Bu yazıda amacımız Öcalan’ın öngörülerini hatırlatmaktan öte “24 Temmuz 2015” gibi önemli bir kırılma noktasına dair yani derinleşen ve farklılaşan savaş gerçekliğini tekrar onun gözünden okuma ihtiyacıdır.
HABER MERKEZİ – ANF’den Nujiyan Rizgar’ın hazırladığı yazıya göre; “AKP kendi Ergenekonu’nu kuruyor. Anlamak lazım. AKP kendi derin lobisini kuruyor. Bu savaş lobisidir! Bu özel savaş lobileri içeride de dışarıda da bürokraside, yargıda, ordu içinde her yerde vardır ve desteğini bulur. Özel savaş lobileri gelişirse AKP bunların karşısında duramaz. Ben bu tehlikeye şimdiden işaret ediyorum.”
**
“Ben burada bütün dünya deneyimlerini, barışa giden yolları inceledim, bütün bu çalışmalarımın neticesinde “ülkemizde barışa nasıl gidilir?” Konusunda görüşlerimi yazdım, belirttim, çabaladım. Ancak bu çabalarımız dikkate alınmadı. Bu dikkate almama yaklaşımı karşısında da esef duyuyorum. Kırk elli bin insan öldü deniyor, her iki taraftan toplam kırk elli bin insan öldü. Ancak bunlardan ne kadar sonuç çıkarıldı? Bunu “terör” diyerek açıklayamazsınız. İnsanları bu türden tabirlerle kandıramazsınız. Yaklaşık elli bin insanın öldüğü bir yerde “terör” değil savaş vardır. Başka ülkelerde bu kadar kayıp verilse masaya oturulur, konuşulur, çözüm yolları tartışılır. Ben illa ki bu konuda benimle de konuşun, görüşün demedim. Değişik adresler, değişik yöntemler gösterdim, tespitler yaptım bu konularda ancak bunlar da dikkate alınmadı.”
**
“Orta yoğunluktaki bir savaştan söz ediliyor, bunun şöyle bir tehlikesi var: böyle bir savaş gelişirse bu sadece öyle dağla da olmaz, şehirlerde de bunun etkisi çok büyük olur. Şehirlerdeki serhildanlar kent isyanlarına dönüşebilir. Her şehirde büyük katliamlar da gelişebilir. Halkımız bunu bilmeli ve buna hazırlıklı olmalıdır. Savaştan beslenenler büyük bir şiddet uygulayabilir. Bu şiddette birçok genç, kadın, çoluk, çocuk ve halkımızdan birçok insan da ölebilir. Devlet çok daha sert ve acımasızca Kürtlere yönelebilir. Herkes tedbirini almalıdır. Benim için bir şey yapmasınlar, ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Halkımızın üzerinde soykırım, bir tehlike ve tehdit olarak duruyor. Onun için ne yapıyorlarsa kendileri için yapsınlar. Benim buradaki durumum gerekçe yapılmamalı. Ne yapıyorlarsa kendi onurları, kendi kaderleri, kendi hakları için yapsınlar.”
**
“Tekrar söylüyorum, Kürt sorunun demokratik yollarla çözümü gelişmezse özel savaş lobileri devreye girer, dışarıdakilerle bağlantı kurar, komplolar dönemi başlar, Kürdistan Devrimi derinleşir ve iç savaş çıkar, bundan da herkes kaybeder. Bu benim tercih ettiğim bir yol değildir. Benim tercihim Kürdistan Devriminin derinleştirilmesi yani çatışma, iç savaş tercihi değildir. Ben demokratik barışçıl yollarla demokratik zeminde sorunun çözümünü esas aldım. Tercihim bu yoldadır.”
***
Yukarıdaki tarihi değerlendirmeler Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ait.
Bu sözlerin önemi, bugünün aynası olmasından öte, 9 yıl kadar önce söylenmiş olmalarıdır. Şüphesiz “AKP yarın savaş lobisi kuracak” dediğinde kimse ama kimse ne denmeye çalıştığını anlamadı. Bugün ise sonuçlarını büyük yıkımlar ve alt üst oluşlarla tecrübe ediyoruz.
Bu yazıda da amacımız Öcalan’ın öngörülerini hatırlatmaktan öte “24 Temmuz 2015” gibi önemli bir kırılma noktasına dair yani derinleşen ve farklılaşan savaş gerçekliğini tekrar onun gözünden okuma ihtiyacıdır. Onun satır aralarından aslında bugünün gelişini nasıl adım adım bağırdığını, bizi uyardığını ve belki de bizim nasıl duyamadığımızı anlatmaktır.
