HABER MERKEZİ- İnsan toplumu sürekli ileriye doğru gitmiş, birçok gelişmeye yol açmış ve günümüz medeniyetinin inşasını sağlamıştır. Bilim, teknik, teknoloji, ekonomi, siyaset, spor, sanat, müzik ve edebiyatta büyük ilerlemeler, insanlığın büyük emekleriyle gerçekleşmiştir. Bu gelişimler, insanın yaratıcılığının ve yetenekli olmasının sonucu olarak şekillendi. Bütün bunlar insanlığın yaşamsal değerleridir. Medeniyet insanın, yaşamın gelişimi, güzellik, estetik ve incelik kazanmasıdır. Bütün bu gelişimler doğanın doğal zorluklarına karşı direnerek şekillendi. Tabiat ana, hiçbir şeyi emeksiz ve çabasız insana vermemiştir. Her şeyi insana sunmuştur ama bir bedel ve emek karşılığında. Bundan dolayı, insan sahip olduğu maddi ve manevi değerlerin kıymetini biliyor ve kaybettiği vakit canından bir parça kopmuş hissine kapılıyor. Bütün bunlar insanda sevgiye ve insani değerlere sahip çıkmaya, vicdan ve merhamet sahibi olmaya yol açıyor.
Yani insanın en büyük kazanımı aslında duygusal gelişime yol açmış olmasıdır. En azından doğal toplumsal yaşam böyleydi. İnsan güç sahibi olmaya başlamasıyla bozulmaya ve kokmaya başlamış, insani değerlere ve büyük emek ve çalışmayla elde edilen maddi ve manevi değerlere büyük bir yabancılaşma içine girmiş, kendisini var eden bütün insani değerlere düşmanlık ve kasaplık yapacak bir noktaya kadar gelmiştir. İşte devletli/sınıflı sistem gerçekliği binlerce yıldır, insanlığın başına çullanmış, başta insan olmak üzere, her değeri kirletmiş, insani değerler egemenliğe/devlete/iktidara kurban edilmiştir. Ulus devlet çağında devletin daha çok kutsanması ve bekası insanın devlete iktidara kurban edilmesinin bir sonucudur. Bunun kökleri devletin ilk oluşumunda mayalanıyor. Yani devlete bağlı olma aslında gücün kölesi olmaktır. Bu, bugün, vatandaşlık ve aidiyet bağıyla yaşanılan bir durumdur. Dünyanın parsellenmesi, doğal yaşamın dağıtılması, insanın insani özünü yitirmesi medeniyet adına büyük bir kayıptır. Medeniyetin doğal gelişim mecrasından çıkıp devletin zalim çarkları içinde erimesi yaşamı ve dünyayı cehenneme çevirdi. Roman yazarı Yaşar Kemal, ” insanoğlu çok şey geliştirdi ama sevgi adına bir adım bile ilerleyemedi” diyor.
Bütün gelişimlerin egemenlik ve mülkiyet konusu olması, bütün değerlendirin pazar ve alım satım konusu olmasına yol açmıştır. İnsan mülk konusu olmuştur. Yani insanın insani değeri ayaklar altına alınmış, maddiyat ve pazarda satılan bir eşya haline gelmiştir. Hatta bir eşya kadar bile değeri kalmamıştır. Çünkü eşya ve mülk değerli görülüyor ve çok parası, eşyası ve mülkü olanlar en iyi değere layık görülüyorlar. İşte insanın bittiği nokta, iktidarın, mülkün ve paranın kutsanmış olduğu devletli sınıflı sistem koşullarıdır. Bu koşullarda, insanın doğal yaşamını ve büyük emek ve çalışmayla elde edilen maddi ve manevi değerlerin korunması ve tekrar yaşanılması için büyük mücadeleler verilmiştir. Son beş bin yıllık devletli sınıflı hiyerarşik sisteme karşı sayısız direnişler olmuştur, bedeller verilmiştir. Tarihe sayısız toplumsal direnişler olmuştur. Bütün direnişlerin amacını esasen insanlık değerlerini korumak ve yaşanılır kılmak oluşturmuştur.
Peygamberlerin çıkışları, aslında devletli sınıflı sisteme karşı birer isyan niteliğinde çıkışlardır. Peygamberler, köleci sistem koşullarında topluma önderlik etmiş doğal toplum önderleridir. Ki peygamber İrani/Farsça/Kürtçe dillerinde kılavuz demektir. Yani önde giden, Rêber demektir. İlk devletin/devletlerin Ortadoğu’da/Mezopotamya’da ortaya çıkışları, köleliğin burada ortaya çıkmasına ve buna karşı peygamberlerin çıkışları gerçekleşmiştir. Peygamberlerin hemen hemen tamamının Ortadoğu’da ortaya çıkışları bu nedenledir. İlk devletlerde, İlk isyanlarda burada olmuştur. Devletlerin ilk çıktığı zamanlarda, bazı coğrafyalarda komünal/yarı komünal yaşam vardı ve komün kendi kendini yönetiyordu. Yani ezen, sömüren ve kendisini tanrı olarak gösteren kralların yönettiği bir aygıt olan devlet olmadığı için, buna karşı topluma önderlik yapacak peygamberlerin çıkışlarına ihtiyaç duyulmamış. İnsanlık nerede çok bozulmuşsa orada ıslahata ve düzeltmeye ihtiyaç duyulmuş.
Demirci Kawa’nın büyük çıkışı, zalim Dehak’ın zulmüne karşı büyük bir isyandı ve yeni bir dönemin başlangıcı oldu yani Newroz/yeni gün. Yeni özgür bir yaşamın ilk günü. Bu ilk günler, tarihe altın harflerle yazılır ve yaşanılır, sembolik olarak kutlanır. Ancak hala devletli sınıflı sistem koşullarında yaşadığımız için, yapmamız gereken çok şey olduğunu unutmayalım ve gereklerini yerine getirmeye çalışalım. Devletli sınıflı sistem koşullarında ucuz yaşamakla büyük bir yaşam kurulmaz. Büyük hedefler doğrultusunda büyük ilerlemeleri insanlık için gerçekleştirmek zorunluluğu var. İnsan toplumu olağanüstü bir durum yaşıyor, doğanın dengesi bozulmak üzeredir. Bütün bunlara tek çare, doğal komünal yaşama modern bir dönüş yapmaktır.
Özgürlük Hareketi, Rêber APO öncülüğünde büyük bir insanlık mücadelesini yürütüyor. Tarih yeniden şekilleniyor, insanlık yeniden doğuyor, büyük bir devrim yaşıyor. İnsanlık kendi kökleri üzerinde, yeni özgür bir yaşama tekrar merhaba diyor. Devletli sınıflı sistem bütün sahteliğiyle, yalana ve şiddete/faşizme dayalı varlığıyla insanlığa kan kusturdu. Ve hala varlığını sürdürmeye çalışıyor. Ancak halkların özgürlük mücadelesi karşısında da büyük bir panik yaşıyor diyebiliriz. Ortadoğu’daki ulus devletlerin, PKK ve Önderlik karşısında zavallı duruma düşmüşlerdir. Yalana, hileye, faşizme dayalı devlet zihniyeti, Kurdistan’da çağdaş Kawalar tarafından sorgulanıyor. İnsanın hakikati kazanıyor. Bu mücadele uzun sürebilir ama kazanan insanlık olacak. İnsanlık, yeni Newroz direnişiyle yeni devrimlere doğru ilerliyor…