HABER MERKEZİ
Zor bir yolculuğa hazırlanıyorduk. Yolculuk kararına ulaşmak için çok tartışmış ve düşünmüştük. Alternatiflerimiz de sınırlıydı. Ya gitmek, ya da kalmak gerekiyordu. İkisinden birini tercih etmekle, sadece daha az riskli olanı seçmiş olacaktık. Plansızlık veya bazı zorunlu haller çoğu zaman bizi istemediğimiz birkaç seçenekten birini seçmeye zorluyordu.
Plan dışı seçeneklerden birini tercih etmek, gerillacılıkta sıkça rastlanılan bir durumdur. O yıl, erken kar yağışı bizi, plan dışı iki seçenekle karşı karşıya bırakmıştı.
Ya çılgın Nurhakları fırtınada geçip, donma riskini de göze alarak karargahımıza ulaşmayı hedefleyecektik, ya da olduğumuz köyde kalıp, belirsiz bir kışta baharı bekleyecektik.
Çılgın Nurhaklarla boğuşacaktık. Kararımız buydu. Ne pahasına olursa olsun karargahımıza, yani kış kampımıza ulaşmak için yola çıkacaktık. Zor bir karardı, ama bir köyde sıkışmaya tercih etmiştik. Ya da tek tercihimizdi. Öyle hissediyorduk ve sağduyu da bunu gerektiriyordu.
Nurhak dağını aşıp, arkasındaki Engizekler’e ulaşacaktık. On yıl sonrasında bile hatırlanması beni hala ürpertir. Nurhaklar tipiye tutulduğunda, ova köylüsü bile evden dışarı çıkamaz. Nurhak’ın öfkesi, çok can almıştır. Yeni kurbanlar vermek istemez yöre insanı. Bu nedenle evine kapanarak Nurhak hikayelerini anlatırlar birbirlerine. Efsane ve gerçekler çoğu zaman birbirine karışır. Abartılır. Ama Nurhak, abartıyı doğrular gibi arada bir ovaya doğru kükrer.
Cesaret edip baktığınızda, bir tek siyah nokta göremezsiniz. Bir kar dağında şiddetli bir rüzgarın dünyaya meydan okuduğunu görürsünüz.
Yalnız kar mevsiminde değil, rüzgarla buluştuğunda yazın ortasında bile inanılmaz derecede serttir. Böyle öfkeli günlerinde yüksek tepelerinden geçmek zorunda kaldığımızda, rüzgara karşı gerilla birliği, birbirine kenetlenerek zirveyi aşmak zorunda kalırdı. Rüzgar küçük taşları süpürüp fırlatacak kadar sert eserdi. Taş yağışına inanmak zorunda kalırdınız.
Öfkeli bir zamanında Nurhakları aşacaktık. 1992 yılının Kasım ayıydı. İlk kar düşmüştü ve normalin çok üstündeydi. ‘İlk karın kalktığı’ kuralı, Nurhaklar için geçerli değil ve erken de gelmiş sayılmazdı. Tek fark çok fazla yağmış olmasıydı. Bu, işimizin çok zor olduğunu gösteren bir diğer şey oluyordu.
“Bu fırtınada gidemezsiniz Nurhak sizi yutar”
Tüm hazırlıklarımızı tekrar tekrar gözden geçirdik. Özellikle çorap ve giysilerimize özen gösterdik. Erzağımızı, fırtınaya karşı güçlü tutacak olan malzemelerden seçtik. Ayak yanmalarına karşı birer şişe ispirto ve pamuk almayı da ihmal etmedik.
Ayrılık ve hareket vakti gelmişti. Akşama doğruydu. Görüntü ve iz sorunu nedeniyle karanlıkta yürümek zorundaydık. Bunun güçlükleri de yürüyüşümüze eklenecekti. Ev sahibimiz yaşlı ananın huzursuzluğu artıyordu. Gitmemize karşıydı. Çok tehlikeli olduğunu biliyordu ve başaramayacağımızdan korkuyordu. Haksız da değildi. Fırtınaya çok can vermişlerdi. Kışı evlerinde geçirmemiz için çok uğraşmıştı. Ana yüreği… İşin siyasal ve askeri tarafını fazla düşünemiyordu. Sıcak yüreğinde bizi koruyacağını sanıyordu.
