HABER MERKEZİ- Rêber Apo’nun “Tarih Günümüzde Gizli ve Biz Tarihin Başlangıcında Gizliyiz” kitabından derlenmiştir. – 2
Biz edebiyatla devrime katkıyı geliştirebiliriz
Biz müziği biraz canlandırdık. Hatta resmi inkar duvarını yıktık. Kürtçe müzik biraz alan buldu. Bu ilk adımdır. Yine Kürtçe yazılar yasağı delindi. Müzik, resim, heykel için ilgi alanları yaratılmış, zemin sunulmuştur. Fakat alan kendi terbiyecilerinden o kadar yoksun ki, bu konuda o kadar inkarcılık var ki, ilgi duyan çok az veya hiç yok. Duyulsa da beceren yok. Neden? Çünkü terbiyesi yok. Bu iş tarihi bilinç ister, yürek ister, yüreğin olması için de toplumsal boyutlanışı görmesi lazım. Toplumun acısını, toplumun kırımını, imhasını görmesi, dirilişini görmesi lazım. Bu konuda adeta halk deyimiyle kaz kafalık vardır. Donanımsız, terbiyesiz konuşulursa, resmi dil, resmi söylem konuşulursa böyle yazılır, böyle çizilir. Çünkü Türk okullarında bunlar öğrenilmiştir. Halkların gerçeğinden fazla haberleri yoktur. Doğrusu, dayatılan devrim gerçeğindedir. Fakat kişilik ona hazır değildir. En temel, en önde gelen devrimciler bile, devrime hazırlıksızsa, edebiyatçı nasıl hazırlık yapacak? Hazırlık yapabilmesi için bir devrimci kadar yüreğinin olması ve beyninin çalışması gerekiyor. Bunlar edebiyat alanındaki bazı sorunlardır.
Kürt aydınlanmasına, rönesansına veya dirilişine ilişkin olarak, Osman Sebrî, Musa Anter gibi kişilikler de hiç şüphesiz anılmaya değer. Anlamını iyi bilince çıkarmamız gereken ve şahıslarında Kürtlüğü az çok taşımaya çalışan önemli birikimlerdir. Hiç şüphesiz benzer örneklerde vardır. Biz bunları cumhuriyetin veya Kemalizmin, Kemalist belanın Kürtler açısından ortaya çıkışı ile birlikte direnme döneminin değerleri olarak da görebiliriz.
Bu dönem, neden Türklük için bir aydınlanma dönemi oldu da, Kürtler için bir karanlık dönem haline getirildi?
Bu dönemi bir de bu yönüyle ortaya koymak mümkün. Gerçekten Türk ulusalcılığı ne kadar egemen sınıf tarzında da olsa, çok şoven, eli kanlı tarzda da olsa, çok yönlü bir aydınlanmayı yaşadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ve bir anlamda Türk aydınlanması, Kürtler için karanlığın gelişmesi, “betonlaşma hareketi” dediğimiz mezara gömülmesi ve nefes alamaz duruma getirilmesidir. Bunun birçok izahı yapılmıştır. Özellikle aydın olduğunu iddia edenlerin çok iyi kavraması gerekiyor ki, PKK gerçeği dışında kalan kesimlerde, onun etki sahası dışında kalanlarda büyük bir çarpıklık ve gerçeğin dışında hareket etme durumu yaşanıyor.
Şüphesiz PKK, tarihi kendisiyle başlatmıyor. Ama bugün PKK’siz bir Kürt ulusçuluğundan ve Kürt rönesansından bahsetmek de gerçekçi değildir. Tarihimizde teorik olarak Kürtlükten bahsetmek mümkün. Yine birey düzeyinde direnmiş kişiler de var. Ama bir hareket haline ve ulusal seviyeye gelme, dar, feodal aşiretçilikten kurtulma söz konusu olduğunda, mumla arasan bulamazsın. Gerçekçi olmak gerekiyor. Eğer Kürt rönesansının değeri bilinmek isteniyorsa, geçmişin çok istenip de yapılamayanı veya başarılamayanı nedir, sorusuna cevap vermek gerekiyor. Türk ulusalcılığı içinde ne hale getirildiğimizi bile anlayamıyoruz. Katliamın kurbanları bugün hakim ulus içinde en iyi kullanım araçlarıdır. Kürt ulusal değerleri, en çok Türk ulusal değerlerine dönüştürülüp hizmet ettirilmiştir. Ve bu, hiç şüphesiz bir Türk ulusal anlayışıdır.
