HABER MERKEZİ
Özsavunma varoluşsal bir eylemdir. Her varoluş sezgi, zeka ve akıl güçlerini kullanarak kendi varlığını belirler. Varoluş, varlıklaşmak için önce kendini savunma bilgisine muhtaç olduğunu anlar ve savunma bilgisini anlamlandırır. Anlamlaşmayı, var olmayı ve onu korumayı başından itibaren belirleyen şey ise yaşama arzusudur. İnsan gerçeğinde, diğer canlılardan radikal biçimde farklılaşarak gelişme karakteri bulunur. İlkel canlı özelliklerini bir kültür dünyası inşa ederek insanileştirme bu farklılığın adıdır. Ya sürekli anlamlaşarak varlığını koruyacaktır ya da sürekli anlamlaşmadığı takdirde yok olacaktır. Toplumsallık, üretim, büyü, din, sanat, ahlak, estetik vb. tüm kültür unsurları, insanın yaşamak adına oluşturduğu anlamlardır ve yok olmaya karşı varlığını sürekli kültürleştirerek tedbirini alır. Varoluşunu koruma, savunma temelindeki yaşam problemine insanın verdiği yanıtlar, değer üretimi olur.
Ahlak, inanç, dil, üretim ve üretim aletleri, adalet, eşitlik bu değerlerin başlıcalarıdır. Varoluşunu insanileştirdikçe, insanileşmeyi toplumsallaştırdıkça, toplumsallığı kültürleştirdikçe korumaya alabilen insan diyalektiği, bu aşamaların hiçbirinde öz savunmasını ne doğaya karşı ne de toplumsal gerçeğine karşı silaha ve saldırıya dayalı geliştirmemiştir. Kendini ve doğayı anlamlandırdıkça anlamlı cevaplar verme insanın en muhteşem özsavunma biçimi olmuştur. Anlamıştır ki bu evrende yalnız ve kimsesiz değildir, doğa onun gibi canlı ruhlar ile doludur ve bir mana içermektedir. Mana ile dostluk ilişkisini inanışlar ve onun ayinleri ile kurar, ruhunun acılarını, korkularını, endişelerini ruhsal birliğe bağlanarak korur. Büyü evrensel-ruhsal birliğin dili olur; çünkü büyü insanın iyilik ruhunu, yaşamına daveti ve kızdırdıklarına inandıkları ruhların öfke- sini uzaklaştırma adına yaptıkları inanç ve ayinleri olarak gelişir. Sanatın ve dinin ilk biçimi olan büyü aynı zamanda insanın ilk metafizik gerçekleşmesi olur. Sana- tın ilk biçimi olan müzik, kadının ilk hakikat açıklaması olarak gelişen büyü-bilimi içinde açığa çıkar. İnsan anlamların, manaların ve kendi bilgisinin müzikal seslerini seslenir ve iyiliği müzikle davet eder. Dil şiirseldir, çünkü aleme hayranlık duymak, korkmak ve coşkulanmaktır. Varlığının korunmasının bu alem ile uyumlu birlik kurduğunda mümkün olduğunu görmekte, canlı gördüğü evrene duygularıyla, ruhsal samimiyetleriyle bağlanmaktadır.
En önemlisi de insanın doğa ile kurduğu metafizik ilişkinin toplumsal bir metafizik ilişki ile derinleştirilmesidir. Ahlak ve politika yargıları, yorumlamaları ve ölçüleri insanın toplumsal varlığının korunması için adeta tek yol olmaktadır. Topluluk halinde yaşamı korumak bir ilk bilinçtir ama toplumsal varoluş nasıl sağlanacaktır sorusu da ikinci problem gibidir. İnsan bir kere daha nasıl yaşamalı problemi ile karşı karşıya kalmıştır. İnsan bu ahlaki değer yargılarını kurmasa toplumsallığını oluşturamayacaktır ve ahlak bu anlamda, varoluşun muazzam derinleşmesini sağlayan hakikat olur. Ahlaki varoluş, insanın insan olmasıdır artık; çünkü bundan sonra da toplumsallığı hep ortaya koyacağı iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin tanımlamalarla politik inşalara kavuşacaktır. Her politik gerçek, ahlaki yargıların, yaşamın günlük işleyişi olarak gelişir.
