HABER MERKEZİ
“Kendini bugüne kaptırmak, büyük insanlık kökeninden ayrılmak demektir.“ A.Öcalan
Türkiye ve Kürdistan’da ahlaki politik toplumun köklerinden beslenerek, demokratik komünal değerleri yaşatmaya çalışanlar büyük saldırı altındalar. Herşeye rağmen, direnenlerin emekleriyle kapitalist modernitenin sömürgeci yapay iktidarı olan AKP’nin sallanmaya başladığı çok önemli bir sürece de girmekteyiz. Zalimin yoluna minnet eyleyenlerin partisi AKP diktatörlüğünün yalana dayalı sistemi çözülürken, halkların özgürleşmeye ilişkin yaşam tutkusu da güçleniyor. Elbette çok zorlu süreçlerden geçildi ve geçiliyor. Ama “Zorlukları aşmanın ilacı pratiktir.” (A.Öcalan) Bu pratikten yoksun olarak sadece eleştiren ve kendi akvaryumundan çık(a)mayanların, fedakar açlık grevcilerinin ön açıcı katkılarını anlaması da mümkün değildir. Böylesine önemli hamlesel süreçlere dahil olma cüreti gösteremeyenlerin, umut vaad etmeyen teorik çözümlemeleri ve lafazanlıklarıyla “asla başarılamaz” havası yaratarak moral bozma saldırıları, sistemin yürüttüğü psikolojik savaşa da güç vermektedir. Bu bozuk, yılgın, teslim olmuş ve yenilgili kişiliklerin esas sorunu, kurdukları rahat ve hayal dolu yaşamlarının direnenler tarafından bozulmasıdır. Bunu gizlemek için kullandıkları yöntem ise, “özgürlük mücadelesinin emperyalistlerle uzlaşması ve sosyalizme hizmet etmemesi” söylemidir. Onların anti emperyalistliği aslında teslim olmuş kişiliklerinin gizlenmesi için bir maskedir ve direniş onların maskesini düşürmektedir.
Diğer yandan, Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek, daraltmak ve yalnızlaştırmak için emperyalistlere büyük tavizler veren AKP-MHP faşizmi, soysuzlar çetesi DAİŞ’in büyük askeri darbe almasının, Leyla Güven ve Nasır Yağız öncülüğündeki direnişlerin de etkisiyle, kendisi daralmaya başladı ve iktidarını yürütemez duruma geldi. Fakat hala da Rojava’yı işgal etme çabalarından vazgeçmiş değiller. Ama gelişmeler de göstermektedir ki, Avrupa Birliği kendisine AKP-MHP faşist diktatörlüğü dışında artık bir başka alternatif aramaktadır. Çünkü bu faşist iktidarın, AB’nin olduğu kadar Amerika ve Rusya’nın da çıkarlarına hizmet edebilecek enerjisi tükenmiştir. İsrail’in Kürt soykırımından bahsetmesi, Mısır’da yayınlanan El Ahram El Arabi Dergisi’nin Tayyip Erdoğan’ın suçlarını, DAİŞ ilişkilerini vb teşhir eden özel bir sayı çıkartması, Neçirvan Barzani’nin Erdoğan’a “Öcalan barış sürecinin kilit muhataplarından biridir” demesi (ama Rojava’yla sınırı olan kapıyı açmayarak ambargo uygulaması), HBDH, PKK ve diğer sistem dışı güçlerin savaşı boyutlandıracaklarını açıklamaları, devrimci demokrasi güçler arasında da belli düzeyde mücadele birliğinin her geçen gün güçlenmesi vb gelişmeler, faşist diktatörlüğü oldukça zora sokmuştur. Fakat bu gelişmelere rağmen, AKP-MHP diktatörlüğünün kullanım süresinin artık dolduğunu gören emperyalistlerin, hala Kürtlerin hak ve özgürlükleri konusunda TC devletine baskı yapmadıkları ve bir zihniyet dönüşümü taşımadıkları da o kadar gerçektir. Bunları böyle bir yola girmek zorunda bırakacak olan en etkili gelişme ise Kürt ulusal birliğinin gerçekleşmesi olacaktır.
Özgür Kürdistan – Demokratik Ortadoğu ve Türkiye’nin gerçekleştirilmesine yönelik her alanda yürütülecek mücadelenin bu amaca hizmet eden avantajları ortaya çıkartma olasılığı, düne göre daha fazla artmıştır. Elbetteki bunu zafere taşıyacak olan ise bundan sonra imkanları ve fırsatları daha doğru değerlendirmek kadar, ittifakları daha da genişletmek, diplomasi, askeri ve siyasi ilişkileri de bu temelde yerinde ve zamanında değerlendirmek, ilkeli ama esnek olmak gibi özelliklerin ustaca kullanılmasının da önemli olduğu açıktır. Kazanımlara bakıldığında, Özgürlük Hareketi’nin bugüne kadar bu özelliklere sahip olduğu kanıtlanmıştır.
Aksi durumda, QSD’ye destek sunan koalisyon devletleri DAİŞ’in aldığı yenilgilere paralel olarak bugün AKP-MHP diktatörlüğüyle, yarın da TC’de iktidar olan değişik partiler ve orduyla, Özgürlük Hareketi’ni zayıflatan politikalar ve pratikler geliştirecektir. Çünkü emperyalistler PKK’nin demokratik sosyalist ideolojiye dayalı paradigmasının kendi sistemleri için tehlikeli olduğunu iyi bilmektedirler. Bu ideolojiyi yok edemeyeceklerini bildiklerinden, mümkün olduğunca direnişçi özünden uzaklaştırarak zararsız bir reformist harekete dönüştürme çabalarına da devam edeceklerdir. Bütün bu tehlikelere karşı ayakta kalabilmenin tek yolunun da teslimiyeti ve ilkesizliği reddeden direniş çizgisinde ısrar etmek olduğu her geçen gün daha da açığa çıkmaktadır. Bu süreç aynı zamanda, rahat dönemlerde radikal olan, ama direnişin yükseltildiği zamanlarda negatif söylemlerle umutsuzluk yaratanların da teşhir olduğu zamanlardır. Bu nedenle, içinden geçmekte olduğumuz bu süreçte, “DİRENİŞ ZAFERE TESLİMİYET İHANETE GÖTÜRÜR” ilkesine daha fazla sarılmak, zaferin meşalesini taşıyan Açlık Grevi direnişçilerini kucaklamak kadar coşku ve umut vericidir. Gerisi korkakların boş laflarından ibarettir.
Hüsnü ÇAVUŞ