İSTANBUL – Halklar Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle Bakırköy L Tipi Cezaevi’nde 16 Ocak’ta başlattığı açlık grevi eylemini 30 Nisan’da ölüm orucuna dönüştüren Nesrin Akgül, eylemlerinin amacına ilişkin JİN NEWS’e mektup gönderdi.
1981 yılında Muş’un Varto ilçesi dünyaya gelen Nesrin, 1999 yılında HADEP gençliğinde yer almaya başladı ve uzun yıllar çalışmalarda bulundu. 2008 yılında tutuklanan Nesrin’e “örgüt üyesi” olduğu gerekçesiyle 18 yıl hapis cezası verildi. Şuan Bakırköy L Tipi Kadın Kapalı Cezaevi’nde bulunan Nesrin, tecridin kaldırılması talebiyle 16 Ocak’ta süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine başladı. Nesrin’in 30 Nisan’da dönüştürdüğü ölüm orucu 7’nci gününe girdi.
Nesrin’in kaleme aldığı mektubu şöyle:
“Seslerin adeta yas tuttuğu bir zamanda Leyla Güven arkadaşın çığlığı ile testi kırılmış ve su dağılmış oldu. Zindanlar ‘Önderliğimiz üzerindeki tecride alışmayacağız. Bununla yaşamasını öğrenmeyeceğiz’ öfkesiyle kendi esaretinin aşkınlığıyla direnişe geçti. Bu direniş ayları, mevsimleri devirdikçe çoğaldık. Ancak çoğalan hep biz olduk. Biz zindanlardan akan bu nehre, bizimle beraber herkesin akmasını ve öylece Ada’ya akmayı istedik. Bizler, akarken çarpacağı taştan korkmayan su olduk. O suyun cesareti yalnızlığa dayanma gücünden geliyor. Biliyoruz ki çok uzaklardan gelen sesler, bizi izleyen şaşkın, ürkek gözler, sesimizi duyan kulaklar var. Ama bizlerle beraber akacak olan, suyu taşkınlaştıracak olanları göremiyoruz. İzlemek, gönülden desteklemek, hatta üzülmek, ağlamak bu oyunda herkesi seyirci kılıyor. İşte bir sebepte budur ölüm orucuna başlamamıza.
‘Artık alışmak değil değiştirmek istiyoruz’
Biliyoruz ki vicdanlar sızlamakta ve bir şeylerin olması istenmekte. Kimsenin Önderliğimizin tecridine alışmadığını, öfke dolu olduğunu bilmekteyiz. Ama kimden ne bekliyoruz? Karşımızda kaskatı kesilmiş ama saldıran bir faşizm var. Biz onu yıkmaksak, biz onu değiştirmesek kim bunu başaracak? Bu gerçekle yaşamayacağız. Artık alışmak değil, değiştirmek istiyoruz. Ancak kendi kedimizin esiri olarak bu gerçek karşısında harekete geçememenin handikapındayız. Bizler bu direnişe geçerken aradan ne kadar zaman geçerse geçsin hiç unutmayacağımız bir zamanın günahını, acısını, hatta utancını yüreğimizde taşımanın dayanılmazlığındaydık. Cizre’de Mehmet Tunç’lar direnirken, çoğumuz izlemiş o sese ses olamamıştık. Kalbimize yakışanı yapamamıştık. Çok ağlamış, çokça öfkelenmiştik ve kahırlanmıştık. Ancak trajedimiz oydu ki bu duygular, düşünceler bizi eyleme geçirecek güce erişmemişti. Kendimizden taşamamıştık. Mehmet Tunç’lara yetişememiştik. Toprağımızın kaderini yine sırtımızda taşımıştık. Yine o zamanlar Çiyager’in ‘Mutlaka Kazanacağız!’ sözünü şimdilerde daha iyi anlar olduk. Çiyager o kocaman, tarih olmuş şehirde yalnızdı. Ama öylesine inanç yüklü, kararlı ve zafer tutkusuyla doluydu ki mücadelenin başarısına inanarak ‘Mutlaka kazanacağız’ demişti. İşte zaferi o zaman kazandı. Mücadele tarihimize büyük değerler ve başarılar katan bu sürecin direnişi istenilen nihai hedefe ulaşmamışsa en büyük sebebi de hepimizin basiretsizliği, şaşkınlığı ve hareketsizliğindendir. Ve hala bu direniş süreci görkemli, heybetli, zaferler kazanmış başarılarından çok acılarıyla hatırlanıyorsa, bunun yanlışı, bugün direnme zayıflığına yol açmaktadır. Acıyı bal eylemek ve Önderliğin de dediği gibi ‘Büyük acılar öğrenmesini bilenler için büyük öğreticidir. Ölmek ya da hayatta kalmak pek fark etmiyor. Önemli olan onurlu yaşam hakkını kazanmaktır’ esas olan. Acılar bizi çaresizleştirmemişse bugünden Mehmet Tunç’un, Çiyager’lerin bayrağını devralan zindandan başlayıp, dışarıya yayılan bu direnişe daha güçlü sahip çıkarız. Şimdi Leyla Güven, Mehmet Tunç’un ruhuyla direnmekte, bizler de zindanlarda Çiyager’in sözüyle, inancıyla, coşkusuyla haykırmaktayız. Mutlaka kazanacağız.