Şunu söylemeliyiz ki, Türk ulusçuluğunda diğer azınlıklardan devşirmelerin payı ne kadar büyükse, Kürtlerin de devşirmelerinin payı önemlidir. Nerede ise hepsine bedeldir. Özellikle cumhuriyet döneminde Kürt ulusal değerleri adına ne varsa, katliam temeli esas alınarak talancı ve sinsice bir değer kırılmasıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Bu sanatsal ve düşünsel anlamda güçlü bir kırılmadır. Sanatın özellikle edebi alanının seçkin isimleri Kürt kökenlidir. Bu konuda aslında kapsamlı bir değerlendirmeye ihtiyaç var. Örneğin, birçok edebiyatçının Kürt kökenli olması tesadüfi değildir. İleri gelen bir Türk edebiyatçısı olmak için biraz da Kürt kökenli olmak gerekiyor. Bu, kısmen TC’nin oluşum mantığıyla da bağlantılıdır. Oluşum mantığında bir Türk’e iyi bir edebiyatçı olma şansı verilmiştir. Ona verilen; resmi tarihi çok şovence tekrarlama misyonudur.
Resmi tarihi, resmi kültürü bu kadar tekrarlayan, iyi sanatçı olamaz ve hiçbir dönemin etkili sesi olamaz. Ermenilerden, Rumlardan, Kürtlerden derlenir. Bunun nedenleri şu: Bunlar ezilen halklardır. Ezilen halkların bireylerinin duygu ve düşüncelerinde köklü altüst oluşlar, ızdıraplar, acı ve ayrılıklar vardır. Bu da sanatın kaynağıdır. Ve nitekim sanatın evrim göstermesi, gelişmesi de bu kişiliklerle olur. Türklerde ise sanat adına varılan şey cumhuriyeti ezberlemektir. Üstelik bunu her türlü şoven değer yargılarıyla herkese ezberletmektir. Bunun için de sanat konuşmaz. Halbuki sanat, biraz devlete muhalif olmayı, eleştirel olmayı gerektirir. Burada tümüyle örgütsel olmak gerekiyor. Tümüyle aşılamak, asimilasyon ile sürekli kendine benzeştirmek: Cumhuriyet yazarlarının ve ideologlarının işlevi budur. Biraz muhalif ve eleştirel olmak da azınlık kökenlilere kalıyor. Ezilen ulusa ait kültür kişilikleri, ciddi bir siyasi mücadeleye güç yetiremedikleri için, siyasi sahayı terkediyorlar. Siyasi eleştiri, örgütlenme ve eylemlilik, yerini edebi eleştiri, edebi eylemlilik ve edebi örgütlenmeye bırakıyor.
Gerçekten de Kürt muhalifliğinde, Kürt eleştirisinde böyle bir yansıma var. Aslını bir yerde inkar ederek veya azınlık kökenlerini Türk edebiyatı biçimine dönüştürerek koruma adına bir tepki biçimi gelişiyor. Önemli bir Kürt aydın kuşağı mı desek? Aslında ne kadar aydın olduğu da tartışmalı. Çünkü Türk aydını olarak bunlar düşünülüyor. Kökeni belki Ermeni, Rum, Kürt, Arap veya Çerkes’dir. Küçük bir kısmı Türk’tür aslında. Devlet sanırım biraz da buna izin veriyor. Yani, “kendi gerçekliğinizi inkar temelinde edebiyat yapabilirsiniz, izin var, yeter ki siyaset yapmayın” diyor, onlar da böylece bu alanı kullanmış oluyorlar. Biz, böyle bir aydınlanmaya, bu yönlü eleştiri getirebiliriz.
