HABER MERKEZİ- Veysi Sarısözen’in Kaleminden
“Yazarı hakkında hiçbir fikrim olmamakla birlikte, yazının ANHA’da yayınlanmış olmasını esas alarak Hakkı Tekin imzalı yazıyı yorumlamak gerektiğini düşündüm.
Bu yazının ana düşüncesi şudur: İngiltere’nin baş rolde olduğu ABD ve İsrail’in Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi planına göre, Suriye ya bölünecek ya da üç parçadan oluşan federal bir yapıya zorlanacak. Plan, Kürdistanlı bir Ortadoğu hedefine yöneliktir. Bu plandan yararlanarak Suriye’ye ve Rojava’a saldırıya geçen Türkiye ise “Kürdistansız bir Ortadoğu”amacıyla saldırgan bir politika izlemektedir.
Yazar Türk devletinin izlediği bu çizgiyle Batılı devletlerin çizgisi arasındaki farkı vurguladıktan sonra, şu çok önemli öngörüyü dile getirmiştir: “Yeni dönemde Kürtsüz bir Ortadoğu düşünülmemektedir, fakat Kürt halkının geleceği yine Türklerin himayesine verilmek istenmektedir.”
Bir dizi yazımda ifade ettiğim için yazarın bu öngörüsünü paylaştığımı söyleyebilirim.
“Kürt halkının geleceği yine Türklerin himayesine verilmek istenmektedir” cümlesi, Birinci Dünya Savaşı sonunda, Sykes-Picot planıyla çizilen haritayı Batılı devletlerin “revize” edeceği anlamına geliyor. Sözü edilen harita esas olarak Batı yanlısı olan üç devlete, Türkiye, İran ve Irak’a Bakur, Başûr ve Rojhilat’ın verilmesiyle çizilmişti. Fransa’nın hegemonyasında Suriye devletinin kurulmasıyla da Suriyeli Kürtlerin kaderi de Suriye’nin sömürgesi olarak belirlenmişti.
Ne var ki, o günden bu yana söz konusu devletlerin uluslar arası alandaki tutumları Türk devleti dışında kökten değişikliğe uğradı. Suriye ve Irak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ile askeri ittifaka yöneldi. Reel sosyalizmin tere’nin “patronluğunda”, ABD’nin gözlemci üye olarak yer aldığı Türkiye, Irak ve Pakistan ile birlikte NATO’nun Ortadoğu kolu olan CENTO ittifakının en önemli ülkelerinden biri oldu. Ne var ki, Humeyni devrimiyle birlikte İran devleti de yönünü Rusya ve Çin’e çevirdi.
Türk devleti her ne kadar bugün de NATO üyesi olmakla birlikte, özellikle Arap Baharı sonrasında, ABD İsrail’in güvenliği adına “güvenilmez” ÖSO planından vazgeçtiği halde, Türkiye’nin kendi hegemonya planları çerçevesinde bu planı sürdürmesi ve DAİŞ türevli unsurları örgütlemesi, özellikle 15 Temmuz çakma darbesiyle NATO yanlısı orduyu dağıtması, 1 Mart tezkeresini Erdoğan’ın onayına rağmen engelleyen asker ve sivil bürokrasiyle ittifaka girmesi ve S 400’le simgelenen Rusya’ya yakınlaşma şantajı üzerine NATO’nun güvenilmez müttefiki haline geldi.
Bu durum Birinci Dünya Savaşı’nda çizilen haritanın Batılı emperyalist devletler açısından geçerliliğini kesinlikle ortadan kaldırdı. Kürdistan’ın parçaları şu anda İran, Irak ve Suriye gibi üçü de NATO mihverine karşı konumlanmış ülkede olması, en büyük parça olan Bakur’un ise, “güvenilmez”, hatta “NATO içinde Rusya’nın beşinci kolu” olarak tanımlanan ülkenin egemenliğinde olması Küresel emperyalizmin çıkarlarıyla keskin bir çelişki yarattı.
“Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme” planı işte bu Birinci Dünya Savaşı sonrası çizilen haritayı sil baştan yeniden çizme zorunluğunu doğurdu. Bu zorunluğun doğuşunda söz konusu devletlerin tümünde yaşanan yıkıcı krizler ve Başkan Öcalan’ın önderliğinde dört parça Kürdistan’ın tümünde ortaya çıkan muazzam değişiklik en temel etken oldu. Kürt halkını artık geçmişte olduğu gibi sömürge devletler eliyle asimilasyon ve soykırımcı baskılarla egemenlik altına almak, Kürdistan’ı hiçe sayarak bu dört sömürgeci devlete dayanarak Batılı emperyalistlerin Ortadoğu’ya hakim olması imkansız hale geldi. Çünkü o dönemde politik ve hatta dil ve kültür bakımından bile birlikten yoksun olan ve henüz bilimsel anlamda “millet” olmayan, etnik bir milliyet düzeyinde olan Kürt halkı, özellikle son yarım yüzyıl içinde modern bir millet aşamasına yükseldi. Ve bütün parçalarda özgürlük mücadelesinde büyük adımlar attı. Bunun temel sonucu, “Kürdistansız Ortadoğu” planlarının artık mümkün olmamasıdır.