‘Bedenlerimizi mum gibi eritecek bir aşka tutuştuk’
Ölüm orucu eylemimizin yarattığı etkileri çok uzaklara gitmeden de görmekteyiz. Yanı başımızdaki yoldaşlarımız bu eylemin en büyük taşıyıcısı olmakta, ailelerimiz ve sesimize ses olan herkes acıyı yüreklerine gömüp, bir şeyler yapmaya çabalamakta. Yanı başımızda ki yoldaşların duygusallıkları tüm davranışlarına yansımakta. Yaşamak hissetmekse, yoldaşlarımız bunu tüm hücrelerine kadar hissetmekte. Hepimiz Amed zindanını Hayrileri, Kemalleri, Akifleri, Sakineleri yaşamaktayız. En büyük farkımız bu defa kadın arkadaşlar olarak bu direnişte yer almamız. Sakine Cansız yoldaşımızın yılmaz iradesi ve kararlığı ile onun izinden yol almamızdır. Hak aşığı kadınlar olarak inandığımız değerler uğruna, Önderliğimizin hakikati karşısında bedenlerimizi mum gibi eritecek bir aşka tutuştuk. Önderliğimizin kadın özgürlüğü uğruna ortaya koyduğu mücadele de kendini aşk işçisi kılarak açığa çıkardığı değerlere sahip çıkacak bir kararlılıkla bu eyleme tutuştuk. Bu uğurda bedenlerimiz erise de yüreğimiz, zihnimiz, bağlılığımız, kararlığımız büyümekte.
‘Ölüm orucu eylemimiz doğru okunmalıdır’
Bu mücadelenin temel değeri olan ‘Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz’ şiarı ile her dönemin hakikati olmuştur. Bunu değişmez, daimi kılansa devrimin bedelsiz kazanılamayacağı gerçeğidir. Evet, en yakın zamana hatta şuana kadar da bedel ödemeyi sürdüren bir hareket olma özelliğimiz var. Bu tüm devrimlerin hakikatidir. Devrimciler olarak ölüme sevdalılığımızla değil yaşama olan sevdalılığımızla ölümü aşarak, ölmeyi göze alıyoruz. Değil midir ki, ‘Ölüm değil yüreğin ve bilincin körlüğüdür, kötü olan’ o nedenle bizler ölümden korkmuyoruz. Ve hiç kimsenin de ölüm karşısında, bunun korkusuna yenik düşmemesini istiyoruz. Ölüm orucu eylemimiz doğru okunmalıdır. Bu eylemin içinde saklı ölüm gerçeği değil, ölmeyi dahi göze alan amaçta ki kararlılıktır. Ölüm gerçeği karşısında yaşananlar irkilmeyi, daha fazla yaşanan kötülüklere, zulme karşı göstermeliyiz. Önderliğimiz üzerinde yürütülen ağırlaştırılmış tecride karşı yaşamalıyız. Şayet bunu doğru anlar ve yaklaşırsak o zaman yaşadığımız gerçeklik diriltici olur. Hayri Durmuş arkadaş Amed zindanında ölüm orucuna başlarken şunu demişti; ‘Eğer eylemim ve ölümümle arkadaşlarıma, partime ve halkına faydalı olabilirsem bundan mutluluk duyarım. Bütün yeteneğimi, bilgi ve becerimi en üst biçimiyle, istediğim gibi halkımın hizmetine sokabildiğimi, bütün inancıma, kendimi bu davaya adamışlığıma rağmen halkına karşı görevimi tam olarak yerine getirdiğimi söyleyemem. Bu yüzden de mezar taşıma bu halka karşı borçlu öldü yazılsın’ dedi. Hayriler yaşamlarını ve bedenlerini onlara karşı kullanılan bir silah olmaktan çıkarıp düşmana karşı kullanarak bu direnişi başlattılar. İşte bizler de bu geleneğin takipçileri olarak ölüm orucuna başladık.
