HABER MERKEZİ- Önder APO’nun şehitler üzerindeki değerlendirmelerinden derleme:
“PKK tarihinde, şahadet değerlendirmemizde gerek dönemlere göre ve gerekse de kişiliklerin özgünlüğüne anlam vermeye çalışırken, bugün; en az O’nu yaşayanlar kadar bir irade, düşünce yoğunluğu olduğunu, öyle anlaşılması gerektiğini; bu konuda unutkanlık, gaflet gibi durumların asla kabul göremeyeceğini, asıl yaşayan değerlerin bu kişiliklerin şahsında temsil edildiğini, manevi komutası altında işlerin ağırlıklı olarak yürütüldüğünü vurgulamaya çalıştık. Eylemimizin en az sesli, itici nedenlerinden birisi bu olduğu kadar, moral değerinin de ağırlıklı bu olduğu, esas alındığı kesinlikle bilinmek ve ona göre yaşayanların yaşamı ve savaşı düzenlemeleri tutarlılık gereği, dürüstlük gereği verilen söz kadar esastır. Şahadet çizgisine ters düşmüşse, onun gereklerine, tüm anlam ve önemlerine göre bir yaklaşım içinde değilse, onun fazla ifla olmayacağını, layık olmayacağını, başaramayacağını da belirtmek gerekir.
Şahadetlerin çizgisinde yürümesi bilmeyenlerin eylemleri, zaferleri fazla anlamlı olamaz ve hatta tehlike içerir. Şehadet en ağır konulardan birisidir, şehadetin yükünü kaldırmak en ağır yüklerden birisidir. Şehadetin gereklerine göre yaşayabilmek, yaşamların en zorudur. Halen hatırlarım; Haki Karer’in şehadetinin yakıcılığının o ilk yılında tüm sorun buna anlam verebilmek ve gerekeni yapmak idi. Manevi etkisi altında nasıl kalkabiliriz diye gecemizi gündüzümüze katıyorduk. Yanılsaydık, gereklerinden uzak düşmüş olsaydı ortada PKK diye bir gelişme olamazdı. Bu anlamda en zayıf olduğumuz bir dönemde ve hatta Haki’nin katledilmesiyle, o oldukça zayıf şekillenişin şekillenemeyeceği, belli olmayan gruplaşmamızın tamamen dağılacağını düşünen düşmana, bu şehadet dolayısıyla yaşadığımız yoğunlaşma, gereklerine ulaşma, mümkünse eyleme geçirme denilebilir ki, en büyük işlerimizdendi ve asıl PKK’yi de yaratan bu yaklaşımdı. Onun anısına bağlılığın en tipik bir ifadesi olarak partileşme kararı, program taslağı ve ilk yılının bunun hazırlıklarıyla geçmesi ve hatta resmen partinin ilanına gidişimiz, şehadet gerçeğini doğru değerlendirilmesi halinde neye yol açacağının da en büyük göstergelerinden birisidir.Düşman onda dağılmayı beklerken biz onda en büyük tarihi adımlardan birisini gerçekleştirdik. Eminim ki Haki’nin şehadeti olmasaydı biz belki PKK’lileşemezdik, o kararı veremezdik. Tarihin seyri böylece değişti. Buna benzer önemli şahadetlere hep anlam vermeye çalıştım. Bir Mazlum’ların şahadetini ülkeye kesin inançlı ve başarılı yürüyüşün emredici ifadesi olarak değerlendirdik: Giriş kati olacak, sonuna kadar gerekenler yapılacak! Ve bilindiği üzere 15 Ağustos Atılımının bununla da bağlantısı vardır. Diyarbakır zindanlarındaki baskılar ve ona karşı şahadetler olmasaydı belki de biz bu çarpıcılıkta ülkeye yönelemezdik. Yöneliş bu kadar kati olamazdı. Başlı başına bu da tarihin seyrini değiştirdi ve en ciddi tarihi adımlardan birisi olduğu kadar en büyük eyleme de bu temelde ulaşıldı.