Öcalan bugün evrensel ölçekte barışı en iyi bilen ve değerini bilince çıkaranlardandır. Çünkü ömrünü buna verdi. Halen de insanlık dışı bir tecrit altında bu mücadelesini vermeye devam ediyor. Öcalan’da barış; savaştan da yüce, geliştirici, ahlaki ve siyasi bir eylemdir. Ondandır 1999 yılında “Savaşını büyük verenler, barışını da büyük vermeyi bilirler. Barışta kusur edenler, kendi savaşlarına anlam vermemiş duruma düşerler. Her iki tarafın bir damla kanı bile barışa dönüştürmelerinin kutsal bir görevleri olduğunu unutmamaları çok iyi bilmeleri gerekir. Özgürlüğe dayalı barıştan daha değerli bir şey olamaz” dedi.
Öcalan yasaların felsefesini en iyi bilenlerdendir.
Ortadoğu’da uygulamaların eşitsiz olmadığını en iyi deneyimleyenlerdendir.
2004 yılında “Ben bir daha silaha başvurmak istemiyorum. Benim adıma kimse ölmesin diyorum. Uyarıyorum yarın kıyamet kopacak” dedi. Ve dedikten sonra deyim yerindeyse Ortadoğu’da kopan kıyamet gittikçe şiddetleniyor.
Öcalan barışı en etkili yol olarak kabul ettiğinden en küçük ihtimal ve olanakları bile değerlendirdi. Bundan ötürü sürekli yollar geliştirdi, yazdı-çizdi, açıkladı. Hükümeti hep uyardı.
Özellikle Erdoğan’a defalarca seslendi. Mesela 2004’teki bir görüşme notunda “İşte Filistin’in İsrail’in durumunu görüyorsunuz Tayyip bey deyin. Altı yıldır savaş çıkmamışsa bizim sorumlu davranmamızdandır, gereklerini yapmamızdandır. Ülkemize saygıdandır. Ben korkudan bunları yapmadım. Öyle af maf şeyleri içinde bunları yapmadım. Biz ülkemize saygılıyız mesele bu ülkeyi daha güzel günlere götürmek içindir. Ama tutarlı demokrasi için, insan hakları için, Kürtlerin kültürel hakları için sonuna kadar savunacağım. Bir ayı iyi değerlendirmelerini söyleyin. Bu kadar fedakârlık yaptık. Diyalog olursa, demokratik yürüyüş anlam kazanırsa bu tehlike atlatılabilir. Olmazsa savaş gelişir” demesi gibi.
Yine 2010 yılındaki bir değerlendirmesine bakalım:
“Cumhurbaşkanının bunları iyi görmesi gerekir. Eğer çözümde samimiyseniz, ciddiyseniz, bu süreyi iyi değerlendirmeniz gerekiyor. Yok, biz tasfiyeyi, imhayı dayatacağız diyorsanız, PKK kendini çok iyi bir şekilde koruyabilir, yaşatabilir, bu savaşı uzun süre yürütebilir. Bunun önüne geçmek için diyalog yolunu başlatmalısınız. Yeter ki ciddiyet olsun. Benim rol almam isteniyorsa bu koşulların değiştirilmesi gerekiyor. Bu esaret koşullarında ben bir şey yapamam.”
Devamında ise “Bütün bu zor koşullarımıza rağmen barışı getirmeye çalıştık. Bunun çabasını yürüttük. Ancak olmadı, bunu başarmak isterdik, başaramadık. 2010 yılının başlarında olmamız vesilesiyle bu konuya değinmek istiyorum. Aslında barışa giden yolda yapılması gerekenler belliydi, çok basitti. Yine belirtiyorum gözyaşlarının dinmesi iki kelimeye bakar. İnsanların gözyaşları iki kelimeyle biter aslında… Barış görüşmeleri. Yakınlarını kaybeden aileler bu iki kelimeyi dillendirerek bu sorunun çözümünü hükümete dayatabilirler. Bu kadar basittir gözyaşlarını dindirmek. Tekrar 2010 vesilesiyle Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Genelkurmay Başkanı’na, Emniyete, İstihbarata sesleniyorum. Barış için herkes üzerine düşen görevi gerçekleştirmelidir. Bu devlet olmanın, devlet ciddiyetinin gereğidir. Bu sorunun çözümü o kadar da zor değil. Bu konuda açık-net görüşlerimiz oldu. Çok da zor değildi bu adımları atmak ancak nedense hiç görülmedi çabalarımız.”
