Editörümüz Halklar Önderi sayın Abdullah Öcalan’ın hukuk ve ahlak kurallarının küresel hegomonik güçler tarafından yerle bir edildiği 15 Şubat uluslararası komplosunun yıl dönümünü üzerine bir yazı kaleme aldı.
HABER MERKEZİ – NÛÇE CIWAN
Editörümüzden 15 Şubat uluslararası komplo yıl dönümü üzerine yazısı şu şekilde :
“İnsanlık Önderinin esaretinden itibaren tam 18 yıl geçti. İnsanlık, kuşaklar sonra buna ne kadar öfkelenir ve anlar bilinmez. Ama kesin bilinen şu ki insanlık daha şimdiden havadan da fazla Önderliğine ihtiyacı duymaktadır. Önderler nasıl ve neden ortaya çıkarlar? Toplum buna hangi koşullarda ihtiyaç duyar? İnsanlık tarihi boyunca Önder kişilikler hep olmuş mudur?
Resmi tarih buna evet cevabını verir. Yani tarih boyunca bitmeyen savaşların var olduğu zırvalıklarını anlatır durur. İnsanlığın masalımsı dönemler yaşadığını ise kimseye anlatmazlar. Her insan masallar ile büyür, peki bu masal hikayeleri nerden çıktı da insan hafızasında yer aldı. Hatırlanan ve hissedilen her şeyin mutlak bir geçmişi vardır. Ve milyonlarca yıl insanoğlunun böyle masalımsı yaşadığı gerçeği, kimseye de inandırıcı gelmez. Ezelden beri insanlık birbirini boğazlayıp durdu deyip, beyinleri bulandırdılar. Evet insanoğlu anasına bağlı milyonlarca yıl yaşadı. Bu gerçeği öğrenip te ruh dünyası alt-üst olmayan insan var mıdır? Savaşsız, baskısız, şiddetsiz ve herkesin birbiri için yaşadığı dönem az bir süre zarfı değildi. İnsan doğasının mükemmel yaşadığı bir dönem… Şimdi sözüm ona bazı vicdanlı bilim insanı o dönemi araştırıp, insanın özüne eğilme ihtiyacı duymuş. Peki bu masal yaşamı neden ve nasıl son buldu. Öncelikle şunu hatırlamak gerek ki, insanın 7 milyon yıllık ömrünün yüzde doksan dokuzunu savaşsız yaşadı. Ana Kadın yüreği ve aklı ile inşa edilen bu yaşam insanın tek gerçek yaşamıydı. Ve sonra zalim erkek buna el attı. Yoldan çıkan bir grup sapkın erkek, insanın kimyasını fazlasıyla bozan bir düzeni yaratmaya koyuldular. Sonrası ise kızılca kıyamet oldu. Mahşer oldu her yer. Kendi türünü boğazlayan mahlukatlar, yaratıklar sürüsü gelişti. Buna karşı bazı dönemler oldu ki, bütün insanın raydan çıkması an meselesi oldu. İnsanın bu durumuna tanrıça ana lanetler yağdırdı. Kendi oğlunun ona tecavüzüne bütün canlılar lâl oldu, bi daha insan ile konuşmaz oldular.
Tanrıça ananın merhameti ise hiç bitmedi. Her seferinde ona yol gösteren ‘insanı’ yolladı. Bu insan ne yaptıysa işleri yoluna girmedi. En büyük felaketi ise Hz.Nuh yaşadı. Her canlıdan bir çift topladı ve yükledi kurtuluş gemisine. Geriye kalanlar lanetlenmişti. Sağlam, sükunetli bir liman bulamadığı için o gemi halen gezip dururdu. Ta ki İmralı limanını duyana kadar. Ana tanrıça ruhunu yaşayan ‘birini’ gördü ve insanlığı ‘ona’ emanet etti. Yeni Nuh’tan öncekilerin başına gelen karşı hamleler bu sefer de modern iblisin gazabı yoluyla yeni Nuh’a karşı gelişti. Bin başlı iblisin saldırısı yedi düvelde sürdü. Yeni Nuh bir daha insanın lanetlenmesine izin veremezdi. Yoksa artık geri dönüş olmayacaktı. Topladı tarihin bütün değerlerini yeni gemiye yükledi. Bu sefer liman her yerdi, her insan zerresinin olduğu mekandı. Dışarıda hiç kimsenin kalmasına yüreği el vermedi. Ne de olsa insan halen bitmemişti. İnsanı bitirmeye ant içmiş iblislerin gazabı, her toz zerresinin dahi olduğu yerde durmadan sürdü. Ama bu sefer insan buna mecal veremezdi çünkü çok sıratlardan geçmişti o. İnsanın kabul edilen 3. ve son kurtarıcısına dört elle sarılmış, iblislerden bütün intikamını almaya ant içmişti insan. Şimdi ‘Ona’ ulaşma zamanı geçmeden, tufanda köprü olma zamanıdır. Aksini yaparsak bu tufan hepimizi boğar.
İnsanlık bu konuma nasıl düştü. Tabi ki ibretlik bir durumdur… Olay bir halk ya da sınıf falan değil. Bütün insana hitap eden sesi kulaklardan silinmeyecek türküye döndü. Şimdi bu türkünün derin, güçlü yüreklere ihtiyacı var. Söyleneceği bayırlara, vadilere, dağlara ihtiyacı vardır. Ama bu koronun ‘solisti’ olmadan bu olmaz. O zaman lanetliliği getiren büyü de bozulur. Yok bu olmaz ise insana fatiha okumaktan başka bir şey kalmaz. Yeni ve kutsal yürüyüşe devam etmenin şimdi tam zamanıdır. Bütün dualar bize bunu fısıldamaktadır. Buna uymak ise ‘yeni peygamber geleneğini’ ister…”