HABER MERKEZİ-
“Her şeyin ters yüz edildiği, tarihin çarpıtıldığı, doğruların yerine yalanın tanrısal kılındığı böylesi süreçte gerçekleri söylemenin vakti geldi de geçiyor. Yaşamımızı idame etme bağlamında yahut devamı açısından hep dile getirdiğimiz öz savunmanın günümüzde nasıl ele almamız gerektiğine dair vurgulamakta yarar var. Tarihten günümüze insan yaşamı açısından öneminden kaynaklı belki de üzerine en fazla söylenmiş söz olmaktadır. Ayrıca bunu belirtmekte yarar var. Evet, en fazla söz söylenmiş olması nedeniyle aynı zamanda en fazla çarpıtılmış kavram olmaktadır. Dikkat edelim dünya tarihinde diğer sistemler olmak üzere özellikle kapitalist modernitenin kendi çıkarları temelinde kullandığı en fazla kavram olmaktadır. Beslenme, güvenlik ve üreme insanlığın devamı açısından önemini bilmekteyiz. Birincisi üreme, yani soyunu sürdürme, ikincisi beslenme, üçüncüsü korunmadır yani savunma olmaktadır. Tabi bu kadar hayati öneme sahip olan öz savunmanın neden diğer sistemler tarafından kullanıldığını anlaşılır kılmalıyız. Yoksa diğer haliyle hep kandırılmış bir yaşamın ardından koşmaktan öte bir şey olmayacaktır. Beslenme ve üremede bu temelde çok fazla kullanılmıştır. Ancak şuan tartışmış olduğumuz konu öz savunma olmasından kaynaklı dile getirmekteyiz. Doğa anada meydana gelen koruma güdüsü, özellikle canlılar alemi olarak en bariz şekilde hayvanlarda ve bir üst evresi olarak da insanda kendisini göstermektedir. Her hayvan, kendi doğasında dışa karşı şartlı-şartsız bir özsavunma refleksine sahiptir. İnsan toplumu içinde böyle olmuştur. Ancak bu kadar hayati olması diğer sistemler tarafından kullanılmasında daha cazip kılmıştır.
Birçok kez kapitalist modernitenin yaşamda ki çarpıtma ve yalanlarına tanık oluyoruz. Şimdi öz savunma durumu da biraz böyledir. Savaşı, talanı, ganimeti erkek egemen zihniyet yaratmasına rağmen günümüzde asker, ordu adı altında güvenliğimizi sağladığı söylenmektedir. Kapitalist modenitenin kendi sitemini oluşturma, meşruluğunu sağlama adına öz savunmayı kendi kılıfı olarak çok fazla kullanmıştır. Dünya genelinde çıkarmış olduğu bütün kriz ve kaosu normalleştirmek için savunma amaçlı yaptığını dillendirmiştir. Örnek vermek gerekirse yaşanan savaşların meşruluğu, meşru müdafaa yani öz savunma adı altında yapılmıştır. Ve yaşanan bütün savaşlar böylece meşru ve normal kılınmıştır. Erkek egemen zihniyetin oluşum meşruluğu da buna dayandırılmaktadır. Artı ürünün oluşumu, analitik zekanın gelişimi ve klanların savunma gelişimini bir mecburi durum gibi gösterilerek sümer rahip olan erkek egemen zihniyeti açığa çıkması mecburi olarak gösterilmiştir. Klanlar arasında ki çatışmada, uygarlıklar arasında ki savaşlarda eğer erkek olmazsa o toplumun yok olacağı belirtilerek bu durumun zorunluluğu ortaya koyulur. Halbuki savaşı erkeğin çıkardığını bilmekteyiz. Yani savaş çıkarmazsalar buna gerek kalmayacaktır. Bu nedenle kadınların doğalarının bir gereği olarak öz savunmasız kalmış olması olası değil. Daha gerçekçi olan öz savunmalarının bir şekilde kırılmış olma olasılığıdır. Hem de öyle bir kırılma ki, hala şiddetin asıl kaynağı olan devletten, polisten, baba, koca, aileden koruma bekleyen bir halde olacak kadar.
Esas çelişki burada başlamıştır. Erkek egemen zihniyet savunma üzerinden form kazandırarak, kurumsal kılarak ordu- devlet oluşumunu sağlamıştır. Askeri- şef zihniyeti günümüzde devlet ordu, paramiliter gibi güçler olmuştur. hem savaşı yarattılar, toplumu kaos ve krize sürüklediler, toplumu katlettiler; sonra halkı, milleti savunuyorum adı altında safsata propaganda yaptılar. Toplumsal doğada savaşın adı bile yokken şimdi lügatımızda soykırım, pogrom, katliam, işgal, istila, derdest gibi insanlıkla ilgisi olmayan kavramlar oluşmuştur. Böylesi bir zihniyetin oluşturucusu, suçlusu erkek egemen zihniyet olmaktadır. Şimdi böylesi bir zihniyet toplum güvenliği, savunmasını yapabilir mi?
