HABER MERKEZİ
1996 yılının Ağustos ayında sahaya gittim. Esasta öncesinden Güneybatı üzeri katılmıştım, ama Şemo’nun kadın arkadaşları almama kararı nedeniyle katıldıktan üç gün sonra cephe çalışmaları için geri gönderildik. Böylelikle bir buçuk yıl faaliyetlerde kaldık, bu süreç içerisinde Antep’te yaşanan bir çatışmada arkadaşlar tutuklanmış, biz de deşifre olmuştuk; başımıza ödüller konmuş, resimlerimiz her tarafa asılmıştı. Bu durumda orada duramazdık.
Bu nedenle artık faaliyetlerde kalmak, her an yakalanma riskini de beraberinde taşıyordu. Amed’e veya Dersîm’e gitme önerilerim de Şemo’nun kadın arkadaşları almama kararından dolayı kabul edilmiyordu. Faaliyetlerde kaldığımız süreçte Önderlik Sahası’yla da ilişkilerimiz vardı. Önderlik Sahası’na, Amed ve Dersîm eyaletlerine gitme önerimin deşifre olduğum halde kabul edilmemesini şikayet eden bir rapor gönderdim. Fakat raporu gönderirken Önderliğin orada olduğunu bilmiyor, Önderliğin hâlâ Bekaa’da olduğunu sanıyordum. Arkadaşlar nota cevaben; ‘yeni savaşçıları al, gel’ diye haber gönderdiler. Sınırı geçerek bir köye gittik, köylülerin bizi şikâyet etmesi üzerine yakalandık. İlk başta bize Türkiye ajanı muamelesi yaptılar. PKK’li olduğumuzu ispatlayamıyor, başımıza neler geleceğini bilemiyorduk.
İki buçuk ay hücrede kaldıktan sonra bizi mahkeme de diyemeyeceğimiz tuhaf bir yere götürüp; ‘serbestsiniz’ dediler. Cezaevinden çıktıktan sonra Önderliğin şoförleri bizleri almaya gelmişlerdi, ama biz onları tanımıyorduk. Sizi “eve götüreceğiz” dediklerinde oldukça şaşırmıştım. Dağa Lübnan üzeri gidileceğini sandığım için ikide bir, ‘yok ben eve gelmeyeceğim, beni Lübnan’a götürün’ diyordum. Bende tam bir Lübnan takıntısı oluşmuş, kimi görsem “beni Lübnan’a götürün’ diye ısrar ediyordum. Eve vardığımızda Cuma arkadaşın orada olduğunu gördük ve ilk olarak onunla görüştük. Bizlere; “siz çiftliğe gidecek ve orada eğitim göreceksiniz, ondan sonra düzenlemeniz olur” dedi. Biz ise habire ‘yok biz dağa, Lübnan’a gideceğiz’ diye tutturmuştuk. En sonunda bizi akademiye götürdüler. Akademiye gece saat 02:00–03:00 arası ulaştık ve hemen yattık. Bizleri sabah erkenden kaldırıp “kalk, Önderlik gelmiş” dediler. Ben şaşkınlıkla; ‘Önderlik kim?’ diye sormuştum. Çünkü bu bana o kadar inanılmaz geliyordu ki, Önderliği çok ulaşılmaz biri olarak düşünüyordum. Bir de o dönem, ‘ben kim Önderlik kim, sıradan insanlar Önderliği göremez. Ben ise hiç göremem. Örgüt içinde yıllarca kaldıktan sonra ancak böyle bir şey olabilir’ düşüncesindeydim. Önderliği görmek benim için aya gitmek gibi, hayalini bile kurmaya zorlandığım bir durumdu. Kendi kendime durmadan ‘Abdullah Öcalan, yani Önderlik burada’ diyordum.