Kürtlerin bir aydınlanmayı yaşamaları şurada kalsın, bir jenosidi yaşıyorlar
Türk aydınına gelince, bugün onun temel görevlerini yerine getirmediği görülüyor. Bu son derece olumsuz bir niteliktir. Türk ulusçuluğuna kültürel açıdan katkıları var. Ancak Kürt, Rum, Ermeni gerçekliğine katkıları sınırlıdır. Belki birkaç tipleme düzeyinde adları geçer, o kadar. Örneğin, Kemal Tahir’den tutalım Yaşar Kemal’e kadar. Ruhi Su’dan tutalım Yılmaz Güney’e kadar birçok örnek bu çerçeve dahilinde değerlendirmeye tabi tutulabilir. Fakat büyük katliam ve ardından asimilasyon döneminde Kürtlük neyi ifade ediyor? Bir direnme varsa, bir aydınlanma varsa, bu ne anlama gelir? Biraz da bu sorular üzerine düşünmek gerekiyor. Cumhuriyet gerçekten belki de tarihin tanıdığı en barbar ve hatta Hitler’i bile geride bırakabilecek bir jenosid hareketidir. Ermeniler, Rumlar bu hareketten paylarını almıştı. Kürtler ise daha sancılı bir jenoside tabi tutulmaktadır.
Herhangi bir aydınlanmayı yaşamaları şurada kalsın, bir jenosidi yaşıyorlar. Yani herhangi bir baskı ve sömürüden öteye ulusal katliam rejimi de diyebilirsiniz buna. Evet, katliam rejimi diyebilirsiniz buna. Katliam yalnız fiziksel anlamda yürümüyor. Bilinci yok etme ve böylece ceset haline getirip bırakma veya kullanılacak ucuz malzeme durumuna getirme durumu söz konusu. Böyle bir tahribatla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu süreçteki Kürt gerçeğini araştırmak isteyenler, dikkatle değerlendirmek zorundadırlar. Gerçeğin doğru bilinci olmadan, aslında herhangi bir ayaklanmadan bahsetmek mümkün değildir. Ve olanı da sahtekarlık ve çarpıklık olur. Zaten olan da biraz budur. Önce gerçeğin adını doğru koymak gerekir.
Kürt ulusçuluğuna ilişkin ucuz bir söylem var, “şöyle isyan ettik, şöyle kahramanca direndik” deniyor. Eğer bu böyle ise geriye bir şeylerin kalması gerekiyordu. Kalanlar çok sınırlı ve başaşağı gidişe hizmet ediyor.
Direnme mevcut aslında. Fakat çok yetersiz, çok korumasız olduğu için, çok ezici vurulmalara götürüyor. Ezici vurulmalar ise çok kötü bir uşaklığa, teslimiyete ve özümsenmeye götürüyor. Dersim’de ve diğer isyanlarda yaşanan bu. Zayıf bir direnme, karşı tarafı güçlendirir ve onun en kötü malzemesi haline getirir. İsyanlarımızın böyle bir özelliği var. Kendilerini savunacak güçlü bir kitap bile bırakmamışlar. Özellikle aydınlarımızın bunun üzerinde iyi düşünmeleri gerekiyor.
Osman Sebrî, Musa Anter ve Cigerxwîn gibi kişilikler, aslında bu süreçte biraz silahşörce, ortaçağ şövalyelerine benzer bir tarzda bir kişilik direnmesi, bir ayakta kalma örnekleridir. Ama onların bu süreci ne kadar dillendirdiği de tartışılmalıdır. Ben de bu kişilikleri az çok tanıdım. Osman Sebrî, 1925’lerden itibaren isyandan etkilenip Kemalizme karşı çıkar. Hatta buralarda bizim gibi böyle bir müfreze ile gidip, isyana yardımcı olmak ister, bütün isyan süresince. Fakat “peşime bin kişiyi taktım gittim Suruç’a, orada bir baktım ki, arkamda bir kişi bile kalmamış” diyor.
Cigerxwîn Gercüş’ten, Musa Anter Nusaybin’den gelmişler; ancak kalemleriyle, şairlikleriyle ayakta kalabilmişler. Aslında siyasiydiler. Hatta eylemciydiler. Ama örgüt kurmaya, direnişi güçlendirmeye -küçümsemek için söylemiyorum- büyük yiğitliklerine rağmen güçleri yetmiyor. Ve en son bir Kürt edebiyatı alanı kalıyor, aydınlanma alanı kalıyor, Cigerxwîn şiire yükleniyor. Bu anlamda bir Kürt soluğu olmaya çalışıyor, yine Musa Anter de öyle. O da edebiyata yöneliyor, bir soluk olmak istiyor bu amansız karanlık dönemlerde. Osman Sebrî daha da tutarlı, yurtseverlik kalemi, şairi, dilcisi, kültürcüsü olmaya özen gösteriyor. Biraz kendilerini etraflarına da hissettiriyorlar. Bunlar kesinlikle işbirlikçi Kürt tiplerinden farklıdır. Hele hele KDP geleneğinden çok farklıdırlar.
