HABER MERKEZİ –
Merak, coşku ve bilinmezliklerle dolu bir dünyaya girerken, geride kalabalıklar içinde yaşadığım yalnızlıkları ve güçsüz bırakılmak istenen bir silüeti bırakmıştım. Özgür, topraklara akmıştı yüreğim. Buhranlı bir çok gecenin ardından henüz bulmuştum yolumu. Ve yolcusu olduğum yeni yolda, tüm zorluklara karşın “umut” yitirilmiyor, aksine gelecek, o umudu yaratmaya bağlanıyordu.
Katılım kararını aldıktan kısa bir süre sonra, Yunanistan’a geçtim. Yunanistan’dayken O’nu, çözümlemelerin yer aldığı video kasetlerinden çok izlemiştim. Çözümlemelerden birinde, Akademi’nin bahçesini Sokrates’in bahçesine benzetiyordu. O’nun kamelyadaki çiçeklerin arasında yürürken, her arkadaşa ayrı ayrı bakması, yoğunlaşması, dudaklarından dökülen sözcükleri yaşıyormuşçasına dile getirmesi, tüm hareketlerini estetize etmesi, çözümlemeleri izlerken en çok dikkatimi çeken noktalardı. Çakıl taşlarından, yapraklara, toz zerreciklerinden cansız varlıklara kadar her şey, O’nun bakış açısında bir farklı görünüm alıyordu. Her şey çok parlak, temiz ve canlı duruyordu. O’nun etrafında, bir çiçeğin taç yaprakları gibi duran arkadaşların gözleri parlıyordu.
Ve ben de bir gün orada olacaktım. O günü iple çekiyordum. Hiçbir şey sabırsızlığıma yelken olamıyordu. Nihayet beklediğim an gelmişti. Önderlik sahasına gideceğim söylenmişti. Bir 12 Eylül günü Sahaya vardığımızda Şehit Zeynep ve Harun Arkadaşlar bizi karşıladı. Önderlik, o gün okulda yoktu. Gece boyunca gözlerimden uyku aksa da uyuyamamıştım. Sahaya birlikte geçtiğimiz Zeynep Arkadaş’a, Önderliğin ne zaman geleceğini sordum, o da tam olarak bilemiyordu.
Dışarı çıktığımızda gökyüzüne baktım. İlk defa o kadar çok yıldızı bir arada görüyordum. Orada gece de aydınlıktı. Yıldızlar, aydınlatıyordu Akademi’de bir takım bayan arkadaş, Önderliğin kaldığı katın üst katındaki terasa yerleştirilmiş olan çadırda kalıyordu. O’nu gördükleri zaman yüreği titreyen birçoğuyla yaptığım sohbetlerde, kendilerini o çadırda yıldızlara ne kadar yakın hissettiklerini söylüyorlardı. Çadırda kalındığını görünce, biraz şaşırmıştım. Çünkü her şeyi, daha şatafatlı ve lüks bekliyordum. Oysa orada her şey, kendi doğallığında ve sadeydi. Halkın alın teriyle oluşan imkanlarla ayaktaydı. Ortamın doğallığı ve sadeliği içerisinde her şey, gerçek yüzüyle, gerçekle buluşmaya çalışıyordu. En çok kadının bu konudaki sınırsız arayışları ve bu arayışlara göre edinilen duruşları dikkatimi çekmişti. Daha önce gördüğüm kadınlardan daha farklıydılar. Hepsi çok doğal ve kendisinden emin görünüyordu.
Bazen derin bir rüya da olduğumu düşünüyordum. Hayal dünyasındaydım ve bunun her an bitebilme ihtimali, beni korkutuyordu. Akademinin kapısından geçip, içeriye doğru yürümeye başlamıştık. Fakat ben, halen orada olduğuma inanamıyordum. “Gerçekten burası, Önderlik Sahası mıdır?” diye sorduğum çok oluyordu, ama sessizce kendime soruyordum.
O mekanda her şeyin bir dili, her sesin bir anlamı vardı. Her şey anlam yüklüydü orada. Bir gün eğitimdeyken, bana çok normal gibi gelen bir sese tüm arkadaşlar farklı bir refleks gösterince, şaşırdım. Bir arabanın kapıları kapatılıyordu. Ama üç kere, hem de art arda kapatılmıştı kapılar. Bana göre çok garipsenecek bir şey yoktu ortada, fakat birden tüm arkadaşların yüz ifadesi değişmiş, fısıldaşmalar başlamış ve kimse eğitimi dinlemez olmuştu. Ne olup-bittiğini anlayamamıştım, ancak bir arkadaşın “Önderlik geldi!” sözü kulağıma ilişince, adeta yerimde donup kaldım. O üç kere çarpan sesi, tekrar tekrar duyar gibi oldum. Geldiğini duyduğum an, şehitleri anımsadım bir bir. Görüntüleri, canlandı. O ses, bütün şehit seslerinin toplamı olarak beni çağırıyor gibiydi. O kadar yoğun bir duygulanmanın etkisiyle eğitimde kafamı önüme eğdim ve sessizce hiç kimsenin duyamayacağı şekilde ağlamaya başladım. O an şehit düşen kardeşlerimi ve onlar gibi binlercesini düşünüyordum. Sesin yarattığı çağrışımlar beni o kadar etkilemişti ki, kendimi tutamıyor, yıllardır baskı altına alınan duygularımın yüreğime yüklediği ağırlığı hafifletmek için ağlıyordum. Kutsal bir mekanın topraklarında yaşadığımı, daha yakıcı ve derinden hissettim. Sözcüklerle izah edemeyeceğim bir ruh hali içerisindeydim.