Ve beklenen karşılaşma
O gün çözümlemeye gittik ve ben çözümleme boyunca bunun bir rüya olduğunu düşündüm. Önderlik karşımızdaydı, ama ben inanamıyordum. Kendimi çimdikliyor, “bu bir rüya, ben hala cezaevindeyim” diyordum. Çünkü cezaevindeyken hep bir daha arkadaşları göremeyeceğimi, oradan hiç çıkamayacağımı düşünüyordum. Önderlik benim bu durumumu fark etti. Önderliğe öyle şaşkın şaşkın bakınca, Önderlik bana dönerek; “Heval sen yeni mi geldin” diye sordu. Önderlikle nasıl konuşulur, ne denir de bilmiyordum, o nedenle sadece kafamı sallamıştım. Önderlik; “Çok şaşırmışsın, sanki şok olmuş gibisin” dedi. Gerçekten de öyleydi, şok olmuştum. Çözümleme bittiğinde ben çözümlemenin ne üzerine olduğunu bile hatırlamıyordum. Hep Önderliğe bakıp “tanrım, bu kadar ulaşılmaz biri, işte karşımda” diyor ve adapte olmaya çalışıyordum.
Önderlik yeni gelen her grupla beraber yemek yiyordu. Çözümleme bitince arkadaşlar; “hazırlanın, Önderlikle yemek yiyeceksiniz” dediler. O zaman Avrupa’dan gelen iki üç arkadaş ve bir de yeni savaşçılar vardı. Odaya giderken bir arkadaş bize eşlik etti. Sadece “sakın öksürmeyin, Önderlik çok kızıyor” dedi. Tek uyarısı bu olmuştu. Hiç birimiz nasıl davranacağımızı bilmiyorduk. Hem Önderliği fazla tanımamaktan kaynaklı hem de Türk basının yalan propagandaları çok kısmi de olsa benim üzerimde etkikde bulunmuştu. Partiye katıldığımda da benim için gerilla belirleyici olmuştu. Önderliği fazla tanıyan biri değildim. Bir de gerçekten çok korkuyordum. Çok sert, askeri bir yaklaşım bekliyordum. İçeri girdiğimizde Önderlik odanın köşesinde, ayakta bizi bekliyordu. Ben kısık sesle sadece ‘iyi günler’ diyebildim. Diğer arkadaşlar da korkarak arkamda öylece bekliyorlardı. Önderlik bize doğru gelerek; “Heval niye böyle soğuksunuz, buraya geldiğinize sevinmediniz mi?” dedi ve beni kucaklayıp öptü, ben ise heyecanımı bir türlü atamamıştım. Önderlik bizi o kadar sıcak karşılamıştı ki, benim zihnimde oluşturmuş olduğum bütün Önderlik imajı yerle bir olmuştu. Önderlik tüm arkadaşlara öpüp sarıldıktan sonra bizleri oturttu. Çok samimi bir havada ellerini omuzlarımıza attı; “Nereden geldiniz, nasılsınız?” tarzında sorular sormaya başladı. Önderliğin insanı çok rahatlatan bir tarzı vardı. Her insan Önderliği gördüğünde heyecanlanır. Bu kaba bir korku değildir, insanın kendisini nasıl ifade edeceğini bilemediği bir heyecandır; ama Önderlik konuşmaya başladığında insanda çok rahat bir psikoloji oluşturmakta, sanki yıllardır tanıdığın bir arkadaşınla konuşuyormuşsun hissini yaratmaktadır. Bizler de böylesi bir heyecanla Önderlik karşısına çıkmış, Önderliğin bizleri rahatlatan tarzıyla konuşmaya başlamış ve yemekten önce bir buçuk saat Önderlikle sohbet etmiştik. Ben, Önderliğe çok doğal yaklaşıyor, başta ‘Başkanım’ demiyor, hep ‘heval’ diyordum. Bir süre sonra arkadaşlar işaret ederek ‘Başkanım’ diye hitap etmem için beni uyardılar, ama alışamadığım için yine ikide bir ‘heval’ diyordum. O süreçte Zîlan arkadaş eylemini yeni gerçekleştirmişti. Odanın bir köşesinde resmi vardı. Zîlan arkadaşı sivilden tanıyordum. Ablamla aynı hastanede çalışıyor ve aynı okulda okuyorlardı, o nedenle bize gelip gidiyordu. Ben resimlere bakınca Önderlik tanıyıp tanımadığımı sordu. Tartışmalarımız böylelikle Zîlan arkadaş ve eylemi üzerine devam etti.