PKK öncesi dönemde bir KDP’lileşme var. Dört parçada da KDP’ler oluşturulmaya çalışılıyor. Fakat tamamen Kürtlüğün aleyhine çalışan bir konuma gelme söz konusu. Yurtsever örgüt biçiminde kendisini göstermek ister. Ama çok kısa bir süre sonra yurtseverlerin kapanı olur bu örgütlenmeler. Ve nitekim bu kişilikler hızla bu örgütlenmelerden kopuyorlar.
Osman Sebrî çok erken kopuyor: “Barzani beni tutsaydı öldürürdü” diyor. Cigerxwîn yine erken kopuyor. Musa Anter’in KDP’liliği fazla yok. Ortaya ne çıkıyor? Kendileri direnmek istemiştir, ancak başaramamış, zorlanmışlar. KDP bu dönemin en etkili örgütü, ondan da ayrılma gereği duyuyorlar. Çünkü işbirlikçi, devletin güdümünde ve böylece çok dar, çok az olanaklı zorluklarla dolu bir ortamın “Kürt sesi” olmaya çalışıyorlar.
Neyi kurtardı bunlar, diye bir soru sorulabilir. Kürt dili ve kültürünün ölmediğini hissettirmek istemişler. Ve her halde en önemlisi de cumhuriyetin büyük saldırısına karşı teslim olmamayı, bir yurtsever olarak ayakta kalmayı başarmışlardır. Ama bütün bunlar, çok güçlü bir siyasi aksiyona da götürmüyor. Bir siyasi eylemliliğe ve örgütlenmeye götürmüyor. Kendilerinin çok yalnız kalmalarına yol açıyor. Bunlardaki yalnızlığı iyi değerlendirmek gerekiyor aslında. Bütün bir ulusa hizmet etmek istemelerine rağmen, yalnızlık içinde kalmaları dikkatle değerlendirilmelidir. Bu durum ulusal düzeyin gerekliliğini gösteriyor.
Bunlar aslında güçlü edebiyatçılar olarak yapmaları gerekenleri yapmıyorlar. Çünkü ulusal temel ve devrimci direniş temeli zayıf olursa, güçlü bir edebiyat da doğmaz. Öyle istiyorlar. O da çarpık ve yetersiz kalıyor. Böylece talihsiz mi desek, acil bir kuşak mı desek, o dönemin sesi olarak kalıyorlar. Kürt aydınlanmasını kısmen böyle bir soluklanma anlamında yaşamak isteyebilirler. Ancak şöyle bir talihsizlikleri var. Güçlü bir ulusal-demokratik hareket olmadığı için ve dönemleri muazzam bir katliam, asimilasyon, karanlık dönemi olduğu için; büyük yüklenme ve direnmelerine rağmen, çok sınırlı bir etkiye yol açmaktan kurtulamıyorlar. Belki koşullar elverseydi büyük edebiyatçılar olabilirlerdi. Büyük direnişçiler de olabilirlerdi. Hatta askeri, siyasi önderler olarak da bazıları bu kuşağın içinden çıkabilirdi. Nitekim böyle birçok aday da var. İşte, İhsan Nuri, Ağrı dağında fazla gelişim gösteremedi. İran’a savruldu. Bir Alişer, bütün yurtseverliğine rağmen, katledilmekten kurtulamadı. Bir Nuri Dersimi vardı; “ah-vah”larına rağmen yalnız başına çok uzaklarda ölmekten kurtulamadı.
Sanırım hâlâ bu kuşaktan birçok insan var. Bu dönemi sadece umut edip, pratikte gelişmeyi sağlayamamanın acısından kurtulamazlar.