Kadının kendini genel olarak bu sistem karşısında, özelde de sistemin beslediği erkek karşısında her bakımdan kullanıma açık bırakması soykırımı tetikleyen en önemli bir yaklaşımı olmaktadır. Kendinden çıkan, kendine yabancılaşan her olgu, zaten varlığını korumayan bir olgudur. Unutursak, soykırım kıskacında olduğumuz hissiyatı yerine, kendini bireysel olarak bazı şeylerden kurtarmaya çalışan veya bazı şeylere bireysel olarak ulaşmaya çalışan kadınlar olmaktan öteye gidemeyiz. Ki bu pençeler boğamızı sıkıyorken bunları ne kadar başarabileceğimiz de şüphelidir.
Belirttiğimiz hususlar açısından öz savunmanın tanımını doğru koymak lazım. Öncelikle kimler tarafından nasıl kullanıldığı, neden hayati öneme sahip olduğunu bilerek örgütlemenin gerekliliğidir. Özsavunma dar, sadece bilinç üzerinden ele almak yahut eylem, örgüt olarak ele almak esas amacını daralttığı gibi amacına hizmet ettirmede yetersizlikler oluşturacaktır. Öz savunma bilinç, eylem ve örgütlemeyi oluşturulduğu süre zarfında bütünlük sağlar. Diğer haliyle birinin eksikliği diğerini havada bırakır. Öncelikle insan şunu bilmelidir, kişi kendi savunmasını sağlar. Kendisini buna göre örgütler. Biz kadınların ne zaman ki güvenliğini sağlama adı altında erkek egemen zihniyeti örgütlediyse o zaman kadının köleliği başladı. Demek ki öz savunmasını başkalarına bırakanlar köleliği yaşar. Bu her yerde her ulusta, her toplumda, her kimlikte böyle yaşanmaktadır. Kültürel, askeri, siyasi bütün yaşamsal fonksiyonların öz savunma kapsamında ele almak buna göre güvenliğini, savunmamızı oluşturmalıyız. Erkek egemen zihniyet karşısında mücadele yürütmek, savunmayı oluşturmak biz kadınlar için esas görev olmaktadır. İktidar ve devleti de ataerkil zihniyeti erkek egemenliği oluşturduğu için, böylece tüm güvenlik, özgür yaşamımız devletin ve erkeğin tekeline geçmiştir. Bu temelde kadın ve toplum beş bin yıldır sürekli silahsızlandırılmış ve güçsüz, erkeğe ve devlete bağımlı hale getirilmiştir. Kadının özgürlüğü artık erkeğin tekeline geçmiştir. İstediği kadar serbestlik, istediği kadar yaşattırmıştır. Yani kısacası her anlamıyla köle kılmaya çalışmıştır.
Bu yıl daha tamamlanmadan Türkiye’de katledilen kadınların bilançosunun 200 olduğu belirtildi. Kaldı ki bunlar resmi rakamlar. Bir de resmiyete yansımayanlar var. Neredeyse bir savaş bilançosu gibi. Şimdi biz kadınların kaderi katletme, tecavüze uğrama, fuhuşa zorlanma olabilir mi? Elbette ki hayır. Fakat şu bir gerçektir ki kaderimiz olmasa da kendi yaşamımızı celladımızın eline vermiş, bir de bizi koru, savun diyoruz. Bizi koruduklarını, sevdiklerini söyleyenlerin, aşk adı altında celladımız, katillerimiz olduğunu bilmeliyiz. İşin garip yanı katledilen her durum için ise sanki hiçbir şey olmamış, erkek ise bunu isteyerek değil cinnet geçirdiği için yaptı denmektedir. Ya da çok sevdiği için yaptı derler. Her geçen gün katledilen kadın sayısının arttığını biliyoruz. Bu demektir ki her geçen gün kendisini modernizm adı altında en gerici erkekliği hortlatan zihniyeti beslenmektedir. Aynı zamanda da erkek egemen iktidar ve devlet sistemiyle, onun son modernitesi olan kapitalist modernitenin gerçeğini gözle görülür kadar açık ediyor.
Canlılık, her iki doğanın da temel bir özelliğidir ve bu canlılık, her daim bir oluşum halinde olduğundan, kendisini koruma reflekslerine sahiptir. Bu refleksler şartlı ve şartsız olarak canlı organizmasında varoluştan gelmektedir. Biyolojik, sosyolojik toplumların varlığından günümüze kadının öz savunmasını sağlamasının önemi bilinmektedir. Bu bilinçle bütün kadınların örgütlendirilmesi eyleme geçmesi elzemdir. Sadece bir yönüyle ele almaktan öte her anlamıyla ele alınmalı ona göre çalışmalıyız. Her yerde bilinç yaratmak için eğitimler vermek. Bununla sadece yeterli kalmayıp örgütlülük oluşturup eyleme geçmeliyiz. Sadece bilinç deyip, gerekli eğitimler yapılmadığında söylem yerini bulmadığında anlamı kalmamaktadır. Özgürlük bilincinde olan her kişi bilir ki öz savunmayı kendimiz örgütlemedikçe kadın mücadelemiz anlam bulmayacaktır. Özgürlük için özsavunma mutlaktır.”
Kaynak: Yurtsever Genç Kadın