“Bize kadro lazım”
Tartışma biraz daha ilerleyince “Niye katıldın, seni buralara ne getirdi?” diye sordu. O süreçte benim için en etkileyici konu kadının gerilla olmasıydı. Bir sürü sosyalist hareket vardı, ama gerillacılık olgusu, özellikle de kadının gerilla olması beni en fazla etkileyen husustu. Ondan sonra biraz kadın örgütlenmesi üzerine konuştuk. Önderlik okuma düzeyimi sorduktan sonra beni eleştirerek; “niye üniversiteyi bitirmeden gelmişsiniz, kim sizi çağırmış, bize kadro lazım, gelmişsiniz dünyayı mı kurtaracaksınız” diye kızdı. Ben ise bu duruma bir türlü anlam veremiyordum. Önderlik gerçeğini bilen, anlayan bir duruştan ziyade küçük burjuvaca, ukalaca bir duruşum vardı. Önderliğin eleştirilerine karşılık; “katılın diye her gün siz çağrı yapıyorsunuz. Katıldık işte, daha ne istiyorsunuz” diye cevap verdim. Önderlik bana bakarak güldü, bir kahkaha attı; “tamam Heval, katıl ama okulunu bitir öyle gel, bize kadro lazım” dedi. Ben ise; “ne kadrosu, biz üniversitede millet okulunu bitirmesin diye gece gündüz çalışıp, çırpınıyoruz. Okulu bitiren katılmıyor. Millet derslere girmesin diye elimizden geleni ardımıza koymuyor, bir sürü şey yapıyoruz” dedim. O zamanlar YCK örgütlenmesi öyleydi. Çünkü gerçekten de okulunu bitiren gelmiyordu. Önderliğin eleştirilerine anlam veremiyor ve “hem çağır hem de bizlere kız” diye içimden geçiriyordum. Önderlik; “Seni geri gönderelim” dedi. Ödüm kopmuştu, daha önce Güneybatı’ya gitmiştim ve arkadaşlar beni geri çevirmişti. Bir kez kovulmuştum, bir daha gitmeye niyetim yoktu. Bu nedenle de “ben deşifreyim, gidemem” dedim. Önderlik; “herkes geliyor ama bize kadro, yetenekli, iş yapacak insan lazım. Geliyorsunuz, kolay, ucuz ölüyorsunuz, düşmanı tanımıyorsunuz” şeklinde birçok eleştiri yaptı. Önderlik tüm arkadaşlarla tek tek konuşup, hepimize ne yapmak istediğimizi sordu. Ben çok zayıflamış, bir de deşifre olduğum için saçlarımı erkek tıraşı kesmiştim. Dağda saçlara bakmak zordur, saçları kestirmek gerekir diye biliyorduk, ama saçlarımı kestirmemin asıl nedeni deşifre olmamdı. Cezaevinde biraz uzamıştı, ama yine de kısacıktı. Önderlik saçlarımı neden kestiğimi sordu. Nedenini söylediğimde direkt saçlarını uzat demedi ama ben onun ne demek istediğini anladım. Bana saçını uzat demek istediğini anlayınca “ben de uzun saçı seviyorum, uzatacağım ama deşifre olmuştum” diye cevap verdim. Sonrasında Önderlik beni her gördüğünde saçlarıma bakıyor, “uzayacak, uzayacak” diyordu.
O ilk görüşmemizde konuşmamın bir yerinde öksürdüm. Cezaevinde kaldığımız için üşütmüştük, koşullarımız da gerçekten çok zordu, betonun üzerinde yatıyorduk. Aklıma hemen bizi Önderliğin yanına getiren arkadaşın “sakın öksürme, Önderlik çok kızıyor” uyarısı gelince kendimi tutmaya çalıştım; Önderlik baktı; “bir PKK’li öksürüğüne hâkim olur heval” dedi. Sonra öksürenin ben olduğumu görünce ve bir de cezaevinde kaldığım da aklına gelince; “Yok, yok sen cezaevinde kaldın, üşütmüşsün değil mi, hadi öksür, öksür” dedi. Ben ise kıpkırmızı kesilmiş, öksüremiyor, kendimi tutuyordum. Sonra zayıf olmama takılarak bu halimle dağa gidemeyeceğimi, kilo almam gerektiğini söyledi. Bileğimi aldı kaldırdı. Zaten ülkeye gelene kadar da hep bileğime bakıyor; “Sen çok zayıfsın, silah kaldıramazsın” diyor, ben ise hep “kaldırırım Başkanım” diyordum. Bu tartışmaların ardından yemek yedik. İlk gün öyle geçti. Önderlik hakkındaki ilk düşüncelerim tamamen değişmişti.
