HABER MERKEZİ –
Onlar direnişi nasıl bir sanat bellediler?
Kendini, partimizin gerçeğinde, en zor koşullarda ve olanaksızlıklar içinde oldukça yetiştirebilmiş, bundan vazgeçmemeye en büyük direnişle karşılık vermiş yoldaşlarımızdır. Bunu defalarca kanıtlamış kişiliklerdir. Böylesi bir direniş kararlılığına, bu kişilikler önderlik etmiştir. Burayı çok iyi anlamak gerekir.
Bir direnişçi nasıl yaşar? Onlar, o amansız Diyarbakır zindan direnişçiliğinin birkaç yönünü, tüm işkencelere göğüs gererek yaşadılar. Onun her dakikası bile bir yıl kadar uzun ve kahredicidir. Sizin zift bağlamış yüreğinize söylüyorum bunu; gerçekten her dakikası bir yıl kadar kahredicidir. Partinin adını biraz daha söyleyebilmek ve mücadelesini biraz daha uygun koşullarda sürdürebilmek için birkaç yıl süren bu anları böyle değerlendiriyorlar.
Mazlum’un kibrit çöpüyle eylem düzenlediğini biliyoruz. Newroz ateşini yaktı. Bunları yeniden neden hatırlatıyorum? Çünkü; zafer kazanacak silahlar var elinizde, zafer için her şeyi sunan özgür dağlar var, ordu gücümüz var. Fakat bunları halen nasıl savaşa süremediğiniz, nasıl çarçur ettiğiniz ortada. İçinizde böyle yapan komutan az mı? Bunların vicdan denilen nesneden veya moral değerden biraz haberi varsa iyi düşünmeli ki, bu çizginin direnişi için kimler ne yaptı? Bir kibrit çöpünden direniş imkanını ortaya çıkaran ve can bedenini eriterek direnişi sürdürmek isteyen kimdir, bunun karşısında en büyük savaşım değerlerini kullanamayan kimdir?
Bu direnişler karşısında, sizin bu şekilde yaşamanıza izin vermemem gerekiyor. Özellikle de özgürlük dağlarında yüzlerce silahı düşmana kaptıran, yüzlerce savaşçıyı savaştırmadan tasfiye ettiren ve halen de direniş önderliği olduğunu söyleyenlere bu haktır. Peki hiç böyle olur mu, sizde vicdan denen olay hiç yok mu? Bize, “Hazırlanamamıştık, eğitememiştik” diyorlar. Peki nasıl yaşıyorsunuz siz? Biz, yıllardır sizi eğitmeye çalışmıyor muyuz?
Tekrar söyleyeyim ki; gençler de dahil, hepiniz büyük suçlusunuz bu konuda. Ben artık ağır kelimeler kullanacağım. Hızla eğitip sıyırın kendinizi bu durumun içinden. PKK’nin değerleri büyüktür. Sizi zorlayarak yaklaştırmak istemiyoruz, vicdanınız sizi bu değerlere yaklaştırmalı.
Tekrar soruyorum; onlar direnişi nasıl bir sanat bellediler? Hangi koşullarda ve neyle gerçekleştirdiler. Siz, büyük savaşım olanaklarını, düşmandan hesap sorma imkanlarını görebiliyor musunuz? Bir kibrit çöpünü hatırlayın deyince, canınız biraz sıkılıyor. Değil erimek, çoğu yerde kendinizi şişiriyorsunuz değil mi? Hazır silahı paslandırıyorsunuz. Mazlum ise, iki sözcük yazabileceği bir kağıt parçası bulunca, onu çok büyük bir mücadele aracı olarak değerlendiriyor. Sizlere ciltler dolusu kitap verildi, peki ne kadar kullandınız? Doğru-dürüst bir cevabınız olmayacak; tam tersine, bir yığın kayıp nedeni sıralayacaksınız, ondan sonra da, “PKK’liyiz, mücadeleye varız” diyeceksiniz; insan kendine saygıyı bu kadar yitirmemeli!
Biz değerlerimize karşı saygıyı yitiremeyiz, onlardan vazgeçemeyiz. Düşkünlüğünüzü teorileştiremem! Anlayışlı olun. Parti içinde bu tür şeyleri kabul edemem! Özellikle savaş değerlerine böyle yaklaşımınızı kesinlikle kabul edemem! Bin defa dayatsanız da kendinizi, her yönteme başvursanız da, ben yine karşısında direneceğim.