O gün öğle yemeğini arkadaşlarla yemiştik ki, birden Önderlikle yemek yiyeceğimiz haberi geldi. Zeynep ve ben Önderliğin karşısına en toy halimizle ve engel olamadığımız doğal reflekslerimizle çıkmıştık. İçeri girince heyecandan nasıl davranacağımızı bilemiyorduk. Önderlik, banyodan yeni çıkmıştı, havlusu omzundaydı ve ayağında da terlik vardı. Eşofman giyinmişti. Heyecandan elimiz ayağımıza dolanmıştı. Hatta bazılarımız kıpkırmızı kesilmiştik. Önderlik, çok heyecanlı olduğumuzu fark etti ve bize “Oturun” dedi. Biz, O’nu izliyorduk o da bizi gözlemliyordu. Daha sonra tek tek hepimizle diyalog geliştirerek, bizi tanımaya çalışıyordu. Sıra bana gelince, şehit ağabeyimin ismini söyleyerek; “Onun kardeşi misin?” dedi. Yarattığı doğal ortamda, bizim de rahat olmamızı sağlıyor ve sohbete ortak etmeye çalışıyordu. O’nun bu yaklaşımları, dilimizin tutulmasına neden olan heyecanımızı, uçurup götürmüştü sanki.
Uzun yıllar Amed zindanında ve gözaltında birlikte kaldığımız Jiyan (Necla Çeşme) Arkadaş, o gün mutfakçıydı. Yemek getirip-götürürken, biraz çekingen davranıyordu. Jiyan’ın çekingenliğini görünce, “Sen hala kalıplarını kıramamışsın. Uzun süredir buradasın ama hala kalıplarını kıramadın” dedi.
Sofra hazırlandıktan sonra hep birlikte yemeğe oturduk. Önceden yemek yediğimiz için bir daha yerken midelerimize yükleniyorduk. Önderlik daha önce yediğimizi bilmediği için, ısrar ediyordu. Yemek yedikten sonra bir kolayı açıp bardağa boşalttım, fakat hepsini bitiremeden bardağımı yavaşça masaya koydum. Zeynep, bardağımı koyduğumu görünce hemen beni uyardı. Gizlice; “Önderlik görürse kızar” dedi. Önderlik, Zeynep’in kulağıma eğilip fısıldadığını görünce
-Ne konuşuyorsunuz? diye sordu. Zeynep;
-Başkanım, arkadaş kolasını bitirmedi, ben de bitirmesi gerektiğini söyledim, dedi.
Önderlik tam karşımda oturmuştu. Birden gözümün içine bakmaya başlayınca o kadar tedirginleştim ki, ellerimi bile nereye koyacağımı bilemedim. Bana,
-Niye Kolanı yarım bıraktın? diye sordu.
-Başkanım, arkadaşlar erken haber vermedikleri için, yemek yiyip geldik. O yüzden çok fazla yiyemiyoruz, yanıtını verdim. Başkan,
-Olsun. Ya açmayacaktın ya da bitirecektin. Bize aile gibi yaklaşıyorsunuz. Kendi ailenizde nasıl rahatsanız, değerlere yaklaşımınızda öyle. Değerlere öyle yaklaşılmaz. Ne olursa olsun; bir işe başlarken de bitireceksin, bir yemeği yerken de bitireceksin. Ne olursa olsun yarı da bırakmayacaksın. Belki de onu atacaklar. Kendi aile doğallığınızla bize yaklaşmak istiyorsunuz” dediğinde, söyledikleri beni daha da heyecanlandırmıştı.