Yine bir Mahsum Korkmaz(Agit) arkadaşın şahadetinde, gerillanın zayıflığı ve tasfiye tehlikesi vardı ve bu amaçlanmıştı. Ülked kalıcı bir gerilla gücü olup olmamanın bir anı idi. Nitekim ardılları da dahil, bizzat bu pratikte yer alanlar da dahil kendilerini iflasın içine iterken umudu da, pratiğe de anlamsız kılarken, bizim zor da olsa buna cevap vermemiz yani gerillanın daha kalıcılaşması ve kendilerini en azından bölükler düzeyinde yürütmesi, verilmesi gereken bir cevaptı. Ve de böyle seçildikten sonra kararlı çalışmaya yol açtı Sonuçta 87’nin yaratılması, yeni bir tarih sürecin başlayacağı, gerillanın söküleceği, Kürdistan’ın eylemsiz, silahsız kalamayacağı kesinleştirildi. Bu da aslında Agit’in şahadetinden beklenen tamamen bir çözülüştü ve gerillanın tasfiyesiydi. Tıpkı Mazlum’un şahadetinde olduğu gibi, Diyarbakır Zindanı’nın çözülüşü, teslimiyetiydi. Ama bunlara karşı zamanında ve yerinde verilen karşılıklar, tarihin seyrini çarpıcı bir biçimde değiştirebildi. Demek ki şu ortaya çıkıyor; şahadetlere doğru anlam vermek ve en önemlisi de ne kadar zor da olsa kat be kat eylemi geliştererek cevap olabilmek en doğrusudur. Ve başka türlü şahadetlerin gereklerine ulaşılamaz. Buna benzer şüphesiz etkileyici binlerce şahadet olayı vardır. Ne kadarına layık olundu? Özellikle kendi görev anlayışımız neydi, onların en yakın yoldaşları olarak nasıl cevap olunabildi? Kendinizi sorgulamanız gereken bir husustur bu. Ben kendi eylemimde ana hatlarıyla şahadetlere bağlı kalmayı dönemsel olarak ve özgünlükleri olanlara daha özgü biçtiğim değerler halinde yürüyerek, sonuçta halkın da kabul edebileceği, şehitlerin ruhunun da rahatlıkla kabul edebileceği bir konuma ulaşıldı. Bunu şüphesiz kendiniz için kişiselleştirmeniz gerekiyor. “Biz ne kadarına anlam verebildik, nasıl cevap olabilmeliydik”, sizin en önemli işlerinizden birisidir. Kesinlikle ve şiddetle kendinizi sorgulamalısınız ve yapılmayanı yapmanız gerekir. Şahadetlere karşı görevlerinizin farkında olduğunuzu tabii bunu art niyetlilik anlamında, dürüst değilsiniz biçiminde söylemiyorum kendi kişiliğini katlayarak, onların kayıplarını kendi kişiliğinde kat be kat yeniden üreterek ve buna kesinlikle kısa bir süre içinde başarıya dönüştürerek karşılık verirseniz, şehitlerin anısından bir şeyler anlıyorsunuz demektir. Aksi halde fazla değerli olacağınız düşünülemez. Bu bir ilke meselesidir. Yaşama hükmedilmesi gereken an be an yaşamsal sorundur. İkide bir hatırlama meselesi değildir. Bugün birinci yıldönümünde Zilan şahadetinde, çok şeyler söylenebilinir. Genelde gerilla üzerinde, özelde kadın ordulaşması üzerinde eyleminin etkileri oldukça ortaya konulabilinir. Yine Dersim özgülünde olup bitenler üzerindeki anlamı dile getirebilinir. İdeolojik, siyasi, askeri boyutlar da rahatlıkla dile getirilebilinir. Ben bu hususlarda oldukça alışageldik bir değerlendirmeyi yapmayı fazla anlamlı bulmuyorum. Gerektikçe zaten yapılıyor ve yapılmalıdır da. Dersim’de örneğin bu eleştirilen kişilik bizzat mektubunda, “küçük burjuva bilmem kemalist etkiler deyip duruyorsunuz, yakışmaz, bu şeyleri niye ısrarla yaşıyorsunuz, yaşatıyorsunuz” derken aslında bir yıl geçmeden o verdikleri kayıplarla kendini ortaya koyuyor.
Eminim ki yani bu eleştirilerden bazı sonuçlar çıkarılsaydı, bu büyüklüğe cevap olabilen bir gerilla sergilenseydi, Dersim düşmanın en çok korktuğu ve asla sonuç alamayacağı, belki de Güney’den daha fazla etkili bir Kuzey direniş kalesi olacağı açıktı. Ama, kişilik kendine layık gördüğü yaşam fazla yaratıcı olmayan, derinliği yakalamayan, tedbiri geliştiremeyen aslında nasıl savaştığı, nasıl yaşamak istediği de fazla kestirilemeyen nereden bakılırsa bakılsın, çeşitli yönleriyle zaafları olan bu kişiliğin savaşa yansıması, düşmanın bir ağır operasyonunu önceden görememek kadar ona etkili bir savaşla karşılık verme gücü ortaya çıkaramaması en önemli kayıp nedenidir ve Zilan kişiliğinde aslında buna cevap verilmişti.