‘Bedel ödemeyi bu aşkın ayini saydık’
Karşımızdaki düşmanın gerçekliği gün gibi ortadadır. Faşizmin en kurumsallaşmış, kendini organize etmiş halini yaşamaktayız. Modern çağın, 21. yüzyılın faşizmini her anlamda tecrübe ediyoruz. Ancak düşmanın aman tanımaz saldırıları karşısında basiret körlüğü yaşanmamalıdır. Faşizmin sınır tanımaz saldırganlığı, bizlerin direnişinden, bu halkın ona teslim olmamasından kaynaklanmaktadır. Faşizm kaybetmenin eşiğinde olduğundan dolayı bu derece saldırmaktadır. Kaybetme korkusu büyüdükçe, saldırıları da artmaktadır. Ve bizlere karşı yürüttükleri savaş korkularını sakladıkları maske olmaktadır. Böylesi bir düşmandan aman bekleyemeyiz, niyaz edemeyiz. Kendi gücümüzle, direnişimizle mücadelemizi topyekun kılarak düşmanımızı yola getireceğiz. Kurtuluşu sağlayacağız. Bu devrim 40 yılı aşkın mücadelesiyle büyük değerler ve birikimler yarattı. Önderliğimiz devrim içinde devrimi gerçekleştirilir kıldı. Bu değerler, büyük bedellerle kazanıldı. Devrimci mücadele olanaklarının bu derece yoğun olduğu bir süreçte, hiç birimizin şikayet etme, bahane üretme, düşman gerçeğine sığınma hakkı, hatta gafleti olamaz. Bu halk yiğit ve direnmesini bilen bir halktır. Bizler de direnmeyi, boyun eğmemeyi bu halktan öğrendik. Bu halkın evlatlarıyız ve analarımızın helallik sütüyle belenerek büyüdük, devrime katıldık. Böylesi yiğit destanlar yaratmış bir halkın evladı olarak direnmek, bizleri onure ediyor. Ancak, bugün bizlere ‘Siz niye zindanlarda açlık grevine girdiniz? Neden ölüm orucuna girdiniz?’ denilmekte. Sormak isteriz; bu derece baskının, zulmün, sınır tanımaz vahşetin hüküm sürdüğü, tecridin ağırlaştırıldığı bir zamanda siz dışarıdakiler yeterli mücadeleyi veremiyorsanız, elbette sorumluluk bize düşer. Seyirci kalmak, izlemek, birilerinden beklemek devrimci bir duruş olmadığı gibi vicdani de değildir. Biz üzerimize düşen görevi yapmaktayız. Ve halkımızın da yılmaz direniş ruhuyla mücadeleyi büyüteceğine inanıyoruz. Zaten böylesi faşizmin küstahca, katliamvari saldırıları karşısında ya malum olanla yaşama ya onunla ölme tercih edilir. Bunun aksi teslimiyettir. Bizler kendi irademiz ve vicdanımızla hak aşığı insanlar olarak bu direnişe girerken, ölüm orucunu, bedel ödemeyi bu aşkın ayini saydık. Bir derviş gibi yola yolcu olduk. Önderliğimizle doğru yoldaşlığı yakalamak için kendimizi özgürlük hakikati içinde eritmekteyiz. Başarıya olan inancımız tamdır. Zaten en büyük başarıyı, böylesi bir süreçte Leyla Güven öncülüğünde zindanlarda da bu direnişi başlatarak kazandık. Geçen zaman içinde bu direnişin büyük bir kararlılıkla kendini çoğaltarak yol almasıysa başarımızı ikiletti. Ve bu süreç boyunca düşman gerçeğini teşhir ettik. Halkımıza her şekilde direnilebileceğinin umudunu taşıdık. Kendi zihnimizde, bedenimizde birçok yeni anlamlar oluşturduk. Yaşamımıza bu direnişle anlam yüklü değerler kazandırdık. Vicdanen üzerimizde ki ağırlıklardan silkindik. Başarmak tek başına sonuca ulaşınca elde edilmez. Yolda yol olmak başarıyı yaratır. Ve zaferlerde sadece sonuca ulaşmakla elde edilmez. Başarıya inanan, buna kilitlenen, umutlu, coşkulu, amacında netleşmiş insanlar olmayı başarmak faşizmin umutsuz kılıp, teslim aldığı toplum gereği karşısında en büyük zafer olmaktadır. Ve şuan inanıyoruz; zafere ulaştığımız da bizleri alkışlayanlar çok olacak. Ancak marifet o zafere ulaşma anlarında, o zaferi görmektir. Önderliğimizle 24 saat yaşama gücü ve iradesindeyiz ve mutlaka önderliğimizle fiziksel olarak buluşacağız. Halkımızın bu kararlığımızı gördüğüne, buna anlam vererek bizlerle beraber mücadeleyi yükselteceğine, zindanların önünde direnen analarımızı yalnız bırakmayacağına inanıyoruz ve mutlaka kazanacağız diyoruz.”