Toplumsallığın bu karakterde oluşması, kadının toplumsallığın neden odağında olduğunu da açıklamaktadır. Beslenme sorununun insan türünü yok etme tehlikesi ile karşı karşıya bıraktığı bir zaman diliminde cinsiyete dayalı iş bölümü yaşanır. Erkeğin avcılık kadının tarımcılık ekseninde kurduğu bu iş bölümü ile yeterli besin kaynaklarına ulaşıl- maya çalışılır. Avcılık öldürmeye ve silaha dayalı, istikrarlı olmayan bir geçim ekonomidir. Bu ekonomideki öldürme kararı avcı erkeğin ruhsal anlam dünyasını değer oluşumuyla sonuçlandırmamaktadır.
Pusulama, hile ve saldırmaya dayalı akıl, toplumsal değer sistemine yol açamaz. Öldürdüğü hayvanın ruhunun onu cezalandıracağı korkusu suçluluk duygusu içeren bağışlanma ayinlerine başvurmasına yol açar. Kurban törenleri avcı erkeğin korkmuş ruhu için geliştirdiği bir teselli olur; ancak kadına dayalı tarım ekonomisinde öldürme değil, çoğalma ve yeniden doğuş döngüsü vardır. Biri, kanı temsil ederken; diğeri, bitkiyi temsil etmektedir. İstikrarsız avın yarattığı güvensizlik duygusu yerine, güven veren bir istikrarlı ekonomiyi, yeniden üretilebilirliği temsil eden kadın, yaşamı var eden ve sürdüren cins olur. Öldürmeden yaşatabilme kimliği ve hem bedeninde hem de toprakta yeniden doğuşu-üretimi gerçekleştirmesi, inançlarını ahlaki değer üretir karakterde geliştirmiştir.
İnsanı adalet ilkesiyle topluluk halinde tutmakta; yurtlaşmayı paylaşarak sağlamakta; üretimi çeşitlendirerek sürekli kılmakta; bilimi ile şifa sağlamakta; kültür oluşumunu geliştirerek türün anlamlı bir şekilde korunmasını sağlamaktadır. Kadın, kendini ve insan soyunu korumak için toplumsallığı geliştirmenin, bu toplumsallığı ahlaki ve politik değerler ile tekrar korumaya almanın bilinci olarak tarihselleşmenin kimliği olur. Ahlak, bu dönemde adeta türün, toplumsallığın bir özsavunma tarzıdır. Doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin tanımlamaları yapılmadan ve bu tanımlar toplumsal değer gücüne kavuşmadan birlikte yaşamak mümkün değildir ya da çok ilkel seviyelere çekilmektir. Kadın, işte bu ahlaki yargının oluşumunda öne çıkmaktadır. Kendinden tarihtir bu. Dolayısıyla kendisine dışarıdan izafe edilmiş, yüklenilmiş ve inşa edilmiş bir kimlik değildir. Aksine kadın varoluşunun bir doğal sonucu ve kadın aklının özgür seçimlerini zorunlu durumlara uyarlamasıdır.
Kadın varoluşunun duyarlılığı canlıcılık dediğimiz animist özelliktedir. Tüm doğayı canlı ve kişilik sahibi görür; böylece bu canlılığı her şeyin bir ruhu vardır tespiti ile tanımlar.