Bizi kararımızdan vazgeçirmek için son bir çareye baş vurdu. Öfkeyle yerinden ayağa fırlayarak, “bu fırtınada gidemezsiniz, Nurhak sizi yutar” dedi. Sert bir tavırla odanın kapısını açtı, hızla dış kapıya yönelerek, onu da açtı. Fırtınanın savurduğu kar salona dolmuştu. Rüzgar, suratımıza soğuk bir tokat vurarak geçmişti.
Yaşlı ana ısrar etmekte haklıydı. Soğuk tehlike ve fırtınaya yenik düşmenin ardındaki tatlı uykuyu hatırladım. Fırtınaya yenik düşen bir insanı ölüm öncesinde çok tatlı bir uyku tutar. Fırtınayı unutur, derin bir uykuya dalmak istersiniz. Geri dönüşü olmaya bir uykudur. Bu nedenle adına “ölüm uykusu” denmiştir.
Soğuk ölüm, tatlı bir uykuyla geldiğini haber verir. Yenilmemek için sürekli hareket etmek gerekir. Durduğun an, ölüme teslim oldun demektir.
Açılan kapıdan içeri dalıp, bizi sarsan fırtına, tüm zorlukları hatırlatmıştı. Zaten yaşlı ana da bunu amaçlamıştı.
Çare yoktu… Yola çıkacaktık.
Başaramayacağını anlayınca da nasihat etmeye başlamıştı. Israrla tekrarladı, sabırla dinledik. Temennisi sağlıklı bir yolculuktu. Dua etmeyi de ihmal etmedi.
Tek tek vedalaşıp yola koyulmuştuk. Fırtına kendisini hissettiriyordu. Yol almanın zor olacağı anlaşılıyordu, zaten bunu biliyorduk. On beş, yirmi metre uzaklaşmıştık ki, dönüp geriye baktım; ana çok uzağa bakar gibi kapının önünde duruyordu. Rüzgar saçlarını örten eşarbı zorlamış, biraz da açmıştı. Uçları savruluyordu. Sonra eşarp fırtınaya kapıldı. Dönüp eşarbına baktı, ötede uçuyordu ve ak saçlarına kar düşüyordu.
Koşup, uçuşan eşarbı yakaladım. Kilitlenmişçesine bakan gözlerini benden ayırmadı. Yanına gittim, eşarbını ona uzattım. Son görevini yapıyormuş gibi ağır hareketlerle elimdeki eşarbı aldı. Tarihin derinliklerini görmek istermiş gibi gözlerimin içine bakıyordu. Eşarbı boynuma dolayarak sıkıca bağladı.
“Nurhak’ı yeneceğiz” dedim ve hızlı adımlarla arkadaşlara doğru yürüdüm.
Önümüzde çılgın Nurhak, arkamızda yaralı bir yürek.
Ardımızda saçları karlı bir ana bırakarak ilerleyecektik…
Ve hep ardımızda analar bırakmıştık.
Onlar hep dağ masalları fısıldar.
Her masalda kendini ele vererek.
Söz vermiştik. Mutlaka başaracaktık. Sıradan bir geçiş değildi. Gerillacılıkta yürüyüş önemli bir eylemdir, ama çoğu zaman rutin geçer. Bu yürüyüşümüzde olduğu gibi bazen de hayati önemde olur. Hızla yol almaya çalışıyorduk. Tipi ve sis görüş mesafesini kısaltıyordu. Aniden durup geriye baktık. Yaşlı ana zorlukla seçilebiliyordu. Ayrıldığımız yerde olduğu gibi duruyordu.
Beş on metre ötesinde her şey görünmez olmuştu. Artık yola çıkmıştık. Hiç durmamak ve acele etmek başarı için belirleyiciydi.
Bunların dışında bir sorunumuz daha vardı. Bölgedeki tek korucu köyünün yanından geçerken iz bırakmamak. Fırtınalı günü de bunun için seçmiştik. Ancak fırtına birden durur ve izlerimizin Nurhak’a girdiği görülürse, çok ciddi bir tehlike vardır demektir. Bu nedenle fırtınadan memnunduk, izlerimiz hemen kayboluyordu.
Havanın kararmasıyla K.. köyünü geride bırakmak gerekiyordu. Söğütlü çayının üstündeki köprü de bu köyde olduğu için, geçiş hattımıza almayı planlamıştık. Fazla bir tehlikesi yoktu, ama yine de görülmek istemiyorduk
Planladığımız gibi zamanında köye varmıştık. Fırtına nedeniyle köprünün çevresine atılmış herhangi bir pusu olamazdı. Bu tür havalarda, ancak masal fısıldayan anaların yüreğine konuk olanlar hareket edebilirdi.