İşte bu yeni durum emperyalizmin “Kürdistan’lı Ortadoğu” hedefini gündeme getirmiş bulunuyor. Aynı zamanda bu hedefin önündeki “Kürdistansız Ortadoğu” için vahşi bir soykırım politika izleyen Türk devletinin de yeniden düzenlenmesini zorunlu kılıyor. Türkiye Ortadoğu’da askeri bakımdan NATO’ya ve ekonomik bakımdan Avrupa Birliği’ne bağlı olan, İsrail’le birlikte en büyük güçtür. Bu gücü yeniden Batı’nın güvenilir bir müttefiği haline getirmek onu ekonomik krizden kurtarmaya ve siyasi bakımdan “İslamcı ve Batı düşmanı” siyasi yapıdan çıkarmaya, ona “Kürdistanlı Ortadoğu” planını kabul ettirmeye bağlıdır.
İşte bu Batılı baskıyı tüm hücrelerinde hisseden Erdoğan ve Bahçeli iktidarı, onları yönlendiren Hakan Fidan ve İbrahim Kalın kliği iktidarlarının geleceğinden artık emin değillerdir. O nedenle “İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecek” derken, aslında sıranın kendilerine geleceğini biliyorlar.
Bu satırları okuyanlar, “demek ki hem Kürdistan kurtulacak, hem de halkımız faşist rejimden kurtulacak” demekte asla acele etmemelidir. Çünkü yorumladığım yazar gibi ben de bütün bu kaotik gelişmelerin sonunda emperyalist kampın planında Kürdistan’ı kurtarmak ve Türkiye’de demokrasiyi sağlamak gibi bir hedef olmadığını biliyorum. Onların amacı, Türkiye’yi ister Erdoğansız, ister Erdoğanlı, belki de CHP’nin de katılacağı “milli koalisyonlu” güvenilir bir müttefik haline getirmek ve…
Bu amaçla eğer iktidar ABD ve İsrail’in desteği ile İran’a karşı açık bir tutum alma, nihai olarak savaşma konumuna gelirse, ona Kürdistan’ı “himaye” altına alma “rüşveti” vermeye hazırlanıyorlar. Bu da Türk devletinin Osmanlı sonrasında “milli amaç” haline getirdiği Misak-ı Milli sınırlarına yayılması anlamına geliyor. Bakur’un kurtulması şöyle dursun, Rojava’nın, Başûr’un ve mümkünse Rojhilat’ın Türklerin “vesayet ve himayesine” girmesi artık uzak bir ihtimal olmaktan çıkmak üzeredir.
Şurası çok açık: Kürdistan parçalarındaki Kürt halkı Apocu paradigmaların etrafında toplanmıştır. İstisna ise Başûr Kürdistan’ındaki Barzani kliğinin ulusal birliğe düşman politikasıdır. Ve emperyalist planların Kürdistan’daki beşinci kolu da KDP’ye hakim olan Barzani kliğidir. Bu klik Türk hakimiyetinin kollarına atılmaya dünden razıdır. O halde Ortadoğu haritasını emperyalizmin ve Türk bölgesel emperyalizminin çıkarları yönünde çizilmesinin önünde asıl engel Öcalan önderliğindeki Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Eğer bu hareket tasfiye edilirse, bu planların önünde hiçbir engel kalmayacaktır.
Böyle olmakla birlikte, KCK sisteminin önünde bu tehlikeye karşı çok kıymetli fırsatlar da bulunmaktadır.
Bu fırsatın ne olduğunu açıklamak bana düşmese de Hakkı Tekin’in yazısından şu alıntıyı dikkatinize sunacağım: “Kürtler Ortadoğu denkleminde eşit bir ilişki temelinde, aktif bir siyasetle yeni ittifak arayışlarına hızla yönelmelidir.”
Bu ittifak herhalde “Kürdistanlı Ortadoğu” hedefinde birleşmek, ama Ortadoğu’daki Kürdistan’ın Türk himayesine verilmesine karşı, özsavunma halindeki Kürt Özgürlük Hareketi’ni bu planın sahiplerini caydıracak bir güç olarak desteklemek, bu temelde yapılacak müzakere sürecinde Başkan Öcalan’a yönelen baskıya karşı O’nun konumunu “Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” hamlesiyle güçlendirmek yoluyla sağlanacaktır.”
Kaynak: Yeni Özgür Politika