Kendini var etme ve koruma anlayışını da bu tanım ekseninde anlamlandırır. Her ruhu tanıma, her canlı varlığa saygı duyma, onu yaşatma ve varlığına dokunmama temelinde ilişkilendiği doğa ile birlikte var olmaya çalışır. Birlikte var olmak insanın en muhteşem yaşam deneyimidir. Bu deneyim, doğru öz varlığını savunma bilincini ve diğer varlıkların da savunmasını yaşatma temelinde geliştirir.
Tabular önce kadın ve erkek arasındaki ilişkinin kadın bedenini koruma temelinde kurallara bağlama esaslıyken, zamanla türün ve toplumsallığın korunması kuralları ile çeşitlenmekte yani belirlenen ölçüler dışında yasaklama yöntemiyle mücadele edilmektedir. İlk savunma aracı ateş olan kadın, barınağının önünü ateş ile korumaya alır. Cinselliğin saldırganlık bilgisi, açlığın yol açtığı yamyamlık olayları ve besin ürünlerinin korunma ihtiyacı tabuları meydana getirir. Günümüzde hala bu tabular devam etmektedir. Tabu bu anlamda bize göstermektedir ki, ruhsal anlamlar ve inanışlar ile güvenliğini sağlama insanlığın en yalın, hakiki öz savunması olmuştur. Tabu ile paralel totem varlığını sür- dürmenin ve korumanın en anlamlı biçimlerinden biri olur. Klan, atalarının ruhunu taşıdığına ve onları koruduğuna inandığı bir bitkiyi, bir ağacı veya bir hayvanı totem olarak seçer.
Totem, klanın sembolüdür. Bu simgede değer kazanan toteme ve totemin üyesine dokunmak, öldürmek, zarar vermek yasaktır ve bunun karşılığında totem de toplanan ruh insanları korumaktadır. Yaratılışın başlangıç ilkesi olarak tapınılan tanrıça inancının, zamanla üretim, adalet, eşitlik ve politik sanat değerlerinin temsili olması, kadının doğal karakterinin bu değerlerde yaşamı kurması ve savunmasıyla bağlantılıdır. Bu ahlaki yargılar toplumda tanrısal inanç düzeyinde ifade edilmese, insanlığın toplum- sal varlığı çözülmeye uğrayacaktır. Özsavunma bilincimizi anlamlaştırma, değer oluşumu ve ahlaki yargıyı özgür kılarak sağlayabileceğimizi bilmekteyiz.
Neolitik dönemin öz savunma anlayışı inanç ve ahlaki değerlerin gücü ile orantılı fiziki biçimde de gelişmektedir. Avcı ve çoban kabilelerin saldırılarına karşı köy çevresinde hendek kazma, duvar örme ve savunma silahlarına dayalı bir korunma sistemine rastlanır. Amed surlarının tarihi 9 bin yıl öncesine, Hurri kimlikli neolitik zamana kadar gitmektedir. Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan yeni sur duvarları bir köy yerleşkesini çevreleyecek genişlik ve yüksekliktedir. Şimdiki surlar, esasta bu surlardan esinlenerek geniş ve yüksekçe imar edilmiştir. Bu süreçte en çarpıcı olan öz savunma tedbirlerinden biri de, bazı avcı klanların köyün güvenliğini sağlamaları karşılığında köy klan-kabilesi tarafından beslenme sorunlarını çözmeleridir. Ok ve mızrak ile klan yaşamının faaliyeti içinde bulunan, yanında sürekli hançer taşıyan kadın figürleri rölyeflerde, resimlerde en çok rastlanılan figürlerdir. Köy ve kasaba güvenliğini kadın ve erkeklerin birlikte aldığı, saldırı karşısında kadın ve erkeklerin birlikte savunma geliştirdikleri tüm tarihsel süreçlerin en doğal toplumsal işlerinden biridir. Kadınların neredeyse her toplumsal yapıda bireysel özsavunma araçlarına sahip olduğunu gösteren görsel, arkeolojik ve yazımsal kanıtlar son yüz yıla kadar da göze çarpmaktadır.
Fatma Kasan