Bu ilk görüşmenin ardından Önderlik hakkındaki görüşlerimin tamamen değişmesinin yanı sıra bir de Önderliğin ne kadar dikkatli bir insan olduğunu da görmüştüm. Akademi ortamı çok kalabalıktı, yaklaşık iki yüz kişi vardı, ama Önderlik bir kere baktı ve bana; “heval sen yeni gelmişsin değil mi, çok şaşkın bakıyorsun, sanki şok olmuşsun?” dedi. Gerçekten şok olmuştum. Genelde de öyleydi. Akademiye yeni gelen biri olursa hemen fark ediyordu. Ülkeden arkadaşlar geldiğinde de isimlerini sorduktan sonra kimin hangi tarihte rapor yazdığını, raporunda neler belirttiğini ya da telefonda konuşmuşsalar ne zaman, neler konuştuklarını söylüyordu. Çok güçlü bir hafızası vardı. Yaşamda da çok dikkatliydi, arkadaşların en ufak bir özelliğini kesinlikle kaçırmıyordu. Ayrıntılarda bu kadar çok şeyi hatırlaması beni çok şaşırtıyordu. Bu kadar şeyi, binlerce insanı nasıl hatırlayabildiğine anlam veremiyordum.
Önderliğin yaklaşımları sürekli olarak beni şaşırtmaya devam etti. Mesela, bizimle Akademiye gelen arkadaşlardan birinin devre sonunda yapılan platformundan çok etkilenmiştim. O arkadaş ülkeye gelmek istiyor, fakat Önderlik göndermek istemiyordu. Çok genç bir arkadaştı ve bir de ailenin tek çocuğuydu. Önderlik Avrupa’ya göndermek istiyordu. O arkadaş, sözünde adeta kendini yere attı. Önderlik bütün merkezi kaldırarak, “gönderelim mi göndermeyelim mi” diye sordu. Önderliğin o arkadaşla yaptığı diyalogdan çok etkilenmiştim. Önderlik kaç kardeş olduklarını sormuş ve hiç kardeşi olmadığını öğrenince yerinden fırlamıştı; “nasıl yani kız, erkek kardeşin yok mu, sen tek çocuk musun?”demiş ve bunun üzerine; “yok yok sen gidemezsin, sana bir şey olursa ben senin annene nasıl hesap veririm, sen ne yapıyorsun? Ben kaldıramam böyle bir şeyi, bir annenin tek çocuğunu ben gönderemem” demişti. Önderlik, o arkadaşın tüm ısrarlarına rağmen gitmesine izin vermedi. Sonra ikinci devrede arkadaşlar tekrar ısrar ettiler, o da kendini çok dayattı. Kurulda şehit Harun arkadaş ve merkezi arkadaşlar vardı. “Biz koruruz gitsin, görsün” dediler. Önderlik ise o arkadaşın gitmesini istemiyor ve sürekli; “yüreğim kaldırmaz, vicdanım kaldırmaz” diyordu. En sonunda ısrarlar karşısında; “seni Cuma arkadaşın yanına göndereceğim, onun yanında kalacaksın, seni koruyacak” dedi ve o şartla gitmesine izin verdi. Ben o platformda Önderliğin yaklaşımından çok etkilenmiştim. Çok farklı bir Önderlik hayal etmiştim ama çok ince ve çok duyarlı bir Önderlikle karşılaşınca çok şaşırmıştım.
Önderlik birçok konuda duyarlılığıyla, hasasiyeti ile bizleri şaşırtıyordu. Yanına gelen tüm arkadaşlarla tek tek ilgileniyor, onları yakından takip ediyordu. Önderlikle geçirdiğim o ilk günler ve sonrası benim için gerçekten de olağanüstü güzel ve anlamlı günlerdi.
Armanc VARTO