Akademi’de ideolojik ve siyasi eğitim kadar, sportif faaliyetlere de önem veriliyordu. Sistematik olarak ve hiç aksatılmadan aynı faaliyetler, tüm arkadaşların katılımıyla yürütülüyordu. Fakat bu konuda bayan arkadaşların bir avantajı vardı. Bayan arkadaşların sportif faaliyetleri içerisinde yüzme de vardı. Günün belirli saatlerinde yüzme dersleri veriliyordu. Bilmeyen arkadaşlar, yeni yeni öğreniyor; bilen arkadaşlar ise hem bilmeyenlere öğretiyor hem de daha da güçlenmeye çalışıyorlardı. Başkan, ülkede bayan arkadaşların suda boğulduğuna dair haberler almıştı. Bu yüzden, hepimizin yüzme öğrenmesini istiyordu. Önderliğin o yüz ifadesini görünce, çekingenliğimi çok geri ve anlamsız buldum. Önderlik bir an Jiyan’a dönerek; “Öğrenin, Rozerin gibi olmayın” dedi. Rozerin arkadaş ’94 yılında Amed’de suda boğularak şehit düşmüştü. “Bu bir savaş yöntemidir, öğrenmeniz gerekiyor. Rozerin gibi olmamak gerekiyor. Rozerin’i o kadar eğittik, gitti hemen boğuldu” dedi.
Bir süre sonra, Şehit Meryem’in koordine olduğu bir günde, iki arkadaş mutfakçı olduk. Önderliğe Lipton paket çayından götürmüştük. Önderlik çayı içtikten sonra, bardağı almak için odasına gittiğimde, gülerek;
– Onu atmayacaksın değil mi? diye sordu.
-Hayır Başkanım, atmayacağım, dedim. Bu seferde,
-Kime vereceksin? diye sordu. “Önderlik bununla niye ilgileniyor” diye şaşırdım. Daha sonra bana;
-Meryem’e vereceksin. Üstüne sıcak su ekleyip Meryem’e vereceksin, dedi. Odadan çıktıktan sonra gülerek mutfağa girdim. Mutfakta o kadar gülüyorum ki arkadaşlar ne olduğunu sordular. Meryem’e Arkadaş’a,
-Biliyor musun, Önderlik, ‘o çayı Meryem içecek’ dedi” diyerek, Önderliğin söylediklerini aktardım. Meryem arkadaş, çok sevindi ve,
-Canım hiç istemiyor, ama Önderlik söylediği için içeceğim, diyerek çayı içti. O arada Meryem arkadaş,
-Önderliğin değerlere yaklaşımını görüyorsun, değil mi? diye sormasıyla, Önderliğin neden bir çayı bu kadar sorduğunu anladım.
O gün mutfakta birkaç çeşit yemek yapmıştık. Etli yemek çeşidi de vardı. Öğlen yemeği saatine az kalmıştı. Önderlik, birden mutfağa girip bir yandan bize, bir yandan da pişirdiğimiz yemeklere bakarak;
-Önünüzdeki yemeği bile yemesini bilmiyorsunuz. İdeolojide de böyle.. İdeolojik yaklaşımınızda da bu var. Yeme olayında da öyle. Bak şimdi o kadar yemek yapmışsınız. Belki de arta kalacak, götürüp atacaksınız. Eti fazla yapmayın.. dedi.
Etin çok zararlı olduğunu söyleyerek, hafif malzemelerden kendisine bir dürüm yaptı. Dürümünü iştahla yerken, bir yandan da bizimle diyalog geliştiriyordu. Bana dönüp;
-Niye partiye katıldın? diye sordu. Afallamıştım.
-Savaşmak için Başkanım! dedim hemen. Başkan, bir kez daha,
-Savaştan ne anlıyorsun, ne istiyorsunuz bizden? diye sordu.Birlikte mutfakçı olduğumuz arkadaşa da;
-Hala çekinceleriniz, kalıplarınız var. Hala bizim karşımıza çıktığınız zaman büzülüyorsunuz, dedi. Kadının ezilip-büzülmesinden ziyade, kendisinde özgüven ve öz güç olgularını geliştirmesi gerektiğini vurguladı.
Zamanla O’nun özgürlük öğretisine daha iyi anlam vermeye başlamıştım. Mart ayında bizimle yaptığı bir özgün toplantıda bizimle geliştirdiği diyaloglarında, erkeğin egemenlikli yaklaşımlarını, sahte sevgi anlayışlarını sorgulatıyordu. O zaman kahkaha atarak,
“Size canımsın, sevgilimsin, ama ayakkabımın tozusun diyorlar. Onlara aldanmayın!” dedi.
Çok etkilenmiştim. Belleğimde, gerçekliği her an sorgulatan bir kilit olarak kaldı, o belirleme.
Kampta hiç ilgilenmediğimiz bir kedimiz vardı. O gün kedi uysallaşmış bir biçimde, yavaş yavaş, etrafına bakına bakına içeri girdi. Tek tek arkadaşların yanından geçip, çemberi yardıktan sonra miyavlayarak, Önderliğe doğru yürüdü. Önderliğe yakınlaştı ve ses çıkarmadan Önderliğin dizine oturarak, O’na bakmaya başladı. O sırada Önderlik,
-Bakın, o da Özgür İnsanı tanıyor, dedi. Kediyi sevdikten sonra yavaşça yere bıraktı ve kedi usulca süzülerek odadan dışarı çıktı.
Dilan Amed
KAYNAK: https://komalen-ciwan.com/