artık uluslararası arenada şamar oğlanına dönen Türkiye’yi son günlerde Rusya’dan satın aldığı savaş uçakları ile vurmakla tehdit etmekten geri durmuyor. En son Moskova-Şam seferi yapan Suriye havayollarına ait bir uçağı askeri mühimmat taşıdığı iddiasıyla F-16’lar eşliğinde Esenboğa havalimanına indiren Türk devleti Rusya ile olan ilişkilerini bile kırılma noktasına getirdi.
Kürdistan’daki durumu kısaca ifade ettikten sonra bu coğrafyanın evrenselliği ile bağlantılı olarak Dünya’da da kısaca neler olup bittiğini anlamak aydınlatıcı olacaktır, çünkü diyalektik gereği Kürdistan ne kadar dünya için belirleyiciyse, dünya da bir o kadar Kürdistan için belirleyicidir.
İlk olarak Avrupa’ya bakarsak; ekonomik krizin kendisini ciddi bir şekilde hissettirdiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz şu an itibariyle ekonomik çöküşün eşiğinde görünen ülkeler olsalar da bu tehlike çok olası bir şekilde İngiltere, Fransa ve Almanya’nın da önünde duruyor. İşsizlik oranları, yakıt fiyatlarının anormal yükselişi ve Avrupa Birliği’nin dağılacağı söylentileri bu olasılığın sinyallerini veren faktörlerden sadece bir kaçı. Bu krizi tam bir kriz yapan gerçek ise kapitalist sistemin en temel illüzyonu olan çözüm üretkenliğinin hiçbir işe yaramadığıdır. Sistem çırpındıkça batıyor!
Amerika’daki durum ise ekonomik bakımdan çok farklı olmazken siyaseten daha kötü bir haldedir. Ekonomik olarak Amerika hiç sağlıklı bir süreçten geçmiyor. Küresel finans krizinin başladığı ülkedeki bu yıl yapılacak olan başkanlık seçimi, tamamen ekonomiye kilitlemiş durumda, o kadar ki Amerikan halkı partizanlığı bir tarafa bırakarak oyunu adayların ekonomik vaatlerine kilitlemiş durumda. Siyaseten ise Afganistan’daki çıkmazı, Irak müdahalesini yüzüne gözüne bulaştırması ve Bush’un verdiği tahribatı toparlamak ile yükümlü olan Obama’nın da bir önceki başkandan sadece ten rengi itibariyle farklı olduğunun ortaya çıkması, Amerika’nın Suriye’ye müdahale konusunda cesaretini yerle bir etmiş durumdadır. Mevcut durumda ABD, uluslararası arenada adeta beli bükülmüş ve ayakta durmakta zorlanan bir yaşlıyı andırmaktadır. Nitekim Libya’da elçiliğini bile koruyamaz haldedir, bölgeye dönük planlamaları önemli ölçüde çökmekte veya dikiş tutmamaktadır.
Ortadoğu’ya gelince, sistemin çıkmazı adeta gözler önündedir. Uygarlık tarihinde öncü rolünü Avrupa merkezli kapitalist iktidara kaptıran Ortadoğu, artık sistemin yedek parçası haline indirgendiği için bölgedeki gelişmeler Batı’nın çarpık bir yansıması olmaktan öteye gidememektedir. Bu bağlamda Arap baharı denilen ama aslında Batı’nın Kışı olan süreç merkezi hegemonyanın bağışıklık sisteminin çöküşünü ifade etmektedir. Mısır’da görüldüğü gibi yıllar önce Batı devletleri tarafından oluşturularak desteklenen diktatörlere karşı ayaklanan halk, artık Batı’nın ambalajlı ‘pansuman’larını bile yutmayarak gerekirse sürekli ayaklanma halinde olarak anti-demokratik yapılanmaları yıkabileceğini gösterdi. Eskiden bir kaç hain aileye para yedirerek kontrol altına aldıkları ülkeler bugünlerde kendilerinden çok daha fazla tavizler koparmaktadır. Irak, Afganistan, Suriye, Lübnan, Mısır, Libya ve tabi ki kronik olarak Filistin-İsrail adeta sistemin son dönem karnesinin zayıflar ile dolu olduğunu göstermektedir.
