HABER MERKEZİ –
Onlar on beş özge can. Her biri güneşe doymamış yaprakların ışıltılı sevincini yaşayarak güneşe doğru yol aldılar. Kürdistan topraklarına ölümüne de olsa özgürlük tohumlarını ekerek kök salmak istediler. Onların Garzan topraklarında yaşadığı bir özgürlük tutkusuydu ve tüm benliklerini sarmalamaktaydı. Özgürlükle bezenmiş ruhları, Kürdistan’ın kutsal topraklarını ihanetten temizlemek istiyordu. Bu yüzden onlar büyük bir kavgayla sözlenmişlerdi.
Yüreklerini kor ateşlerde sınayan bu kadınlar, özgürlük ateşini de kucaklamışlardı. Hangi buz tutmuş yürek bu sıcaklığın karşısında dayanabilirdi? Her biri toprakları yarıp geçen, yaşama tutunan kardelenler misali, baharla gelen Newroz mevsimini kucaklamaktaydılar. Hesap sorma zamanı gelmişti. Kadının binlerce yıllık gizli kalmış öfkesi, direnişi ve yiğitliği bu zaman diliminde açığa çıkacaktı. Onların çığlığı göğü delecek, tüm yüreklerde yankılanacaktı.
Düşmanın kalleşliği apaçık, gün gibi ortaydı ve onlar bu celladın eline dahi dokumak istemiyorlardı. Tıpkı Zarifeler, Besêler, Rindexanlar gibi yeni bir direniş kalesi yaratılıyordu Garzan’da. Bir destan yazılıyordu kadının direngen ruhuyla. Kalleşe, ihanetçiye hiçbir zaman geçit vermemişti kadınlar. Bugün de geçit vermeyeceklerdi. Rindexan nasıl ki düşmana teslim olmamak için kendisini Dîcle suyuna bırakmış ve özgürlüğe karışmışsa, şimdi onun ardılları da teslim olmayacak, düşmana meydan okuyacak ve suya, toprağa karışacaktı. Yeni bir yaşam olacaklardı. Tıpkı toprağa karışan tohumlar gibi filizlenecek, kök salacak yıllar geçtikçe kökleri toprakla kopmaz bir bağ kuracak ve kendilerini yeniden yaşamsallaştıracaklardı. Dîcle Rindexan’dan sonra daha bir özgür aktı. Ondan bir tas su içene, ağaçlara, kuşlara, toprağa özgürlük suyundan tattırdı. O özgürlük suyu kadınların yüreğine aktı. Kadınla yaşam buldu. Özgürlük suyu ülkemin çiçeklerine can verdi. Bu canlar büyüyerek yaşam ateşine dönüştüler.
Yani Arjîn oldular.
Kim demiş Sason direnişi son budu, Rindexan’ın Dîcle suyuna karışan kahramanlığı unutuldu diye. Bu isyanın ateşi yeniden yaşam bulmuştu. Adı Arjîn olmuştu.
O yaşamı kirletenler, anlamdan uzaklaştıranlardan hesap sormak, yaşamı öldürenleri, ihaneti dayatanları küle dönüştürmek istiyordu. İhaneti bin defa, milyon defa yakıp yıkmak, kendi benliğinde özgür insanı yaratmak istiyordu.
Arjîn yoldaş; “PKK’li bir kadın nasıl?” yaşamalı sorusunun en yalın ve sade haliydi. Sorunun cevabını sözleriyle değil, yaşam şekliyle verendi. Apocu felsefeyi en iyi anlayan ve yaşayandı. Militan duruşuyla bu gerçekliği her zaman bizlere kanıtladı. Yedi yıl boyunca Avrupa’da yani kapitalist sistemin en yoğun yaşandığı yerde çalışma yürütmüş ama toprağına olan bağlılığından hiçbir şey yitirmemişti. Her zaman büyük bir hasret ile kendi yurduna, memleketine döneceği günleri hayal etmiş ve bu hayalinin peşini hiç bırakmamıştı. Mütevazi duruşuyla, bir lokma, bir hırka felsefesinin gereklerini yerine getiren yaşam şekliyle tüm arkadaşların örnek aldığı bir komutan, bir yoldaştı. Ondaki kadın sevgisi, sözde kalan sadece dillendirilen bir sevgi değildi. O kadını, kadın olmayı çok seviyordu. PKK kadınlarının yaşamın yeni yaratıcıları olduğunu en iyi bilen ve bu bildiklerini en iyi uygulayan yoldaşlardandı. Arjîn yüreklere sığmayan, tanımlamalara gelmeyen bir sevgi anlayışıydı.