Görüldüğü üzere Öcalan çabalara cevap verilmediğini söylüyor ve bunun anlamı onun literatüründe savaşın derinleşmesi, aslında muhatapların savaşa karar vermesidir. Her barış adımına devletin şiddet ile cevap vermesi de “geri adım atma, korkma, çaresizlik” olarak kodlandı. Böyle olunca yeni bir gelişme olmuyordu. Ciddiyetsizlik en başta burada idi. Anlatmaya çalıştığı buydu.
24 Temmuz’a geri dönelim tekrar.
Ve ertesi yılında geliştirilen kurgusal darbe/msi gelişmelere bakalım!
Çözüm Süreci’nin rafa kaldırıp, tarihi Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddeden Tayyip Erdoğan ve AKP tarafından Kürtlere karşı 24 Temmuz tarihinde devreye sokulan savaşın üzerinden 3 yıl geçti. Kürtlerin demokratik taleplerini bastırmayı ve Kürt Özgürlük Hareketini saf dışı bırakmayı amaçlayan savaş süreci, Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaptığı uyarılara kulak asmayan siyasi iktidara yönelik askeri bir darbeye dönüştü.
Çözüm inkâr edildi. Her şey İmralı’da kurulan diyalog ve müzakere masasının hükümet tarafından ‘bize oy kazandırmıyor’ denilerek devrilmesiyle başladı. Öcalan’ın olağanüstü çabasıyla 2013 yılında Newroz deklarasyonu ile başlayan ve 3 yol boyunca ölümleri durduran diyalog sürecinde, 28 Şubat 2015’te İmralı Heyeti ve devlet heyetinin ortak açıklamasıyla 10 maddelik Dolmabahçe Mutabakatı kamuoyuna açıklandı.
Açıklama ile Türkiye’de artık silahların devreden çıkarılacağı noktaya gelindi. Ancak bu girişim bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet tarafından inkâr edilerek, çözüm masası devrildi. Görüşmeler boyunca çözümün geliştirilmesi noktasında tek bir somut adım dahi atılmamasına rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mutabakatı “O metinde bir demokrasi çağrısı yok” sözleriyle eleştirmesinin yanı sıra mutabakatı yok sayan, yanlış bulduğunu beyan eden açıklamaları savaş sürecinin de başlangıcı oldu.
5 Nisan 2014 tarihinde İmralı’da yapılan son görüşmede, devletin müzakerelere yanaşmaması ve açıklanan 10 maddelik taslağı reddetmesinden hareketle Öcalan, HDP heyetine dönük “Bu son gelişiniz olabilir. Bir daha buraya gelemeyebilirsiniz. Bunlar bu diyalogu yürütecek ciddiyette değiller” uyarısında bulundu. Bu Öcalan’ın çözüm süreci boyunca hükümetin çözümsüzlük politikalarına dönük ilk uyarısı değildi.
Öcalan, tarihi mutabakat metninin açıklamasından bir gün sonra yani 27 Şubat’taki görüşmede de “AKP otoriterleşmek isterse kendini bitirir. AKP hakiki olmazsa bu sefer gerilla hakiki savaşı başlatır. Anlaşma yok, çözüm yok, barış yok, faşizmi dayatırsa savaş başlar” uyarısıyla, yine yaşanabileceklerin sinyalini verdi. Aynı görüşmelerde sık sık “Demokratikleşme gelişmezse, darbe mekaniği devreye girer” diyen Öcalan’ın hükümet tarafından dikkate alınmayan bu uyarıları bir bir gerçekleşti.
En son 15 Temmuz gecesi, Öcalan’ın işaret ettiği “darbe mekaniği” somutlaşarak, bir darbe girişimine dönüştü. Zaten Öcalan ile diyalog sürecinin bitirilip, tecrit uygulanmasıyla birlikte savaş kararının daha önce Ekim 2014 MGK toplantısında karar altına alındığı ortaya çıktı.
Kangren haline gelen Kürt sorunundaki gelişmelerin damgasını vurduğu, bölgesel düzeyde ilişki ve ittifakların yeniden kurulduğu 2015 yılı, Türkiye’de 3 büyük katliam, 2 genel seçim, bir büyük barış girişimi, ancak hükümetin masayı devirmesi sonucu başlayan büyük ve sonu belirsiz bir savaşın yaşandığı bir yıl oldu. Türkiye 28 Şubat’ta açıklanan tarihi Dolmabahçe Mutabakatı’ndan AKP’nin masayı devirmesiyle birlikte 7 Haziran sonrasında başlayan savaşın kıyısına savruldu.