Dünya’nın bu durumu göz önündeyken Önder Apo’nun en fazla 50 yıl sürdüğünü söylediği ve Immanuel Wallerstein’in da 20-30 yıl civarı olduğunu belirttiği bir kaos sürecinin tam ortasında olduğumuz rahatlıkla söylenebilir. Kaos denilen bu süreç eski sistemin artık yürüyemeyeceğini göstermekte, dolaysıyla ya sistemi tamir edip bir süre daha idare edebilecek bir şekilde yürümesini sağlamak gerekecek ya da yepyeni bir sistem ile yola devam etmek gerekecek. İktidar güçleri tarih boyunca böylesi süreçleri hep statükoyu koruyarak atlatmak isterken, demokratik modernite güçleri ise her daim yeni kaosları içinde barındıran bu bozuk sistemin yerine, ahlaki ve politik bir sistemi inşa etmek istemişlerdir. Şu an itibariyle dayandığımız nokta ise tam da burası. Bu kaos aralığında bir tarafta statükoyu ve iktidarını korumak için uğraşan kapitalist hegemonya varken, diğer tarafta insanlığın beş bin yıllık özgürlük arayışının günümüz temsilcisi olan, bu tarihsel mücadeleyi güncelde Kürdistan ile bütünleştiren ve Önder Apo’nun hakikat arayışı öncülüğündeki PKK durmaktadır.
Özgürlük mücadelesini yürütenlerin dikkat etmesi gereken husus şudur ki, bu tür kaos süreçlerinden her iki tarafın da başarı ile çıkabilme şansı vardır. Bu anlamda “zaten kapitalizmi ister istemez sosyalizm takip edecektir” gibi düz ve çizgisel bir yaklaşımı kapitalist sistemin ömrünü uzatmaktan başka hiç bir şeye yaramayacağı gibi, bu beklenti aynı zamanda sosyalizmin ruhuna da uymamaktadır. Sosyalizm ne yaşanmış, olmuş, bitmiş bir şeydir ne de henüz olmayan ve gerçekleştirilmesi arzulanan bir hülyadır. Toplumsal doğa olarak sosyalizm, aynı anlama gelmek üzere toplumculuk bireyciliğin tavan yaptığı günümüzde zayıflamış da olsa vardır ve anda gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla sosyalizmi an’ın dışına atarak değerlendirmek yanlıştır ve oportünizmden başka bir anlama gelmez. Bu yaklaşım ve bunu temsil eden kesimlerdir asıl kapitalist hegemonyaya dayanak olanlar.
Merkezi hegemonya halklar karşısında yürüttüğü gasp savaşını çok ciddi, disiplinli ve kesintisiz bir şekilde sürdürmektedir. Onlar insanlığa nasıl bir darbe vurduklarını çok iyi bildikleri için işlerinde ciddi olmaları gerektiğini biliyorlar. Hegemonik güçler, tarihte de sıkça görüldüğü gibi kirli geçmişlerini ve mevcut oyunlarını deşifre eden kişilere karşı da acımasız bir şekilde yönelmektedirler. Bu nedenledir ki 9 Ekim Uluslararası Komplosunu uygarlık tarihi boyunca halklar ve iktidarcı güçler arasında süren kesintisiz mücadele bağlamında ele almamak mümkün değildir. 90’ların başından itibaren “ulusal kurtuluş mücadelesini kapıyı açmak için bir kilit olarak kullandığını” söyleyen Önder Apo, PKK’yi aslen bir “yeniden insanlaşma hareketi” olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle insanlıktan çıkışı ifade eden mevcut sistemin korkulu düşmanı olması gayet anlaşılır olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, mevcut komplocu küresel hegemonik güçler, ilk yalancılar olan Sümer Rahiplerinin, ilk emperyalistler olan Akad İmparatorlarının ve en yetenekli komplocular olan Roma egemenlerinin devamıdırlar. Buna karşın, Önder Apo öncülüğündeki Kürdistan özgürlük hareketi de Urfa’da putları parçalayan Hz. İbrahim’in, Roma’ya karşı direnen Hz. İsa’nın, Sokrates’in, Hallac-ı Mansur’un, Leo Tzu’nun, Bruno’nun, Marx’ın, Engels’in, Lenin’in, Che’nin, Mahir’in, Deniz’in devamıdır. Yani doğal topluma beş bin yıl önce vurulan iktidar ve hiyerarşi darbesine karşı yeniden insanlaşma adına mücadele eden tüm insanların ve halkların mücadelelerinin bileşkesidir.
