HABER MERKEZİ
Sarsılmaz iradeli ve umut tohumu eken gülüşlü insan. Ama bu insan, yine de koşar. Geri de kalsa da, ağır olsa da koşar. Çünkü bilir ki; ”Harekete geçen zincirlerini fark eder.” Savaşın tam göbeğinde acılarını ve ağrılarını zaptetmeye çalışan ve ikna olmak için adeta maddi sınırların ihlalini huy edinen ve yine saldırganlıklarıyla kendine benzetmeye sözlenmiş olanlara karşı, ‘’sizin çocuğunuz olmam’’ ısrarıyla adının himayesinde kalmaya direten ve dünün öğrettiği en güzel olanı yarına taşıma umudu ile koşar bu insan.
Cesim Kaya, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. sınıf öğrencisiyken bu zorlu ve bir o kadar da kutsal koşuya katıldı. Sistem içinde, sistemin çocuğu olmaktansa, sistemin vaat ettiği parlak yaşantılara, güzel istikbal anlayışlarına kanmadan, sistem yaşantısını en yoz yaşantı olarak niteleyip sistem reddini seçti.
Mezopotamya’dan. Savaşın haritasına dönmüş bir coğrafyanın kalbinden..!
Bir halkın yüz yüze kaldığı soykırım, tarih kırım ve adaletsizliğe çığlık olmak için Mezopotamya’nın kan ağlayan topraklarına yolculuk etti. Cesim Kaya’nın deyimi ile ”Eğer yüreğin kulaklarıyla dinlenirse şayet bu çığlığın, size tanıdık geleceğine eminim. Çünkü bu ses bir insanındır. Sizden yıllarca önce koparılmış parçanızındır. Son noktasındaysa da, öyle derin sessizliğe aldanmayın. Çünkü sizin bile tasarrufuna hiç mi hiç giremeyeceği, şu an tasarrufunda bulunduğunuzdan aşikar. Susmayın..! ”
Bütün bu acıları biliyor ve tanıyorsun, parçasısın artık düşün ve ne yapman gerekiyorsa, diyerek Cesim heval koştu, koştu, koştu… Yılmadan, umutsuzluğa kapılmadan ve bir an olsun durmayı düşünmeden kendi gerçekliğinin peşinden koştu. Cesim heval aslında, yitirilmiş insanlığı arayan bir maratoncuydu. Koşuşturması amaçsız değildi asla, o her zaman Ana Tanrıçadan çalınmış, toplumdan koparılmış, toplum kırıma uğratılmış, özü ve gerçeği arıyordu. Bu aramasını yine kaybedilen yerde yapıyordu, Mezopotamya’da, Kürdistan’ın kalbinde… Ölüme, yaşama ve toplumsal benliğe, yani tarihe mayınlar döşenmiş bir sahada.
Modern, gelişmiş ve medeniyete yüz çeken çağın 21. Yüzyılında Moğolların bile yapamadığı bir barbarlığı reva görüyorlar. Acının dili olsaydı keşke. Düşünün ki, böylesi derin acıları olan bir toprağın maratoncusuydu Cesim heval. Yeryüzü aşkın, gökyüzü umudun yüzü oluyordu. Umut sahici bir geleceğin adı olup kolyeleniyordu artık Cesim hevalin boynunda.
”Düşünün ama yüreğinizle çünkü akıl denilen tanrısal nimet, irade sınanışın zirvesine gelemedi henüz” bir keresinde bizlere böyle kızmıştı heval Cesim.
Ve düşünün…
Düşün ki tarih yok oluyor. İşte dörtayaklı minare, kurşunlu cami ve mezarlıklar. Ölüme bile hükmedeceğine inanmış olacak ki bu zillet, ölümlerime bile mekansızlığı dayatıyor büyük bir aldanışla… Ölüme, yaşama ve toplumsal benliğime, yani tarihime mayınlar döşüyor. Yitirilmiş, kaybedilmiş, çalınmış gerçekliğin arayıcılığını yapanlarıda, Moğol pratiğinde bile olmayan yöntem ve taktiklerle, modern kiralık katillerine katlettiriyor. Sonrada gel kardeş olalım deniliyor.
Kardeş olmak.