2015 yılının ilk 3 ayında, çözüm görüşmelerinin hızlandığı, 28 Şubat deklarasyonu ile barışın müjdelendiği bir dönem yaşandı. Ancak aynı dönemde AKP’nin savaş hazırlıkları ile “İç Güvenlik Paketi” görüşmeleri de yine bu dönemde yaşandı.
Bir yıl boyunca içeride Kürde karşı geliştirilen savaş ve dış politikada baş aşağı giden ilişkilerin doğurduğu en önemli sonuç ise 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi oldu. Çözüm süreci boyunca Öcalan’ın “demokratikleşme gelişmezse darbe mekaniği devreye girer” uyarılarını dikkate almayan AKP’nin yeniden savaş üzerinden geliştirdiği bu süreç tam da Öcalan’ın işaret ettiği darbe mekaniğinin devreye girmesiyle iki yılını geride bıraktı.
Darbe ve benzeri bir gelişmenin olacağını ilk olarak Öcalan gördü ve uyardı.
Açık açık söyledi: “Çözüm gelişmezse darbe mekaniği devreye girer”
Bunu dikkate almadılar. Almadıkları gibi de bu söz şahsında polemikler yarattılar. Öcalan darbe mekaniği çözümlemesi ile esasta tarihsel bir bağlamda bu darbe olgusunu ele alıyordu. Ve bu ülkenin cumhuriyetten bu yana yönetim biçiminin özünü ve temel yöntemini işaret eden onun altını çizen onu açığa çıkaran bir değerlendirmedir. Bunu savunmalarının 5. cildinde zaten uzun uzun yazıyor.
Hükümet her ne kadar savaşın 24 Temmuz’daki hava saldırısıyla başlatıldığını söylese de, bu tarihin öncesinde yaşanılanlar bu iddiayı boşa çıkarmaya yetiyor. 30 Haziran’da Medya Savunma Alanları’nda dönük gerçekleştirilen bombardıman ile savaş kararı pratik olarak devreye konulmuştu. Bu bombardıman ile aylarca tüm provokasyonlara rağmen sürdürülen ateşkesin altına dinamit konuldu.
KCK yaptığı açıklamada “24 Temmuz AKP’nin en büyük hatası olarak tarihe geçecek”dedi.
Öcalan’ın halen süren 24 Temmuz ve ertesinde gelişen sistematik savaş konseptine dair görüşleri/öngörülerine biraz daha değinmekte fayda olabilir.
Öcalan’ın ‘çok iyi algıladığım’ dediği bir şey var. Bu da Türklük fenomenin ne kendi adına savaşabildiği ne de barışabildiğidir. Kapitalist modernitenin ona biçtiği rol, Türk halkı da dahil tüm Ortadoğu halklarının kapitalist sistemin baskı ve sömürüsüne açık hale getirilmesinde kaba bir jandarmalık, bekçilik ve gardiyanlık yapmasıdır.
Öcalan savaşı derinleştirenleri ‘lağım fareleri ve yarasalar’ olarak değerlendiriyor. Bunlara dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor. Yani toplum içinde ve dışında sürekli savaşla beslenen bir sistemin temsilcileri bunlar. 24 Temmuz 2015’i bir de bu açıdan görmek lazım.
Sürekli ama sürekli dayatılan kirli savaş ve barış karşıtlığına rağmen Öcalan umutsuz değildir. Çözümü basittir: “Özgürlük ütopyalarımıza sarılarak, her yerde bulunan istismar ve iktidara karşı yine her yerde anlamlı direniş ve adalet odakları oluşturmakla aşabiliriz. Diğer tüm yolların yaşam için bir kısırdöngüde ömür tüketmekten öte bir sonucu, hedefi yok gibidir” der.
Çünkü son uyarılarından biri şöyledir:
“Kürtlerin kendi tarihlerinin derinliklerinden kaynaklanan gerçekliklerini ve taleplerinin ertelenemez olanlarını esas alarak çözüm geliştirmeleri, eskiden her ne kadar ekonomik ve siyasi çıkarlara uygun görülmemiş olsa da günümüzde bunun tersine bir duruma dönüştüğü, yani ilgili tüm çevrelerin ekonomik ve siyasi çıkarlarının çözümden geçtiği iyi görülmek durumundadır. 21. yüzyılın başlangıcında onurlu bir Kürt barışını gerçekleştirmek büyük önem taşımaktadır. Daha uzun süre erteleme ve çürütme yöntemleri, tüm bölgeyi İsrail-Arap çatışması ve İran-Irak savaşından çok daha kapsamlı ve uzun süreli uğraştıracak potansiyeldedir.”