Kendi başına örgütlenmesi, planlaması, eylemini başarıyla ortaya koyması hepsi için uyarıcı olabilirdi ve eminim ki bir kişinin kendi düzeyinde sağladığı bu gelişmeyi onlar kendi kişiliklerinde sağlamış olsalardı; düşmanın bu sahaya böyle rahat girmesi, sonuç alması asla mümkün olmazdı. Demek ki şehitlerin anısına layık olunamamıştır. O kadar kızlar, erkekler vardı; hepsi kendi kendilerini adeta tüketirken demek ki önemli yanlışlıklar yapmışlardır. En azından kendilerini örgütleyememişlerdir. Yaşama ve savaşa verdikleri anlamlar dar olmuştur. Düşmanı esas alan bir yaşam tarzına girememişlerdir. O yaşamın savunulması için kendilerini örgütleyip, heran kendini savaşta patlayan dinamit deposu haline kendilerini getirememişlerdir. Kayıpları da budur. Aslında Dersim’de gösterilmesi gereken kişilik Zilan kişiliğidir. Ayakta kalacak olan, yaşayacak olan da buydu. Bu ülke geneli içinde söylenebilir ki; biz bunu vurgulamıştık, bu ciddi bir işarettir dedik. Gerilla zor bir sürece girmiştir, düşman oldukça derli toplu geliyor. Eğer ayakta kalmak istiyorsanız kendinizi şiddetlendirmeniz lazım ve hatta her gerilla kendini Zilan kişiliğinde bir sembol haline getirip böyle bir anda değil, sürekli patlatacak bir bomba halinde yürüyebilmelidir. Kürdistan üzerindeki bu büyük belanın, bu büyük afetin kaldırılması gerilla kişiliğinin bu düzeye gelmesiyle mümkündür. Bu çok açıktır bizim için, ama Kuzey’den Güney’e doğru gelişlere baktığımızda, kayıplara özellikle sığ geçildi, anlamı derinliğe kazılmadı ve hatta partinin bazı savaş değerleri üzerinde ucuz bir yaşam tutturuldu. Yaratıcılık, katı bir direniş kişiliği ortaya konulmadı. Sonuç; en anlamsız kayıplar! Hele bu yılda bunun böyle olması bizi çok öfkelendirdi. Bu da neyle ilgili? Duyarlılıklarınız zayıf, olup bitenleri anlama; ne şahadetlerin gerçeğinde, ne düşmanın yönelimlerinde fazla sökemiyorsunuz. Tam tersine büzülüyorsunuz, anlamsızlaştırılıyor ve sonuçta darbe yeniliyor. Halbuki bu eylem düşmanı çok korkutmuştu ve her gerilla da rahatlıkla bu sürece girmişti. Karar vardı, uygulama da sağlanabilirdi. Saflarımızda yaygın gözüken bir durum; birisi çok iyi yapmışsa diğerlerinin ona dayanarak ucuz yaşaması bir kez daha etkili oluyor ve böylece de gafilin kaybı ortaya çıkıyor. Kim ne derse desin bu yılı gerillada da çok daha büyük kazanmak kesinlikle mümkündür. Bir anlam verilebilseydi, gereklerine vicdanen kendini yatırmış olsaydı, bu büyük bir gelişme anlamına gelecekti. Diğer boyutlarda da böyledir. İdeolojik boyut; özellikle moral, cesaret olayında, kesinlikle, herkesi de kat be kat büyütecek bir anlama sahipti. Çağrı da bilindiği üzere büyük yaşam tutkusu, cesaret çok nettir. Bunun büyük bir şans olarak da görülmesi gerektiği vurgulanıyor. Ama bir çoğu kişiliğinde maalesef bu düzeyi yakalayamadı. İdeolojik moral düzeyinin savaşta ne kadar belirleyici olabileceğini anlayamadı, gerekeni yapamadı ve kayıpların en önemli bir nedeni de bu oldu. Tedbir almasaydık belki de bunu çok kötü bir yenilgiye kadar da götürebilirdi. Ufuk olmuştur; insanımızın beynini, yüreğini açmıştır, bencilliği yıkmıştır. İdeolojik etkileri böyle çok çarpıcıdır, ulusal düzeydedir. Siyasi olarak da güçlü olmanın nasıl olduğunu ortaya koymuştur. Küçük amaçlar için yaşamamak, büyük amaçlar için yaşamanın nasıl olduğunu kanıtlamıştır. Örgütsel anlamda da iki de bir örgüt bozgunculuğunun anlamlı olmadığı, değerli bir yoldaş olmanın örneği sergilenmiştir. Son derece yapıcı, örgütlü bir kişiliğin nasıl olması gerektiğini çarpıcı olarak ortaya konmuştuk. Bütün bunlar tabi ki partililere bir mektup biçiminde sunuldu. Çağrıydı!