Şimdi bunların bilincindeyiz. Biz bu tip örnekleri, özellikle bu sahada emek sahiplerini göremeyecek kadar inkarcı değiliz, ama fazla abartma gibi bir gerçek dışılığa düşmemeye de özen gösteriyoruz. Biz değerlendirmelerimizi daha çok KDP’lilere yönelik geliştirdik. Çünkü ulusal-demokratik gelişmenin önünü kapatan, daha çok bu tip anlayış, tutuma sahip olan sınıf zemini ve onun işbirlikçi yoluydu.
Sözüm ona ulusalcılık yapıyorlar, ama ulusalcılıkla alakası olmayan, ulusal kurtuluşlarda eşine pek rastlanmayan, sahte işbirlikçi Kürtçülük tarzı sergiliyorlar. Gerçek Kürt yurtseverliğini sömürgeci güçlerin istihbarat güçleriyle birleşerek boğmaya çalışan bir Kürtçülük tarzı çıkıyor ortaya. Bunun birçok lekeli tipi ortalığı doldurmuştur. Kürtçülük, uzun süre bunların elinde kalmıştır. Bu çok tehlikeli bir Kürtçülük biçimidir. O saydığımız örnekler, bunlara karşı durmuşlardır, bu önemli. İsyan etmiş, ilişkilerini kesmiş ve farkını koymuşlardır. Ama devletin gizli kuruluşlarını arkalarına aldıkları için, bu KDP türü işbirlikçilik hayli etkili olmuştur. Bize karşı da en tehlikeli ve en zarar verici tutumları bu kökenli güçler sergilemişlerdir. Fakat bir Kürt aydınlanmasından, bir Kürt rönesansından ve dirilişinden söz edilecekse, onu biraz PKK’nin yarattığı koşullarda bulmak en doğrusudur.
Diğer sol gruplarda ise, siyaset yaptıklarını, parti olduklarını iddia edenler var. Saygım var, devam etsinler, inşallah gelişirler de. Fakat politika yapmanın, onun partisini kurmanın öyle kolay bir iş değil, bu konuda oldukça gerçekçi olmaları gerekir.
Politikanın tekniklerini de o kadar önemli görmüyorum. Kürt politikacılığı nedir, Kürt siyaseti nedir, parti siyaseti nedir? Onun üzerinde çok duruyorum. Ama bir taraftan Ankara kapısında bir dilenci olmaktan öteye gidemeyeceksin ve bir taraftan da bana “bu Kürt politikacılığıdır” diyeceksin. Bu doğru bir tavır değildir. Ankara parlamentosunda da politikacılık yapmayı anlarım ve yine orada da bir halk adına neler söylenebileceğini bilirim. Fakat bunun esasını, özünü unutup da çıkar peşinde koşmaya, “Kürt politikacılığı” demenin büyük ayıptan da öteye, işbirlikçilik ve uşaklık olduğunu söylemek durumundayım. Bir yerde politika yapmak, kelle koltukta yaşamayı gerektirir. Bu bilinçte, bu cesarette değilsek, “Kürt politikacısı olayım” deme gafletine düşmeyelim derim. Öyle birçok politikacı da var, ama bunlarda dediğim gibi işin en işbirlikçi ve uzak kesimini oluşturuyorlar. Şu anda da bunlar, en önemli hedeflerimizden birisidir.
Kürt aydınlanması yaratılıyor
PKK’nin ideolojik, siyasi ve askeri yönünden ziyade burada belirtilmesi gereken; ulusun ruhuna, bilincine ve kültür kişiliğine ne getirdiğidir, bu konu yeterince anlaşılamıyor. Mutlaka bir Kürt patlaması, çağı veya kişiliği denilecekse şimdi böyle bir gelişmeye tanıklığımız söz konusudur. İsteyen değerlendirebilir.
Bizim yaptığımız şu: Kürt veya herhangi bir insanlık kesimi diyelim, bu dağlarda veya bu dağların eteklerinde yaşamaya çalışan bir halk adına, bir kimlik, bir kişilik arayanların hareketi diyebiliriz. Bu Mezopotamya ülkesinde, Toroslar’ın eteklerinde, Zagroslar’ın eteklerinde bazı insanların direnmeleri var ve bunların kültür sonuçları çarpıcı olarak ortaya çıkacaktır. Buradaki işgale ve istilaya karşı direnmelerinin mutlaka insanlık açısından bir anlamı ve hümanizması olacaktır. Ulusal yanı kadar, böylesi bir yanı da kendini hissettirecektir.