Bu değerlerin savaşım emri bellidir. Bu değerlere biraz saygınız varsa, her türlü örgüt ve ordu değerlerine, yetkiye nasıl karşılık vermeniz gerektiği bellidir. Biz bunu çiğnetemeyiz. Köylü anlayışıymış, aydın lafazanlığıymış, yeni yetmeymiş, 12 Eylül etkisiymiş, geleneklerin etkisiymiş, gaflet ve yanılgı durumuymuş. Peki ne zamana kadar, niçin ve hangi gerekçeyle bunlar sürdürülecek? Size kim belletti bu yaşamı? 12 Eylül belletmişse nedir 12 Eylül gerçeği? Bu büyük direniş değerlerimize ne yaptı? Hafızanız tümüyle mi yitik? Köhnemiş, direnemeyen, boyun eğen toplumsal değerler neyi yaşatıyor, neyi savunuyor? Mahalli etkilermiş, ahbap-çavuşluklarmış; peki bunlar neyi kurtarıyor?
Direniş değerleri karşısında utanmıyor musunuz? Sözü mü olur bunların? Hazırlanamamış, kıymet bilememiş, silah patlatamıyormuş, yetkiyi kullanamıyormuş; bunlar söylenecek sözler mi? Hiç mi bu değerlerden biraz nasibinizi alamayacaksınız? Görmemem ve değerleri göstermemem için, neredeyse gözümün içine amansız saplanacaksınız. Ne cesaretle böyle yapıyorsunuz, kimden gelmesiniz? Hangi ordunun askerlerisiniz? En önemlisi de, asker kişiliğinden, görev kişiliğinden başka her şeye benzeyen kişilikleriniz var; hantal mı hantal, gafil mi gafil, örgütsüz mü örgütsüz. Peki bu kişilik kimden gelme ve kime zemin oluyor? Hiç bu kişilikle, bu direniş değerleri saygıyla karşılanabilir mi?
‘Umuttan vazgeçilemez,
partiden vazgeçilemez,
kendimizi eritiriz ve yaşama çeviririz’
Bir kere daha 14 Temmuz Direnişçiliğinden çıkarılacak bir anlam olacaksa, bu sadece zindan direnişçileri için değil, sadece bir örgüt için de değil; direnişçilerin şahsında parti ve bütün bir halk için öngörülen imha politikalarına, toptan silme planına karşı geliştiğindendir. İyi biliyoruz ki; düşmanın planı budur ve bunu ayrıntıyla anlatmıştım. Bütünüyle tarihin karanlıklarına gömülmek istenen bir halkın kimliği ve PKK’de temsil edilen bir direniş olanağıdır. PKK direnişçiliği de eşittir, bir halkı mümkünse yeniden tarih sahnesinde özgürce yaşatmaktır. Bu anlamda ezilen zindan direnişçiliği ve ezilen PKK; tümüyle bir halkın ezilmesi ve tarih sahnesinden gitmesi olur. Bu kesin bir gerçektir de. O zaman ne Güney Kürdistan’ı kalırdı, ne Kuzeyi, ne Doğusu, ne Batısı. Bu direnişçilik biterse halk da biter. Bunun böyle olduğunu tarih şimdiden söylüyor. PKK’nin direnişçiliği bugünkü durumuyla da bunu herkese kabul ettirmiştir.
Tam böyle bir noktada ‘Direnmek Yaşamaktır’ sloganını, şiarını kendilerine tatbik edenler ortaya çıkıyor. Bu, tamamen bir halkın en soylu umudu oluyor, yaşam çağrısı oluyor. “Umuttan vazgeçilemez, partiden vazgeçilemez, kendimizi eritiriz ve yaşama çeviririz” deniyor. İşte Mazlumların Newroz direnişçiliği, işte 14 Temmuz direnişçilerinin kararı, işte Ferhatların kendilerini meşale etmeleri tamamı tamamına böyledir.