Yazımızın da başlığı olan “Nasıl Bir Kürdistan?” sorusu şu an itibariyle insanlığın geleceğinin kilitlendiği soru olmaktadır. Merkezi hegemonya bu gerçeğin farkındadır ki çıkışından itibaren onurlu ve sosyalist bir Kürdistan için savaşan PKK’nin karşısında bazen arka planda bazen de Önder Apo’ya karşı geliştirilen komploda olduğu gibi ön planda olmak üzere aktif bir şekilde savaşmaktadır. Fakat hegemonik sistem Önder Apo şahsında –belki de uygarlık tarihinde ilk defa– uygarlık tarihine hapsolmayan, onun hastalıklı yöntemleriyle ona karşı savaşmayan ve onun tüm kirli yüzünü deşifre etmiş bir insana toslamıştır. Amerikalı yetkililerin bile söylemekten çekinmediği 9 Ekim Uluslararası Komplosunun asıl hedefi Önder Apo’nun düşüncelerini tutsak etmekti. Ama bu komploya yönelikÖnder Apo savunmalarında sayfalara döktüğü bir düşünce patlamasıyla cevap verip komployu tamamen boşa çıkarmıştır. Bunun karşısında sisteme düşen de tam bir şaşkınlık olmuştur. Bunun üzerine farklı yöntemlerle komployu başarıya götürmek isteyen sistemin, gittikçe çirkinleşen ve ucuzlaşan yöntemlerle PKK hareketinin üzerine gelmeye devam ettiğini biliyoruz. Fakat bu yöntemlerin detayına hiç girme ihtiyacı duymadan bir şey belirtmek gerekir. 1998’den bugüne kadar sistem gittikçe krizlere ve kaosa sürüklenerek çıkış yolu bulamazken, Apocu felsefe gittikçe gelişerek derinleşti ve insanlığın özüne dönebilmesi için bir alternatif haline geldi. Apocu felsefenin geliştirdiği bu alternatif, Kürdistan halkının ve onun gerillasının büyük hamleleri sonucu şu an Rojava’da bedenleşmektedir. Ancak bu bedenleşme merkezi uygarlık güçleri ve onun işbirlikçileri tarafından engellenmek isteniyor.
2 Eylül 2012’de Güney Kürdistan’da gerçekleşen ve katılımcıları arasında Türkiye, İsrail, Amerika ve Kürt işbirlikçi çizgisini temsil eden partilerin bulunduğu toplantı da iktidarcı güçlerin temel karakteri olan komploculuğun bir devamı niteliğindedir. Bu toplantıda çıkan sonuç şu: Madem bir Kürdistan olacak o zaman sisteme tehdit olmayan, sisteme ait olan bir Kürdistan olmalıdır. Yani ‘PKK Kürdistan’ına hayır, KDP Kürdistan’ına evet!’ PKK’nin uğruna savaştığı Kürdistan onurlu bir Kürdistan yani sosyalist, demokratik, cinsiyet özgürlükçü bir Kürdistan’dır. Eğer böyle bir Kürdistan var olursa, bunun tüm dünyaya sıçramasını kimse engelleyemez. Sistem için yüz tane daha ulus devlet sorun teşkil etmezken, bir tane Demokratik Ulus sistemi onun en korkulu rüyası olmaktadır.
Sonuç olarak, nasıl bir Kürdistan sorusuna verilecek cevap, dünyanın bu kaos aralığından nasıl çıkacağını belirleyecektir. Önder Apo –Marxist sosyolojinin ilerlemeci inancının aksine– uygarlığın gerileyerek günümüze geldiğini söyleyerek kaos çıkmazında olan kapitalist hegemonya için “genelleşmiş ve derinleştirilmiş kölecilik” demektedir. Bu kaos aralığından çıkacak olası dünya sistemi ya kapitalizmi bile aratacak bir şekilde daha da genelleşmiş ve derinleştirilmiş bir köleci sistem olacak ya da demokratik konfederalizmin Kürdistan’da çiçek açması sonucu dünya insanlığı evrenin ona biçtiği kutsal misyonuna uygun bir toplumsallığa dönecektir. Kürdistan’da yürütülen bu mücadele tarihte sayısız defa olduğu gibi insanlığın ve dolayısıyla evrenin geleceğini belirleyecektir…
Şêrhat ÇAYAN