Bizim gösterdiğimiz gelişim; Türkü, Arabı, Farsı sorgulayacaktır. Onların anti-demokratizmini, şoven ulusçuluklarını, ister dini kisvede, ister milli kisvede olsun; dayattıkları büyük haksızlıkları, insanlık dışı uygulamaları sorgulayacaktır. Bütün bunların yapılması bir yerde, Ortadoğu’da hümanizmanın boy vermesi anlamına gelecektir. Hümanizma, insani gelişmedir. Bu anlamda Kürt ve Kürdistan direnişçiliğinin hümanizma ile çok büyük ilişkisi olacaktır. Örneğin, Fransız Devrimi’nin büyük bir hümanizma hareketi olduğu söylenir. Doğrudur. Bütün ulusları, insanlığı etkilemiştir. Fransız Devrimi, daha çok kapitalist üretim ilişkileri çerçevesinde, onun ilericiliğini esas alarak Avrupa merkezli bir eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve buna benzer temel bazı insani değerleri yaymıştır.
Kürt direniş gerçeği de bütün bu resmi temsil düzeylerine büyük bir cevaptır, büyük bir karşı koymadır. Dolayısıyla bunun tanınması demek, Ortadoğu halkları hümanizmasının ortaya çıkması demektir. Ve bu da, yalnızca Kürt aydınlanması değil, önemli oranda bütün Ortadoğu halklarının aydınlanmasıdır. Bu aydınlanma içinde Mezopotamya buna beşiklik etmek ile karşı karşıyadır. Çünkü insanın genel normları bu coğrafyada şekillenmiştir. Daha öncesi, yazı, askerlik, siyaset biraz da buradan yola çıkılarak ilk adımlarını atmıştır. Kürt gerçeğinde, bir devrimle tekrar bu maziye, bu insanlık tarihi kadar eski gerçeğe uzanma söz konusudur. Çok ilkel politika yaptığımızı söylüyoruz. Fakat aynı zamanda bu, en ilkeli politikadır da. Çok ilkel bir askeri tarzda savaşıyoruz, ama bu, ilk dönemde başlatılan askerileşmeyle ifade ediliyor. Yani tarih kadar eski, ama en yenisi olmayı da içinde barındıran bir direnişçilik ve savaşçılık, dolayısıyla hümanizması, aydınlanması çok kapsamlı olacağa benziyor. Direniş başarı kazanırsa, özüne ters düşülmezse, insanlık ile ilgili yönleri büyük bir özenle korunup geliştirilirse, kazanan bir Kürdistan, Arap, Fars ve Türk egemen gelenekli şovenizme karşı bir zafer olacaktır. Demokrasi, halkların gücünün ortaya çıkarılması, birleşmesi ve dayanışmasıdır. Bir yerde Mezopotamya uygarlığı, İstanbul uygarlığının, Mısır uygarlığının, Fars uygarlığının, hatta Anadolu uygarlığının daha güçlü temellerde ilk söylem kazanmasıdır. Biliyoruz ki, bu yeni aydınlanma açısından da önemli bir adımdır.
Kemalistlere gelince, iddialarında “biz de bir Anadolu aydınlanma hareketiyiz” diyorlarsa da, bana göre tersi daha anlamlıdır. Anadolu uygarlığı üzerine bir kabus olarak çökme durumları var. Muazzam bir Türk şovenizmiyle Anadolu uygarlıkları çok çarpıtılmıştır ve gerçek özünden saptırılmıştır. Dolayısıyla biz Kemalizm’e bir büyük aydınlanma yaftası yapıştıramayız. Arap milliyetçiliğinin de kendi uygarlığını bile günümüzde ne kadar temsil ettiği sorgulanmaya değer. Büyük İran uygarlığının şimdiki rejimlerce ne kadar temsil edildiği de sorgulanmaya değer.