Onlar, bir halkı aydınlatan meşale, yaşam umudu, yaşam tarzı oldular. Bunu iyi anlayacaksınız. En az olanla nasıl savaşıldığını, en zor koşullarda ve zeminde nasıl savaşıldığını göreceksiniz. Bir mezar kadar bile olamayan hücrede direndiler. Siz o büyük özgürlük dağlarına mı sığamadınız? Tek kişilik hücrelerde eylem yürütülebilirken, o dağlarda mı eylem düzenleyemiyorsunuz? Nefes alınamayacak yerde tek başına zafer görevini yürütenler varken, binlerin bulunduğu ortamda mı görev yürütemiyorsunuz? Onlar bir zaferi kesinlikle barındıran eylemi düzenliyorlar, siz bu kadar olanaklarla sıradan bir başarıyı mı düzenleyemeyeceksiniz? O zaman bu büyük direniş şehitlerinin anısına bağlı olduğunuzu nasıl söyleyebilirsiniz?
Kuşkusuz, bu büyük direnişin içinde büyük anlamlar var. Sorumluluk anlayışı, partiye sahip çıkma anlayışı en yüksek düzeyde temsil ediliyor. Dikkat edin; düşman, ‘Her şey bitmiş, her şeyden vazgeç ve yaşa’ diyor. Onlar bütün bunları reddediyor ve umudun en az olduğu, olanağın en az olduğu yerde, “Kendimizi kahramanca adarız” diyorlar. Onların bu gerçeğine bakın ve bir de kendinize bakın; bu kadar direniş ve savaşım değerleriyle siz sonuna kadar savaştınız mı, kendinizi sonuna kadar verebildiniz mi? O zaman bu çağrıya, bu büyük karara ters düşmüş olmuyor musunuz?
Bir direniş gününe karşılık vermek demek; böyle bir çağrıya uyum gücü göstermek demektir. Sonuna kadar partiye sahip çıkma, sonuna kadar göreve bağlı kalma ve gerekirse kendini katık ederek zaferi kesinleştirmedir. Bu koşullarda zafer budur ve bu sağlanmıştır.
Eğer en iyi savaş olanaklarına sahipsek ve kurtarılmış bir karış vatan parçasını yaratacak donanımlı savaş birlikleri içinde bulunuyorsak, bunun anlamı zaferi daha da kesin kılmak değil midir? Varsa direniş değerlerine bağlılık, onun gereği bu değil midir? Direniş değerlerini çarçur etmek doğru karşılık olabilir mi? Sonuna kadar kullanabildin mi silahı? Sonuna kadar birimi, gerilla savaşının gereklerine göre yürüttün mü? Sonuna kadar partili gibi yaşamayı sağlayabildin mi? Eğer sağlayamadıysan, o zaman daha ne geziyorsun?
Mevkicilikmiş, olanakların üzerinde yaşamakmış. Hepinizi şimdi tek tek ayağa kaldırsam, ne hesap vereceksiniz? Yani yarın bu ülkeyi kazandık ve bu halkı biraz yetki ve sorumluluk sahibi yapabildik diyelim; peki siz nasıl karşılık vereceksiniz buna? Düşünüyor musunuz bugünleri? Biz işleri idare ederiz, biz sorumlu insanız. Ama yarın, “Kalk, sorumluluklarının gereklerini söyle” dediğimizde ne diyeceksiniz? Bir vicdan korkunuz olmayacak mı? Hep ağlayarak mı geçiştireceksiniz? Hep yalanı incelterek mi söyleyeceksiniz? Artık yutulur mu bunlar? Biz de hiç hesap soracak durumda olmayabiliriz. Bir vicdan denilen olay vardır ve onun gereği yerine getirilir.
Bu kadar büyük direniş değerimiz var ve onlara saygılı olmayı bileceğiz. Bir tarafınıza tokat atılsa, bunu mesele yaparsınız. Fakat binlerce büyük direnişle, bunların adıyla başladınız yaşama, o halde bunlara karşı söyleyeceğiniz bir sözünüz olacak ve o sözünüz de mutlaka yeterli olmalıdır.
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Büyük günler, büyük karar günleri sıradan geçirilemez; kesin kavranılmayı, özümsenilmeyi ve emir olarak günlük işleme tabi tutulmayı ister.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın zindan direnişlerine ilişkin çözümlemelerinden derlenmiştir