Bana göre kadınla yaşam değerlidir aslında veya zafere bağlanmış insanla yaşam değerlidir! O az bir imkan değildir, ki bu hepinizin bayram derecesinde coşkuyla karşılayabileceğiniz bir gelişmedir. Bunun dışında fazla heyecan verecek değerler yoktur bizde. Zaten ortada değer diye bir şey yok. Bunun sizi heyecanlandırmaması; bizim için öfke nedenidir. Yaşamı bu temelde yakalayamamanız ve kahramanlığa doğru tırmanışa geçememeniz bizi öfkelendirmiştir. Neden sorularını sürekli gündemleştiriyor. Ne güne duruyorsunuz? Düşüşünüzün önünde duruldu. Yükselişin zemini ortaya konuldu. İstediğiniz kadar vatanı sevebilirsiniz, istediğiniz kadar maddi zenginliği kazanabilirsiniz. Bunun için yoluyöntemi, aracı önünüze konmuştur. İşte parti! Her türlü savaşımı, araçları, örgütü
başta olmak üzere emrinize verilmiştir; savaşla kazanamayacağınız hiçbir şey yoktur. Her zaman vurgularım benim gibi bir zavallı bile bu işle kendini bu Kadar kazandırabildiyse neden siz kazandırmayasınız? Başka türlü işiniz var mı? Yok! Başka türlü karın doyuracak bir işi bile kimse size vermiyor. Düşmanın kapılarında karın tokluğuna kapıcılık isteseniz bile binde bir kişiye o iş verilir. Ama bu iş de bir iştir. Savaş işi, eylem işi, örgüt işi sadece karın doyurmuyor, en değerli bir dünyayı da kazandırabiliyor. Zaten, devrimin üretici değeri de burada. Yani bir ülkede herkes işsizliğe yatırıldığında, açlığa mahkum edildiğinde devrim en kazandıran, üreterek kazandıran, maddi ve manevi olarak kazandıran iş oluyor. Diğer bir tanımı da budur. Diğer yaşam adeta kurutulmuştur. Aile içi cehenneme çevrilmiştir, aşk ölmüştür, ama devrim sürecinde bu da can bulmuştur Kurutucu değil, son derece diriltici adeta ete kemiğe büründüren bir yaşamın ardına kadar yolu açılmıştır. Yine bir ilişkinin bitirici değil, müthiş ayağa kaldırıcı imkanı ortaya çıkarılmıştır. Aşkın zemini yaratılmıştır. Ama şimdi her şeyi çocuk gibi istemeyin. Bu bir emek işidir. Büyük emekle, devrimci emekle, kazanılacak bir iştir. Siz istiyorsunuz ki hamal pratiğiyle en özgür sosyalist emekle sonuç alasınız. Bu mümkün mü? Emeğiniz köle emeği. Bu nasıl yansıyor. İşte siyaset yapamıyor örgüt kuramıyor. Neden kuramıyor? Çünkü siz kölesiniz, emeğinizin sosyalist emek değil o anlama henüz ulaşmamış hamalvari çalışm tarzınızın anlamı budur. Ama benimki öyle değildir. Ben de eskiden yolma yolardım, her türlü toprak işini, bilmem, kaba emekle işleri de yapardım ama sosyalist devrimci emekle işleri ele aldıktan sonra bunun veriminin bin kat olduğunu gördüm. Sınırsız bir verimliliğe götürebileceğini gördüm ve herşeyi sosyalist emek devrimine verdik. Ve kaybettiklerimizin hemen hepsini burada yakalayacağımızı gördük. Eskiden bir ömür boyu çalış, belki bir başlık parası bulunamazdı veya bulunsa ne olacak; daha da kendini ölüme mahkum eden bir yaşam, kader gibi size dayatılırdı. Sosyalist emek çabasıyla bütün kızlarımız bizim oluyor ve aynı zamanda bu bir yaşam mahkumu değil özgürlüğe müthiş bir çıkış yaptım. Bu sosyalist emekle sağlanıyor. Çok çarpıcı ve kazanım da budur. Bunun için düzen diyelim, işbirlikçiliğinin veya onun altında işte başa bela gelenekselliğin bitirdiği kişilik yaşam umudumuzu yeniden yakalıyor. Önderlik biraz bunun ifadesidir. Gerçekleştiren gücün, bütün gücünün kaynağı bu.