Bahar mevsimi insanda nasıl bir mutluluk hissi uyandırıyorsa, Berfîn yoldaşın varlığı da insanda böylesi bir mutluluk hissi yaratıyordu. Sıcaklığı, samimiyeti gerçekten de bir baharın doğuşunu andırıyordu. Hiç tanımasan da, onu ilk defa görüyor olsan da, Berfîn yoldaşın yanında hiç yabancı olma hissini duymazdın, çünkü o hiç kimseye yabancı olmazdı.
Asilik, yalnızca bir başkaldırımıdır yoksa yaşamı yeniden var kılmak, özgürlüğe kavuşturmak için direnmek midir? Asilik özgür yaşamda ısrar etmenin bir diğer adıdır. Bu yüzden hep asi bir duruşu vardı Diljîn yoldaşın. Bu asiliği ve asaleti yanındaki yoldaşlara güç ve moral vermekteydi.
İnsanın yaşamını amaçları doğrultusunda yaşayabilmesi için güç ne kadar gerekliyse, irade ve kararlılık da bir o kadar, belki de daha fazla gereklidir. Yerîvan yoldaş da olan bu güç ve kararlılıktı. Fiziki birçok zorlanması olmasına rağmen inadıyla iradesini açığa çıkartıyordu. Sisteme olan öfkesini PKK yaşamına olan bağlılığa dönüştürerek yaşıyordu. Çünkü PKK yaşamını çok seviyor, bu yaşamda hep moralli olmak gerektiğini söylüyordu. “Yaşamda hep gülün, moralli olun ki yaşam da size gülsün, moral versin” dediği zaman onun yaşama olan sevgisi daha bir belirginlik kazanmıştı.
Toprak yoldaş, inanarak yaşamanın, bağlılığın en nadide örneklerini sergileyen bir yoldaştı. Hepimiz onu dine olan bağlılığıyla tanımıştık. Ve o yoğunlaşmalarıyla, çabasıyla gerçek dinin ne olduğunu bilince çıkartmış, PKK’yi tanıdıkça, dini, inançları tanımış ve bunları nasıl yaşaması gerektiğini kavramış, buna göre de yaşamıştı. İnancı onu her zaman doğruya ve güzele yönlendirmişti. Çünkü o Önder Apo’nun yaşam felsefesine olan inancını ve bağlılığını tüm inançların ve bağlılıkların üstünde tutmuştu.
Hevî yoldaş, sadeliği ve temizliği ile tüm yoldaşlarının gönlünde taht kuran bir arkadaştı. Yaşam iddiası ve bağlılığı o kadar güçlüydü ki, amaçlarının ardından hiç tereddütsüz yürüyor, amaçlarına ulaşana kadar da pes etmiyordu.
Vîyan, Ruken, Berîtan, Jîyanda, Gülbahar ve Rojevîn yoldaşlar daha yaşamlarının baharında özgürlük arayışına çıkmış altı güzel yoldaştı. Kendilerini özgür ülkenin kucağına bırakan bu güzel kadınlar, bir yaşamı yeniden var etmenin adı oldular. Rojda, Berîvan, Slav ülkemizin en yiğit savaşçıları… Her bir ayrı bir parçasıdır ülkemin, her biri ayrı bir bütünlük… Parçalanmışlığa inat, bir arada atan kalplerdir onlar.
Onların kalbi her zaman Önderlik için, ülke ve yoldaşları için yani bizim için attı. Şimdi bizlerin yüreği de onlar için atmalıdır. Biz onların yarım kalan umutları için yeni bir yaşam peşinde mücadele etmeliyiz. Onların hayali olan özgür yaşamı yaratmalıyız.
Mahsum Korkmaz Akademisi Öğrencileri/Şehit Pelîn Takımı