Bir Kürdistan devrimi de bu sorgulamada çok iddialıdır. Halklar adına iradeyi, halklar adına seçeneği ortaya çıkarabilir. Mübalağa etmiyoruz, ama ısrar edilirse ilkelere ters düşmezse, kendi devrimini çok uygunca yayabilirse, mutlaka böyle büyük düşünmeyi de bilmek gerekiyor. Tabii bu, bir kültür meselesidir. Siyasi, askeri önder olarak gelişim gösterme meselesidir. Büyük duygu, büyük düşünme meselesidir. Tarihe uzanma meselesidir, geleceği dar ufuklu görmeme meselesidir. Gelişme bu temelde sağlanırsa hiç şüphesiz aydınlanma da muhteşem olur.
Tarihi temeli var ve güncel olarak da devrimin yayılması halkların özlemine uygundur. Politikasını, askerliğini ve onun ruh çalışmasını da böyle sağlam götürürse, hiç şüphesiz gelişmeler de bu denli çaplı olabilir. Bu cücelerden kurtulmak gerekiyor, karanlık noktalardan kurtulmak gerekiyor. Çok basit ailecilik-kabilecilik gibi tortu-kalıntı zincirlerinden kurtulmak gerekiyor.
PKK bu konuda büyük bir mücadele ve militanlık içinde, Ortadoğu’yu düşündürüyor. Düşünür ve politikacıları düşündürüyor. Kimi dost, kimi düşman yaklaşımlar içinde, buna Avrupa’yı ve hatta ABD’yi de dahil ediyoruz. Önemle eğiliyorlar. Demek ki, işleri ilerletmişiz. Şimdiden bu kadar çevrenin ilgilenmesi, sağlam bir zemin üzerinde ciddi sonuçlara yol açabilecek bir konumda hareket edildiğini kanıtlıyor. Dolayısıyla böyle Kürt ağırlıklı, Kürdistan ağırlıklı bu yeni direnmeyi dikkatle değerlendirmek, ulusal özellikleri kadar, insani yanını, yine kişiye yönelik yanı kadar toplumsal düzenlenişe yönelik yanlarını da özenli, iç içe hazırlamak, aslında iddiasının gücünü de ifade edecektir. Biz buna dikkat ediyoruz. Yazmak isteyen kalemler, bu çağı değerlendirmek isteyenler biraz gerçekle, devrim gerçeği ile temas kurmalı. Duygulanmak isteyenler buradaki yüreği biraz duymayı bilmeli ve kesinlikle sahte, yanıltıcı olmamalıdır.
PKK’deki ruhun büyümesi kesin. PKK’deki ruh yücedir, cesaretlidir. Tam zafer konusunda iddiası vardır. Bunu biz kimseye çiğnetmeyiz, çarpıttırmayız. Belki şehitler tam seslendirilmemiştir; belki eylemleri, belki yaşamları tam edebi ifadesini bulamamıştır, ama bu demek değildir ki hep böyle gider. Ve bazı köksüzlerin, tabansızların, çarpıtıcıların keyiflerince kullanıp, diline dolayıp ya da eline kalem geçirip, karalayacakları bir zemin asla değildir. Yani güçlü bir temeli vardır. İnanıyorum ki, günü gelir en güzeli yazılır, üzerine en güzeli inşa edilir. Siyaseti de yapılır, askerliği de yapılır, edebiyatı da yapılır, müziği de yapılır. Zemini var, sahiplenmeyi bekliyor. Şimdiden de çıkıyorlar. Zaten dediğim gibi, zemini sürekli güçlendirmeye çalıştığımız için daha fazlaları da önümüzdeki dönemde çıkacaktır.
Duygu, aşk olmadı mı edebiyatçılık, sanatkarlık olmaz. Kürt aydınlarına bunu söylüyorum. Hepsi birer koca-karı düşkünüdür. Düşkün olacaklarına biraz ruhlarını görmeye çalışsalar, ruh ne kadar bitirilmiş. Sen yüreğini Ağrı dağı kadar düzeltemezsen ve (tabii bu yiğitlikle, savaşçılıkla mümkün), bunu sergileyemezsen, neyin edebiyatını yapacaksın? Şimdi ben yine Kürt aydınına fazla dokunmak istemiyorum. Çünkü çok nazik ve bitiktir aslında. Ama yine de cesaretlensinler. Hiç olmazsa bizi duyarak cesaretlensinler.